27 Şubat 2020 Perşembe

TUZLU SU-İMAR AFFI

Tuzlu Su İmar Affı
Gelecek korkunç depremleri, Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı Pazartesi romanın okur gibi beklemekteyiz.
Bu romanda olacaklar önceden bellidir ve okur bazı insanların bu olacakları engelleme, bazılarınınsa seyretme eylemini okur.  Roman 19.yy Kolombiyasında , küçük bir köyde geçer. O yüzyılın Kolombiyası, Anadolu gibi bakireliğe önem vermektedir ve gerdekte kız çıkmayan gelin, baba evine gönderilir. Burada bir fark var ki, aile bakire çıkmayan kızlarını değil, onu kızken kandıran toprak beyinin oğlunu öldürecektir. Beyin oğlu evinde uyumaktadır. Sabit telefonun da olmadığı çağda, evde kapı altına bir pusula (kısa not yazılı küçük kağıt) atılır. Bütün köy oğlanın öldürülmemesi için uğraşır, hatta belediye başkanı (Bizdeki muhtar diyebiliriz. Orada büyüklüğü ne olursa olsun yerel yönetici belediye başkanıdır.) bile araya girer ama delikanlı kaçınılmaz olarak ölecektir.
kırmızı pazartesi ile ilgili görsel sonucu
Sonra öykü geriye döner. Zengin oğlan ile fakir kız aşkını okuruz. Kıza, o oğlandan hayır gelmeyeceğini söylerler ama kız, oğlana kapılır. Kız, oğlanı evlenmeye ikna etmeye çalışır ama bu bir masal değildir. Sonra başarısız düğünden sonra kız, kocası ile barışmak ister, yıllarca ona mektup yazar lakin kız çıkmamış geline kimse dönmeyecektir.
Bütün bunların kaçınılmaz olmasına rağmen insanların olayları değiştirme çabası, bu kısa romanı okunur yapar.
Bu kadar çürük bina ve plansız şehirleşme ile deprem felaketini önleme çabamız aynen buna benziyor.
Şu an dende ki 5 sene sonra ağustosun beşinde, saat beş buçukta İstanbul'da deprem olacak, bunu da biliyoruz; gene de felaketi engelleyemeyiz. Aklı başında bir bireyin yapması gereken bir şekilde İstanbul dışına taşınıp, felaketi azaltmaya çalışmak.
Pek çok kişi deprem ile ilgili konuşsa da unutulan başka bir şey var; Kaçak yapılar ve imar afları.
Önce en başta imarlı-planlı yapılarımızın da çok sağlam olmadığı gerçeğini bir kenara koyalım.
İmarsız, kaçak, imar affı ile kurtulmuş binalar ise esas tehlike. Son imar affı olmak üzere bu afları pek çok kişi önceden haber aldı ve derme-çatma yapılarına ruhsat aldı.
Devlet bundan büyük bir gelir elde ettiyse de, daha büyüğünü de götürecek.
Bu tıpkı tuzlu su içmenin daha çok su kaybına sebep olması gibi. Dünya yüzeyinin üçte ikisinden fazlası sudan oluşsa bile, kaliteli içme suyu çok az.
Vergi afları, vergi ödeme alışkanlığını aksatacağı için tuzlu sudur.
İmar afları ise yaratacağı yıkımlar yüzünden devlete kazandırdığından daha çok kaybettirebilir.
İmar affı derken aklınıza tek katlı gecekondular deryası mahalleleri falan anlamayın. Ankara'nın Demetevler semti on ve daha fazla katlı kaçak binalarla dolu. Daha fazla kata imar izni verilmediğinden, kentsel dönüşüm için müteahhitler de uğramıyor. Zira fazladan ev yapılacak ki, para kazanılsın. Bölgede belki de elli-altmış bin ve daha fazla insan yaşıyor.
istanbul depremi ile ilgili görsel sonucu
Demetevler en çarpıcı ve en korkunç örnek. Ankara'da ve Türkiye'de nice örnekler var.
Ankara birinci dereceden deprem bölgesi değil, demeyin. Yanı başında Kaman-Keskin fayı var ki, 1938'de şiddetli bir depremi Ankara'yı ve böyle çürük binaları yıkabilir.
Manisa'da daha bir kaç gün önce 5.2'lik deprem yıkıma ve ölüme sebep oldu.
Oysa sağcıların geri kalmış diye örnek gösterdiği Küba 7.7'lik depremde hiç yıkım yaşamadığı gibi, hayatta hiç aksamaya uğramadı. (Japonya gibi örnekleri saymıyorum bile)
Turgut Özal'dan beri hemen her iktidar, özellikle seçim öncesinde imar affı çıkardı. Öyle ki İstanbul, çatısında beton demirleri açıkta, olası bir imar affında kat çıkmak için fırsat bilen sahipleri ile dolu yapılar adım başı. Hatta bu yüzden her katı farklı (bir kat gazbeton, bir kat biriket, bir kat tuğla vs) binaları görmek bile çok olağan.
Üstelik bu kaçak yapılar, köylerde ve yaylalarda da yaygın. Yok yayla evi, yok göl manzaralı diye fahiş fiyata satılıyor. Deprem başta olmak üzere afetlerde ise küçük yerleşim birimleri, hem arama- kurtarma, hem yaşamsal (yiyecek, çadır vs) yardım, hem de sonrasındaki yeniden inşa sürecinde en son yardım alıyor
Ülkemizin beşik gibi sallandığı şu günlerde, en azından okuyan olur diye bunları yazmak istedim. Devlet yetkililerinden umudum yok. Onlar artık vergilerimize ne oldu sorusunu bile küfür sanacak kadar kibirli.
Halk nasılsa, devlette ona benziyor. 1999 depreminin simge ismi Veli Göçer, hapis cezasını çektikten sonra Yalova'ya da yeniden emlak bürosun kurmuş Şaşırtıcı olan halen müşteri bulabilmesi.
Ben ise belki bir kaç kişiyi bu konuda uyandırabilirim diye yazıyorum.
veli göçer ile ilgili görsel sonucu

3 Şubat 2020 Pazartesi

HASAN TAHSİN'İN ÇİĞNENEN ONURU


15Hasan Tahsinin Çiğnenen Onuru Mayıs 1919'da Yunan birlikleri İzmir'e gösterişli bir törenle girdi. Bu gösterişi bozan bir kişi vardı. Tabancası ile sancak taşıyan eri ve bir kaç kişiyi öldüren, sonrasında da Yunan erleri İzmir'in yerli Rum halkı tarafından linç edilerek öldürülen gazeteci Hasan Tahsin.
Hasan Tahsin'den önce de düşmanlarla çatışma olmuştu şüphesiz. Sonuçta Anadolu halkı  buna tepkisiz kalamazdı Aslında hiçbir halk tepkisiz kalamazdı. 
Lakin Hasan Tahsin gibi cesurane bir tepkiyi de pek az kimse vermiştir ve hatta Kurtuluş Savaşında bile tektir.
Fransız General D'Esperey, beyaz bir at üzerinde, İstanbul Beyoğlu'nda gösterişli törenler yapmıştır, acaba bir Hasan Tahsin daha çıkacak mı diye. Yunanlılar da işgal ettikleri şehirlerde benzer törenlerle girişlere devam etmişlerdir, bir Hasan Tahsin daha çıkmamıştır.
Hasan Tahsin, bir intihar komandosu değildi. İntihar komandosu anında ölür ve acı çekmez. Bulunduğu konumun etrafındaki bir avuç insanı hedef alır ve cürmü kadar yer yakar. Düşmanla bire bir dövüşme cesareti yoktur onda.
beyoğlu işgal kuvvetleri ile ilgili görsel sonucu
Hasan Tahsin'in amacı bir parlayıp, bir sönen direniş parçaları yerin, büyük bir toplumsal infial (uyanış) yaratmaktı. Kendisi de bunu başardı.
Buna rağmen 1970 öncesi kaynaklarda adı pek geçmez. Buna pek çok sebep söylenir. En fazla da, binlerce Türk'ün öldüğü katliamının bir Türk'ün suikastı ile başladığını saklama çabası olduğu söylendi.
Öte yandan sebebi bu ise, Yunan veya diğer batılı kaynaklar neden Hasan Tahsin'den bahsetmemişti?
Gerçek sebep Hasan Tahsin'in Sebataycı olmasıydı.
Sebataycıların zor anlaşılma sebebi, mantığa uymayan insanlar olmasıdır.
Şimdi Aristo'nun mantık üzerine koyduğu üç kural vardır:
aristo mantığı temel ilkeleri ile ilgili görsel sonucu"
1)Bir şey ne ise odur. A, A'dır.
2)Bir şey kendisi olmayan olamaz. A, A olmayan olamaz.
3)Bir şey hem kendisi, hem de kendisi olamayan olamaz. Hem A, hem A olmayan olunmaz.
Bunu hem Müslüman, hem de Müslüman olmayan olunmaz, dolayısı ile hem Yahudi, hem Müslüman olunmaz diye okuyabiliriz.
Oysa Sebataycılar hem Müslüman, hem Yahudidir. Zira onlar Yahudilere göre Müslüman, Müslümanlara göre Yahudidir.
Çünkü Sebataycılık sadece Yahudi iken Müslüman gibi görünmek değildir. Aynı zamanda İslam'a ve Muhammed'in peygamberliği gibi pek çok şeye inanmayı da içerir. Başka türlü olsa, rahatça İsrail'e göç ederlerdi.
sabatay sevi ile ilgili görsel sonucu"
Kaldı ki Osmanlı devleti, Yahudilere karşı o kadar hoşgörülüydü ki, Yahudiler, altı yüz küsur yıllık Osmanlı tarihinde hiç isyan etmeyen tek millet Yahudilerdir. Kaldı ki Sebataycıların büyük çoğunun yaşadığı Selanik şehri, 1492'den 1913'de Yunanistan işgaline kadar nüfusunun çoğu,  Sebataycıları Müslüman saysak bile, Yahudidir.
Onlar ölümden korktukları için değil, Sebatay Sevi'nin peygamberliğine inandıkları için öyle yaşamışlardır.
Üstelik Sebataycılar ya da mürtediler (veya Dönmeler) kendilerini o kadar da iyi gizleyememişlerdir. Osmanlı kayıtlarını ve soy kütüklerini itina ile takip etmişlerdir.
Osmanlı'da hatta Selçuklu'da dinsel ve mezhepsel ayrım hep vardı. Faşizm her ne kadar 20.yy'da politik bir ideoloji olmuşsa da, İngeborg Barchman'ın dediği gibi faşizm iki kişi arasındaki ilişkiden başlar.
Hasan Tahsin'in tekrar hatırlanması ve heykelinin sancakarı öldürdüğü ve linç edildiği yere gömülmesi; İzmir'in kurtarıldığı gün, Sakallı Nurettin Paşa tarafından linç ettirilen metropolidi Hristosmos Kalafattis'in (not; Nurettin Paşa İstanbul'dan gazeteci Ali Kemal'i (şu anki Büyük Britanya-İngiltere başbakanı Boris Johnson'ın dedesi) heykeli Atina'ya meydana yapılınca; İzmir Konak meydanına da onun heykeli kondu.

ŞimdHrisostomos Kalafatis ile ilgili görsel sonucu"ilerde ise onun yaptıklarını kökenleri yüzünden tekrar  gözden düşüyor.
Solcu görünen faşist yazarlar Yalçın Küçük ve Soner Yalçın, bu insanları tekrar faşizan öfkenin hedefine koydular. İstanbul Bülbülderesi'ndeki  meşhur mezarlığı, o mezarlığın hepsinin Sebataycılara ait olmadıklarını bile bile,  taşlardaki isimlerden listeler hazırlamak için uğraştılar.
Oysa ülkedeki her etnik topluluk gibi onlar da başkaları ile evlenmişler, onlarla akraba pek çok kişi de bu ikili sayesinde damgalanmıştı.
İlginçtir Soner Yalçın pek çok kişiyi Sebataycı diye damgalarken, Hasan Tahsin'e çok az yer ayırmıştır, sadece Bülbürderesi mezarlığında bir taşı (naaşı değil) olduğundan bahseder.
Hasan Tahsin cesur bir adamdı, kökeni ne olursa olsun, gerçek bir vatanseverdi. Adını daima saygı ile anmalıyız.
Onunla ilgili elimizde fazla belge yok ama onun sancaktarı öldürmesinden sonra Yunan ordusunun İzmir'de estirdiği terörün videosu var, size linkini bırakıyorum. (28.saniyden sonrasına bakın):
https://alkislarlayasiyorum.com/icerik/361275/izmir-yunan-cikarmasi-15-mayis-1919

bülbülderesi mezarlığı ile ilgili görsel sonucu"