18 Eylül 2016 Pazar

OKUNMASI GEREKEN ON BİN KİTAP 2
CEZMİ ABİ

            Cezmi Ersöz’ü, 1993-94 yıllarında, Leman dergisindeki yazıları ile tanıdım. O zamanlar Leman, yüz elli bin civarı tirajıyla Türkiye’nin en çok satılan dergisiydi. Cezmi’de, derginin tam ortasında yazısı yayımlanan en ünlü yazarıydı. İtiraf edeyim dergiyi almaya başladıktan sonra uzun süre sadece karikatürleri okudum. Çünkü ben mizah dergilerini okumaya anlı şanlı Gırgır’la başlamıştım ve orada ciddi yazılar olmazdı. Sonradan, Gırgır el değiştirince, Oğuz Aral, Gırgırı terk edip (böylece Gırgır’ı Gırgır olmaktan çıkarınca) Avni dergisini çıkarınca, orada okur mektupları köşesi çıkmıştı.
      Cezmi Ersöz’ün yazsını okuyunca inanılmaz şekilde sarsılmıştım. Bu adam sanki beni bizzat tanıyordu. O andan itibaren her hafta Leman dergisi almaya koşuyordum. Künyede Cuma deniyordu ama dergi Perşembe günleri çıkıyordu. Pazartesi, Salı gibi kalmıyordu, daha doğrusu Isparta’da bulunmuyordu. Derginin haftalık tirajı yüz yirmi bin civarı deniyordu ki, bence daha fazlaydı. Fettullah Gülen cemaatinin dergisi Aksiyon, abonelik sistemine rağmen o kadar satmıyordu. Gerçi her durumda Gırgır dergisini yetmişler ve seksenlerdeki beş yüz bin (hatta bir ara yedi yüz elli bin) tirajına yaklaşamazdı ama gene de çok satıyordu. Belki de iki yüz bin falandı.
       Doksanlarda Leman dergisinin politik tavrı, tam devrimciydi. Türk-Kürt kavgasında, barıştan yana ve devletin karşısındaydı. Bu pek devrimci sayılmazdı, zannedilein aksine bu şekilde tavır alan yayın çoktu. Leman’ın asıl devrimciliği, kadınlar ve homoseksüeller üzerine tavrıydı. Kadına şiddete hayır ve cinsel faşizme hayır diyerek, o yıllara göre en demokrat insanların bile zihninde sarsılma yaratmıştı. Çevrecilik üzerine doğandan yana net bir tavrı vardı. Homoseksüel haklarından bahsetmek bile, doksanlı yıllar için tam bir devrimdi.
        Leman, o yıllardan Gezi’nin temellerini atmıştı. Gezide öne çıkan ne varsa, o yılların Leman dergisinde vardı. LGBT, Yeşilciler, taraftar grupları hatta Sosyalist Müslümanlar, yirmi sayfalık Leman’da yer buluyordu, en çokta Cezmi Ersöz’ün derginin tam orta sayfasındaki makalesinde. Birkaç hafta sonra bu yazarla tanışmalıyım dedim, kendi kendime.
        Tanıştım da, hem de trenle Eskişehir’e giderek. Arkadaş oluşumuz ve arkadaşlığımızın hikâyesi uzun. Bu yazıyı uzatır. Onula kavga etmem ve küsmemse, yazdığım romanı önce yayımlayacağını ima etmesi, sonra da beni bu işe karıştırma dediği içindi.
         Ben o romanı neredeyse on sene sonra bastırabildim. O aralar her hafta Leman dergisi almayı da bıraktım. Daha doğrusu her hafta değil de, arada bir alır oldum. Cezmi abi ise o yıllar içinde yavaşça şöhreti azaldı.  Ben de epey bir zamandır onun kitaplarını almıyordum. En son bir indirim rafında görmüştüm, bir heves almıştım. Tesadüfen indirim rafında olduklarını düşünmüştüm.
        Öyle olmadığını Ankara’da kitap fuarına gidince anladım. Yayınevinin standına, ünlü şair Ataol Behramoğlu’nun şiir kitaplarını imzalıyordu. Ben de imzalı kitabı olsun diye, sıraya girdim. O sıraca Cezmi abinin kitapları beş liraya satılıyordu. Üzüntüm iki türlüydü. Biri eski bir dostun, bir zamanlar dostu olmasından övündüğüm bir yazarın çökmesi, diğeri de ülkemin asıl şimdi Cezmi Ersöz kitaplarına ihtiyaç duymasıydı. Vurulan ve yılda iki defa binası bombalanan Özgür Gündem gazetesinde çalışmış, hemen her ie çıkarken, ARKADAŞLAR SON KEZ GÖREVE GİDERKEN fotoğrafı çektirmişti. Öldürülürlerse manşete koymak için. O dönemki izlenimlerini Haritanın Yırtılan Yeri kitabında topladı. İstanbul’da, çoğu Beyoğlu civarında, çoğu ya ucuz otellerde ya da sokaklarda yaşayan bir grup insanla, Cumhuriyet gazetesi adına röportajlar yaptı. Bu röportajları da Son Yüzler kitabında topladı. Özellikle Leman yıllarında kitapları arka arkaya geldi.  Şiir kitabı olan, Şehirden bir çocuk sevdin gene, çoğu Leman dergisi yazılarından oluşan, Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni, Şizofren Aşka Mektup, Kırk Yılda Bir Gibisin, İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme  ,Hayalleri Yak Evi Isıt, Beni Asıl Hayat Aldattı, Bana Türkçe Bir Ekmek Ver  gibi kitapları arka arkaya çıktı ve o doksanlı yıllarda kapışıldı. Gezi ile savunmaya başladığımız pek çok değerin, kadınların , Kürtlerin, homoseksüellerin, doğanın ve ormanın, Alevilerin ve her türlü ezilenlerin haklarını arayan kitaplardı onlar.

        Be şu zamanlarda Cezmi Ersöz’ün tekrar ve bu kuşak tarafından keşfedilmesi gerekliliğini düşünüyorum.

17 Eylül 2016 Cumartesi

Okunması gereken on bin kitap-1: Karl Popper

SAĞDUYU FİLOZOFU KARL POPPER

                20. Yüzyılın önemli filozoflarından Karl Raimund Popper, görüşleri her zaman sarsıcı olmuştur. Görüşleri en fazla sola saldırır gibidir. Zira koca bir kitabı, Marksizmi eleştirmek için yazmıştır. (Açık Toplum ve Düşmanları) Ben de filozofu, öncelikle bu kitabı üzerinden tanıtmaya çalışacağım. Kitap 2 cilt ve ciltler a4 kağıdı boyutunda ve her cilt beş-altı yüz sayfa kadar. İlk cildi Platon eleştirisidir. İkinci cilt, Hegel ve Marks'a ayrılmıştır. Ben de eleştiriyi iki ayrı cilt için ayrı ayrı yapacağım. Çünkü 2 ayrı cilt, 2 ayrı kitap gibi.
        Birinci ciltteki Platon eleştirisi, Platon'un bilgi felsefesine değil, siyaset felsefesi üzerine. Platon'un demokrasi aleyhine düşüncelerini eleştirmekte. Platon, demokrasin yeni doğduğu çağda yaşamıştı. ilginç şekilde demokrasinin sorunları o zaman da aynıydı. Cahil kitleler, demagoglara inanıyor ve böylece diktatörlükler kuruluyordu. Platon'da, bir Aristokrat olarak, Aristokrasiyi savunuyordu. Atina şehir devletinin asil ailelerinden biriydi. Efsaneye göre ailesinin kökleri deniz tanrısı Poseidon'a kadar uzanıyordu. İlginç olan bugün Platon'un sözlerinin demokratlar tarafından paylaşılmasıdır. Çünkü Platon, demokrasiyi yıkan güçleri daha o zamandan doğru tespit etmişlerdir. Platon, aynı zamanda soya dayalı Aristokrasi ve Oligarşinin sorunlarını görmüştür. Bu yüzden bir çeşit eğitim ve seçilmeye ve dayalı, yetenek ve liyakat usulü oluşacak bir aristokrasi ve oligarşiyi öneriyordu. Bunda da ilhamı o sırada Atina'nın savaştığı Sparta devletinin yönteminden almıştı. O zamanlar Atina'dan daha güçlü olan Sparta rejimini modifiye ederek, insanlığa sunmuştur. Popper ise, Platon'un karşısına Sofistlerin ve diğer Sokratesçi okulların (Kirene, Kinikler, Megara, Elis Eretriya okulları) görüşlerini savunur. Bir de Sokrates ile Platon'u ayırır. İşin doğrusu şahsi fikrimce Sokrates'in de demokrasi olduğunu zannetmek gaflettir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi Sokrates'de bir Aristokrattır ve sınıfı gereği Aristokrasi yanlısı olacaktır. Kaldı ki o zamanların demokrasisinde çok az oy verecek özgür erkek yurttaş vardı. İkincisi Sokrates zamanında Atina'da demokrasi taraftarlarınca idam edilmiş olması ve Sokrates'in de bu demokrasi tarafından affı kabul etmemesi, bir tanrıya sunulacak horoz adağın öğrencilere hatırlatarak intihar etmesidir. Üçüncü olarak Sokrates'in en yakınında olan Platon'un ondan etkilenerek, en azından erken zamanlarında demokrasi taraftarı olmasını beklemeliydik. Oysa Platon'un en erken eserlerinde bile bunu görmeyiz. Platon'u  o kadar erken çağda antidemokrat olarak suçlamak haksızlıktır. onun cahil toplumları demogoglar tarafndan nasıl yönlendirildiği tam da Popper'ın çağında ispat edilmişti halbuki. Tamda Platon'un dediği ve iki bin yıl önceki gibi pek çok demagog (Hitler, Mussolini, Salazar, Franko vs) halkın cahilliğinden faydalanıp, iktidara gelmişti. Popper, bu dev filozofu suçlayacak yerde, ondan demokrasiyi yıkan tehlikeler dersi alabilirdi.
           Asıl tartışılan 2. cildidir. Bu ciltte önce Hegel diyalektiği, sonra Marks tarihselciliğini eleştirir. Aslında Hegel'i eleştirme sebebi, Marks'ı eleştirmektir. Çünkü Marks, tarihselci felsefesini Hegel Diyalektiği üzerine kurmuştur. Bence bunun tek sebebi, hem Marks'ın, he de Frederic Engels'in yaşadıkları çağın Alman eğitim sistemince zorunlu Hegel felsefesine maruz kalmasıdır. Yoksa Hegel'in idealist felsefesini tarihsel materyalizme temel yapmak çok da iyi bir fikir değil. Sonra Marks ve tarihselciliği eleştirir.  İnsan ve toplum davranışlarını tarihselci kalıplara sokulamayacağını söyler. geçmiş tarihsel olaylardan yola çıkılarak, gelecekte böyle olacak diye kesin hüküm vermek yanlıştır. Keşke bunu, Tarihin Sonu diye kitap yazan Francis Fukuyama'ya da söyleseler. Popper'ın Tarihselciliğin sefaleti diye ayrıca başka bir kitabı daha vardır.
         Kitap boyunca haklı olduğu konu demokrasinin bir insan hakkı olduğu ve herkese lazım olduğudur. Demokrasi ihtiyacı kültürlere göre değişen bir şey değildir. Haksız olduğu taraf, sınıf savaşı diye bir şey vardır. İnsanları ekmek ve gelecek derdine düşürüp, onların demokrat oolmasını bekleyemesiniz.