30 Kasım 2017 Perşembe

DOKSANLI YILLAR 9 O ZAMANLAR KUMPASLAR

DOKSANLI YILLAR 9 O ZAMANLAR KUMPASLAR

Kumpas yaprak, dincilerin ve faşistlerin doğasıda vardır. Faşizm, İngeborg Bachmann’ın dediği gibi iki insanın ilişkisiyle başlar. Tarih boyunca hep vardı, resmen adının konması için 20. Yüzyıl beklendi. İnsan bencilliğinin ve hırsının doruğu olan kapitalizm, faşizmi bütün bahanelerinden ve örtülerinden arındırdı, vicdanı da ameliyatla alınmışçasına yok etti. İnsanları tek kullanımlık aletler gibi öldüresiye çalıştırıp, sonra katledip, cesedin yağından sabun yapan bir manyaklık haline geldi. Nazizim ile doruğuna ulaşan faşizan düşüncenin meşhur propaganda ilkeleri vardır. Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels’in ilkeleri, aslında o da Hristiyanlıktan almıştır. Kökenleri yazından da öncesine, putperest çağlara dayanır. Büyük yalan denen bu yöntemde, adı üzerinde çok büyük bir yalan üretilir. O kadar büyüktür ki, uydurulmuş olamaz dersiniz. Sonra bu yalanı sürekli ve aralıksız tekrar edersiniz. Hiçbir delil sizi ikna edemez. Siz, sürekli tekrarlarla karşınızdakini ikna edersiniz. Tartışma, ezberinizi karşınızdakine okumaktan ibarettir. Sıkıştıklarında yeni bir yalan, yeni bir iftira üretirler. Delile gerek yoktur, bunu herkes bilmektedir. Herkes dedikleri de kendileridir. Bu kadar şey yalan olamaz, binde, hatta on binde biri bile gerçek olsa, çok korkunç dersiniz ama hiç, ama hiç biri doğru değildir.
Mesela; Alevilerin mum söndü yaptığı, Yahudilerde en büyük oğlan çocuğunun annesi ile evlendiği, gene Yahudilerin horozlarının da yumurtladığı, Yahudilerin, yılda bir kez, bir Hristiyan çocuğu kaçırdığı, iğneli fıçıya koyup, fıçıyı yuvarladıktan sonra, ölen çocuğun kanını içtiği, dünyayı Yahudilerin yönettiği, Komünizmin ev Kapitalizmin Yahudilik oyunu olduğu, 1. Dünya savaşında Almanlar yenildiği için yenilmiş sayıldığımız, Koka Kola ve Pepsi’nin formülünün çok gizli olduğu ve bu iki içeceğin analiz edilemez olduğu, yoğurtla balık yemenin zehirleyeceği, Kızılderililerin Türk olduğu, domuz etinin kıskançlık duygusunu yok ettiği ve daha nice yalanlar….
Bu yalanlar ideolojiye göre değişir. Örneğin Naziler, Yahudilerin erkeklerin adet görmesi, anneyle evlenme ve iğneli fıçıda kan içmeleri gibi yalanlarla mücadele etmişlerdir. Zira toplama kamplarında bunun yalan olduğunu fark edenler, Yahudilere sempati duyabilirdi. Bunun yerine tüm dünyayı Yahudilerin yönettiği ve Almanların saf ırk olduğu yalanına başvurmuşlardır. Oysa Almanya, Otuz Yıl Savaşlarını (1618-1648) en yoğun yaşamış, savaşın sonundaki 1648 Vestfalya antlaşması sonucu pek çok Protestan, Protestan eyaletlere, pek çok Katolik’de Bavyera başta olmak üzere Katolik eyaletlere göç etmiştir. Almanya nüfusunun üçte birini kaybetmiş, eski nüfusu ve ekonomik büyüklüğüne ulaşması yüz yıldan uzun zaman gerekmiştir. Balkan yarım adası, Rusya ve Ukrayna’ya yüzbinlerce Alman göç etmiştir. Daha 18. Yüzyılda Prusya devleti, binlerce Polonyalıyı Ruhr vadisine, sanayi tesislerinde çalışsın diye yerleştirmiştir. Almanlar genelde sarışın olmakla beraber,  Joseph Goebbels  gibi ünlü Naziler gibi pek çok Alman siyah saçlıdır. Türkler de genelde siyah ya da koyu kestane saçlıdır ama Atatürk başta olmak üzere pek çok ünlü Türk, sarışındır.
Belli yalanlar o kadar çok tekrarlanır ki, yalanın içindeki mantıksızlığı anlamak zaman alır. Mesela Fatih Sultan Mehmet başta olmak üzere,  bir sürü ve pek çoğu dünyayı titreten padişahın, hattat esnafın baskısı yüzünden matbaayı üç yüz yıl kadar Osmanlı’ya, daha doğrusu Müslüman halka geç gelmesi durumudur. Dünyayı titreten padişahlar, böylesi önemli konuda hattat esnafından mı çekinecekti. Hurufilik tarikatı üyelerini cami avlusunda diri diri yakan Fatih, yeni fikirlerin etkilerini biliyordu. Bilemediği, gayrı Müslüm tebaasına etkileriydi. Ona göre yeni fikirler, zaten parçalanmış Hristiyanları daha da parçalayıp, devletin işini kolaylaştıracağıydı. Milliyetçi fikirler, önce Hristiyan tebaa içinde yayıldı. Müslüman tebaa arasında sadece Alevilik, o da çok fazla yayılmadı. Matbaayı yasaklamakta kendince haklıydı. Katolik kilisesi, İncili çoğaltmak için matbaayı destekledi ama matbaa, Protestanlığın yayılmasına sebep oldu. İslam dünyası ise zaten ezelinden beri mezhep-tarikat çatışmaları ile uğraştığından bu gerçeği erken fark etti. 
Bazı yalanlar gene sık tekrar edildiğinden, birileri gerçeği araştırmaz, araştırma zahmetine girmez. Mesela aya ilk ayak basan insan Neil Amstrong ile, meşhur su altı belgeselcisi kaptan Cousteau’un Müslüman olduğu haber. Ortaokul ve lise yıllarımda din dersi hocaları hemen her derste bunu tekrarladı. Her iki haber de kocaman yalanmış. Cousteau sadece İslam’a saygı duyuyorum demiş. Amstrong’da o da yok. Üstelik Kaptanın, anlı şanlı, romanlara konu olmuş Notre Dame katedralinden kaldırıldı. Bu yalanlar seksenlerin yalanlarıydı. Bu tür yalanları, batılılarda ara ara destekler. Mesela Napolyon, Mısır seferi sırasında, gizli Müslüman olduğu dedikodusunu özellikle yaydığını, övünerek anlatır. İtalya seferinde de Katolik olduğu dedikodusunu çıkarmış. Yahudi bil ülkeyi işgal etseydim, Yahudi olduğum dedikodusunu çıkarırdım, demiştir. Hindistan-Pakistan Müslümanları yıllarca kraliçe gizli Müslüman olduğu, bütün İngiltere’nin de toptan Müslüman olacağı dedikodusu yayılmıştır. Avrupalılar arasında da Fatih Sultan Mehmet’in gizli Hristiyan olduğu dedikodusu yaygındır. Bunu da Osmanlının kasten yaymış olması muhtemeldir.
Komplolar, dedikodu ile temellendirilir. Eskiden komplo yapacak kadar güçlü tek örgütlenme, dini topluluklar ve dini teşkilatlanmalardı. Tarikatlar, Katolik kilisesi gibi kurumlar, asılsız dedikoduları yayarak, komploları ile çok kişinin canını yaktı. Doksanlarda önce bir sürü eve giren Zaman gazeteleri ve Samanyolu televizyonları bunu komplolarını arttırdılar. İlk başlarda Zaman gazetesinden, isim vermeden, her şeyini tarif edip, sadece ismini vermeden birilerini linç ettirmeleri başladı. Asıl linç, internetle oldu. Trol denilen ve grup hainde saldıran ilk internet trolü ordularını fetö ve tarikatlar kurdu. MIRC denen sohbet programları çok modaydı ve sohbet odalarında bolca fetöcü vardı. Söze cemaatçi değilim ama cemaati sevmem ama deyip, sohbete başlar, Fettullah’ın aleyhine konuşursanız size küfrederlerdi. Doksanların sonlarında ilk büyük komplolarını yaptılar. Söylemezler çetesi ve  deniz kuvvetleri eski kuvvet komutanının (adını unuttum, google’da bulamadım) evinin tadilatı yolsuzluğundan tutuklanması gibi davalar, Ergenekon kumpasına hazırlık aşamalarıydı. Diğer bir olay da, Fetullah Gülen’in sızma v ele geçirme konuşması videosunu açığa çıkaran Ali Kırca başta olmak üzere pek çok kişinin gizli görüntülerinin ifşasıydı.

17-25 Aralık operasyonlarından sonra başlayan ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Fetullah Gülen cemaatini, diğer cemaatlerden ayırma durumu başladı. Fetö ve AKP işbirliği, aynı zamanda diğer tarikatların da işbirliğidir. Bu tarikatların hepsi NATO beslemesidir. Türkiye, NATO’ya üye olana kadar, Said-i Nursi’de, Süleyman Hilmi Tunahan’da, diğer tüm tarikatlar da, kendi çapında, az bir cemaati olan şeyhlerdi. Boğacaksan solu, yetiştireceksin sofu ilkesini çok önceden keşfetmişlerdi. NATO destekli, her iki lafından biri Atatürkçülük olan 12 Eylül rejiminin, zorunlu din derslerini getirdiğini, hatta bunu anayasaya koydurduğunu, Alevi köylerine camii yaptırdığını, TRT’de Huzura Doğru diye dini program yaptırdığını unutmamalı. Fetullah Gülen, darbeyi sevinçle karşılayan ve Kenan Evren’e övgüler düzenlerin başında geliyordu. Polis teşkitarı ve emniyet genel müdürlüğündeki ilk tarikatçı örgütlenmede o zamanlarda başladı. O zamanlar bu örgütlenmeler, diğer tarikatların da işbirliğine katılması ile oldu. Fetönün, özellikle seksenlerde o kadar insan gücü ve teşkilatı yoktu. Tarikatlar, 17 Aralıktan sonra fetöden ayrıldı. Peki, o zaman 15 Temmuz neden başarısız oldu, neden fetödenayrıldılar. onu da sonraki yazımda anlatacağım.

14 Kasım 2017 Salı

DOKSANLI YILLAR 8- HABERCİLİK VE GAZETECİLİK
O yıllar gazeteciliğin ve haberciliğin de geliştiği yıllardı. Basın Yayın yüksekokulları, İletişim fakültesi oldular. İletişim fakültelerinin üniversite puanlarının zirvede olduğu yılardı, bazıları neredeyse yüzde birden öğrenci alıyordu. O yıllarda sadece pek çok televizyon-radyo kanalı değil, gazete ve dergi de çıkıyordu. Televizyon demişken, bu gün fark ettiğim bir ayrıntıyı buraya yazayım. O yıllarda televizyon kanalı kurmak aşırı ciddi bir işti galiba. Çünkü yayın hayatına geçmeden evvel aylarca, hatta bazen bir buçuk sene deneme yayını yapılırdı. TRT’de yetişen yüzlerce eleman, yüksek maaş için özel kanallara gidiyordu. TRT çalışanları bunlara yetmiyordu. İletişim fakültesi mezunları, stajyer girdikleri medya şirketlerinde birkaç senede yönetici oluyordu. O dönemde kanallar haberci ve haber programcısı ihtiyacını deneyimli gazetecilere haber programı yaptırtarak karşılıyordu. Bu daha TRT tek kanal döneminde, Mehmet Ali Birand’ın program ve belgesel yapması ile başladı. Pek çok televizyon habercisi (Can DündarMithat BereketÇiğdem AnadAli KırcaDeniz ArmanCüneyt ÖzdemirRıdvan AkarMusa Çözen, Talip Korkmaz, Sacit Baydar vb pek çok isim), Birand’ın dizinin dibinde televizyon haberciliği öğrendi. Birand’dan kalma alışkanlıkla haberciler, televizyon, radyo ya da haber sitesinde de çalışsalar, kendilerine gazeteci dedi. Haber işinde çalışmayan televizyon yapımcıları da kendisine televizyoncu der halen. O dönemin televizyon haberciliği ve gazeteciliği, bu günden daha kaliteliydi. Yandaşlık bu günde vardı.
 Geçen yazımda bahsettiğim kolejli, Avrupa görmüş liberaller topluluğu önceleri Özalcıydı. Özal ölünce Tansucu oldu. 2001’de toptan reisçi oldular. Önceleri Aydın Doğan grubu, Sabah, Star, hatta Zaman gazetelerinde dağınık olarak yazıyorken, önce Yeni Yüzyıl, sonra Radikal gazetelerinde bir araya geldiler. Pek çoğu eski solcu, hatta Marksistti. Kolejli, yurt dışı falanda görmüş bu güruh, bir birine farklı görüşte gibi görünseler de, önce Özal, sonra Çiller ve en sonunda da Tayyipçi olarak beraber hareket etmiştirler.  Bu süreçte Atatürkçülüğe, liberal özgürlükler bağlamında saldırmışlar, Fetö ve tarikatları gizli-açık övmüşler, Ermenilere yapılanları kınayıp, Sivas katliamı ve din kökenli katliamları görmezden gelmişlerdir. En önemlisi de 2010 referandumunda yetmez ama evet goygoyu yapmışlar, referandumdan sonra önce Fetöcü-Tayyipçi diye ikiye ayrılmış, sonra bir kısmının Solculuğa geri dönmeye çalışanlarla üçe bölünmüşlerdir. Bu güruhun ana ideolji gazeteleri Yeni Yüzyıl (Taraf ve Yeni Binyıl ile beraber) ve Radikal gazeteleri hep zarar ettikleri halde ısrarla devam ettirilmiştir.) Akp-Fetö ilişkisini 2010 yetmez ama evet referandumu öncesi ve sonrası ile ayırırsak daha net anlarız. Bu ayrımı da doğrudan Fetö kalemşörlerinden değil, Fetö destekli Liboşlardan anlayabiliriz. Has Fetöcüler ile Reisçilerin ayrılması, 17-25 Aralık 2013 operasyonların yaklaşık 1 yıl öncesine, 2012 yılına falan denk gelir.  2009 yılında Fetö, milli güvenlik kurulunun tehlikeleri arasında yoktur, 2010’da girer.  Belge sümen altında kalır, o zamanlar kavga, Fetöcü liboşlar, reisçi liboşlar arasından sürer.  Bu konuyu daha sonra ayrıntısı ile anlatacağım, başlığın konusu dağılmasın diye şimdilik yazmıyorum.
 Yandaş gazeteciliği ilk önce seksenlerde, sırf Özal’ı desteklemek için gazete-dergi sektörüne giren, Kıbrıs kökenli İngiliz iş adamı Asil Nadir’di. Nadir, sırf onun propagandasını yapabilmek için pek çok gazete ve dergiyi satın aldı ya da kurdurdu. Nadir’de Özal’a güvendiği için, Londra borsasında bir günde battı. Batma sebebinin Özal olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Nadir, Özal’ güvenip, ayrıntısını unuttuğum bir işe giriyor ama Özal, muhtemelen siyasi bir taviz karşılığında Nadir’i satıyor. Nadir, uzun yıllar dolandırıcılıktan hapis yatıyor falan. Özal’ın, Nadir’i İngilizlere satması ise, yıllar sonra, Özal öldükten sonra ortaya çıkıyor. Nadir, İngiltere’de kazandığı paralarla Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ta yatırımlar yaptı. Bir ara Kuzey Kıbrıs’ta her 2 kişiden 1’i, onun şirketlerinde çalışıyordu. Nadir tutuklandıktan ve şirketleri battıktan sonra,  özel bir kurtara operasyonu ile tekrar işletilip, büyük holdinglere satıldı. Vestel gibi çok kıymetli markaları barındırıyordu. Hatta bu şirketler borsada dip, hatta dibin dibi yapmıştı. Kurtarmayı duyan bir avuç kişi (kim oldukları halen sır) hisseleri düşükken alıp, yüksekten satıp, zengin oldu.  Vestel’in hisselerini alanlar on dört kişiydi.
Uzan ailesi o zamanlar medyanın yıldızıydı. Radyo ve televizyon kanalları, alanı parsellemişti. Pek çok gazeteciyi, haber yapsın diye yüksek maaşla istihdam etmişti. Gene de fark etti ki gazetesiz, dergisiz, yani kâğıtsız olmuyordu. Diğer medya grupları (Doğuş holding, Ciner holding vs) kendi televizyon kanallarını açınca, aile olarak bunu daha iyi anlıyor ve kendi gazetesi Star’ı ve onunla beraber bir dergi grubu kuruyordu(1999). Fakat bir sorun vardı, dağıtımcıları, bu gazeteyi dağıtmak istemiyor ya da dağıtım olarak yüksek pay alıyordu. Cem Uzan’da kendi dağıtım şirketini kurdu. Yay Dağ ve Yay Sat’da, bayilerine Star satma yasağı getirdi.  O zamana kadar gazetede bayi karı % 4 (dört) gibi bir rakamdı. O zamanlar perakendecilerin genelde küçük esnaf olması yüzünden olacak, tekel ürünleri (sigara-bira harici alkol vb. alkol satan yerlere halen tekel bayi ya da tekel büfe denmesinin sebebi budur), gazete-dergi, günlük süt ve bir bakkalda olması elzem olan pek çok şeyin bayi karı %4’ dü. Pek çok bakkal, bu yüzden gazete satmaz, gazeteler de bazı ilçelerde bile bulunmazdı. Uzan, bayilere %10 kar payı verdi. Yay sat %20’e çıkardı. Bu rakam uzun süre sabit kaldı. Sonra yanılmıyorsam az satan dergiler ya da bazı yayımlar için arttırıldı. Ankara’da Yüksel’de Turhan Kitabevinin fanzin denen amatör dergileri bile satan bir kitapçı için, %50, hatta 60 aldığını duydum. Şimdi pek çok ilçeye, köye gazete-dergi geliyorsa, bunun sebebi Cem Uzan’ın rekabete girmesidir.
 1999 çok geç bir zamandı, gene de internetin emekleme zamanıydı. Geç olması, Uzan holding için geç olmasıydı. Oysa Habertürk gazetesi on sene sonra, internetin ceplere bile girdiği bir dönemde çıkmaya başladı. Beni şaşırtan, kâğıt medyanın halen güçlü olması, hatta halen ihtiyaç olması. Radyo neredeyse öldü.  Yeni nesil cep telefonlarında FM radyo yok. İnternet bağlantısı kolay ve ucuz olduğunda, FM radyoya ihtiyaç yok artık. Tanıdığım pek çok kişi, biri de bizzat kendim olmak üzere, televizyon seyretmiyor. Pek çok kişi, internetten, özellikle twitter üzerinden haber edinmeyi tercih etse de, gazeteler, azalarak da olsa gücünü koruyor. Televizyonlar, özellikle 2002 sonrası yandaşlaşma sürecinden sonra, bazı iktidar yanlıları için bile haber kaynağı olma özelliğini yitirdi. Genel anlamda saçma ve zırva eğlence için, oyalanmak için açılıyor televizyon. Dergilerse son birkaç yıldır yükselişte.  Gerçi onlarda dijitalleşmekte, mesela Ot dergisinin dijital versiyonunu alanlar kırk bine yaklaşmış ve bu kâğıt baskısına bayağı yakın.
Biz o yıllara geri dönelim. O zamanlar gazetelerde büyüme ve rekabet dönemindeydi. Rekabette yasal boşluklarla ve kupon furyasıyla başladı. Kuponla tencere, tava, müzik setti gibi şeyler yapılıyor, kuponlar belli adreslere yollandıktan sonra ev, araba çekilişleri yapılıyordu. Hatta bir ara gazeteler işi, kazı kazan tipi lotaryaya dökmüştü. Vatandaş her gün üç beş gazete alıyor, sonuçlara bakıyor, gazeteyi de bayide bırakıyordu. Bu dönemde Sabah gazetesi, seviye düşürmede dibin, dibini gören, gösteren gazetedir.  Sabah gazetesi, genel yayın müdürünün kaza yaptığı arabayı, kuponla vermişti. Gene aynı sabah gazetesinin meşhur mini müzik seti hayal kırıklığı vardır ki, olay olmuştur. Yüzlerce kupon biriktirenler, taşıyamayız diye taksi tutmuşlar ve müzik seti diye volkmene benzer bir şey almışlardı. Sabah gazetesinin bu olayından sonra kuponla verilen şeyler, kültür ürünleri ile sınırlandırılmıştı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’da kuponla televizyon kazanmış, muhalefet tarafından konuşulunca bir kamu kuruluşuna bağışlanmıştı. Bu olaydan sonra kamu kuruluşlarına alınan gazetelerin kuponları ile ilgili yönetmelik yayımlanmıştı. Kupon çılgınlığının en unutulmaz ayrıntısı ise, ansiklopedi çılgınlığıydı. Halk deli gibi kupon toplayıp, ansiklopedi aldı. Ardından  doksanların sonlarında internet çıktı, yaygınlaştı ve o ansiklopediler çöp oldu.
Dönemin haberciliği, bu güne göre daha iyiydi. Ortada RTÜK yoktu. Pek çok güzel belgesel yapıldı. Siyaset meydanı başta olmak üzere pek çok açık oturum yapıldı. Talk Shovlar o zaamanlar çok modaydı ve her şova her görüşten, pek çok kişi gelir, özgürce konuşurdu. Bunlar Bankacılık Devlet Denetleme Kurulu araççılığı ile medya tek ses olmadan önceydi.
O dönem dergiciliğine de değinmek lazım. Dergicilikte patlama yapmıştı ve bu günkü pek çok derginin ve hatta internet sitesinin ataları o yıllarda ortaya çıktı. Mesela bu günkü Zaytung ve benzeri sitelerin ilk örneği,  16 sayfalık Antimedya dergisiydi.  Dergi adını Leman dergisinin aynı adlı köşesinden almıştı. Oğuz Aral’ın uzaklaştırılmasından ve Gırgır’ın önce bozulması, sonra da kapanması ile meydan Leman dergisine kalmıştı. 1994-95 gibi Leman dergisi Isparta’da 3-4 günde biterdi. Leman o kadar büyüdü ki, aylık çizgi roman dergisi Lemanyak’ı, ardından gene çizgi roman dergisi Kemik’i çıkardı.  Bu günkü pek çok çizgi roman dergisi, bu dergi yada bu dergi çizerlerinin yetiştirdiği çizerlerce hazırlanmakta. 12 eylül rejimin yıktığı kültür dünyası o zamanlar yeniden toparlanıyordu. Leman grubu gene o zamanlar önce Öküz, sonra Yeni Harman dergisini çıkarmaya başladı. Bu günkü Ot, Kafa, Kafka Okur vb dergiler, halen Öküz-Yeni Harman formatında çıkıyor. Leman, önce kendi merkezi olan Beyoğlu-İstiklal Caddesi, İmam Adan sokakta kafe açtı. Ardından da Ankara, İzmir, Eskişehir, Antalya gibi büyük şehirlerde şubelerini açarak, bu gün halen süren dergi kafesi tipini yarattı. Cem Yılmaz, ilk gösterilerini Leman Kafede yaptı. Leman, o yılların efsanesiydi. Susurluk kazası sonrası sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemi, Leman dergisinde başladı. Okur mektupları köşesi, solcu gençlerin facebook sayfası, forumu gibiydi.  O yıllarda taşra üniversitelerinde terör estiren Ülkcüleri, buralarda anlatırdık. Nihat Genç, ilk düzenli yazılarını burada yazmaya başladı. Derginin çok okunan yazarı, derginin tam ortasında sigaralı fotosuyla, Cezmi Ersöz’dü. Pek çok il ve ilçe, onunla beraber yazar gördü. Öğrenci evlerinde bile kalır, bir-iki koli kitabını satmakla yetinirdi. Leman’ın yanında Hıbır dergisi de vardı. Hıbır, sık sık kapanıp, değişik adlarla (hbr, hbr maymun vs) yeniden açılıp, kapandı. Ergün Gündüz-Hasan Kaçan ikilisi, hemen aynı ekiple, yeniden dergi çıkardı. Diğer dergi türleri de o yıllarda çıktı, hatta bazıları o yıllara özgüydü. Karate ve uzak doğu sporları dergileri, önce Deli Yürek, sona Kurtlar Vadisinin etkisiyle azalarak bitti. Ne alakası var derseniz, televizyonlarda sürekli karate filmleri yayımlanıyorken, bu sporlarda popüler oldu. Dediğim dizilerde ise ha bire silah vardı ve karateye yer yoktu. Karate salonları ve dergileri, ilgisizlikten azaldı. Gene o dönemde bir sürü Rock- Metal müzik dergisi vardı. Önce Şehriban Coşunfırat cinayeti, bu tür müzik dinleyenlere Satanist damgası vurulmasına sebep oldu. Uzan grubu bu müziği dinleyenleri karalama kampanyası başlattı. Bunlara rağmen bu metal müzik bitmezdi. Bitiren asıl etken Rock yıldızları denen yaşlılar grubu, gençlere engel oldu, onları yeterince hard rock ve hevy metal olmamakla suçladı. Ipod denen minicik müzik aletleri ve kulaklıklarda bu müziğin sonu oldu. Bu müzik, bol gürültülü ve müzik seti denen devasa aletlerle dinlenmeliydi, kulaklıkla değil. Bu müzikle beraber, dergileri de bitti. Pop müzikte Sezen Aksu başta olmak üzere eskiler, gençlerin elinden tutmadı, kucağında şöhrete taşıdı. Pop müzik dergilerinin en önemlisi Bulue Jean halen tirajı az da olsa aktif. Sosyal medya, popüler kültür dergilerinin sonu oldu. Bir ara borsa dergileri çoktu, cebinde az bir birikimi olan borsada oynar, şirketleri takip etmek için bu dergileri alırdı. İki binli yıllarda bir dizi yolsuzluk operasyonunda bu dergilerin, bir takım sahtekârlarca, küçük yatırımcıyı kandırma araçları olduğu anlaşılınca, bu dergiler kapandı.
5 Nisan 1993 krizi, televizyonlara profesör çıkarma, profesörlere, özellikle ekonomi profesörlerine program yaptırma modasını başlattı. En ünlüsü Ekodiyalogdu. Dört ekonomi profesörü (Deniz Gökçe, Mahfi Eğilmez, Asaf Savaş Akat, Taner Berksoy ) mevcut ekonomik gelişmeleri tartışıyordu. O zamanların ekonomi profesörleri ve ekonomi yorumcuları, birer felaket tellalı gibi konuşurdu. Şimdi ise doların he hareketlenmesinde ya da benzer gelişmede, istikrar sürüyor mesajı veriyorlar. Geçenlerde dikkat ettim, falcının biri bile her televizyona çıkışında istikrar vurgusu yapıyordu. Önceden falcılar da ekonomide ve borsada dalgalanma vurgusu yapardı. Geçenlerde 8 şehit verdik, çoğu gazetede dip haberdi ve ne hikmetse hemen savaş uçaklarının vurması ve bilmem kaç terörist vurulması haberi geldi.  Basın bayağı değişmiş bu kadar zamanda.  Mesela o yıllarda öldürülen teröristlerin cesetleri falan sergilenirdi, şehitlerin adları anında alt yazı geçerdi. Şimdi adları bile zor anılıyor. Profesör çıkarma modası, 1999 Marmara depremiyle beraber, Jeoloji profesörleri ile sürdü. Sonra Ramazanlarda İlahiyat profesörleri çıkmaya başladı.

O dönemin basın ve habercilik çok da ütopik ve ideal değildi. Uzanlar başta olmak üzere medya patronları siyaseti ve partileri yönlendirmeye, gütmeye kalkardı. Şu anki iktidarın gelmesine sebep olan siyasi karışıklık, biraz da onların eseriydi. Bu yüzden bir ara bütün büyük holding sahipleri, televizyon kanalı sahibi olmak için uğraşmaktaydı.