10 Aralık 2016 Cumartesi

PATLAYACAK ÇÖPLÜĞÜN GAZ KOKULARI- GÜLEN CEMAATİ
             Ümraniye çöp patlaması, 28 Nisan 1993 tarihinde İstanbul'un Ümraniye ilçesi Hekimbaşı çöplüğünde biriken metan gazının patlaması sonucu meydana gelen facia. Olayda 27 kişi öldü, 12 kişi kayboldu.[2][3] Kaybolan 12 kişinin cesedi ise bulunamamıştır. Wikipedia sitesinde oaly böyle anlatılıyor. Dört buçuk yıl boyunca kontrolsüzce biriktirilen çöplerin ürettiği metan gazları, tarihimize utanç sayfası olacak olayı hazırlamıştır.  Bazı olaylar böyledir, sanki birdenbire, hesap edilemez gibi olmuştur, aslında kokular ayyuka çıkmıştır. Koku, birazdan anlatacağım olaylara en iyi örnektir. İnsanın en zayıf yanıdır koku duyusu. Konuşmayı da koku duyusunun zayıflığı yüzünden icat etmek zorunda kalmıştır. Diğer tüm hayvanlar, kokularından karşısındakinin ya da etrafındakilerin duygularından haberdar olabiliyor. Oysa insanlarda koku o kadar zayıf ki, doğalgaz ya da LPG gazında, sarımsak yağı özlü ağır kokular eklemek gerekiyor, insanlar tehlikeye dalmasın diye.  Hanefi Avcı, FETÖ tehlikesini yazdığı kitaba, Haliçte Yaşayan Simonlar adını vermişti ve bunun ilhamını da, Haliç kıyısında yaşayıp, alışmaktan dolayı kokuyu almayan halktan almıştı.  Burnumuzun eksik bir yanı da kokuya çabuk alışması ve ortalığı kaplayan yoğun kokuyu bir zaman sonra hissetmemesidir.  Kırmızıya boyanmış, kırmızı mobilyalarla dolu bir odada, kırmızı kazağı bulamamak gibi bir şey bu. Askerlerin, düşmanın gözünden kısmen de olsa saklanabilmek adına kamuflaj giymesi de bu yüzden. Gel gelelim burnumuz, yaygın olan kokuyu bir zaman sonra hiç algılamıyor. Konumuz da aynen buna benziyor ve konumuz da Avcı’nın kitabının konusu gibi fetö ve diğer tarikatlar.
               Aslında Fettullah Gülen cemaati (ya da tarikatı, ne derseniz deyin) ile AKP arasındaki çekişme, 17-25 operasyonlarından, hatta dershaneler, Hakan Fidan krizinden çok önce kokmaya başlamıştı.  Bütün bunlardan çok önce, 2010 yıllarında başlamıştı çekişme. Sol çevreler bunun kokusunu almaya başladı ama AKP’liler ve cemaat mensupları, Haliç’de balık olduklarından, bu çekişmeye inanmak istemedi. Nasıl ki 15 Temmuzda cumhurbaşkanımızın haberi eniştesinden öğrenmiş olduğu inandırıcı değilse, 17 aralıkta ameliyatı on beş dakika geciktiği için tutuklanmadığı efsanesi de yanlıştır. Fuat Avni’lerin sadece cemaat adına çalıştığını, Fettullahçılar içinde Erdoğancı casuslar olmadığını mı sanıyorsunuz yoksa?
          15 temmuz halen yeni ve sıcak.  Pek çok kişi Gülen cemaatinin bittiğini ve sindiğini düşünüyor. Tutuklamalar, işten atmalar, açığa almalar gırla gidiyor. Herkes fetö edebiyatı yapıyor, fetöcüler kahır ediyor. 17-25 Aralıkta da benzeri olmuştu. Özellikle esnaf ve yüksek bürokratlar cemaati terk etmişti ya da biz öyle sanıyorduk. Sonrasında gördük ki pek çoğu aslında terk etmemiş. 15  temmuzdan sonra adını duyduğum baylok diye okunan ve muhtemlen bylock denen şifreleme programını ülkede iki yüz elli binden fazla insan nasıl telefonuna yükler, kimselerin haberi olmadan? Gerçi MİT’in olmuş, hatta bazı şifreleri de kırmışlar. Baylok dedikleri de anladığım kadarı ile bir çeşit şifreli haberleşme programı. Öyle android marketten ya da appel marketten indiremiyorsunuz. Size mesaj geliyor, öyle yüklüyorsunuz. Bir gazete haberinde yazdığına göre tutuklu bir polis böyle demiş. Ancak ekşisözlük’de öyle demiyor. Google play ve appstore’da 2014’de bir Amerikalı piyasaya sürüyor. Üye sayısı 1 milyonu geçince projeden vazgeçiyor. 2015’de MİT tarafından şifreleri kırıyor.
             Böyle böyle yüzbinlerce Türk, baylok yüklüyor ve cemaatle alakası olmayan benim gibi kişilerin ruhu bile duymuyor. Aslında 15 temmuz gecesi bu üç yüz bin kişi eline bir av tüfeği alıp, sokağa çıksa, askerlerin sokağa çıkmasından daha etkili olurdu. Lakin cemaatin kitabında yiğitçe savaşmak yok. Hep hile, yalan, dolan, kumpas vb. 15 temmuzdan epey öncesine ait bir video yayımlandı. Cemaate ait kanalın birinde biri haykırıyor, ‘YARIN SIKI YÖNETİM VAR, SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI GELDİ DENİLDİĞİNDE GÖRÜRSÜNÜZ’ Bu da cemaatin, herkesi kendisi gibi gördüğünü gösteriyor.  Darbe yapmaya kalkan askerlerde muhtemelen aynı şeyi düşünüyordu. TRT’den bildiri okununca herkes evine kapanacak, dışarı çıkmayacaktı. 12 eylülde öyle olmuştu ya. Oysa toplum Gezi Parkı, Kobane olaylarını yaşamış, sokağa alışkın. Üstelik bu gösterileri ile kısmen de olsa başarı kazanmış. Sonuçta cemaat, daha doğrusu Fettullah  Gülen, geceyi mağlup bitiriyor, tabii taraftarları da öyle.
         Olanlar da onlara oluyor. Binlerce tutuklanma, on binlerde işten atılma. Şirketlere, dev holdinglerden, küçük esnafa varıncaya kadar kayyum atamalar. En güzelleri de Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerle, Nazlı Ilıcak.  Güce tapan bu şahıslar, elbette Tayyip Erdoğan’ın devrilmesini mutlak görüyordu. Hele Nazlı Ilıcak’ın, mevcut iktidara mutlak muhalif olması çok mantıksızdır. Polis raporlarını, sorgu tutanaklarını ele geçirip, yüzsüzce ekranlarda okuyup, nereden buldunuz cevabına da yüzsüzce sırıtan Nazlı hanımın, muhalifliği kaldıramazdı. Liberal Mehmet Altan’ın bu gün tarih olan, NTV’nin yorum farkı programında Profesör Emre Kongar’a ettiği hakaretlerini ve Kongar’ın çileden çıkmasını hatırlıyorum. 12 Eylül rejimine sakalını bile bırakmayıp, istifa eden Kongar’ı darbecilikle suçladı, şimdi kendisi darbeci ve onları arayan, soran yok. Sanki çöpe atıldılar.
       İşte cemaatçilerin çoğunun başına gelen bu oldu, çöpe atıldılar. Hükumet, olağan üstü hali kullanarak bolca solcu, Alevi, Kürt’te işten attı, tutukladı. Sonra işe geri dönenler, beraat edenlerin çoğu da bu gruptandı. Çünkü onların sendikaları, partileri, arkadaşları mücadele ediyor. Hapiste de olsalar, gelip ziyaret ediliyorlar. B yüzden Cumhuriyet gazetesi yazarları, tutuklanmak için yurt dışından geliyorlar. Nazlı hanım ve Altan kardeşler başta olmak üzere cemaatin işten atılanlarını, hapse atılanlarını fazla umursayan yok. Oysa onlar, hep güçlüden yana olmuşlar, desteklenmişler, torpil yapılmışlardı. Dayak yememek için Ülkücü, sokakta kalmamak için Süleymancı ve memuriyette ilerlemek için Fettullahçı olmuşlardı. Şimdi ya işsiz, ya hapisteler. Üstelik onlara abilik eden, cemaate katan, hatta torpil yapanlar iktidarda. Mesela bir üniversite öğrencisi, Kayseri Erciyes üniversitesine bizzat Binali Yıldırım’ın torpili ile atanmış, şimdi bylock’dan içeride.
          Bunların durumu, Aleviler, Solcular ve Kürtlerden beter. Adam (ya da kadın) zaten devletle, sistemle problemli! Memuriyete dönmese bile başka iş yapar, hatta memuriyetten daha çok kazanır. İşinden olur ama arkadaşından, yoldaşından olmaz. Hatta belki de daha çok para kazanır, on sene sonra daha zengin bir adam olarak karşınıza çıkar. Bunların ise umursayanı pek yok ve nasıl örgütlenip, mücadele edileceğinden de bihaber görünüyorlar. Buna bir de yıllarca korunup, yüceltilmekten, aşağılanıp, süründürülmeyi yaşamalarını ekleyin. Pek çoğu hapiste ve cidden kötü muamele görüyor. Onlara eziyet edenler de birkaç gün sonra FETÖ’den tutuklanıyor. Cumhuriyet gazetesini FETÖ’den soruşturan hâkim, FETÖ’cü çıkıyor. FETÖ’cü şirkete atanan kayyum da FETÖ’den tutuklanıyor. Üstelik tutuklanmalar ve işten atılmalar ara ara devam ediyor. En son on beş bin civarında asker-polis ile iki bin altı yüz civarı belediye işçisi atıldı.  İşe arkadaşın arabası ile gidiyorum. Her sabah TRT FM’den haberleri dinliyorum. İstisnasız her gün FETÖ-PYD operasyonundan tutuklananları anlatıyor. Bazıları da işten atılıyor. Çöpe atılanlar giderek artıyor.
          Hapiste olanların bazılarının yenilgiyi henüz kabullenmediklerini, henüz depresyonun inkâr aşamasında olduklarını, ara ara yakalanan yazışmalarından anlıyoruz.  Bazıları ise intihar etti.  Bazı ölenler gerçekten yatacak yer bulamıyor. Böyle bir tanesi, mezar bulunamayınca, Samsun’da fındık bahçesine gömülmüş. Operasyonlar devam ediyor, yani çöpe atılanlar artıyor. Biz kokusunu almasak da metan gazı da artıyor. Bir de her an tutuklanma ve işten atılma tehlikesi olanlar var. Özellikle 2002-2010 arası cemaatçi olmak çok havalıydı. Türkiye’nin hemen her yerinde icabında otel aramamak, yatacak bir cemaat evinin mutlaka olması demekti. Yönetici sınavlarını, KPSS’yi ve bilumum sınavları kazanmak, kolayca yükselmek demekti. Esnaf içinse yer yer ilçenin yarısını mecburi müşterin yapmak demekti. Şimdi hepsi suçlu ve şüpheli, işten atılanlar en azından 17-25 Aralıktan sonra ilişkilerini kestiklerini ispat etmek derdinde. İşinde ve halen AKP’de olanlarda #fetöcüyuvasıchp gibi başlıklarla üste çıkma çabasında.  Burada çöplerdeki, yani çöpe atılan insanlardaki gazın çıkacağı bir yer olmadığını görüyoruz.
      Solcular enerjilerini, öfkelerini, yani gazlarını bir şekilde dışarı atıyor. Özellikle Gezi’den sonra bundan hiç çekinmiyor. Yeni bir gezi olmaması da bence bu yüzden! Gezi,  biriken bir enerjinin dışavurumudur. Herkes patlama diyor, lakin patlama değil, siboptan gaz kaçışıdır. Belik pıst diye değil, şöyle zaaaart diye. Uzn adam bu basınçlı kabı gevşetmesi gerekirken sıkıştırdı, lakin sosyal medya sayesinde bu enerji sürekli dışa vuruluyor. Gene de biriken bir öfke-enerji var. Cemaatçilerin, yeni adları ile fetöcülerin böyle bir şansları ya da imkânları da pek yok artık. İşin bir de AKP içinde parsel parsel satanların, damatları ve neredeyse 7 sülalesi tutuklu olduğu halde büyükşehir belediye başkanlığı yapanlar,  kardeşi darbe cuntasına albayken, milletvekilliği yapanların olması da bu işin başka tarafı. Bunları pek çoğunun bir şekilde Pennsylvania’ya bir şekilde bağlı olduklarını da tahmin etmek zor değil dostlarım. Bunlar istedikleri kadar FETÖ’ye küfretsin, bir şekilde ona bazı tavizlerle bağlandıkları gerçek.
        Şimdi dostlarım, bunlar birbirini yiyecek, aradan da biz sıyrılacağız demek isterdim. Bu kitle unutuldukça, bu metan kokusuna burnumuz alıştıkça bizim için tehlikeli oluyor. Hem bizim, hem de iktidar için tehlikeli olmakta, çünkü tamamen belirsiz ve kontrolsüzler, ne olacakları ya da ne yapacakları belli değil. 17-25 Aralığı tahmin etmediğimiz gibi, 15 Temmuzu da tahmin etmemiştik.  Ben şahsen nisan-mayıs gibi bu cemaatin bir şeyler yapacağını tahmin ediyordum ama askeri darbe yapacaklarını tahmin etmiyordum. Akp içinde bir yarılma, çatışma olacağını tahmin etmiştim. Sanki cemaatin, akp’yi devirememe sebebi, iktidarı sol bırakmama çabası gibi. Her iki tarafta sanki,15 temmuzdan sonra birbirleri ile değil de solla çatışmış gibi açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı ezanların susturulmayacağından bahsetti, Fettulah Gülen ise, son videolarından birinde, BUNLARIN YAPTIĞINI LENİN YAPMADI, dedi. Bu sözleri, sakın ha darboğazdayız diye sola oy vermeyin mesajıydı. Cemaatin elinde halen yüklü miktarda para, şirket, okul ve siyasi güç var.  Bunlar sayıları yüzbinleri bulan, işsiz, tutuklu, hapiste ve gözden düşmüş cemaatçilerin sorunlarını, özellikle maddi sorunlarını çözemez. Bu da cemaatin Türkiye’de ki üye ve taraftarlarının kontrolünü büyük ölçüde kaybettiği ve kaybedeceği anlamına gelir.
          Bu yazıları yazarken Suriye’de yenilgi üzerine yenilgi alan ve Türkiye’nin desteklediği çok belli cihatçıların çöpe atılmışlığı ve bu çöpün, patlayacağı metan gazı ile başımıza kaldığı gerçeği de ayrı konu. Yazı çok uzayacak. Böyle şeyler depreme benziyor biraz. Deprem olduğu zaman, deprem tehlikesi hep aklımızdadır. Aradan zaman geçtikçe deprem tehlikesi daha da artarken,  zihnimizden silinir. Örneğin 1755 Lizbon depremi, Avrupa tarihinin en büyük depremiydi. Deprem, Lizbon ve Portekiz’i yıkmakla kalmamış, tsunamiler, Fas ve İspanya kıyılarında da yıkımlara yol açmıştır.  Portekiz gibi koyu Katolik ve Papa’nın övgüsünü alan bir şehrin, böyle bir felakete uğraması, laikliğin ve Ateizmin yayılmasına yol açmıştır. Çünkü Papa, kuzey ülkelerindeki felaketlerin sebebi olarak Protestanlık ve Ateizmi gösteriyordu.  Benzer bir şekilde 1509’da kıyamet-i suğra denen büyük deprem de çoktan unutuldu. İstanbul’un yazılı tarihinin en şiddetli depremiydi, tsunamiler, şehir surlarının bu günkü yıkıntı haline getirdi. Biz bu depremi unuttuk. Deprem sadece İstanbul’u değil, Edirne’den Bolu’ya Marmara’yı yıkmıştı. Bundan kaçınmak için sadece depreme dayanıklı yapılar yapmamız yetmez. Bütün sanayi ve ticareti de bu bölgeye yığmaktan vazgeçmemiz,  ülkenin her yanına dağıtmamız gerekir. 1509 depremindeki tsunamiler, Bursa, Uludağ eteklerine ulaşmıştı. Şimdi nasıl 1509 İstanbul ya da 1755 Lizbon depremleri bize uzak geliyorsa, bu çöp dağı patlamaları da bize uzak geliyor.

        Lakin düşündüğümüz kadar da uzak olmayabilir. Bu çöp patlaması sadece eski dostları olan iktidar partisine değil, herkese zarar verebilir. Bu patlamaya iktidar partisinde evvel biz dikkat etmeliyiz.

6 Aralık 2016 Salı

Çöp şöhretler

ÇÖP ŞÖHRETLER
                Bu kelimeyi çöp video (trash video )kelimesinden türettim. İşe yaramaz ve artık izlemez olan filmler için deniliyor. Yetmişler, seks filmleri furyası dönemi filmleri gibi filmler ya da bazı üstün körü yapılmış diziler (shop opera- sabun köpüğü operası) ya da ucuz romanlar ( pulp fiction) gibi kalitesiz ürünlere doğrudan çöp demeli aslında. Bazı çöpleri geri dönüşüme gönderemiyoruz, sürekli hayamızda. Birileri onları zorla hayatımıza sokuyor, daha dorusu hayatımızdan çıkarmıyor. Sürekli onları ekranlarda görüyoruz. Üstelik varlıkları reytingleri, gişeleri düşürdüğü halde, illa ekranlara çıkıyorlar?
         Örnek olarak Hülya Avşar’ı ele alalım. Son on yıldır ne iş yapıyor bu kadın? Televizyon yarışmalarının jürisi, başka? En son Orhan Kemal’in 72. Koğuş’unun sinema filmi, sırf o var diye, gişede gümledi. Onun olduğu filmi, diziyi izlemiyor insanlar. Bu sefer de yarışmalara jüri oldu. Aslında izlenen yarışma, başka biri olsa daha fazla izlenecek belki.  Kendisi de pek sevilmediğinin farkında, bu yüzden şirin gözükmek için evet, yıldızlı evet falan diyor. Aslında bu da Acun Ilıcalı’nın bir oyunu. Çünkü çok aşırı kötü ya da iyi olmadıkça, her yarışmacının jüri ile ilişkisi şöyle gelişiyor. Bir aday ne kadar kötü olursa olsun, mutlaka seveni ya da eşi, dostu oluyor. Bir adayı üç hayırla uğurlamak, programı riske atmak demek olabilir.  Öbür jüri de (Sergen Yalçın ya da Ali Taran v b) genelde hayır deyip, kararı kanalın sahibi Acun’a bırakıyor. 
        Aslında Hülya Avşar gibi çok çöp ünlü var.  Bir dönemin ünlülerinin şöhreti devam etsin diye medya kuruluşları çırpınıp, duruyor. Prime Time denen akşamüstü saatlerindeki müzik, magazin programlarını artık yapmıyor bu zoraki ünlüler. O saatler riske atılmayacak kadar kıymetli, dev bütçeli dizilerin, reyting savaşı meydanı. Türk halkı aşırı televizyon izleyen bir millet. Gündüz kuşağında çalışıyorlar. Bir ara il il gezen gezi programları yaptılar. Sonra Gezi ve Yemek programları geldi. Minicik yaka mikrofonu ve televizyon kameraları var diye milletin yemeğine tebelleş oldular. Şimdi de ya evlilik programları ya da uyduruk programlara konukluk falan. İlla bu çöpler gözümüzün önünde olacak.
        Mesela ilk müzik yetenek yarışmasının o kadar da iyi müzik yapamayan birincisi vardı, adı Bayhan. Bu şahıs birden bire, evlilik programlarına katılan, akıl hastası olduğu belli bir kadına talip oldu. Evlenmedi tabi, meğer bu şahıs Youtube kanalı açmış, reklamını yapacakmış. Sonra aynı kadını, yeni albüm yapmış, türünü seçemeyeceğim kadar kötü başka bir şarkıcı istedi. Kadın hiç biriyle evlenmedi tabi. Hanife gibilerine çoktan ad takıldı, medya maymunu.
           Aslında medya maymunları, çöğ şöhretlerin bir kısmı. Her çöp şöhret medya maymunu değil. Çöp şöhretlerin hemen hepsi maymunluk ya da soytarılık dediğimiz absürt davranışları kamuoyu önünde gerçekleştirmekte.  Biz bu kelimeyi, daha çok akıl hastası, ne yaptığını çok da bilmeyen kişiler ya da böyle absürt işler haricinde medyaya sunacak bir şeyi olmayan kişileri kast ediyoruz. Mesela tüm kariyeri evlenememek olan, evlenme programı yarışmacısı Caner’de, Hanife kadar akıl hastası olmasa da bu sınıfa girer. Ben saksı değilim çıkışı ile hatırlanan Erol Büyükburç’ta ne yazık ki yaşamının sonunda medya maymunu olmuştur.
       Buraya kadar yazdıklarıma bakarak çöp ünlülerin çıkış yaptığı dört  kaynak görüyorum:
1)      Dandik olanları başta olmak üzere yarışmalar.  Gerçi ciddi denilen yarışmalar bile gereksiz kişilerin şöhreti için kullanılabiliyor. Mesela Hülya Avşar, Türkiye güzeli seçildiğinde tüm jüri üyeleri onun şahsen tanıyormuş ve boşanmış dul olduğunu biliyormuş. Muhtemelen boşanmış oluşunun kamuoyuna çıkması ve ardından çıkarılan çalınan taç yaygarası da önceden hazırlanmıştı.
Doksanların Biri Bizi Gözetliyor ile başlayan yarışmaları, çöp şöhret fabrikası gibi çalıştı, halen de çalışıyor. Evlilik programlarını da bu grup programlardan sayabiliriz.
2)      Televizyonda ya da sosyal medyada çok gereksiz hareketleri ya da açıklamaları ile şöhret olanlar. Bu tür çöp şöhretlerin ilki, tiyatrocu Levent Oran’dır. Oyunları yada rol aldığı işleri ile bulamadığı şiddeti, kadına karşı şiddeti överek bulmuştur. Bunun için önce o zamanlar moda olan Talk Show programlarına sıra ile katılmış, sonra da turneye çıkmıştır. Turnede sahnede neler yaptığını bilmiyorum. En sonunda pavyonda çalışmaya başladı ve Show tv her akşam pavyonda olanları yada onunla ilgili bir kurguyu yayımladı. İki dizinden kurşunlanınca o da bitti. Hatta hatırlıyorum,  o zamanlar Uzan holdinge ait olan Star gazetesi, DİZİ ÇEKİLDİ diye manşetten vermişti bu olayı. Bu şöhretlerin sosyal medyada belli dönemde, belli ortamlarda şöhret olup, sonra çabucak unutulanlarını saymak imkânsız gibidir. Mesela bir dönem, bir video altına Filiz isimli bir kız, Türkün gücünü gösterelim gibisinden bir şeyler yazmış,  bir erkekte, Filiz Sevişelim mi diye yorum yapmıştır. Bir ara sosyal medyada filiz sevişelim mi sözü bir espri, deyim olmuştur. İşin ilginç yanı bu genç adam da, bu tuhaf şöhretinden uzun süre habersiz olmuş, en nihayetinde niye herkes bana sevişelim mi diye soruyor diye serzenişte bulunmuştur.
3)      Eski şöhretlerin, tekrar ortaya çıkma çabası ile çöp olması.  Buna Erol Büyükburç’laşma diyorum. Ben saksı değilim diye bağırıp, kendisini çöp şöhret yapmıştı. Üç Hürel,  Ali Rıza Binboğa gibi doksanlarda tekrar hatırlanmanın rüzgârı ile bir iki yeni ya da tekrar albüm yapıp, sonra köşelerine çekilen eski şöhretler olmuştur. Bir de Erol Köse, Banu Alkan gibi kaybettiği şöhreti tekrar yakalamak için magazin medyasının oyuncağı olanlar vardır.
4)      Bir de iktidar yandaşı medya tarafından kullanılıp, atılan ve böylece gerçekten çöpe atılanlar var.  Bunlar cidden sonradan unutuluyor. Mesela Yağmur Atsız! Irkçı yazar Hüseyin Nihal Atsız’ın solcu oğlu olarak ünlenmişti. Hrant Dink’in ölümünden sonra ben de Ermeni’yim diye nefis bir yazı yazan demokrattan, Kobane (Ayn el Arab)’da İŞİD kuşatmasında kalan sivillere hakaret eden bir faşiste dönüştü kısa zamanda. Yazıları, babasını andırıyordu. Sonra günlerimiz şiirini besteleyen Zülfü Livaneli ile kavga etti, ardından tüm sosyal demokrat âlemle. Derken Star gazetesi birden Yağmur beyle yollarını ayırdı.  Salih Memecan gibi son bir protestosunu bile edemedi.
Bu tür çöp şöhretlerin ilk olarak Sezen Aksu olarak görebiliriz. 1990’lı yıllarda genç popçuların ilk sözü idolüm Sezen Aksu olurdu. Onun dokunması ile üçüncü sınıf bar şarkıcıları, şöhretlerinin doruğuna ulaşıyordu. Tarkan ile Sezen Aksu’nun arası bozulduğu zamanlarda, Tarkan’ın şöhretinin sonu geldiğini söylüyordu. Sezen Aksu söz yazmazsa, beste vermezse megastar biter diyorlardı. Derken AKP’nin referandumlarından birinde yetmez ama evetçi oluverdi. Geniş bir hayran kitlesini kaybetti. Ardından da yüz felci geçirdi, sahnelerden,  stüdyolardan uzak kaldı. Bu sürede internet yaygınlaştı, müzik sektörünün kalbi Kral tv başta olmak üzere klip yayınlayan kanallardan, Youtube başta olmak üzere dijital alanlara taşındı. Yepyeni sesler geldi. Gezi olaylarında da sol dünya onu ret etti. Uyan Alim şarkısını, gezi şehitlerinden Ali İsmail Korkmaz’a adamak istedi, kitlenin tepkisini görünce de zaten onu kast etmemiştim dedi.  17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonra öğretmen olan babasının, Fettullah Gülen cemaatinin Yamanlar kolejinde çalıştığı hatırlandı ve kendisine cemaatçi dendi. Sonrasında tekrar sahnelere dönemediği gibi, veda konserleri de çok ilgi görmedi.
Pek çok şöhretli ya da eskiden şöhretli kişiler, bir şeyler elde etmek umuduyla iktidara yanaşıyor ve kullanım süresi dolunca çöpe atılıyor. 
        Aslında her şöhret gibi, çöp şöhrette geçici, hatta gerçek şöhretten daha geçicidir.  En uzun süre şöhreti yaşamış çöp şöhret, Öztürk Serengil ve Aydemir Akbaş gibi Yeşilçam yıldızlardır. Serengil, en son televizyonlarda domates-salatalık, bamya, cin biber içerikli berbat bir parodi yayımlandıktan sonra medyadan men oldu ve ortadan kayboldu.
        Bu yazıyı yazmamdaki sebep, özellikle yandaş medya bu çöp şöhretleri el üstünde tutuyor ve koruyor. Hatta iktidar yanlısı aktrol ordusu, evlilik ya da TV8’in programlarına sosyal medyada destek oluyor. Bu programları yapanlar, en başından AKP’yi destekleyenlerdi.  Televizyondaki her şeyden öfke kusan muhafazakâr milleti, televizyonları ele geçirince, bu konuda konuşmaz oldu.  Televizyonlarda doksanlı yıllardan daha az meme, çıplaklık, daha çok çöp şöhret var. Çıplaklıkta artık seyircinin aramadığı bir şey! Sebebi de internette kolayca bulması. Yoksa ekranlarda çıplaklığın olmaması muhafazakârlaşmaktan değil, seyirci cepten, kendi bilgisayarından çıplaklığı izlemek istemesi. Yoksa televizyonlar gene çıplaklığı yaldır yaldır kullanır. Sinemada RTÜK yok, sinemada da çıplaklık bayağı azaldı. Oysa absürtlük alabildiğine coştu.

         Bu iktidar popüler kültüre, dolayısı ile te televizyona doğrudan bağlı. Gündüz kuşağı da böyle absürt programlara bağlı. Bunun bence iki sebebi var. Birincisi halkı ciddi ciddi aptallaştırma çabası. İkincisi de gündüz kuşağında, neredeyse tamamı yandaş olan kanalların izlenmesini sağlamak. İktidarın en büyük gücü, propaganda gücüdür ve propaganda gücünü yıkmak için bu çöp şöhretlere saldırmalıyız. En zayıf yanları da bu.