Öğretmenlik kariyerim ne yazık ki başarısızlıklarla, yenilgilerle dolu. Bu yenilgilerimin pek çok sebebi var ama yıllar içinde anladım ki, ilk yıllarda notu bol bir öğretmen olmakla hata yapmışım. Ben iki defa üst üste (şimdiki hesapla 8 ve 9 oluyor, orta son ve lise bir) sınıfta kalmış biri olarak, not zorbalığını çok yaşamıştım. O yıllarda Dikmen lisesinde öğretmenlerin neredeyse tamamı, ilk derste ne kadar kıt not verdiklerini, öğretmenler kurulunda nasıl öğrenci aleyhine tavır aldıklarını falan anlatırdı. Babam da bana bol not vermemi öğütledi. Kırıkkale Atatürk Sağlık Meslek lisesinden ayrılmak zorunda kalana kadar böyle yaptım. Zorunda kaldım çünkü iki kere mahkemelik olmuştum ve okulun yeni müdürü, tayin isteemzsem, benim için müfettiş isteyeceğini söyledi. Ben de mecburen tayin isteyip, Gazi Endüstüri Meslek lisesine gittim. O sene Anadolu lisesi öğretmenliğini kazandığım için, iki ay kadar sonra, daha ilk sınavları yapmadan, Yıldırım Beyazıt Anadolu lisesine tayin oldum. Orada ilk dönem notu bol bir öğretmen oldum. Öğrenci zorbalığından bunalınca, ikinci dönem dört tane son sınıf öğrencisi, yazılılarının ortalaması 50'nin altında olunca, sözlü, yani performasla desteklemedim ve dersten kalamalarını sağladım. Birisi okul birinciliğinden, takdirden ve şeref listesine girmekten oldu, biri de teşekkürü kaçırdı. Ertesi sene de alan değişikliği ile hemen yanındaki anadolu öğretmen lisesine, öğretmenlik dersi öğretmeni oldum ve ben asla eskisi kadar notu bol olan öğretmen olmadım. Not silahımı kullanmam gerektiğni anlamadım. Tam anlamamışım ki, Hasanoğlan'dan soruşturmalar sonucu sürüldüm. Zaten Anadolu Öğretmen Liseleri, tasfiye sürecindeydi. Mevcut son sınıflara bile öğretmenlik için ek puan verilmiyordu. Ben de eskisi kadar değilse bile bol notluydum.
Ben Yıldırım Beyazıt lisesindeyken, Atatürk sağlık meslek öğrencileri, derslere benim girmem için imza toplayıp, müdüre gitmiş. Zira benim yerime gelen öğretmen arkadaş, 24'ü, 25 yapıp, öğrencinin sıfırını, bir yapmamış. Müdür, son sınıflar için mantık dersi seçmiş (normalde meslek liselerinde bu yapılmaz.), mantık dersinden de kalınmış. Öğrencilerin isyanı ertesi sene, üstelik sene başında da sürmüş, bu seferde edebiyat öğretmeni Mustafa hocanın dersinde olay çıkarmışlar. Ulan madem Sinan hocayı o kadar seviyordunuz, oaradayken niye olay çıkardınız. Hadi olaylar benim suçum, verdiğim o bol notlara hürmeten, bir 24 Kasım'da çiçek falan alaydınız. Notu kıt, ders saati fazla meslek hocalarına alıyordunuz o güzel hediyeleri. ( O yıllarda sağlık meslekler, şimdikinden iyiydi. Mezun olunca anestezi teknisyeni, hemşire falan olup, memur atanıyor, atanmıyorsanız da özelde gayet iyi maaşlı bir işe giriyordunuz.)
Özet olarak, elinizde bir güç varsa kullanacaksınız, sadece kullanmakla tehdit etmeyeceksiniz, gerçekten kullanacaksınız. Bunu kullanmak için de sabır taşınız ne kadar hızlı dolarsa, o kadar iyi olur. Acıya, zulme uzun süre tahammül etmek, hiç de iyi bir şey değildir. Zulme, ne kadar çok tahammül ederseniz, o kadar çok sömürülür, istismar edilir ve canı acıtılıtsınız.
Girizgahı bu kadar uzattıktan sonra, konuya gireyim. İktidardan memnun değilse, başka bir partiye, hatta bambaşka bir partiye ve dahası sakın oy verme denilen partiye oy vereceksin. Oy verdiğin partinin genel başkanını baba, partiyi de baba evi bilsen bile, arada bir akıllansın diye bambaşka bir partiye oy vereceksin. Ben kendi hesabıma, düşündüğünüz kadar koyu CHP'li değilm. Başka partilere de oy verdim. E n fazla Kılıçdaroğlu'na tahammül ettim, onun partiyi iktidar yapacağına inandım. Bunun sebebi büyük ölçüde benim de, onun gibi Alevi ve Kürt olmamen ; üstetik bu yüzden hayatım boyunca çok zorbalanmamdı. (Özellikle üniversite de ve Yenişarbademli'de.)
Halkın iktidar değişikliğine yanaşmamasını sağlamanın en iyi yolu kutuplaşmadır. Karşı tarafın öcüleşmesi, üçüncü yolun imkansızlığıdır. Bu zinciri kırmanın yolu, karşı kampa yada üçüncü yola inatla oy vermek, icabında her an, her partiye oy vermeye hazır olmaktır. Zülfü Livaneli, batılıların her seçimde başka partiye oy vermekle, doğuluların da her seçimde aynı partiye oy vermekle övündüklerini söyler. Türkiye'de kitleler, yıllardan beri sola oy vermemekle yada CHP'ye oy vermemekle övünür. Türkiye'de yıllardır iktidar değişse de, ana muhalefet partisi CHP'dir. Tarikatlar, liberaller vesaire, yitip giden bir sağ parti yerine, yeni bir sağ parti yetiştirip, iktidar yaparlar. Zenginlerin siyaset sloganı, benim için hiç bir şeyin değişmemesi için, her şeyin değişmesidir. Bu sloganı 1963 yapımı bir İtalyan filmi olan Leopar (Le Guepard) filminden aldım. Filmde Sicilyalı bir aristokrat, İtalya'nın birleşme süreci ve bu süreçte bir derebeyinin (aristokrat yada senyör), yükselen burjuva sınıfı karşsında konumunu koruma çabasını anlatır. Demokrasileri krize sokan otokratların da ilkesi, bir kişi (yada parti) değişmesin diye, her şeyin değişmesi ve bunun sık sık yapılmasıdır. Özellikle Latin Amerika diktatörlüklerinin en belirgin özelliği, sık sık değişen anayasalarla, çoğu darbeci general olan devlet başkanlarının görev sürelerinin uzatılmasıdır. Değişiklik, her zaman iyidir. Hiç bir kriz iktidar değişikliği olmadan, gerçek anlamda çözülemez.
Buna yakın tarihten ve yakından örnek, komşumuz Yunanistan'dır. Ülke en derin krizinde, seçebileceği en aykırı parti olan Syriza'yı tek başına iktidar yaptı. Partinin başkanı Aleksis Çipras, Ateist olduğunu ilan edip, İncil üzerine yemin etmedi. Yunanistan gibi bir din devletinde olmayacak bir şeydi. Polonya, Avrupa birliğinin İran'ı, Yunanistan'da Suudi Arabistan'ı gibidir. Askeri araçlar, yeni yapılan binalar, papazlar, kardinaller kutsamadan kullanılmaz. Buna rağmen Çipraz ve Syriza'yi bir kaç seçim arka arkaya seçti. Kriz biraz geçer gibi olunca, Makedonya devleti, Üsküp Cumhuriyeti olmayıp, Kuzey Makedonya olunca, iktidardan indirildi.
Komedyen Ken Dodd'un dediği gibi, politikacılar, bebek bezi gibidir, sık sık değiştirlmelidir.