
Tarih, belgeleri okuma kadar, yorum bilimidir de. Tarihin belli dönüm noktalarını nasıl yorumladığınız da önemlidir. Tarihin belli döneminde, herşeyi değiştiren büyük olaylar vardır ve pek çoğu da askeri zaferlerdir. Bunların en büyüklerinden biri de şüphesiz, Makedonya kralı Büyük İskenderin, antik İran (Pers) imparatorluğunu altı yılda, üç meydan savaşı ile yıkıp, sekiz yılda tamamen işgal etmesi, Levant (Orta Doğu) bölgesinde Helenistlik dönemi başlatmasıdır. Bu dönemi, Roma imparatorluğu ile bitirilirse , yaklaşık üç yüz yıl, Arap egemenliği ve İslam'ın yükselişi ile bitirilirse bin yıl kadar sürmüştür. Çünkü Roma ve Doğu Roma imparatorluğu döneminde de etkin kültürel güç, Yunanlılardı. Hatta Doğu Roma imparatorluğunun resmi dili, imparator Herakleios (610-641) döneminde ülkenin resmi dili Yunanca oldu. Yunan kültür egemenliği, Mısır ve Arap yarım adasında halife Ömer'in fetihleri, İran'da Arşaklı (Part) hanedanlığının, Helenistlik Selevkos imparatorluğu ile yüz yıldan uzun süren mücadelesi ile bitti. Hatta Arşaklı döneminde bazı Yunan şehir devletlerinin kısmi bağımsızlığı, Sasani hanedanlığı ile bitmişti.
Yunan egemenliği, bölgenin yazılı kültürünü tamamen bitirdi. O çağlarda, orta çağlarda ve hatta sanayileşmenin başlarında bile yazı, nüfusun çok az zenginin, kaymak tabakasının, katiplerin ve saray çalışanlarının işiydi. Bu elitlerde artık Yunanlıydı ve bin yıla yakın bir süre öyle kalacaktı. Mısır'ın son Firavun sülalesi Plotemai'ler hanedanlığında, üç yüz yıl boyunca Mısır'ın yerli dili Kıptice'yi öğrenen tek bireyi, son firavunu Kleopatra oldu. Sorun sadece elit sınıfın millet değiştirmedi değildi. İskender'in fetihleri ve erken ölümü sonrası generallerinin taht kavgaları ve toprak savaşları ile yok olan kültürdü. Bu yıkım, Yunanlıların Persepolis adını verdiği Farsis saray kompleksinin yıkımıyla başladı. İskender'i ikna eden kadın fahişe değil, saraydaki cariyelerden biriydi. İskender'i ve Yunanlıları, bir şehir büyüklüğünde olan bu yapıyı yıkan iki temel güdü, yüz elli yıl kadar önce Atina'ya kadar gelen ve neredeyse tüm Yunan şehirlerini egemenliği altına almış yada yağmalamış İran'a karşı nefret ve saray duvarları ardındaki devasa servetti. Düşünün ki bin yıl sonra, başka bir İran devleti olan Sasani sarayı, halife Ömer orduları tarafından fethedildiğinde, deve yükü ile elmas çıktığı efsanesi anlatılır. Deve yüküyle elmasın varlığı efsane olabilir ama böyle bir efsanenin varlığı bile, nasıl bir zenginlik olduğunu bize gösterir. İskender, bu saraylardaki zenginlikleri taşımak için Babil'den kırk bin katır getirtmiş. İki yüz yıldan fazla bir süre, dünya nüfusunun yüzde otuz ile kırkı kadar insanı egemenliği altına almış yada yağmalamış devasa imparatorluğun servetinin bir kısmıydı bu. Ektebana'daki kışlık, Susa'daki yazlık saray ve daha nice hanedan ve kamu binaları yağmalandı. Bu yağma, İskender'in ölümünden sonra da devam etti. İskender'in çocuğu yada çocuklarının yaşlarının küçük olması bir yana, İskender her ne kadar fethettiği ülkelerin insanlarınca, tanrısallaştırılmış olsa da (hatta Kuran'da adı geçen Zülkarneyn'in aslında İskender olduğu söylenir), Yunanlılarca, Makedon olduğu için sevilmiyordu. Sonradan İskender'in annesi ve diğer akrabaları da öldürülecekti. Bu kavga ve savaşlarda, Levant uluslarının üç bin yıllık yazılı gemişi yok olacak yada yanacaktı. Bölge uzun zamandır haberleşmede, papirüs kağıdı kullanıyordu. Serhas, Yunanistan'a sefer yaparken, tonlarca kağıtta (Papirüs) istiflemişti, haberleşme için. Devrin teknolojisiyle papirüs üretimi zor olduğu için, üzeri silinip, tekrar tekrar kullanılabiliyordu. Kağıt yanıcı ve çürümesi kolay bir maddedir, bu yüzden eski çağlardan bu günlere kağıt belgeden çok, yaş ve pişmiş tuğladan yazıtlar kaldı. Onların da çok azı kaldı. Yunanlıların bilmediği ve keşfetmediği Ninova sarayı ve Hattuşa, bunların başlıacalarıdır. Hitit kralı Hattuşili'nin Babil'i yağmalaması sonucu binlerce Akadca (1. Babil) ve Sümerce tablet, Hattuşa'ya taşındı. Sümerler, Anadolu'da yada Türkiye cumhuriyeti sınırları içerisinde hiç yaşamadı, ticaret bile yapmadı ama bu yağma yüzünden dünyadaki Sümerce tabletlerin üçte biri Türkiye'de.
İskender'in erken yaşta ölümünden sonra toprakları paylaşan generallerinin, ülke yönetimi tecrübesi yoktu. Pek çoğu İskenderin babası-dedesi yaşındaydı ve İskender'in babası Filip'e de hizmet etmişti. Tecrübeleri sadece askeri birlikler yönetip, savaşlarda çarpışmışlardı. Valilik bile yapmamışlardı. Yerel halkları da tanımıyor ve sevmiyorlardı. Dev gibi imparatorluğu, çok kolay yıktıkları için, yerel halkların kültürünü de küçümsüyorlardı. Çoğu İskender'in zoruyla evlendikleri yerel eşlerini boşadı ve yüz yıllarca yerli halkla çok az karşıştı. Yerli halkın tanrılarına ve kültürlerine saygı duymadı. Mısır haricinde (orada Plotemai hanedanlığı konumunu sağlamlaştırmak için kendilerini firavun ilan etmişti) Yunan tanrıları dayatıldı. Yunan tanrıları, andtromoporfik, yani insan biçimli tanrılar olmakla birlikte, fazları ile düşkündüler. Kız kaçırıyor, kovalıyor, entirka çeviriyor, hırsızılık falan yapıyorlardı. Tanrılar tanrısı Zeus, karısının verdiği sıçan otlu şarap yüzünden on gün boyunca uyuyor, o uyurken de Yunanlılar, Truva'yı işgal ediyordu. Ardından ölünce tanrı ilan edilen Roma imparatorları geldi. Bunun sonucu olarak bölgede Yahudilik yayıldı, Yahudiler, aslında o kadar kalabalık değildi. Yahudi olduklarında, tanrıların tapınak ve sunaklarına adak adamaları gerekmiyordu. Yahudilik, Roma imparatorluğuna karşı isyanların da merkezi oldu. Avrupa'da ve Hrisitiyanlarda Yahudi nefretinin kökeni, Roma imparatorluğundaki Yahudi nefretiydi. Gerçekte ise Hristiyanlık ve İslam, Yahudiliğin mezhepleriydi. Aralrındaki kavga da karedeş kavgasıydı.
Avrupa, Rönesans'la beraber, kültürünün kökleri olran Roma-Yunan köklerine geri döndü. Doğunun ise tüm yığılımı ve birikimi, İskender'in fetihleri ile yok oldu. Bu yok oluşa, Arap fetihleri ve Arapların, kendilerinden önceki kültürleri putperest ve ateşperest diye aşağılaması eklendi. Hristiyanlık ve İslam bir olup, Yunan felsefesini tamamen yok olmaktan, Süryani rahipler sayesinde kurtuldu. Doğu ile tarihsel köklerini kaybettiği için, kendi Rönesasnsını yapma çabaları hep eksik kaldı. Türkler de Müslüman olunca, Sibirya-Orta Asya kültürlerini büyük ölçüde kaybetti. Cumhuriyetle beraber, tekrar Orta Asya köklerini, Orhun kitabelerinden, Divan-ı Lügat-ı Türk'ten, Radlof ve Aralof gibi Sibirya'yı gezmiş antropologlarda aradı. Orta Doğu kültürlerinin köklerini bulmaları Rosetta taşının keşfi ve 18-19. yüz yıllar boyunca arkeolojik keşiflerle başladı. Yeni keşiflerle de devam ediliyor. Bir kaç yıl öncesine kadar ilk okul ders kitaplarında bile kedilerin, ilk defa Mısır'da keşfedildiği yazıyordu. DNA analizlerinden anlaşıldı ki, önce Anadolu'da evcilleştirilmiş, sonra Kıbrıs adasına, adadan da Mısır'a gitmiş. Çatalhöyük'te bulunan karbonlaşmış bir ekmek kalıntısı, hem ilk ekmek üretimin merkezinin Mısır değil, Anadolu olduğunu gösterdi, hem de ilk ekmek üretiminin tarihini, beş bin beş yüz yıl gibi astronomik (En eski Sümer tableti o kadar eski değil) bir miktarda geriye çekti. Her yeni buluntu, bildiklerimizi değiştiriyor.

Yaklaşık sekiz yıl önce, Dedem Korkut Hikayelerini okuduğumda, gerçeği keşfetmiştim. Alevilik, aslında Türkler'in İslam öncesi inanışlarının, Şii İslam boyası, boyanmış haliydi. Ahmet Bican Yazıcıoğlu'nun Dürr-i Mekrun kitabını okuyunca (Pir Sultan Abdal, bir deyişinde, Dürr-i Mekrun'u oku, der.), bu görüşümü sağlamlaştırdı. Bu inanç, Kürtler ve diğer milletler arasında yayılmıştı. Blogumu okuyan bazı tanıdıklarda bana Tenrici diye takılıyordu. Gudea Silindirlerini okuduktan sonra, bu görüşüm sarsıldı. Alevilikteki 12 hizmet, dört bin yıldan uzun bir süre önce, M.Ö.2125 yılında, 1. Babil, yani Akad kültüründe varmış. Demek ki tek bilmemiz gereken, hiç bir şey bilmediğimizmiş. Yezidiler, Sabiler, Süryaniler ve diğer topluluklarda olmayan 12 Hizmet, nasıl Alevilike buluştu, çok ilginç bir durum.
Muazzez İlmiye Çığ gibi ilk çağ kültürlerini anlatan yazarlara daha çok ihtiyacımız var. Kendimizi anlamak için, köklerimizi anlamalıyız. Kendi Rönesasnsımız için, kendi köklerimizi incelemeliyiz.
Ek olarak: İskender'in bu fetihleri, diğer Avrupalı fatihlere de ilham oldu. Sezar'da Galya'yı, görece çok az askeriyle, beş yılda fethetti. Benzer şekilde Asya'yı fethetmek için İran üzerine sefer hazırlıkları yapmak üzereyken, suikasta uğradı. Daha sonra bunu yapmak isteyen Roma imparatorları hezimete uğradı. Biri ağzına erimiş, sıcak altınla öldü, bir başkası İran şahına köle oldu. Doğu Roma imparatoru Roma Diyojen, kendinden o kadar emindi ki, Selçuklu Sultanı Alparslan'a, barış ancak Rey (Tahran yakınlarında artık harabeleri kalmış bir şehir) şehrinde olur derken, İskender gibi bir zafer düşlüyordu. Malazgirt'te yenilince, benzer bir toprak kaybını, Doğu Roma yaşadı. Napolyon bile Mısır'ı kolayca fethettikten sonra, savaşa savaşa Hindistan'a gitmeyi düşledi. Akka'da yenilmeseydim, tüm Asya benimdi falan dedi.