29 Mart 2020 Pazar

REKLAM TİPİ SOSYAL YARDIM VE MESAJ İLE KORONAYLA MÜCADELE

Senaryo Yazmak — Film Çekmek Üzerine - Murat Çınar - Medium
Bir internet kullanıcısı olarak reklam engelleyici kullanmamakta ısrar ediyorum Sebebi de  genelde bilgisayarları yavaşlatması.
Gene de öyle bir çağdayız ki, reklamdan kaçamıyorsunuz. En azından yemek yediğiniz lokanta ya da şehirler arası, hatta şehir içi otobüslerde bile reklamlara denk geliyorsunuz.
Son bir kaç yıldır bankalar ile bazı yabancı markalar ve bazı bankalar, ürünlerini tanıtmak yerine sosyal sorumluluk projelerinin reklamını yapmakla meşguller.
Santa Klaus bears gifts stock illustration. Illustration of ...
Bu reklamlar, birbirlerine çok benziyorlar. Genelde bir güneş doğumu sahnesi ile başlıyor reklam. Sonra seyrek tuşa basılan bir piyano sesi ve Anadolu yollarında bir kamyon veya otobüs. Sonra genizden gelen Can Dündar belgesel seslendirmesine benzeyen buğulu ve hafif hırıltılı erkek sesi kampanyayı anlatıyor. Otobüs ya da kamyon,  köye ulaşıyor, neşeyle karşılaşıyorlar falan filan.
Bir kampanya yaklaşık bir buçuk yıl sürüyor ve beş bin civarı kişiye-aileye falan ulaşıyorlar.
Ben bu kampanyalara Sabancı tipi kampanyalar diyorum. Zira Sakıp Sabancı, böyle yarım kampanyaların, iyi reklamla ürünlerin satışını da arttırdığını. Türkiye'de ilk fark eden  sanayiciydi.
Sabancı, yardım kampanyasının tanıtımına, yardım kampanyasının dağıtacağı yardımlardan daha çok para harcardı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği ile AHBAP bile bu dev şirketlerin kampanyalarından çok daha fazla insana ulaşıyor.
Şu günlerde ise anlı şanlı pek çok vakfın sesini bie duymuyoruz.
Şu karantina günlerinde ise,

Bir de bu reklamlarda bir memleket duygusallığı, sen bu ülkeyi nasıl terk edersin, kal, bize ucuz işçi ol ağlaklığı var. Sen bu ülkenin beynine bir gelecek vermiyorsan, sadece duygusal sloganlarla bu işi sağlayamazsın. Türk işvereni her krizde işten işçi çıkarma, ücretsiz izne çıkarma,  hep daha ucuza çalıştırma alışkanlığını bırakmadıkça, bu ucuz duygusal reklamlara daha çok bel bağlayacaktır.
Hep söylenir ya birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan şu günlerde diye başlayan malum cümleler; tam da öyle günlerdeyiz. Pek çok insan işini kaybetmiş hastalık kime bulaşır, kimi öldürür belli değil.
İşin acısı işsiz ve yoksulluk çekenler, zenginlerimizin zerre umurunda değil. Bence Noel Babaya olan nefretin sebebi adının  Hristiyanlıkla alınması değil, yoksullara servetini dağıtmasıdır.
Türk halkının Noel Bana diye bildiği Santa Klaus, tarihsel belgelere göre aslında bir pagandı  ve kendisini kilise de pek sevmez.
Haluk Levent Yardım Vakfı iletişim numarası kaçtır? AHBAP Derneği ...
Bir başka sorunumuz da insanları evde tutmak. Çalışmak zorunda kalanları anlayabiliyorum.
Lakin halkımızda, hele de yaşlılarında ne biçim bir sosyalleşme arzusu varmış, eve zor zapt ediyoruz.
 Yapılması gereken sokağa çıkma yasağı ilan etmek. Bunu yapamıyor çünkü bunu yapması için halka ciddi yardımlar yapması gerek, Devletin yapması gereken ise, olağan üstü hal ilan edip, sokağa çıkma yasağı uygulamak. Oysa yapamıyor. Yaparsa elektrik, su, kira gibi giderlere yardım etmesi, pek çok özel sektör kurumunu, özellikle de hastaneleri, kamulaştırması gerek.  Devletimizin 30 mart
Onun yerine sürekli bir evde kal çağrısı. Bir de daha sinir bozucu olarak, bir sürü ünlü, lüks kelimesinin bile az kalacağı devasa evlerinden çekim yapıp, evde kal diyorlar.
Hayat eve sığarmış. O eve iki tane okul bile sığar. Evin salonu, çalıştığım devlet lisesinin spor salonundan büyük. Evindeki spor ekipmanları çoğu spor lisesinde yoktur.
Şimdi bir zamanlar devletin kamu spotlarında bile görünmemiş tiplerden evde kal videoları;  zorla anlı yayın açıp, bitmeden bıkkınlık emareleri göstermeleri falan filan.
Zaten Umut Sarıkaya'nın meşhur karikatüründeki gibi insanlara mesaj veren ünlüleri hiç sevmem. Karantinadaki doktorların maaşının kesildiği ortamda, zenginliklerini  bağışlarla falan göstersinler. 

27 Mart 2020 Cuma

BÜYÜK BÖLÜNMÜŞLÜĞÜMÜZ VE HASAN AL TOPTAŞ

Büyük Bölünmüşlüğümüz ve Hasan Ali Toptaş
Geçenlerde kendim gibi bir bloger arkadaşın (Taylan Kara)  facebook paylaşımında bloguna (https://www.taylankara.com )rast gelince bu yazıyı yazmaya karar verdim.
O yazıya kadar dikkatimi çekmemişti ama gerçekten de şu günlerde yasak olan bir şey var, Hasan Al Toptaş'ı yermek, hatta eleştirmek. En radikal sağ, en radikal sol, en orta yolcular, en ateistler, en dindarlar bile edebiyat yorumlarında Hasan Ali Toptaş'ı övüyor.
Kendisi emekli bir memur olarak, güzel kitaplar yazıyor. Forbes dergisine göre Türkiye'nin en çok kazanan 12. yazarı.
Kendisinin beğenmediğim tek tarafı, ben emekli memur değil, bir entelim havasında çok tuhaf cümleler kurması. Mesela şu cümleler onun kitaplarından çıkma:
“Boyunlarında lastik sapan taşıyan düşsel çocukların ıslıklarına yakalanmış ölü bir kuşluk vakti, balkonda oturuyorduk.”
“Belki de, atış menzilinin ötesinde düşler kuran ve arkadaşlarıyla değil de düşleriyle birlikte yürüyen trompetçi bir askerin kirpik kırpımıydı zaman.”
Attila İlhan kimdir? Aramızdan ayrılalı 13 yıl oldu... - YAŞAM ...
“Evimiz tıpkı bir şarkı gibi, içindeki eşyalarla birlikte püfür püfür dalgalanıyordu o böyle yapınca. Hatta, çeşitli zangırtılardan oluşan, her yanı rengârenk halılarla kaplı acayip bir kuş suretine bürünerek hızla havalanıyordu da, çok uzaklara gidip bir an için bilinmeyen âlemlerde geziniyordu sanki.
Bunlar gibi pek çok cümle, özellikle yeni kitaplarını anlaşılmaz kılıyor.
Asıl konumuz Hasan Ali Toptaş değil.
Eskiden Hasan Ali Toptaş gibi pek çok ortak değerimiz vardı. Kamuoyunda herkes tarafından bilinir, izlenir ve takip edilirdi.

Atilla İlhan, Türkiye'de Troçkizm'in tek neferi gibiydi. Siyasi görüşleri hem sağda, hem de solda hafiften alay konusuydu.
Gene de en sağdan en sola şiirleri beğenilir, kitapları kapışılırdı.
Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu gibi şairlere solcular da övgü düzerdi.  Bazı değerler o kadar ortaktı ki, kimse pek aleyhinekonuşmazdı.
Edebiyatta sadece Hasan Ali Totaş kaldı. Siyasi bir tavrı yok ya da belli değil. Emekli memur, oturmuş romanlarını, hikayelerini yazıyor.
Oysa müzik ve sinema sektöründe hiç kalmadı böyle kişiler. En son Müslüm Gürses vardı, 2013 de o da aramızdan ayrıldı.
Müslüm Gürses 7. ölüm yıl dönümünde anılıyor! Müslüm Gürses'in ...
Çünkü müzik dünyasında belediye ve üniversite konserleri taraf olup olmadığınızı çabucak belli ediyor. İktidar lehine beyanat vermeyene bu konserler büyük ölçüde kapalı. Televizyon dizileri ise sinema ve televizyon dünyasının tarafını göstermeye yarıyor. Kanalların çoğunun tarafı belli ve taraf değilsen bertarafsın. Pek çok ünlüyü  bu yüzden uzun zamandır dizilerde göremiyoruz.
Oysa eskiden müzik ve film zevkine tarafgirlik o kadar girmezdi.
Oysa şimdi neredeyse ölülerle kavga edeceğiz. Rahmetli Barış Manço ile Cem Karaca'nın ölmeye yakın zamanlarında Fetö grubuna yakınlıkları çok konuşuluyor.
Pek çok kişi de yeniden taraf olma arayışında. Orhan Pamuk Ot dergisinde yazmaya başlamış. Malum, kendisi yetmez amacılardandı. Sonra o ama, vaktiyle telefonda tebrik ettiğini unutum, teröriste ödül verdiler dedi.

Pamuk'da bir ara ulusal ortak değerdi. Ama o Nobel aldı sözleri ortalıkta dolaşıyordu. Aziz Sancar'ın Nobel ödülünden sonra gözden düştü.
ÖKÜZ - AYLIK KÜLTÜR-FİZİK DERGİSİ / MART 1997 - SAYI: 34 - Can ...
Benim Ot'da yazmasına şaşırmamın nedeni Pamuk'un Ot, Kafa, Bavul ve benzeri dergilerin ilk öncüsü Öküz dergisini zamanında küçümsemesi ve Öküz gibi pek çok dergiyi çıkaran Lemancılarla arası çok da iyi değildi yanılmıyorsam. Gerçi muhafazakarlar üstünü çizdikten sonra, Atatürkçüleri ve Sosyal Demokratları da küstürmüş iken, Nobel'in havası da sönmüşken, bir şeyler yapması gerekti. Yurt dışı satışları da. Türk halkını etkileme gücüne bağlı.
Benzer bir durum Amerika'da yaşayan iki iktisat profesörümüz içinde geçerli. Daron Acemoğlu ve Arman Kırım;  A.B.D'deki akademik koltuklarından Türkiye'ye öğütler verir, özelleştirme ve liberalleşmeyi savunup, durulardı. Makaleleri ve kitapları çok okunur ve çok satılırdı. O zamanlar televizyon kanallarında iktisat profesörleri krizden nasıl çıkarız öğütleri şovu yapardı. Şimdi ise kriz var demek bir terör suçu ve ekranlar ilahiyatçı olmayan profesörler çıkamıyor.
Bu ikili sosyal medyada sık sık Nobel Ekonomi ödülüne adaylarıymış gibi tanıtılır. Ancak dediğim gibi Sancar sayesinde Nobel'in de havası söndü.
Onlar da bir zamanlar hor gördükleri laik, kemalist rejime yönelmişler. Cumhuriyet ve Birgün gazetesinde  Acemoğlu'nun reklamı vardı ve köşe yazarları Acemoğlu'nun tanıtımını yapıyordu. Oha dedim, Cumhuriyet gazetesi bari eski yazı işleri müdürü Hasan Cemal'in kitaplarını tanıtsın. (Kimse kızmasın, Kendimi Yazdım ne kadar çok satmıştı. Oysa gençler arasında adını bilen yok.
Acemoğlu'nun Platin denen ve doksanlı ve iki binli yılların onlarca borsa-ekonomi dergilerinden biri için yazdığı Türkiye Nasıl Zenginleşir kitabını okumuştum.  İki binlerin ortalarındaki bir borsa spekülasyonu operasyonunda bazı dergilerin, küçük yatırımcı denen borsa meraklılarını yönlendirmek için bu dergilerin kullanıldığı ortaya çıkmış, zamanla da birer-ikişer kapanmışlardı.
Bu kitapta da Türkiye'nin fason imalat merkezi olmasını öğütlüyordu. Kitap, sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor, Türkiye'nin fason imalat merkezi olması gerekliliğini anlatıp, yeni nesil tedarikçiler olalım diyordu sürekli. Bir de Milton Freidman'ın Dünya Düzdür kitabını okumamızı öğütlüyor.
Merak ediyorum, hadi Orhan Pamuk yazar ve para kazanmasının yolu kitaplarını satmak. Peki bu profesörlere ne oluyor? O meşhur üniversitelerinden yeterince maaş almıyorlar mı?
Yoksa tüm dertleri ilgi mi?
Sözcü yazarı: Aziz Sancar Şehir Üniversitesi'nden istifa etti ...
Yoksa Amerika'daki tüm bu iktisat, siyaset bilimi, sosyoloji ve benzeri branştaki profesörlerin asıl görevi,  çalıştıkları üniversitelerin adını kullanıp, Türk toplumunu etkilemek  mi? Yoksa Arman Kırım'ın, Daron Acemoğlu'nun ne işi olur, ulusalcı Cumhuriyet ve solcu Birgün gazeteleriyle?
Sonuç ne olursa olsun bu kamplaşmış ve bölünmüşlüğümüzde bir tek Hasan Ali Toptaş ulusal bir değer olarak öylece duruyor.


23 Mart 2020 Pazartesi

AIDS HASTALIĞININ YAYILMASININ TOPLUMSAL TARİHÇESİ

Aids Hastalığının Yayılmasının Toplumsal Tarihçesi
Hazır gündemde salgın hastalıklar var, ben de salgınlarla ilgili bir yazı yazayım dedim.
Herkes pandemik denilince, epidemiyolji ya da salgın denilince SARS, MERS, İspanyol gribi, veba gibi.
Bence AIDS 'in yayılışını incelemek de bize bir şeyler öğretebilir. Hastalık ilk defa 1978'de San Fransisko'da dört homoseksüelin vücudunda görülmüş. Ben 1974 doğumlu biri olarak seksenli yıllardan itibaren yayılımını kendi anılarımdan anlatacağım.
Bu sebeple yanılmalarım için özür dilerim. Her ne kadar Google amcadan ve internetten yardım alacaksam da, bu yazı çok da kronojik doğruluğu olan bir yazı olmayacak.
murti aıds ile ilgili görsel sonucuSeksenlerde bu hastalığa yakalananların çoğu homoseksüel erkeklerdi ve hatta yanılmıyorsam ilk çıktığında da adı homoseksüel kanseriydi.Hatta
Arkadan
İlişkinin
Doğurduğu
Sonuç
diye aptal aptal şakalar yapılıyordu. Hastalık hakkında pek az şey biliniyordu. Pek çok kişi virüsün sadece homoseksüelleri öldürdüğünü, bazıları da kuluçka süresinin 15 yıl olduğunu falan söylüyordu. Dört yılda da öldürüyor, 19-20 daha yaşarız falan deniliyordu.
Sonra işin öyle olmadığı, hastalığın sadece homoseksüelleri değil, tüm insanları etkilediği, kuluçka süresinin yalnızca iki hafta olduğu anlaşıldı.

Gene de uzun süre San Fransisko'dan Türkiye'ye kolay kolay gelmez dendi. Sonra da geldi. Bilinen ilk AIDS'li Türk, medyanın Murti dediği Murtaza Engin'di. Bir süre medyanın ilgisiyle boğuldu. Tek özelliği hastalığı olarak medyada sürekli konu edildi.
Kendisi Türkiye'nin ilk medya maymunlarından biri oldu. İlk önce hemen her habere konu edildi, ardından da tecrit ve dışlanmışlık yaşandı.
1992'de kimsesizce gömüldü. Tıbbi tulum giymiş gassal tarafından yıkanıp, kireç dolu bir mezara kondu.
rock hudson ile ilgili görsel sonucuBu arada Amerika'dan başlayıp,  bu hastalığa yakalanan ünlülerin haberi de geliyordu. İlk AIDS'den ölen  ünlü, Holivud oyuncusu Rock Hudson'dı. Bu yıllarda Hudson dahil ünlüler, hastalıkları ile beraber, homoseksüel olmaları da belli oluyordu.

Sonra daha fazla homoseksüle olmayan ve erkek olmayan AIDS hastasına rastlandı. Derken bu hastalığın sadece cinsel ilişkiyle veya öpüşmeyle yayılmadığı anlaşıldı. Kan nakli ve eroin müptelalarını ortak enjektör kullanımı, cinsel ilişkiden sonra en yaygın AIDS yayılma yollarıydı.
AIDS'in yayılmasından sonra, 10'ar dakika kaynatılarak, tekrar tekrar kullanılan cam enjektörler kullanımdan kalktı, tek kullanımlık enjektörler yaygınlaştı. Sonra hastaneler ve sağlık kuruluşları, bu enjektörleri ve iğnelerin (özellikle iğnelerini) güvenle çöpe atacak sistemler geliştirdiler.
Sonra AIDS ile ilgili başka hijyen sorunları da belirdi. Dişçilik, manikür-pedikür  ve dövme aletlerinden de yayıldığı anlaşıldı. Bu işlerde hijyen daha ciddiye alındı. Mesela dövmecilikte sadece iğne değil, dövme mürekkebinin tüpünün de değiştirilmesi gerektiği anlaşıldı.
Bu yüzden halen Kızılay ve diğer kan alım merkezleri, dövme yapalı 1 yıldan uzun zaman geçmemişse, kanınızı almaz. Ben 2000 yılında askerken, üzerinde dövme olan askerler, karargaha, komandoya ve jandarmaya alınmazdı. Şu zamanda bunu yaparlar mı bilemiyorum, zira artık pek çok kimsede dövme var. O zamanlar Türkiye'de dövmeli insan azdı.
Gene de bu hastalığa karşı en etkili yöntem olan prezervatif, uzun süre kabul görmedi. Et ete değecek esprileri bir ara gırla gitti. Oysa AIDS, Frengi ve Hepatit C, giderek daha fazla can alıyor ve hayat karartıyordu.
Derken bir reklamdaki slogan, prezervatif kullanmanın sloganı haline geldi: Şapkasız çıkmam abi!
AIDS'in bazı beklendik ve beklenmedik sonuçları oldu. Afrika'da nüfus artışının azalmasına, hatta yer yer nüfusun azalmasına sebep olurken; Avrupa'da nüfusun artmasına sebep oldu.
Çünkü Avrupa gençliği arasında 1960'larda başlayan özgür seks ve bekar yaşama modası, yerini tek eşliliğe ve evliliğe bıraktı
aıds aşısı ile ilgili görsel sonucu
Öte yandan homoseksüel hakları, LGBT onur yürüyüşleri ve elliden fazla ülkenin homoseksüel evliliği onaylaması gibi gelişmelerde de AIDS'in etkisi oldu. Zira artık homoseksüellik, çok da saklanamaz bir şey oldu. Bu da onlarda grup bilinci ve mücadele arzusunu arttırdı.
Son olarak da yıllarca AIDS'in aşısı çıkacak, kesin tedavisi yakın dedikoduları uzun yıllar sosyal medyada ve yazılı-görsel basında dolaştı.

Sonuçta da elde AIDS'lin hayatını uzatan pahalı ilaçlar çıktı. Pek çok ünlü AIDS hastası ölemiyor. Pek çok fakir AIDS hastası, bu ilaçların parasını denkleştirme uğruna illegal işler yapıyor.
Bu koronavirüs'ün aşısı çıkacak dedikodularına da bu yüzden pek inanmıyorum.

21 Mart 2020 Cumartesi

UNUTULAN İBADET ZEKAT-MÜSLÜMAN ZEKATTA DİRİLSİN

Ben de o meşhur deyimdeki gibi birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde zekat konusu tekrar, en azından şu blogu okuyan üç beş kişiye hatırlatayım dedim.
Bu birlik ve beraberlik, hep fakirlere hatırlatılır. Malum, zengin evlerinden, hatta zengin semtlerden pek uğramadığı gibi, vergiler de lüks arabalar, eşyalar ve hatta elmas ve pırlantalardan uğramaz. 
Böyle zor günlerde fedakarlık da pek zenginlere uğramaz. Kapanan iş yerleri işçilerini çıkarmak ya da zorunlu ücretsiz izne çıkarmakla meşgul. Hiç biri de az yiyelim de şu işçilere bu zor günlerde destek olalım demiyor.
Ülkemizde özel sektörde şirketler genelde nakit sıkışıklığında önce maaşları geciktirir. Maaşlara zam yapma, en son akla gelendir.
Din denen şey icat edildi edileli, önce fakirler arasında taban bulur. Sonra iktidara gelince de zengin dostu olur. Kuran'da bile Mekke dönemi ayetlerinde köle azat etmenin sevabı anlatılırken, Medine döneminde kölelerin nasıl yönetileceği anlatılır.
zekat ayetleri ile ilgili görsel sonucu
Hiç bir peygamber, hatta din adamı, kölelik kalksın, tüm insanlar eşit olsun dememiştir, bunu diyen filozoflar olmuştur.
Din adamlarının en az bahsettiği ibadet zekattır. Oysa zekat diğer dinlerde pek fazla örneği olmayan bir ibadet. İnsanlar da  (en azından Türk insanı) hemen her konuda din adamlarına soru sorarken, zekat konusunda pek soru sormaz. Sorsa da din adamların cevabı genelde kısa olur.
Oysa aynı din adamları, tırnakları hangi sıra ile keseceğimiz, hangi akrabamıza, hangi tokalaşıp, hangisi ile uzaktan selamlanacağınızı  bile saatlerce konuşabilirler.  Lakin kazara zekat ile ilgili soru sorarsanız, cevabı hızlıca geçeler.
Zekatla ilgili bir hadis duymadığım gibi, zekatla ilgili  evliya menkıbesi de duymadım.
Zekatla ilgili olarak dikkatimi çeken diğer bir nokta da, diğer ibadetlerin daha fazla yapılması için tavsiye edilirken, zekatta genelde azaltma için tavsiye edilir.
kölelik ayetleri ile ilgili görsel sonucu
Mesela Ramazan orucu yetmez, üç ayların, Muharrem orucunun da tutulması tavsiye edilir. Namaz 5 yerine 7 vakit ve fazladan onlarca rekat kılınır.
Kuranda açıkça ihtiyaç fazlası  denen cümle, gönülden kopana dönüşür. Sonra bu miktarın tabanının kırkta bir olması İslamın tüm mezhep ve tarikatlarında karara bağlanmıştır. Yani %2,5 yeterlidir ve daha ilginci din alimleri bunu küçülttükçe küçültür. Bu %2,5 hesaplanırken evin geçimi düşülür, işin ana sermayesi düşülür falan filan, yani daha da küçültülür.
türkiye ve jaaponya dolar milyoneri sayısı ile ilgili görsel sonucu
Oysa din adamları, yazın kutuplara yakın 18-20 saatlik oruçları dindarlara reva görürler. Modern, motorlu taşıtlara bindiğimiz için bizi pek çok kere seferi saymazlar. En zor durumda bile vakit namazının ertelenmesini hoş görmezler. Kredi kartı ile kurban alınması, onlar için caizdir. Oysa borç ile kurban olmaz.
Suudiler, İran'lı hacılara kötü davranınca,  pek çok İranlı, hacca gitmek için isteksizlik göstermiş; İranlı yazar Ali Şeriati'de Hac diye kitap yazmıştır.  Kitabın yarısına kadar okudum ve sıkıldım çünkü, hacda yüksel, hacda diril falan deyip duruyordu, kitap boyunca.
Dirilmek demişken, ey Müslümanlar hep namazda, cihatta, hacda dirildiniz ama hiç zekatta dirilmediniz. Gerek İslam dünyası, gerek zor günler geçirdi, camilere koştu, hacca koştu, kurban pazarlarına koştu, cihat diye.
Oysa yiyorsa zekatta dirilsin Müslümanlar. Türkiye'nin hem nüfusu, hem de ekonomik büyüklüğü Japonya'dan daha az olduğu halde,  Japonya'dan daha fazla dolar milyarderimiz ve milyonerimiz var. O paraları zekata harcayın hadi.
Ey siz din adamları! Hadi zenginleri zekata çağırım. Karantina uğruna çalışmayan elemanlarınıza ücretli izin versin iş verenler.  Kiracılarından kira almasınlar, servetlerini fakirlere dağıtsınlar.
Gerçek şu ki ne  din adamları zenginleri cömertçe zekata çağırabilir; ne de Müslüman zenginler zekatta cömert olabilir.
Son olarak, Müslüman noel kutlamaz, çünkü Noel Baba (Sn Nicola ya da Klaus) tüm serveti fakirlere dağıtmıştı. Müslüman servetinşn kırkta birini bile bağışlamaz. Müslüman zekatı bile unuttu.

19 Mart 2020 Perşembe

MEKSİKA'NIN FETÖSÜ FELİX (NARCOS MEXİCO ELEŞTİRİSİ)

Narcos Mexico Eleştirisi
Sevgili okurlarım, Netflix abonesi olmama rağmen (evet, korsan sitelerden izliyorum) Narcos ve Narcos Nexico dizilerini izledim ve Narcos Mexico'yu izledikten sonra aklıma takılanları yazmaya karar verdim.
Mexico'nun ana karakteri Felix Gallardo isimli eski polis bir mafya babası. 2. sezonun sonuna doğru bir şey dikkatimi çekti. Bu Felix her şeyi tek başına yapıyor, her kararı tek başına alıyor. Koca Meksika mafyasını yönetmiş bu şahsın tek yardımcısı emir eri gibi çalışan polis müdürü Azul.
İlk sezonda görevden atılmış eski bir polisken, kardeşinin icadı tohumsuz esrar bitkisi dışında bir sermayesi olmadan, tüm yerel mafyaları (plazalar) etrafında birleştiriyor.
felix gallardo ile ilgili görsel sonucu
En başta nasıl emekli vaiz Fetullah Gülen'in o koca terör teşkilatın tek başına kurmadığına inanmamalı isek, bir polis eskisinin de sadece projelerini anlatarak, tek başına koca Meksika mafyasını bir federasyon haline getirdiğine de inanmamalıyız.
Kolombiya'da her ne kadar Pablo Escobar ve adamları, pek çok askeri, polisi, gümrükçü ve diğer kamu görevlilerini rüşvet veya kurşun diyerek satın alıyordu. Kokain işine girmeden evvel de büyük bir kaçak eşya ve esrar kaçakçısıydı. Çocukluğundan itibaren de suç alemi içindeydi. Ayrıca etrafında bir sürü de kendi gibi çekirdekten yetişme suç ortağı vardı.
dünyanın en büyük esrar tarlası ile ilgili görsel sonucuFelix ise bu işlerden az buçuk anlayan amcası ile eyalet eyalet dolaşıp, plaza liderlerini ve polis memurlarını sadece konuşarak ve itiraz edenlerin de öldürülmesini sağlayarak ikna ediyor.
Buna bir de kardeşinin icadı yeni tür esrarın devasa alana ekimi geliyor. Bu alanın büyüklüğünü, Türkiye ölçüsü ile söyleyeyim, Yalova ili yüz ölçümünden büyük, hatta galiba Rize ili yüz ölçümüne yakın büyüklükte bir tarla.

Öyle tesadüfen, son anda kuyuya atılan bombalarla (dizideki gibi) tesadüfen bulunan suyla sulanacak türden bir tarla değil. Zaten DÜNYANIN EN BÜYÜK DAMLA sulama sistemine sahip bir tarla.
Bu kadar büyük esrar tarlasının içinden hiç mi şehirler arası otoban geçmiyor diye insan merak ediyor. Hasat zamanı binlerce mevsimlik işçi çalışıyor. Dizide de değinildiği gibi,  dünyanın en büyük esrar pazarı olan Amerika'da tüketilen esrarın üçte biri bu tarladan üretiliyor.
Peki on binlerce kilometre uzaklıktaki Türkiye'de her şeyi an ve an takip eden koca A.B.D, bu tarlayı keşfetmek için neden Kiki adlı ajanının şahsi gayretine muhtaç kalıyor?
Bu tarlanın baskını ile ilgili haberi de hatırlıyorum. Tarla işçilerinden yüzden fazla DEA ajanı yerleştiğinden, uydudan konumun tespit edildiğinden söz ediliyordu.Dizide olay tamamen Kik'nin şahsi gayreti.
walt dea ile ilgili görsel sonucu
Mexico 2. sezonda da Walt'ın gayreti var ve CIA 'in Walt'ın yoluna taş koyduğunu anlatmaya mecbur kalmışlar. Mesela Walt'ın Amerika'ya kaçırdığı şahıs, tüm Meksika sağını rezil edecekken Felix son anda CIA'yı ikna ediyor, yazık CIA, Kontra gerillalarına (1979'da Nikaragua'da devrim yapan solcu Nikaragua Sandilist rejimini devirmeye çalışan Amerika destekli paralı askerler) destek vermeye Felix'e mecbur kalıyor, İngilizce de bilmeyen Felix, CIA başkanını son anda ikna ediyor.Zavallı CIA, kontraları desteklemeye Felix'e mecbur kalıyor.
Ayrıca Meksikalı bir polis Walt'ı tufaya düşürüyor, onun korumasında ve muhbir olmaya karar vermiş bir kartel liderini öldürtüyor.
meksika dolar milyarderleri ile ilgili görsel sonucuSonra Felix, 70 ton kokaini yakalayacağım diye Felix'in tuzağına düşüyor ve kendisi hariç, tüm ekibi ölüyor. O ekibin de hepsi Meksikalı işbirlikçileri.
Bir de Felix'in 1989 seçimlerini sabote etmesi ve yükselmekte olan sosyal demokratların seçilmesine engel olması var. Bizde ADAM KAZANDI olayı diye bildiğimiz şeyin adı meğer SEÇMEN BASTIRMA'ymış. Bilgisayar sistemi ile oynuyorsunuz, basını kullanarak erkenden zafer ilan ediyorsunuz.

Sayım sonuçlarına itiraz edildiğinde de işler Felix'in bir kaç telefonuna bakıyor. O büyük uyuşturucu teşkilatını devreye sokup, sandık kurullarını tehdit edip, seçimden sonra da oyları yakıyor.
Böylece yarım yüzyıldan daha uzun zamandır iktidarda alan sağcı parti, iktidarda kalmaya devam ediyor.
İktidarda kalınca ne yapıyor? Devlet üretme çiftlikleri dahil, kamu iktisadi teşekküllerini zarar ediyor bahanesi ile  yok pahasına  özelleştiriyor. Bir zamanlar Forbes dergisinin dolar milyarderleri  liginde sadece 1 Meksikalı varken, yirmi yıl sonra 17 oluyor. Tabi bu milyarderlerin ortakları büyük kuzey komşu Amerikalı ve onlara ve komşu ülkeye çok daha fazlasını kazandırıyor, bu da ayrı bir ayrıntı.
Sonra bu iktidarı başa getiren de tek başına Felix oluyor. Özellikle ikinci sezon boyunca Felix neden hep yalnız diye düşünmek lazım.
Mesela seçim zaferinden sonra başkanın seçim zaferi davetine katılıyor. Bir kadın refakat ediyor, karısı yanında yok, bir sürü ünlü ve kalburüstü Meksikalının adı geçiyor. İlginçtir hiç biri ile yan yana gelmiyor ve tokalaşmıyor. Söz konusu davette başkan, bir kaç bakan- milletvekili ve Felix dışında hiç bir davetlinin yüzünü, bir oyuncunun yüzü olarak bile görmüyoruz. Felix davette kimseyle tokalaşmıyor.
Bütün bunların açıklaması gayet basit. Felix en baştan CIA ve Amerika'nın adamıdır, yoksa polislikten ayrıma bu sıska ve minyon şahıs sadece konuşarak böyle bir teşkilatı kurup, yönetemez. Hadi Fetulah'ın dini bir kimliği, onu evliya sananlar vardı diyelim. Onda da etrafında onu yönlendiren birileri vardır, yoksa deha liderler bile ekipleri olmadan bir iş yapamazlar.
Şimdi nasıl bir zamanlar Pensilvanya'yı ayak yolu edenler, çocuklarına Fetullah ve Gülen diye isim verenler şimdilerde Fetöcü avında ise muhtemelen bir zamanlar Felix'in yardımcısı olan, onun izinden gidenler de şimdilerde ona karşı mücadele ediyordur.
Narcos'un Kolombiya bölümlerinde hem Kali karteli, hem de Escobar'ın ekiplerini görüyorduk çünkü onların tamamına yakını öldürüldü, ölmeyenler de hapiste falan.
Onda da pek çok yönlendirme var. Mesela Escobar'da bir sağcıydı ve genelde sağcıları desteklerdi. O zamanlar ülkenin %20'ini fiilen yöneten M19 (FARC) örgütü ile ilişkisi de başka uzun bir yazı konusu olabilir. Bundan sadece bu kadar bahsedeceğiz.
Sadece eleştirel izleyici-okuyucu-dinleyici olmalı. Bunun farkına varalım.

17 Mart 2020 Salı

MARAŞ ,ÇORUM, SİVAS VE DİĞER KATLİAMLAR HAKKINDA YANLIŞ ANLATILANLAR 3 (KATİLLERE ACIMAK)

dresden bombardımanı ile ilgili görsel sonucu
6.Halkın Pişmanlığı ve katillere acımak: Pek çok sitede savaş sonrası Almanya, Japonya, İtalya gibi ülkelere ya da onların vatandaşlarına fazlası ile acıyanları okuyorum. 
Ben de bir zamanlar onlar için üzülürdüm ama artık üzülmüyorum. çünküi artık biliyorum ki onlar içlerindeki canavarca hisle bunu yaptılar, kışkırtılmamışlardı ve öldürdükleri insanların masum olduklarını biliyorlardı. Kurbanların mallarının ve mülklerinin yağmalanmasına onlar da katılmıştı.
Drasden bombalanması için üzülenler, açlıktan öldürülen Minskliler ya da Hitler'in emri ile her tuğlası yıkılan Varşova için üzülmüşler midir acaba?
varşova getto duvarı ile ilgili görsel sonucu
Ya da Hiroşimalı kadınlar, kocalarının ırzına geçtiği, zorla Japon askeri genelevlerinde çalıştırılan Koreli kız çocukları için ne düşünmüşlerdir?
Acı gerçek, dünyada pek çok kötülük cezasız kalmakta. Pek çok katil, ceza almak bir yana, ödüllendirilmekte.
Maraş-çorum-Sivas, Endonezya 1965 (Gestapu), Amerika'nın Kızılderili katliamları ve daha buraya yazsam sayfalar alacak katliamları sanıkları birer kahraman olarak yaşadı ve öldü.
Çok azı cezasını aldı, onlar da cezasını fazlası ile alsın ki, en azından daha sonraki gaddarlar, birazcık korksun.
Kelt kabileleri Roma'yı yağmaladıkları zaman başlarındaki komutan, Yenilenler Kahrolsun demişti. Sonra Romalı cesur biri, Keltlerin haraç terazisine altın yerine kılıcı attı ve ardından Romalılar,  Keltler'i  önce Roma şehrinden, sonra İtalya yarım adasından attı. Ardından da Romalılar Ketleri Yozgat'tan, İskoçya'ya kadar kovaladı.

keltler ve romalılar ile ilgili görsel sonucuBen de diyorum ki, fethe çıkıp da yenilenler beter olsun. Beter olsun yağmadan zengin olanlar. Beter olsun ölen askerlerin üzerine siyasi bir gelecek kuranlar.. Acından ölsün, yıkılan yuvaların yerine lüks evler kurarak servetlerine servet katmaya çalışanlar.
Üzülmemeliyiz bir diktatörü çılgınca alkışlayan vahşi kalabalıklar için. O vahşi kalabalıkların çocukları için üzülmemeliyiz.
Hiroşima ile dünyanın nükleer serpintiye uğradığı için üzülebilirim. O bombalanan şehirlerdeki bitki, hayvan, hatta börtü böcek için üzülebilirim.
çingene katliamı ile ilgili görsel sonucuArtık ben o vahşi kalabıkların gerçek yüzlerini gördüm. Hiroşimalı ya da Drasdenli çocuklar için bile üzülmem bundan sonra. Yaşasalardı Yahudileri ve Sindileri sabun, Koreli ve Filipinli kızları fahişe yapıp, dünyayı kana bunayacak, anne ve babalarından daha acımasız olacaklardı. Şimdi Almanya ve Japonya, gayet güzel teknolojik ürünler üreten birer sanayi ülkesidir.

Hitler, Fransızların, Hollandalıları ve diğer deniz aşırı sömürgecilerin yaptığınız kıta Avrupa'sında yapmaya kalktığı için yenildi. Birileri Hindistan katliamları sonrası Dover, Londra, Mençıstır gibi İngiliz şehirlerini bombansaydı, Dachau, Austscwitz katliamları olmayacaktı.
Hitler, Avrupa'yı yakıp, yıkarak; beyaz adamın azgınlığını durdurdu. Atatürk ve Anadolu direnişi ile duraklama devrine giren batı sömürgeciliği, Hitler'den sonra sömürgelerde tutunamadı.
sömürgecilik haritası ile ilgili görsel sonucu
Önce askerlerini ve yönetimlerini çekti. Şirketleri ve işbirlikçileri (kompradorlar) yerini aldı bir süre. Şimdilerde Çin, Hint ve batılı olmayan ülke şirketleri ile kendi burjuvaları giriyor.
Hayır sayın okurlarım, katillere asla acımayalım. Bakunin; ezenlerden nefret etmeden, ezilenleri sevemezsiniz demiştir. Ben de diyorum ki, katillerden nefret etmeden, kurbanları sevemezsiniz.

15 Mart 2020 Pazar

MODERN ÜFÜRÜKÇÜLÜK

Modern Üfürükçülük
Şu günlerde tılsımlı olduğu iddia edilen bir kitap piyasaya çıkınca, o kitap da çok satınca, bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Bundan on sene kadar önce kapış giden SIR kitabını şimdilerde bilen var mı? Ben o kitabı hiç okumadım.
İşin doğrusu bu şekilde satış, tekke ve zaviyeler kanununa aykırı. Gerçi peygamberi rüyada gösteren terlik satıldığı ülkede bu kanun unutulmuş durumda.
Günümüz hurafecileri, metafizik kavramları, fizik kavramlarla karıştırmayı seviyorlar. Mesela geçenlerde bir videoya denk geldim, terk edilmiş bir mekanda cin arıyorlar. (Bir de cinlere üç harfliler deme modası çıktı. Arap alfabesinde sesli harf olmadığından,  iki harfle yazılır, iki harfliler mi diyelim?)Biri diyor ki, cinlerin enerjisini hissediyorum. Tamamen metafizik varlık olan cinlerde, fiziki bir varlık olan enerji ne arar?
tılsımlı kitap ile ilgili görsel sonucu
Bilimsel kavramlar, giderek daha fazla günlük dilin içine giriyor. Mesela insanlar birisinden hoşlanıp, hoşlanmamayı,elektrik almak olarak tanımlıyor.
Klasik yıldız falcıları da artık matematik ve fizik dili ile konuşuyor. Yıldızların yaptıkları açılardan bahsediyorlar. Her güneş-ay tutulması haberinde kafalarını kaldırıp, tutulmanın burçlara etkilerinden bahsediyorlar. Hayatta ellerine teleskop ya da horoskop aldıklarını da sanmıyorum.
Horoskop (Usturalp) kelimesini çok kullanırlar ama bunun yarım küre şeklindeki gök haritası olduğunu bildiklerini de sanmıyorum. Önlerine konacak bir gök haritada yıldızların yerlerini bulacakları da şüpheli.
yeni yüksektepe ile ilgili görsel sonucu
Böylesi üfürükçü bir oluşumun bayağı bir içine girmiştim bir zamanlar. Küçük bir ilçeden, Kırıkkale'ye gelmiştim ve hafta sonlarını Ankara'da ki ailemin yanında geçiriyordum. Bir felsefe öğretmeni olarak, sokaktaki ilan üzerin, Yeni Yüksektepe Felsefe derneğinde kurslara gitmeye başladım.
Derneğe hemen üye olamıyorsunuz, haftada bir, genelde cumartesi günleri 3-4 saat süren kurslara gidiyorsunuz. Ben bazı saçmalıkları görünce bıraktım.
Önce bazı Hint destanlarını falan anlattılar, sonra da birden bire Platon'a geçtiler. Platon anlatımları çok ilginçti zira Platon denince akla ilk gelen idealar alemi, geometri ve jimnastiğe hiç değinmeden Platon anlatmayı başardılar. Üstelik hocası Sokrates'ten hiç bahsetmeden.
Sonra bütün diğer çağları geçip, 20. Yüz yılda Madam Blavatsky diye birine geçtiler. On altı yaşındayken elli beş yaşında bir generalle evlendirilmeye kalkınca,  hafiften delirmiş; kafayı mistisizme (gizemciliğe) takmış. Tibet senin, Meksika benim dolaşmış.
Kadınlar ilgili tuhaf tuhaf şeyler anlatmaya başladılar. Bir ara İstanbul'a gelmiş de, köpeği kaybolmuş, aynada bulmuşlar falan.
madam blavatsky payitaht ile ilgili görsel sonucu
Her cumartesi günleri derslerim bu minvalde giderken,  dernek içinde bir de burç falı kursu açıldı. Kursu verecek olan kadın üye ciddi ciddi burçlarla geleceğin okunacağını iddia ediyordu.
Bu saçmalık üzerine derneğe ve kursa daha eleştirel gözle bakmaya başladım. Mesela en başta matematiksiz ve idealar dünyasız Platon da neydi? Felsefe derneği neden materyalist felsefeyi öğrenmeyi ret ediyordu?
Sonra dernekteki Türkler neden ömür boyu ders alıyordu da, derneğin asıl yöneticisi olan İspanyollar en üst gruba ders verip duruyordu? Anlatılanlara göre dernek uluslar arası New Akropolis kurumunun Türkiye şubesiydi. Van dahil 8-10 ilde, 15-20 şubesi falan vardı.
Dernekten ayrıldıktan bir süre sonra, şimdilerde çoktan kapanmış bir dergi, derneği haber yaptı. Kapakta Sokrates tarikatı olarak geçiyordu ve yazılanlara bakılırsa Satanistlerle bir olmuş, Papayı tehdit  etmişlerdi.
new age ile ilgili görsel sonucu
Bir New Age (Yeni Çağ)topluluğu olan grup,  Ankara'da diplomatik misyon temsilcilerince kurulmuş. (İlk kurucuları arasında Antonyo hoca dedikleri yüzünü hiç görmediğim bir İspanyol vardı. Ankara'dan sorumlu kişi de, bir süs köpeği ile gezen ve yetmişlerinde olduğunu tahmin ettiğim Maria hoca dedikleri bir İspanyol kadındı.)
Aslına tamamen ioe-sapa gelmez bir New Age inançlarını, felsefe kılığında yayıyorlardı.
Bilimin hiç olmadığı kadar popüler olduğu bir çağdayız. Bilimsel yayınlar ara ara eğlence yayımları kadar izleniyor ve satılıyor. Bazı imam hatipler ve kurslarda, Kuran odasına, Kuran laboratuvarı diye tabela koyuyorlar.
Günümüz üfürükçüleri de, dini kullanır gibi, bilimin dilini kullanıyor. Bu da onlara karşı mücadeleyi daha da zorlaştırıyor.

4 Mart 2020 Çarşamba

TUĞGENERAL TAHSİN YAZICI'NIN ANILARINDAN KORE SAVAŞI İNCELEMESİ

Kore Savaşı İncelemesi
Geçenlerde Tuğgeneral Tahsin Yazıcı'nın Kore Anıları'nı okudum. Kitabın uzun süredir baskısı yok, nadirkitap.com gibi sahaf sitelerinde bile bulamıyorsunuz. 
Kitap, savaş sırasında Kore Türk tugayında kendisinden sonraki en yetkili  komutan ve kendisinin yardımcısı piyade kurmay albay Celal Dora'nın anılarına cevap olsun diye yazmış. Celal Dora'nın anılarını okumadım. Belki bir gün elime geçer.
Kore savaşında cepheden üst düzey komutanın anılarını yıllar sonra okumak ilginç bir duygu ve ben bu okumadan edindiğim bazı çıkarımları yazmaya karar verdim.
Kitabın başında Kore tarihinden bahsediyor. Kore'yi merak edenlere sağlam bilgi kaynağı.

kore savaşı haritası ile ilgili görsel sonucuEn başta savaşın gidişatı çok ilginç. Bir kere Türk ordusu savaşa girdiğinde savaş, görünüşte bitmek üzere. Çünkü Türk ordusu gemilerde yolda iken, Amerikan askerleri Kore'nin Çin sınırın dayanmış. Hatta Amerikalılar ara ara Türklere, savaş bitti, siz savaşa katılıyorsunuz diyor. (Böyle bir diyalog, Kore savaşını konu alan Ayla filminde de vardı.
kore savaşı ile ilgili görsel sonucu
Sonra Türk askeri yarımadaya gelir gelmez meşhur Kunuri bölgesine yerleştiriliyor. Ondan sonra savaş bir çeşit geri çekilme harekatı ve Türk askeri Amerikan askerini koruyor. Hatta kayıpların pek çoğu, Amerikan askerini aşırı koruma gayreti ve çabası sonucu Türk askerinin geri çekilmede gecikmesinden oluyor. Anladığım kadarı ile harekatın böyle gerçekleşeceği en baştan belliymiş zira olanlara bakılırsa en azından subaylar savaştan evvel Amerikalıların geri çekilmesini kollamak için eğitim almış.

Savaşın bir yerinde Türk askeri, Amerikan askeri ile beraber, Kore-Çin birlikleri yolu kesmiş. Türk askeri şiddetli çatışmadan yeni çıkmış ve Amerikan askeri daha donanımlı. Ama gene de yolu açmaya Türk askerini öne sürüyorlar ve destek ateşi bile açmıyorlar. Buna benzer pek çok olay yaşanıyor.
Geri çekilme de uzun süre bir hat direnişi yok. Kuzeyin başkenti Pyonyang'dabile direniş olmuyor, hep geri çekilme ve bu geri çekilme boyunca Amerikalıların hayatı, Türk askerinin kanı ile korunuyor. Amerikalılar Türklere çoğunlukla o çok gelişmiş silahlarını bile vermiyorlar.
Tahsin Yazıcı bu gerçeği olur olmadık yerde araya soktuğu uzun duygusal metinler ve teknik bilgilerle saklamaya çalışıyor. Aniden birilerinin duygusal mektuplarını yayımlıyor ya da bir askerle duygusal diyaloğunu aktarıyor. Silahlar ve savaş taktikleri üzerine uzun uzun  tasvirler yapıyor. Hele Mao'nun gerilla taktiği üzerine yazdıkları küçük hacimli de olsa bir kitap eder.
Hani Çanakkale savaşı ile ilgili olarak bir anekdot anlatılır. Savaşta çok şehit vermemizin bir nedeni de, Goltz paşa başta olmak üzere Alman paşaların, sırf Almanya'yı batı (Fransa) cephesinde rahatlatmak için olmadık yere hücum ettirmesiymiş denir ya; işte aynısı Kore'de de olmuş.
kore savaşı ile ilgili görsel sonucu
Savaşta ateş desteği veya silah yardımında cimrilik eden Amerikalılar, propagandaya hiç cimrilik etmiyorlar. Ayla,  Merlin Moonro konserini göstermişti. Tahsin Yazıcı'da kurban bayramı için uçakla Avusturalya'dan koyun eti getirilmesini anlatıyor. O yıllarda Kore'de küçük baş hayvan hiç yok, keçi bile yok. Gene o dönemde Türkiye'de kurban olarak koç kesilir, zenginler 7-8 koç keserdi. Traktör henüz yaygınlaşmamıştı ve dana demek, traktör demekti. 1980'lerde ise nereden bilmiyorum, galiba Diyanet'ti, 7 ortağa kadar büyük baş alınabilir dendi.
Bitmeyen harp: Kore Savaşı
Kitaptan çıkan ikinci sonuç, Kore'ye giden Türk askerlerinin, gitmeden evvel ve gemide, çok sıkı bir ideolojik eğitimden geçtiği. Kore'de Türk esirlerin hiç birinin komünist propagandaya kanmaması  tek nedeni tesadüf veya Anadolu insanının özelliği değil.
Türk ordusunun en baştan ve çok önceden Kore'ye gönderilmesinin planlandığı ve bunun temel amacının da Demokrat Partinin siyasi yatırımı olduğu açık.
Öte yandan yardımcısı Albay Celal Dora ile ayrılıkları, Dora'nın görevden alınması ve farklı partilerden politikaya atılmaları ile sonuçlanmış. Yazıcı dönemin iktidar partisi Demokrat Partiden,  Celal Dora'da ana muhalefet partisi CHP'den uzun süre milletvekilliği yapmış. Daha doğrusu 27 Mayısa kadar. 27 Mayıs'tan sonra Yazıcı üç yıl hapis yatmış. Anladığım kadarı ile önce Celal Dora anılarını yazmış, sonra kendisi ona cevaben yazmış.
Kendisi görevinin sonlarına doğru milletvekili adaylığı almış ama kabul etmek için görev süresinin dolmasını beklemiş. Ben yazdıklarından daha Kore'ye gitmeden aday olduğunu düşündürdü.
Bence yeniden basılması gereken bir kitap.