Nuri Dersimi'nin anılarını okurken, ani bir aydınlanma anı yaşadım. 1915'de Dersim'de, Ali Boğazında gördüklerini anlatamayacağını söylüyordu. Neden anlatamıyordu? Kendisi gerçek bir Türk düşmanı ve Tükler aleyhine her şeyi ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu olayı anlatmama sebebi, olayın vahşetinden çok, olayın faillerinin Dersimliler olması. Atatürk'de Ermeni kırımı diyor. Osmanlı sıkı yönetim (Örfi İdare) ve Divan-ı Harp mahkemeleri 1500 kadar (yuvarlak hesap) vatandaş ve memurunu yargılayıp, cezalandırmış, Ermenilerin mallarını yağmalamaktan idam edilenler bile var. Meşhur, Boğazlıyan Kaymakamı Ali Kemal'de, yargılanıp (göç eden Ermenilerin mallarına el koymaktan), beraat ediyor ama savaştan sonra kurulan Nemrut Mustafa Paşa (Kürt Mustafa Paşa) mahkemesince idam ediliyor.
Burada başka bir gizeme ulaşıyoruz. İngilizler, Malta adasına doldurdukları 145 Türk devlet görevlisini (biri emir eri, çoğu asker ve politikacı) neden yargılamadıklardıır, zira oraya toplanma amaçları budur. Malta, tarihin ilk Nümberg mahkemesi olacaktı. Bu kadar kişinin, adaya getirilme sebebi Ermeni kıyımıdır. Planlanan şey, tarihin ilk savaş suçları mahkemesini kurmaktır. Ancak bir mahkeme yada soruşturma olmaz. Türklerin iddiasına göre İngilizler, delil bulamamıştır. Oysa İngilizler, zaten yargılanıp, suçsuz bulunmuş Ali Kemal, yeniden yargılanıp, idam edilmezdi. İngilizler, somut bir imha-infaz emri bulmasalar bile, sağ kalan kurbanların ifadeleri yeterli olabilirdi. Yahudi soykırımı (Holokost) öyle olmuştu. Naziler, sona yakın pek çok belgeyi, yapıyı, özel hatırayı, itina ile yok etmiş, sağ kalan kurbanların ifadeleri ile soruşturmalar yapılmıştı. İngilizlere göre Ankara hükumetinin (İngilizlerin deyimiyle Kemalistlerin) rehin aldığı İngiliz askerleri ve vatandaşları sebebi ile bu yargılamalar yapılmamıştı. Bu doğru olsa bile, İngilizler ön soruşturmalarını raporlarını kamuoyuna verebilir, bakın, vatandaşlarımız rehindi, yargılayamadık, diyebilirlerdi.
İngilizlerin yada müttefiklerin, asıl canını sıkan, tehcir ve katliamların hem karşılıklı, hem de kitlesel olmasıydı. İngiliz diplomarlarının dediği gibi, Ermeniler de sekiz yaşında kız çocuğu değildi. Osmanlı tökezledikten sonra, ilk Sırplar isyan edip, ilk Yunanlar bağımsızlık kazanmıştı. Ermeniler de (en azından bir bölümü) kendi paylarını istiyordu. İngiliz, Fransız ve Amerika başta olmak üzere batılı ülkelerin kolejleri ve misyoner okulları, orta doğuyu bir ağ gibi sarmıştı. Pek çok Ermeni, Ortodoksluğu bırakıp, Katolik ve Protestan olmuştu. 1915'de isyan çoktan başlamıştı ve silahlı Ermeni çeteler, isyana katılmak istemeyenler başta olmak üzere, katliamlara çoktan başlamıştı. Pek çok Ermeni toplumu, Ermenice'yi unutmuştu ama Türkleşemişyordu da. Ermeni kıyımı da aslında çoktan başlamıştı. Hatta 2. Abdülhamit'e, meşhur Kızıl Sultan lakabını Ermeniler takmıştı. Özellikle 21 Temmuz 1905 günü, cuma selamlığı sırasında tesadüfen (camiden çıkmadan evvel, imamın kendisini lafa tutmasından dolayı dışarı geç çıktığı için) sağ kurtulduğu suikastten sonraki günlerde o kadar çok Ermeni öldürüldü ki, kendisi yeter, yapmayın dedi. (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları'nda bahsediyor.) Aksini ispat gibi, Abdülhamir döneminde önemli bakan ve danışmanların pek çoğu da Ermeni'ydi. (Ermeni meselesi ve pek çok vahşi olayda pek çok aksini ispat (oksimoron) durum vardır. İngilizler bu ve benzeri pek çok işin içinde sıyrılamayacakalarını bildikleri için, Ermeni kıyımını yargılamak yerine, zamana yaymaya karar verdiler. Kıyımı katılan Hamidiye alayları başta olmak üzere Kürtleri, Arapları yada diğer Hristiyan unsurları, yer yer tehcire uğramayan Ermenilerin de yargılanması gerekecekti. Bu, İngilizlerin meşhur böl-yönet ilkesine aykırıydı. Bu yargılayacağı kitleler, daha sonra kendisi ile mütefik olmayabilirdi.
Kıyım-isyan fazlası ile karışıktı. Bu günkü Ermenistan, Rus çarlığındaki 1905 isyanından sonra, bölgedeki Azeri Türkleri (o zamanın tanımıyla Kafkasya Tatarları) katledip, Rusların desteği ile kurmuşlardı. 1990'da Sovyetler yıkılır yıkılmaz Ermenistan, komşusu Azerbaycan'a saldırdığında da 1915'i bahane etmişti. 1915'de Azerbaycan, Osmanlı'ya değil, Rusya'ya bağlıydı ve Azeriler, Osmanlı için Türk değil, Acem (İran-Fars) ulusunun bir parçasıydı. Osmanlı'da halklar, birbirine de düşmandı. Teknolojiyi kabul etmemeleriyle ünlü olan Amiş mezhebinin pek çok üyesi, bir zamanlar Osmanlı'ya yerleşmişti. Kars'ın gravyer peynirini ilk üretenler de Ruslar değil, anavatanları İsviçre olan bu toplumdu. Bu topluluk Yunan ve Ermenilerin kendilerine olan saldırıları yüzünden Amerika-Kanada ve Meksika'ya tekrar göç etmişti. Gene aksini ispat gibi, Ermeni kıyımı, Dersimlilerin daha sonra, özellikle Tertele dedikleri 1938'de yaşayacaklarına sebep olmuş, göç kafilelerini soyan dersimliler, eşkiya, haydut ve devletin sözünü dinleyemeyen Dersimliler imajına sebep olmuştu. Buna rağmen Dersimliler, kendi yerli Ermenilerini korumuşlar, Ovacık-Pülümür ilçe sınırındaki yasak bölgedeki bir yada bir kaç Ermeni köyü, 1938'e kadar varlığını sürdürdü. Hem Dersim'de, hem de ülkemizin coğrafyasında pek çok Ermeni, kendisini gizleyerek bu günlere geldi ve pek çoğu da halen gizleniyor.
Sonuçta İngilizler amacına ulaştı. Anadolu ve Osmanlı coğrafyasındaki haaydutlar, komşularının felaketinden fayda umanlar, tüm suçu önce Türklere, sonra İttihat ve Terakki'ye yükledi. Şimdilerde de tek bir kişiye, Talat Paşa'ya yüklenmek isteniyor. Paşa, kolay hedef, en başta İttihatçıların üç başından (Enver ve Cemal ile beraber) en sevilmeyeni; doğum yeri sebebiyle Pomak, esmerliği sebebi ile Roman olduğu iddiası var (Nüfus kayıtlarına göre Türk). Bektaşi tarikatı ve Mason locası üyesi, sıradan bir posta çalışanıyken, ülkenşn en güçlü adamlarından ve İttihat iktidarının baskılarının simgesi oluyor, görevdeyken de pek seveni yok. Neyzen Teyfik, hakkındaki şu dörtlüğü yazıyor:
Fırka, parti diye halkın boğazından sıkarak
Milletin on senedir olmuş idi mengenesi
Kazdığı cah-ı belaya yine kendi düştü
Örsünü, kıskacını (...) tiğimin çingenesi
Talat Paşa'nın başka bir özellliği de infaz edilmesi, Paşa'yi düpedüz infaz etmişler. Katili, Soğomın Tehliryan, iki günlük bir yargıalandan sonra, Türk tarafının tanıkları bile dinlenmeden, tehcir travması bahanesi ile beraat etmiş. Muhtemelen infazı, Berlin'deki Türkler hariç, herkes biliyordu. Bütün bunlar olurken, Adolf Hitler, siyasete yeni atılıyordu. Bunu gören Hitler'in, Yahudiler',i katletmeye hazırlanırken, Ermeniler'e yapılanları kim hatırlıyor demiş olma ihtimali var mı? (New York'daki Ermeni Soykırımı müzesinin kapısında yazıyormuş.
Son olarak, Ermeni kıyımı konusunda, o dönem Osmanlı devletini para yardımı ile yöneten Alman imparatorluğunun, Çanakkale, Kut-ul Amara gibi zaferleri sahiplenirken, Ermeni kıyımı konusunda susması da ayrı bir konu. Bu büyük (ve başarısız) operasyonun Almanlara danışılmadan yapılması, olası mıydı? Almanlar, Kafkasya yakınlarında, Ruslar'a yakın, Ortodoks bir topluluğu, Araplar arasında bir Hristiyan topluluğa dönüştürme çabası da ihtimaller arasında değil miydi? Toplama kampı ve tehcir uygulamalarını icad eden de İngilzler'di. İlk defa 1899-1902 yıllarında yaşanan 2. Boer savaşında (İngilzlerin en çok can kaybettiği 3-4 savaştan biridir), Hollanda kökenli Boer çiftçilerine karşı yaptılar. Naziler, Japonlar ve hatta Ruslar, pek çok vahşi uygulamayı, İngilzlerden öğrenmişti.
Son olarak, yazıyı bitirdiğim gün 2 Temmuz, Sivas katliamının yıl dönümü. Bu yazıyı da insanlık tarihinde katledilen tüm masumlara adıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder