Bu blogda daha önceki bir yazımda Aleviliğin kökenleri ile ilgili iddiamı tekrar etmiştim. ( http://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/dedem-korkut-ve-alevilik.html) Bence Alevilik, aslında Türklerin İslam öncesi inançlarının üzerine İslam boyası vurulmuş halidir. Bunu Dedem Korkut'u okuyunca bile anlarsınız. Dedem Korkut saz (kopuz) çalıyor, adalet dağıtıyor, sürekli ona danışılıyor, gereğinde Oğuz beylerine ağzının payını veriyor. Çocuk bir kahramanlık yaptığında da ismini vermek Dedem Korkut'a düşüyor.
Türkler ile ilişkiler sonucu Kürt, Zaza, Roman, Pomak, Arnavut ve benzeri toplumlarda da yayılmıştır.
Sonuçta Pir Sultan Abdal gibi Alevi dedeleri, aslında Dedem Korkut'un torunlarıdır. Bu anlamda Aleviliğe ait bazı kişilerin aslında kim olduğu üzerine fikirlerimi söyleyeceğim.
SARIKIZ: Sarıkız, Ege, daha ziyade Kaz dağları Alevilerine ait mitolojik kişiliktir. Efsaneye göre de Hazreti Ali'nin kayıp kızıdır. Oysa Halife Ali, bir Arap olarak esmerdir ve bilinen sarışın bir kızı yoktur.
Sarıkız olsa olsa Umay ya da Ayzıt diye bilinen Sibirya-Eski Türk kadın varlığıdır. Zira bu kadın pek çok efsanede genelde sarışın olarak betimlenir.
Ayzıt ya da Umay'ın kaz çobanı Sarıkız'a dönmesi mümkün mü sorusuna şöyle bir yanıtım olacak. Efsanelerin nasıl şekil değiştirdiğini Isparta'da yaşadığım yıllarda üç kere şahit oldum.
İlki üniversitede öğrendiğim güzel bir hikayeydi. Eğirdir Su Ürünleri Mühendisliğini yarım bırakmış ve sonra Sosyolojiye gelmiş bir arkadaş anlatmıştı. Genç bir adam, yetmişli yıllarda Eğirdir belediye başkanının kızına aşık olmuş, kızla ayrılınca da delirmiş. Belediye başkanı da eğer Eğirdir gölünü taşla doldurursan, sana kızımı veririm demiş.
İşin ilginç yanı hiçbir Eğirdirli bu hikayeyi bilmiyordu. Oysa böyle küçük yerlerde, böyle hikayelerin iyice dallanıp, budaklanması lazımdı.
Sonra olayın aslını, Isparta'da öğretmenlik yaptığım zamanlar öğrendim. İlçede, su ürünleri fakültesi civarında yaşayan ve göle taş atıp duran biri varmış ama bu adam aileden zeka özürlü biriymiş ve öyle belediye başkanının kızı ile aşk yaşaması gibi bir durum da yokmuş. Bu aşk hikayesi de muhtemelen öğrencilerden birinin uydurmasıymış.
Diğer bir öğrendiğim efsane de Balıkesir'de, o zamanlar Ordudonatım okulu olan birliğimde duymuştum. Askerin biri, bir kadın subaya selam vermemiş. Kaıdn subay sebebini sorduğunda:
-Ben karıya selam vermem diye kabadayıca selam vermiş. Kadın subay da eliyle apış arasını göstererek burayı değil demiş, ardından omuzundaki rütbe işaretlerini göstererek, buraya selam vereceksin demiş ve askere kuvvetli bir tokat atmış. Sekiz aylık askerliğimde belki sekiz yüz kere dinledim bu hikayeyi. En az otuz civarı uzun dönem asker de buna bizzat şahit olduğunu söyledi.
Askerden dönüşte olayın aslını öğrendim. Balıkesir Ordonatımda benden on sene önce, gene kısa dönem olarak askerliğini yapmış bir arkadaştan öğrendim. İki asker, bir kadın subaya selam vermeden geçiyorlar. Kadın subay da bunu erkek subaylara şikayet ediyor. Olayın olduğu yer, tümen karargahı. Karargahtaki erkek subaylar, erleri bir araya topluyorlar ve biri çıkıp, ben karıya selam vermem diyor.
Sonra o asker hem subaylardan çok fena dayak yiyor, sonra mahkeme ve hapis. O dillere düşen oraya değil, buraya selam lafı da muhtemelen erkek subaylar tarafından söyleniyor. Öykü değişerek bu halini alıyor.
Üçüncü değişen efsane ise, Isparta'da duyduğum ama Isparta ile pek alakalı olmayan bir olay. Said-İ Nursi hapis yattığı zamanlardan birinde, gardiyanları ayarlayıp, cuma namazına dışarı gidiyormuş. Bir cuma da gittiği camiye cezaevinin savcısı da gelmiş. Onu görünce de hapishanede pek çok kişi görevden alınmış, görev yeri değiştirilmiş,
Olay daha sonra Nurcuların dilinde doğa üstü bir mucizeye ve savcının da nur talebesi olması masalına dönüşmüş. Bu öyküyü de bana anlatmadılar. Çalıştığım imam hatip lisesinde, diğer arkadaşlar konuşurken dinlemiştim bu konuyu.
Görüldüğü gibi ayzıt ya da umay'ın sarı kız olması mümkündür ve bence de Sarı kız, Umay'dır.
Hatta daha ileri giderek Anadolu da Çarşamba karısı ya da al karısı denen cinin ve Japon çocukların fasulye attıkları cinin de aynı kökenden geldiğini iddia edebilirim.,
Bundan sonra Boz Atlı Hızır ve Alevilerin Alisi hakkında yazı yazacağım.
Sonra o asker hem subaylardan çok fena dayak yiyor, sonra mahkeme ve hapis. O dillere düşen oraya değil, buraya selam lafı da muhtemelen erkek subaylar tarafından söyleniyor. Öykü değişerek bu halini alıyor.
Üçüncü değişen efsane ise, Isparta'da duyduğum ama Isparta ile pek alakalı olmayan bir olay. Said-İ Nursi hapis yattığı zamanlardan birinde, gardiyanları ayarlayıp, cuma namazına dışarı gidiyormuş. Bir cuma da gittiği camiye cezaevinin savcısı da gelmiş. Onu görünce de hapishanede pek çok kişi görevden alınmış, görev yeri değiştirilmiş,
Olay daha sonra Nurcuların dilinde doğa üstü bir mucizeye ve savcının da nur talebesi olması masalına dönüşmüş. Bu öyküyü de bana anlatmadılar. Çalıştığım imam hatip lisesinde, diğer arkadaşlar konuşurken dinlemiştim bu konuyu.
Görüldüğü gibi ayzıt ya da umay'ın sarı kız olması mümkündür ve bence de Sarı kız, Umay'dır.
Hatta daha ileri giderek Anadolu da Çarşamba karısı ya da al karısı denen cinin ve Japon çocukların fasulye attıkları cinin de aynı kökenden geldiğini iddia edebilirim.,
Bundan sonra Boz Atlı Hızır ve Alevilerin Alisi hakkında yazı yazacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder