27 Haziran 2023 Salı

ÖĞRETMENLERİN ROL MODEL OLAMAMASI



 Yazıya, öğretmenlik yada eğitimle ilgili bazı ansiklopedik bilgileri vermekle başlayayım. Eğitimin tek işlevi öğretmek değildir. İlk akla gelen odur. Matematik ise matematik, felsefe ise felsefe, dikiş-nakış ise dikiş nakış, yani okulun ders programındaki dersleri öğretmektir. Yani kişiye b,lgi ve beceri vermektir. Öte yandan okullar yardımı ile öğrenci sosyalleşir, yeni insanlarla tanışır. Ufku açılır, yeni düşünme metodları geliştirir. Öğrenciye devletin ideolojisi, millet-bayrak-vatan gibi kavramlar öğretilir. Bunlar eğitimin açık işlevleridir.

Bir de eğitimin gizli işlevleri vardır. Gizli derken, açıkça ifade edilmeyen işlevlerdir bunlar. Bunlardan en çok kullanılanı çocuk bakıcılığıdır. Veliler bilir ki, okullarda bulunan, öğretmen denilen yetişkinler, çocuğa bir şey öğretmeseler bile, gün boyunca kendisine ve başkalarına zarar vermesini mümkün olduğunca önler ve onlar da çocuk olmadan rahat ederler. Eğitimli biri olmak, yada okulunuzu markasının -adının değeri de sizi değerlendirir. Merkezi bir okul yada üniversite de okumak, sizi ülkenin ve dünyanın her yerinden insanlar tanımanızı sağlar. Bu tanıdık edinmenin bir yan işlevi de eş seçim havuzunu genişletmek yani eş bulmayı kolaylaştırmaktır. İnsanlar genelde en yakınındakilerle yada kültürel olarak en benimsediği ile evlenmeye meyillidir. Oysa devletler, halkının evlilikler yolu ile karışmasını ister. Bir kaç sene önce bir haber çıkmıştı. Erasmus sayesinde bir milyon çocuk doğdu diye. Dinci medya Erasmuslar bir milyon piç doğdu diye haber yapmıştı. Gerçekte o çocuklar basbayağı evlilik çocuklarıydı ama Erasmus ile Avrupa Birliğinde bir milyon karma evliliğin bir başarı olmasıydı.

Eğitim gibi öğretmenliğin de farklı işlevleri vardır. Öğretmen sadece ders anlatıcısı değildir. Öğrenciyi terbiye eden, onun nasıl oturup-kalkmasını, konuşmasını öğreten kişidir. Öğretmen bunu sadece öğrenciye ders anlatarak yapmaz, aynı zamanda rol-model olarak yapar. Bu yüzden öğretmen, gün yirmi dört saat, yılda üç yüz altmış beş gün öğretmendir. Alkol-sigara içmemeli, kumar oynamamlı, kötü söz söylememelidir. Zira çocuklar (ve gençler) her dediğinizi yapmazlar ama her yaptığınızı yaparlar.

Öğretmen, aynı zamanda meslek olarak da örnek olmalıdır. Öğretmenin durumuna bakarak öğrenci, yüksek öğrenim görmeye heves etmelidir. Oysa günümüzde öğretmenler işsizlik ve geçim sıkıntısı çekerken bu mümkün müdür? ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/12/ucuz-ogretmenin-ya-da-iscinin-yahnisi.html ) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/04/ucretli-ogretmenli-sorunumuz.html ) (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/12/turkiyede-ogretmenligin-meslek-olmamasi.html) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/harry-potter-wendesday-ve-ozel-okullar.html)

Sonuçta okula giden öğrencilerin, bir üst okula gitmesi için heveslendirmeye öğretmenler yada üniversitenin öğretim üyeleri yetmemektedir. Öğrenciler onlara bakıp, okula gitmekten vazgeçmektedir. Okullarda buna çare olarak, kariyer günleri adı altında seminerler, konferanslar düzenlemekte bulmaktadırlar. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/04/sucluluk-duygusu-ile-insanlari-yonetmek_30.html ) Ha bire kariyer günleri düzenleyip, Ted Talks düzenliyorlar. 

Bu Ted sohbetlerinin bir kısmını youtube ve alkislarlayasiyorum'da falan izledim. İlham verenler adı altında bolca başarı hikayesi var. Hikayeleri birbirine benziyor. İyi gelirli ve iyi eğitimli bir aileden gelmişler. ailenin sayesinde iyi okullarda okuyup, gerektiğinde özel ders almışlar. Sonra icabında yeni bir üniversite okumuşlar. İş yerinden memnun olmadıklarında, ailelerinin verdiği sermaye ile kendi işlerini kurmuşlar, gene aile çevresi sayesinde işlerini büyütmüşler. Hayatları boyunca hiç zorbalığa uğramamış, zorbalanmamışlar; hiç kimse mütivasyonlarını kırmamış, senden adam olmaz dememiş. Sonra bu kişiler TED yada Kariyet günlerinde gençlere nasıl böyle başarılı olduklarını anlatıyor büyük bir kibirle. Gençlere hedefinizden vazgeçmeyin, ona doğru yönelin falan diyorlar.

Şu son zamanları (2023 Temmuz) haberine bakalım. Furkan Yıldırım ile ilgili habere bir bakalım. En başta kendisini tebrik edeyim. KendisiTürkiye'de özel bir liseyi ve özel bir üniversiteyi bitiriyor, sonra Harvard'a burslu doktora yapmaya gidiyor. Üniversite sınavında Türkiye 37. (otuz yedinci) olup, burslu fizik okuyor, çünkü ideali bilim adamı olmak. İşte burada aile desteğini görüyoruz. Çünkü sınavda Türkiye 37. veya benzeri bir üst derece yapmışsanız, Fizik değil, tıp, hukuk, bilgisayar, elektronik mühendisliği falan okursunuz ki mezun olur olmaz hemen yüksek ücretli bir işe girebilesiniz. Ayrıca Furkan bey mevcut doktora tezini yarıda bırakmış, bu zor konuya yönelmiş. Eğer dargelirli bir aileden geliyorsan, bir an önce doktoranı yapıp, doçent, profesör falan olmaya çalışırsın. Yani bilimde ufuk açılması da ailenin desteği ile ilgili.

Ailede böyle bir destek yoksa (yani rol model olarak destek verme) gerekli rol model, öğretmendir. İlk, ortaokul ve lise seviyesinde öğrencinin, aileden sonraki rol modeli öğretmendir. Ara ara okulara getirdiğiniz meslek sahipleri öğretmenlerin yerini tutamaz. Aristo'nun, İskender'i eğitmesi için, istediği ücreti yüksek bulan Filip, onun yerine okuma-yazma bilen bir köle alırım demiş.Aristo'da Filip'e, o zaman iki tane kölen olur, demiş.

Günümüz öğretmenleri ne yazıkki bu eğitici-entel köleliğe doğru evriliyor, tabi çocuklarımız da.

25 Haziran 2023 Pazar

LEVİATHAN'A MUHALEFET 2-KUTSALLA İNANCIN GÜCÜ

 


Laiklik, ana vatanı Fransa'da bile anaysaya 1905 yılında girebilmiştir. Yani ihtilalden (1789) 116 (yüz on altı) yıl sonra. Fransa, devrim karşıtı hareketlerin ilk şokunu devrimden dört yıl sonra, 1893 yılında, büyük köylü isyanı ile tanıştı. Bu isyanı roman yapan Victor Hügo, o yılı, tüm Avrupa, Fransa'ya karşı, Tüm Fransa'da Paris'e karşı diye anlatır. Bu yıl Fransa'da terör döneminin de başlangıcıdır. Fransa'yı ve bütün Avrupa'yı şok eden olay, köylülerin feodal derfebeyleri için isyan etmesidir. O derebeyleri zamanında köylülerin karılarının bakireliğini alma hakkına sahiptliler. 1995 yapımı meşhur Cesur Yürek filminde bu olaya değinilir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/braveheart-cesur-yurek-filmi.html ) Fransa'da aristokratların tüm ayrıcalıklarının kaldırılması 1910 yılını bulmuştur. Soylular ve kilise, sıradan halk için kutsal kavramlardı, en azından taşrada yaşayanlar için.

Taşra demişken, pagan kelimesi Latince köylü ya da taşralı demekmiş.  Hristiyanlığın ilk yayıldığı yıllarda kırsaldaki insanlar, eski dini inançlarını değiştirmemekte, inançlarını değiştirse de eski tören ve alışkanlıklarını değiştirmemekte inat etmiş.  Bu yüzden pagan kelimesi zamanla anlam değiştirmiş. Bugünde durum çok farklı değildir. Bu günümüzde de böyledir, sadece din değil, siyaset alanında da böyledir. 1995 genel seçimlerinde DYP (Doğru Yol Partisi ) İstanbul'da dördüncü partiyken, Isparta ve pek çok taşra şehrinde açık farkla birinci partiydi. Siyasi yaşamda bütün değişimler, büyük şehirler ya da ticari merkezlerde başlar. Taşra inançlarına daha sadık, değişimlere daha dirençlidir.

Din, siyaset açısından hep kullanılışlı olmuştur. Dünyada en uzun süren medeniyet, Antik Mısır medeniyetidir. Üç bin yoldan uzun sürmüştür. Firavunlar Mısır'ı, üç bin yıldan fazla sürmüş, son iki bin, hatta iki bin iki yüz yıl boyunca,  hiç piramit yapılmadı. Firavunlar, krallar vadisine gömüldü. Toplam otuz üç firavun hanedanlığı hüküm sürdü. Bu tarih kesintisiz olmamıştır. Hiksoslar, yaklaşık seksen yıl boyunca ülkeyi yönetmiş, sonra da bir halk isyanı ile kovulmuş, Mısırlılar kendilerine yeni bir firavun sülalesi kurmuştur. Bazı firavun sülaleri Libyalı, bazıları da Sudanlı ve siyahidir. Bir ara Mısır, Asur ve Babil egemenliği de yaşadı. İranlıların (Pers imparatorluğu) iki yüz yıl kadar süren egemenliği boyunca  en az üç defa Persler ülkeden kovuldu ve yeni fravun sülalesi seçildi. En sonunda gelen Büyük İskenderin ordusu kahraman gibi karşılandı ve İskender'in erken ölümü sonrası parçalan imparatorlukta, İskender'in generallerinden biri, son firavun sülasesi olan Ptolemaios hanedanlığını kurdu. Hanedanlığın son ve en ünlü firavunu Kleopatra'nın, sevgilisi Marcus Antonius ile beraber M.Ö 31 yılında,  Caesar Divi Filius Augustus  komutasındaki Roma ordusuna yenilmesinden sonra Roma eyaleti oldu. Hatta bizzat imparatorların özel mülkü oldu. Romalılar Amon tapınaklarına bir süre göz yumup, sonra kapattılar.  Bir süre sonra da ülkeye önce Hristiyanlık, sonra İslamiyet hakim oldu.

Bu üç bin, hatta daha fazla yıl boyunca güç,  firavunlarda değil, Amon rahiplerindeydi.  Otuz üç firavun sülalesi demiştim. Bu sülaleleri değiştiren, Mısır'ın asıl zenginliklerine sahip olan Amon rahipleri oldu. Çünkü bu kutsallığın sürekli bir propaganda ile desteklenmesi gerekliydi. Propaganda kesildi mi, kutsallıkta azalaır. Propaganda korosu, aynı şeyleri sürekli ve bıkmadan tekrarlamalı, yalanı ortaya çıkınca daha büyük bir yalana sarılmalıdır. Goebbels ilkeleri kutsallığın korunması için gereklidir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/09/duygu-egitimi-nasil-olur-1goebbels.html ) Kutsallık her zaman bir parça mitomani içerir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/fasist-mitomani.html ) Mesela Sümerlerde yönetici sınıf kendilerine gökten inenler anlamında Anunakiler diyordu. Sırf makamlarını sağlamlaştırmak için halka söyledikleri bu yalanlar, 20. yüzyılda ufocu komplo teorilerine taban oldu. Fenike kralı Adonis, İsa'dan iki bin beş yüz yıl önce kendisini Tanrı'nın oğlu ilan etmişti. İlk Japon meijisi (imparatoru) güneşin oğluydu.

Yazının yaygınlaşması ile soy takibi kolaylaşınca, böylesi kutsallıklar azalarak bitti. Hiç kimse ben inciden çıktım, tanrının oğluyum, gökten indim diyemedi. Son kutsanmış soy, Cengiz Han'ın soyudur. Timurlenk, Cengiz'in soyundan olmadığı için Timur Han ünvanının kullanamadı. Kendisine Emir Timur dedi ve dedirtti. Son yüz yılda pek çok krallığın arka arkaya yıkılma nedeni de, kutsal soy düşüncesinin ortadan kalkmasıdır.

Daha sonrab u kutsallık, peygamberlik ve ermiş-evliyalık-azizlik olarak devam etti.( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/09/peygambere-sirk-kosmak-dinsizlik-turleri.html ) Hatta günümüzde New Age tarikatlar olarak devam ediyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/tarikat-nedir-1-tarikatlar-kimlerce.html )

Bireylerin ve toplumun içine işlemiş kutsallığı silmek ya da aşmak zordur. 17. yüz yılda bir haham olan Sabatay Sevi, Osmanlı devleti sınırları içinde mehdiliğini ilan etti ve pek çok Yahudi ve Yahudi olmayan bir kısım insanı peşine taktı. Bu durum Osmanlı devletini rahatsız etti ve tutklandı, idam tehditi karşısında Müslüman oldu. Takipçilerinin pek çoğu, özellikle Selanikli Yahudiler,  onu takip etmeye devam ettiler ve onun gibi Müslüman oldular ve yarı Yahudilik, yarı Müslümanlık inancı olan Sabatayizm'i kurdular. Osmanlı devleti bu yeni dinin gelişimine bir süre göz yumdu. Bu yeni topluluğu kendince kullanılır buldu. Sonra bu topluluğun daha fazla büyümesini göze alamadı ve Sevi'yi, bu gün Arnavutluk sınırları içinde olan bir kasabaya  sürgün etti ve ölünceye kadar orada kalmasını sağlayıp, bilinmeyen bir yere gömdü. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/05/sabataycilar-ve-fasizm.html ) (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/02/hasan-tahsinin-cignenen-onuru.html)

Bu da kutsanan bir kişinin, ani dönüşlerinde bile (Sebatay Sevi örneğinde görüldüğü gibi) kitlelerin sadakatlarını bozmayabilir. İlkel toplumlarda bu çok görülür. Bazı Rus yazarlardan hikayeler okumuştum.  Yakutistan'da şamanlar sözüm oan büyü yapıyorlar ama büyü el çabukluğu yani ilizyon. Buna rağmen şamanın cemaati, bu konuda Rusları suçluyor. Şaman baskılar sonucunda Hristiyan oluyor, cemaati de beraber. Benzer bir şekilde bir dergide Afrika'da bir kabile lideri ile ilgili haber okumuştum. Kabile lideri önce Müslüman oluyor ama alkol yasağını öğrenince Hristiyan oluyor, tabi kabilesi de beraber.

Modern toplumda bu kutsallık kolay oluşmuyor. Eskiden de kolay değildi ama okur-yazarlığın bu kadar yaygınlaştığı bir çağda daha da zor. Kutsallaşma için çile çekeceksin ve destekçilerin de çile çekecek. İlk modern diktatör sayılan Napolyon, gazeteleri kontrol etmesem,  altı ay iktidarda kalamam, demiştir. Büyük Rusya seferi ve yenilgisinin yıkımına rağmen sürgün edildiği Elbe adasından kaçıp, tekrar iktidara gelmiş;  Waterloo savaşı yenilgisinden sonra güney Atlas okyanusundaki Sen Helen adasında, hapiste ölmüştür. 

Çok az kutsallaşmmış lider, sağlığında ve isyanla devrilmiştir. Bu da çok uzun bir iktidarın ve büyük hataların ardından olmuştur. Rejim için tehlikeli olan kutsal liderin ölümü değil, hatalarıdır. Bu hatalar hem dikta otoritesinin baskısı, hem de yüceltme propagandası yüzünden bu hatalar o günlerde, hatta yıllarda anlaşılmaz, anlaşılsa da konulşulmaz. Acısı sonradan çıkar (bazen önceden de çıkar.).

Burada esas problem, muhalefetin ne yapması gerektiğidir. Oturup, kutsal liderin ölmesini beklemek yanlış ve zavallıca olduğu gibi, kutsal liderin ölümünü pasifçe beklememeli. Ana muhalefet partisi lideri, seçim yenilgisinden  sonraki ilk tweet'i, bir semt takımının üst lige çıkmasını kutlamak olmamalı. Muhalefet ise, eberjisini ana muhalefer partisi lideri ile uğraşarak harcamamalı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/leviathana-muhalefet-1-muhalif-enerjiyi.html ) Sevgili okurlarım, ben Kılıçdaroğlu'nun istifa etmesine taraftarım. Sonuçta 74 yaşında ve bayağı bir zamandır da partinin başında. Gene de dikkatimizi iktidara vermeliyiz.

Farkında mısınız, sahte video ile muhalefet karalandı ve bu rezilliğe utanmadan kıvrak zekalık denildi. Seçimden önce Muhammet Yakut ve Ali Yeşildağ'ın ifşaatları ile ne çok şey öğrendik. (iddiaların çok azı yalanlandı.) Meğer ülkede pek çok kişini seks kasedi varmış.  Ben buradan elinde ünlü yada ünsüz politikacıların kasedi olanlara sesleniyorum, mümkünse verin piyasaya gitsin. Gene iktidar değişmez ama ortalık şenlensin. Muhalefet olarak halen bu iddiaları konuşmalıyız. 

Muhalefet olarak çok hata yapmış olabiliriz fakat, böylesi bir kötülüğü engellemek için her şeyi denemeli, mücadeleyi bırakmamalı, denemekten bıkmamalıyız. Örgütlenmek için parti aramak ya da parti kurmak yerine, kendimiz örgütlenebilmeliyiz. Bu su çatlağını bulacaktır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/08/suyun-catlag-ve-partisiz-orgutlenme.html). İktidar, liderini kutsallaştırıyor. Zira mücadele etti ve çile çekti, kendisi de kitlesi de. Öyle ise size sorarım, son yirmi yıldır CHP seçmeni kadar çile çeken kim var? HDP-Yeşil Sol Parti demeyin lütfen. Onlar yetmez ama evete, sözde boykotla destek verdi. Çözüm sürecinde CHP, MHPCHP espirileri ile kötü oldu. Çözüm süreci bitti, CHPKK espirileri ile kötü oldu. HDP-YSP'nin iktidar yanlılığı da, her zaman eğreti oldu. CHP'nin medyası var ama onu iktidara taşıyacak kadar büyük değil.

(Bu kutsal liderliği ve propaganda gücü konusu, başka bir yazı olarak yazmak gerekecek.)

20 Haziran 2023 Salı

UMUT SARIKAYA İLE MUHALEFETE MUHALEFET



 Karikatürist Umut Sarıkaya'nın  2015'den beri düzensiz olarak çıkardığı Naber derginin 10. sayısını aldım ve okudum. Şu yazıyı da boşuna yazmadığımı anladım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/leviathana-muhalefet-1-muhalif-enerjiyi.html )Solcu-Sosyal Demokrat tayfa olarak, öz eleştiri diye kendimizi yerden yere çalmaya bayılıyoruz. Muhafazakar-sağ tayfada bu yok. Onlarda lidere biattan öte, bir çeşit askeri disiplin var. Solda ise bu bir disiplinsizlik ve muhalefete muhalefet. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/sahte-muhalefet-muhalefete-muhalefet.html )  Mesela seçim döneminin başındaki gereksiz Kılıçdaroğlu aday olmasın kampanyası,  seçim yenilgisinin temelini attı. Muhalif enerji, Erdoğan'ın üçüncü defa aday olmasına yönelmeliyidi. Neymiş, anayasa değişmiş, sayaş sıfırlanmış. Latin Amerika'da var bu düzen, anayasayı değiştir, tekrar tekrar değiştir. Mansur Yavaş aday olsaydı, bu sefer de Kürtlerden oy almaz denilecekti. İmamoğlu'na da eski ANAP'lı falan denecekti.  İktidar tarafında ise iç muhalefet sesleri çok cılız.

Şimdi bunun Naber dergisi ile ilgisine gelelim. Bu sayıda görmediğim bazı şeyler vardı. Sarıkaya eskiden şiir ya da dünya-milli klasiklerden biri yada bir kaç tanesinin çizgi romanını yapardı. Bu sayıda böyle bir işi yok. İnkaların ve Mani dinini yok edilmesini hikaye etmiş sadece. 9. sayıyı ne zaman çıkardığını hatırlamıyorum. Muhafazakar cenahı hiç eleştirmemiş. Saatlerce sandıkları beklemiş, seçim gecesi hüsrana uğramış kitle ile alay ediyor adam çalıyor ama çalışıyor, çok şükür doktor dövebiliyoruz diyen

yüzsüzlere bir laf etmemiş. Bol bol entel takılanlar, sıkıcı Mubi filmleri espirisi var. Dergi tamamen şişirme.

Bir de dergi sonunda, derginin sadece kağıt çıkacağına dair manifesto var. Umut bey yıllardır İnstagram başta olmak üzere, sosyal medya üzerinden para kazanıyor. Bu 10. ve çıkarmayı planladığı dergileri sadece kağıda basacağına ve böylece para kazanacağına inanalım mı? Üstelik bu dergiyi koca Ankara'da sadece  D.R mağazalarında bulabiliyorken. Sahi, bu dergi ve eski sayıları neden sadece D.R mağazalarında? Bir de dergideki karikatür ve yazılar, yıl dolmadan internete düşecek. Erdil Yaşaroğlu ile Selçuk Erdem, önlerine gelene dava açarak bile bunu engelleyemediler. Bu ikili ajans sahibi olduklarından, geçmişte yaptıkları muhalif karikatürleri unutturmak istiyordu. Bir ara binlerce kişiyle davalıydılar. Oysa ben her gün bu ikisinin karikatürlerini instagramda görüyorum.  Kendisi de insatgram ve sosyal medyanın diğer alanlarında tıkandıkça kullanacaktır.

Derginin künyesinde üç kişinin adı var. Kendisi tek başınayken derginin masraflarından kalkamamıştı. Üstelik dergiye yeni çizerler alınacakmış, amatörlerin işlerine yer verecekmiş. Taşrada, Amasya ve Beypazarı'nda da okunacakmış.Amasya'yı bilmem ama Beypazarı'nda D.R yok. Ben on yıl önce orada çalışırken, dergiler sadece il halk kütüphanesine gelirdi. 10. sayıyı yayımlamadan evvel, eski sayıları da D.R'da satışa başladı. (Almadım eski sayıları)

Umut beyin D.R sevgisi nereden geliyor. Üstelik D harfi Demirören holdinge ait olup, muhalif tüketici D.R'dan uzaklaşmışken? İşte burada devreye giriyor Umut bey. Muhalif insanları D.R'a çekmek. Kendisi eski sayılarında, Türkiye'deki tüm karikatür dergilerinin atası ve kurucusu Teodor Kasap'a atıf yaptığı bir bölüm var. Kendisi de Teodor Kasap'ın yaşlılığına benzemiş. Kasap'ta son yıllarında Abdülhamit'in özel kütüphanecisi olmuş, onun içn detektif romanları çevirmiş, hatta ona özel bir roman yazmıştır. Kendisi de henüz genç ama o yolda. Sırf bu derginin yeni sayıları için D.R şubaesine kadar gitmeyi düşünmüyorum.

17 Haziran 2023 Cumartesi

DİNDE SOKRATES MESELESİ

 


İnsanlığın o kadar büyük bir bilgi birikimine sahip ki, her şeyi bilmek bir yana, bildiğinizi sandığınız halde, hiç bilmediğimiz bir şeyi, daha önce neden haberim bile yok diyebiliyorsunuz. Hele felsefe olduğunda bu çok mümkün. Ben de yirmi beş yıllık bir felsefe öğretmeni olarak, Sokrates ile ilgili bilinebilecek şeylerin çoğunu bildiğimi sanıyordum. Felsefe 101 adlı bir kitabı, ders anlatırken bahsedecek yeni bilgiler öğrenirim diye okudum ve iyi ki okudum. Sokrates ile ilgili iki yeni şey öğrendim. Biri Sokrates öncesi, yani Presıkratik deyimini 19.yy sonlarında ve 20. yy başlarında yaşayan bir Alman felsefe profesörü uydurmuş. Presokratik denen filozofların çoğu Sokrates'in arkadaşı, yaşıtı ve çağdaşı. Hatta pek çoğu Sokrates'ten sonra yaşamış, okulu devam etmiş. Mesela Sokrates'in en meşhur öğrencisi Platon, Pisagor'dan ders almak için Sicilya'ya, Siracusa'ya gitmiştir. Pisagor, arkhe'nin sayılar olduğuna inanırdı. Arkheci filozof olduğundan Presokratik sayılır.

Diğer yandan felsefede, bilimlerde ve tarihte bir Sokrates meselesi var ki, o da Sokrates'in hiç kitap yazmaması ve onu tanıyan herkesin başka bir Sokrates'ten bahsetmesi durumudur. Platon'un haricinde dört Sokratesçi okul vardır (Megara, Knikler, Kirene ve Ellis-Eteria okulları) ve hepsi ayrı telden çalar. Ksenephon'da Sokrates'ten anılarda başka bir Sokrates anlatır. Hatta 20. yy fiolozu Karl Popper, Açık Toplum ve Düşmanları kitabında ( https://onbinkitap.blogspot.com/2016/09/okunmas-gereken-on-bin-kitap-1-karl.html )Sokrates'i bir demokrasi aşığı, Platon'u da bir demokrasi düşmanı gibi gösterir. Oysa çağdaşları Sokrates'in de demokrasiyi sevmediği konusunda hemfikirdir. Gerçi Popper, iki ciltlik kitabı sırf Karl Marks'ı eleştirmek için yazmıştır. Oysa kendisi soyundaki az bir parça Yahudilik yüzünden Yeni Zelanda'ya kaçtığı halde faşizm  hakkına hiç bir şey yazmamıştır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/03/karl-popper-hakkindadegisen-goruslerim.html )

Sokrates meselesi de, bir kişiyi hiç tanımayıp ya da yazdıklarını hiç okumayıp, onun hakkında bilgi ve fikir üretme işi oluyor. Sokrates kitap yazmamıştı ama ciltler dolusu kitap yazan pek çok kişinin de başına benzer şeyler gelebiliyor. Bir kişi, onlarca kitap yazsa da, insanlar o kişiyi okumuyor,  o kişi hakkında yazılanları okumayan ama o kişi hakkında yapılan dedikodularla o kişiyi yorumlayan kitleler var.  Yıllar önce bazı öğrencilerim, Ziya Gökalp'in Ateist olduğunu iddia etmişlerdi. Tarikat büyükleri öyle anlatmıştı çünkü. Oysa Ziya Gökalp'i bir parça okumuş olsalar, öyle olmadığını bilirlerdi.  ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/04/ziya-gokalp-uzerine-ziya.html) Bir de Mevlana gibi gereksizce ve fütursuzca övülenler var. Mesnevi'yi okuyanların Mevlana'dan nefret etmesi normaldir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/12/mesnevidenhatirlananlar-mevlana.html ) Bir bütün olarak Mevleviliğin de karanlık bir yüzü vardır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/ariflerin-menkibeleri-ve-mevleviligin.html ) Oysa çok övülen bazı klasikleri baştan sona okursanız, rezilliğini görürsünüz. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/05/tamami-okunmayan-bazi-dogu-klasiklerin.html)



Bence dünyada en fazla övülen hain, Mevlana Celalettin-i Rumi ya da Belhi'dir. Mesnevisi Türklere hakaretle doludur. Bir hikayede Çinliler ve Türkler resim yarışması yapar.Bir mağaranın  ortasına perde kurarlar. Perdenin bir  Çinliler kutu kutu boya tüketir, Türkler zımpara ve cila. Sonra aradaki perde açılır ve Çinliler, kendi resimlerinin yansımasına hayran olur. Sonra Mevlana uzun uzun açıklama yapar. Türklerin ne kadar taklitçi olduğunu yazar. Başka bir hikayede de Türk'ün biri, elbise diktirmeye, elinde kumaşı ile bir terziye girer. Türk'ü, kıpkırmızı kalkan yüzlü, çekik, küçük gözlü diye tarif eder. Terzi, Türk'ü güldürüp, kumaştan parça çalar. Mevlana'da hikayeden Türk'ün ve Türklerin aptal olduğu sonucunu çıkarır. Bunlar aklıma gelenler. Bir başka hikayede de tecavüze uğrayan bir erkek çocuğu vardır. Mevlana olaydan dolayı çocukla alay eder. Buradan da Afganlı olan (Afganistan Belh doğumludur ve tüm eserlerini Farsça yazmıştır. Afganca diye bilfiğimiz Peştunca, Farsça'nın lehçelerinden biridir.) Mevlana'dan Afganistan'da Bacha Bazi benzeri geleneklerin ve oğlancılığın çok eskiden de yaygın olduğunu anlıyoruz. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/10/diktatorlerin-marifetleri-histonun.html ) Mevlana'nın babası Bahaddin Velet, kendisini Kürt yatıp, Arap uyanan şeyh olarak tanıtmıştır. Yani Kürtlerden de nefret eder. Genelde Araplar ve Farisiler dışındaki tüm milletlerle alay eder. Ha bire çoğunluğu Beydeba'dan alınan fabl masallar, Mevlana'dan hikayeler diye çocuklara okutuluyor.

Özellikle dini kitaplarda bu Sokrates problemi çok yoğun. Bir kere Kuran'ın Türkçesini okuyan çok az. Onlarda genelde deist-ateist falan oluyor. Tarikatlar genelde Kuran çevirilerine karşı (ya da kendi çevirilerini dayatıyor.). Diğer yandan Kuran dışındaki tefsir, siyer ya da kelam gibi kitaplar da çok satılıyor, az okunuyor. O kadar ki bir kere Gazali'nin Kimyayı Saadet diye aldığım kitaptan, başka bir kitap çıkmıştı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html ) Işıkçılar denen tarikatın kurucusu Hüseyin Fehmi Işık, nasıl olsa öğretmen okumaz diye ödeve maç özeti anlatan öğrenciler gibi, Gazali'nin kitabına kendi kafasınca başka şeyler yazmış. Muhtemelen pek çok din kitabı böyledir. 



Sokrates problemi, bazı dinlerin doğasında vardır, özellikle en fazla inananı olan Hristiyanlık dinindedir çünkü Hristiyanlar'a göre İncil, Allah tarafından İsa peygambere vahiy etmemiştir. İsaya vahiy geldiğine sadece Müslümanlar inanır. Bu bilgi bir tek Kuran'da yazar.  Sovyet yazar Mihail Bulgakov, Usta ile Margarita romanında İsa'yı yarı deli, Knik bir Yunan filozofu yapar. İncil yazarları Matta ve Luca, onu yakip eden ve kafasına göre bir şeyler yazmışlarıdır.

Yüzlerce ayrı İncil olması bu yüzdendir. Müslümanlar, yüzlerce ayrı İncil'den dolayı Hristiyanlarla alay ederler ama sayısı belirsiz ile kaynağı belirisiz hadisleri göz ardı ederler. Geçenlerde internette iki videoya denk geldim. Arap vaizin biri, Türkiye'ye saç ektirmeye gelenlere kızıyor, saç ektirmenin haram olduğuna dair hadisler olduğunu söylüyordu. Saç ektirme, otuz yıllık bir teknoloji değil. Cübbeli Ahmet namlı kişi de, kadınların sütyensiz gezmesinin günah olduğuna dair hadislerden bahsediyordu. Oysa sütyenin genel anlamda kadın kıyafeti olması ve bu günkü halini alması, iki yüz yıllık. Bu günkü sütyene benzeyen en eski kıyafetler 15. yüz yıl Avrupasında çıkmıştır. Türkçedeki sütyen kelimesi, Fransızcadan gelmişti ve 6-7. yüz yıl Arapları muhtemelen sütyen kullanmıyordu. Din adamları, nasıl olsa kimse Kütüb-ü Sitte'yi baştan sona okumamıştır ve hadis kaynaklarının tamamı Kütüb-ü Sitte'den ibaret değildir. 



Yakın dönem din ünlüleri için de benzer bir durum vardır. Said-i Nursi, Seyit Ahmet Arvasi gibi adı halen anılan, Ali Haydar Pilavoğlu gibi adı unutulanların kitapları da okunmamıştır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/dini-inanclarimi-kaybetmem-4-saiti.html ) Nurcular da Nur Risalelerini okuma günleri yapar. Ben bu risale okumalarına iki kere denk geldim. Biri öğrenciyken, son sınfta, hemşericilik muhabbetinden tanıdığım bir alt sınıftı, ikincisi de okulumun din kültürü öğretmeniydi. (İlkinde vde Fettuş resmi yoktu ama yüzde doksan Fetöcü bir evdi. İkincisinde özellikle sormuştum, biz başka bir Nurcu grubuyuz demişlerdi. İlkinin üzerinden otuz yıldan fazla, ikincisinin üzerinden de on küsur yıl geçmiş.) Bir kişi, risaleden bir cünle okuyor, sonra dakikalarca, bazen yarım saate yakın o cünleyi açıklıyor. Yarım sayfalık bir yazıyı okumaz, üç-dört saati alıyordu. Neden kendileri okumuyor diye merak ediyordum.

Bir bilgiyi öğrenmenin en iyi yolu kendi kaynağıdır. Bu kaynaklara ulaşmak artık o kadar zor da değil. Okuma alışkanlığımız da, son nesi için biraz daha yüksek. Bir zamanlar yüz bin satan kitaplara vay be derken kitapçılar; bugün bazı kitaplar sessizce bir milyon sınırını geçti. Romanlara ve kişisel gelişim ile ilgili kitaplara ayırdığımız vakti, din kitaplarına da ayırabiliriz. Mevlana ile ilgili onlarca popüler kitap yerine, Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, Fih-i Mafih gibi  kitaplarını bizzat okuyabiliriz. 22 (yirmi iki) ayrı dilde Kuran basan diyanet işleri başkanlığı, Türkçe Kuran'a da güvenmeli.Sadece Kuran ya da Mevlana değil, İmam Hanefi, İmam Şafi, Said-İ Nursi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi din adamlarınının da yazdıklarını kaynağından okuyabiliriz. Onlar Sokrates değil, zaamanında kendileri de kitap yazmışlar. O ünlü din adamlarını yazdıklarınan daha iyi tanıyabiliriz.



13 Haziran 2023 Salı

KIZAMUK AĞIDI-Ceyhun Atuf KANSU



 KIZAMUK AĞIDI


Ben, gamlı, donuk kış güneşi,
Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum.
Köyleri, yolları, dağı taşı
Isıtıyor, avutuyordum.

Bir köy gördüm tâ uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz,

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,
Çocukları kızamuk döküyor,
Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,
Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.

Ali'lerin kızı Emine'yi gördüm,
Öldü... Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,
İkindiye doğru, evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,
Ah, güllü Gülizar öldü,
Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,
Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,
Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,
Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,
Nasıl dönecektim aynı köye?

İniyor ve karaltında örtüyordum,
Bu çocukları, bu habersiz çocukları,
Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum.
Bir şey demek için açılmıştı dudakları.

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,
Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.

O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,
Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan, utanmış...bu köyün üstünde,
Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.

Ah, ben gamlı kış güneşi, aydınlığın
Bütün suçlarını kalbimde taşırım,
Görerek ah, görerek, bilerek bir yığın
Karanlık gündüzün üstünde yaşarım.

Her mevsim dolanıp geldiğinde bu köye
Gücük ayda, kar örtülü bu ovada,
Utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle,
Gamlı ve perişan asılı duracağım havada.

İkindiye doğru bırakıp kendimi
Bu küçük mezarların üstüne.
Bilmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,
Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne.
Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı,
Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne

Ceyhun Atuf KANSU

Önce bu konuda daha önce ne dediğimin linkini atayım: (  https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/aklimiza-gelmeyen-felaketler.html)

Salgın hastalıklar tehlike. Kontorlsüz göçmenler ve cehalet, hem salgınları

hem de aşı karşıtlığını yayıyor. Ben 2000 yılında Balıkesir'de askerken,

başka bir asker kızamıktan ölmüştü. Ceyhun Atıf'ta bu şiiri,

aynı köyden 23 (yirmi üç) çocuk aynı gün ölünce yazmıştı.

Felaketler yaklaşıyor, uyanalım.


11 Haziran 2023 Pazar

LEVİATHAN'A MUHALEFET 1-MUHALİF ENERJİYİ BOŞA HARCAMAK YA DA HESAPLAŞMAK



 İngiliz filozof Thomas Hobbes, devlet ile ilgili görüşlerini yazdığı kitabına Levaithan adını vermiştir. Devlet tam da bu canavardır. Bu canavarı ele geçirmek çok zordur. Muhalifler olarak umutla başladığımız bir seçim dönemini daha hüzünle bitirdik. Bir yandan hataları yoklama, diğer yandan da mücadeleye devam etme zamanıdır.

En fazla hatayı, hesaplaşma zamanı yapıyoruz. Seçimlerden hemen sonra muhalifler olarak birbirimizi yer görüntüsü veriyoruz. Bu seçim döneminde, montaj video ile Kılıçdaroğlu'na hakaret edildi ve pek çok oy böyle kazanıldı. Buna karşı halen öfkeli olmamız gerek. Kılıçdaroğlu'nun ve muhalefetin seçmenlere SMS (kısa mesaj) atması engellendi, buna halen öfkeli olmalıyız. Pek çok seçim dönemi haksızlığa halen öfkeli olmalıyız. Muhalefetin öfkesi, muhalefete yönelmemeli. Muhalefete muhalefet, gizli iktidar destekçiliğidir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/sahte-muhalefet-muhalefete-muhalefet.html )

İktidar destekçiliği demişken, ben Sinan Oğan'ın ikinci turda (eğer ikinci tur olursa) AKP'yi destekleyeceğini biliyordum. Hatta ben Ümit Özdağ'ın Kılıçdaroğlu'nu desteklemesine şaşırdım. Sebebi de Nihat Genç'in ve Veryansıncıların Oğan'ı desteklemesiydi. Ben Nihat Genç'i doksanlarda, daha televizyonlara çıkmadığı zamanlardan bilirim. O zamanlar HDP-ÖDP (ÖDP adını Sol parti olarak değiştirdi.) destekçisiydi. Yıllarını sağ cenahta, Ülkücülük ve tarikatlarda geçirmiş biri olarak otuzundan sonra solcu olmuştu ve o zamanlar CHP'yi az solcu buluyordu, şimdi CHP'yi az Atatürkçü buluyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/03/nihat-gencin-delirerek-bitmesi.html ) Bu blogu çok fazla okuyan yok. Ben gene de seçim öncesi bunu yazmayı ya da konuşmayı kendime zul sayarım. Zira şeklen de olsa Sinan Oğan muhalifti.

Bu süreçte ne kadar çok AKP-Erdoğan muhalifi taraf değiştirdi, insan düşününce ürperiyor. Devlet Bahçeli, Numan Kurtulmuş,  Süleyman Soylu,  Metin Feyzioğlu, Mehmet Ali Çelebi ve son olarak da Sinan Oğan, bir de benim hatırlayamadıklarım. Şu anda siyasi ortam bana tam da Ezel dizisini hatırlatıyor.  O dizideki gibi ana kahramanlar sık sık taraf değiştiriyor. İktidar, dizideki Kenan Birkan gibi düşmanlarını kendi adamı, hatta uşağı yapıyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/nihat-gencin-ezel-dizisi-iddialari.html ) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/nihat-gencin-ezel-dizisi-uzerine.html ) Abdülhamit'de öyle yaparmış. Pek çok muhalifini bir anda kendi safına çekermiş. Teodor Kasap'ı, son yıllarında Abdülhamit'in özel kütüphanecisi olmuş, onun için Sherlock Holmez romanları çevirmiş, hatta ona özel bir roman bile yazmıştı. (Kendisi ilk Türk karikatür dergisi Diyojen'i kuran kişidir. Daha sonraki muhalif karikatür ve mizah dergileri Marko Paşa, Malum Paşa-Gırgır-Fırt-Hıbır ve bu geleneğin son yaşayan dergisi Leman, Teodor Kasap'ın mirasçısıdır. Leman dergisi ile ilgili olarak da https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/brujuva-dergisi-leman.html ) En meşhur muhalifi Namık Kemal bile, Sakız adası mutasarrıfı (kaymakamı) iken, yani son yıllarında bayağı yandaş yazılar yazmış, erken ölerek efsanesini kurtarmıştır. Öte yandan iktidarlar sık sık muhaliflerini satın alırlar. Bunu da en fazla muhaliflerin kendi aralarındaki kavgalarda küskün kalanları kendine çekerek yaparlar. Şevket Süreyya Aydemir'de, Afyonkarahisar hapishanesinde, yani gelen yatakların paylaşımında Nazım Hikmet'in üste çıkması sonrasında Türkiye Komünist Partisini terk etmiştir.

Ben Türkiye İşçi Partisi ve sarı bıyıklı başkanına da güvenmiyorum. İlk olarak çok solcu ya da radikal sol olduğunu iddia edenlere epeydir güvenmiyorum. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/cok-solculugun-elestirilemez-sefaleti.html ) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/son-yillarda-azalip-biten-bazi-solcu.html ) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/09/kamasma-ve-karanlik-1981nobel-edebiyat.html ) İkinci olarak bu kadar çok ünlünün bir arada olduğu bir partiye güvenmiyorum. Partide, kast ajansından daha fazla dizi-sinema oyuncusu, şarkıcı vesaire var. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/12/yirtik-dondan-firlayan-unluler.html ) Bu kadar ünlü, şimdilerde adını Sol Parti olarak değiştiren, 1990'ların ÖDP (Özgürlük ve Dayanışma Partisi)'de de vardı. O zamanlarda bu partinin için yazar-çizerle doluydu. TİP'e güvenmemem için üçüncü sepepte Sezen Aksu ve bazı yetmez amacıların bu partiyi desteklemesi.  Aslında yetmez amacılığın kökleri doksanlara kadar gider. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html ) Yetmez amacılar, 2010 yılından sonra olacakları bilmiyor değillerdi, baş gibi biliyorlardı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/yetmez-ama-yanildiniz-kendiniz-icin.html ) Bu referandum hiç de masum değildi. Bu refrandum, siyasi iktidara belirgin bir şekilde hakim ve savcılara baskı uygulama imkanı verdi. Çünkü HSYK (Hakim ve Savcılar Üst Kurulu)'nın çoğu üyesini atama yetkisini veriyordu. Buna karşı halka verdiği tek hak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkıydı. Bu hak da, Anayasa Mahkemesi üyelerinn çoğu siyasi irade tarafından atandığı için, Avrupa İnsan Hakları mahkemesi ve ebnzeri kurumlara başvurmanızı zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Çünkü iç hukuk yolları tamamen kapanmadan, uluslar arası hukuka başvurmaz, hatta çoğu kez iltica bile edemezsiniz. Bir de bu referandumda bazı yasalarda cümleler değişti. Yetmez ama güruhu, pek çoğu da iyi eğitimliydi ve onları affetmemiz ya da onlara güvenmemiz için bir neden yok.( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/07/adalet-agaoglu-ve-affetmeme-ozgurlugumuz.html ) Dolayısı ile onlara kulağımızı tıkamalıyız. Onlar her an yeniden ihanet edebilirler. TİP'e gelince, ayrı liste çıkararak Yeşil Sol Parti ve Millet ittifakının 12 milletvekili kaybetmesine sebep oldu. Yani işimiz bu açıdan da zor.

Kılıçdaroğlu istifa etmeli, çünkü imsanlar sıkıldı bu Karagöz-Hacivat döğüşünden. yıllarca ne iktidarın ne de muhalefetin değişmememesinden halk sıkıldı. Türkiye'de siyaset, aynı süper kahramanların, aynı kötülerle savaştığı, ergenlikten sonra tad vermeyen süper kahraman-ajan öykülerine benzedi. Sağ kitlelerin AKP'den ayrılmamasının bir sebebi de bu. Türkiye'de siyaset yıllarca Demirel- Ecevit -Erbakan-Türkeş isimlerine sıkıştı. 

Ben muhalif enerjiyi muhalif parti liderlerine harcamayı da doğru bulmuyorum. 

Muhalefetin asıl enerjisini yöneltmesi gereken şey iktidar olmalı ve ilk hedefte, muhalif propagandanın ulaşmadığı kitlelere ulaşmanın yeni yollarını aramak ve zorlamaktır.


7 Haziran 2023 Çarşamba

DOMUZ KILI-IRK VE DİN BİRLİĞİ




 Aziz Nesin'in anlattığına göre Yahudinin bir Cengiz Aytmatov'a, Siz Türkler aynı domuz kılına benziyorsunuz, demiş.Nedenini sorduğunda da Arap, Slav ve her türlü ırk birliğinin kurulabildiğini ama Türk birliğinin kurulamadığını söylemiş. Aytmatov bu sözleri duyduğunda ellili veya altmışlı yıllar olmalı. O zamanlar Slav birliği diye bir durum var. Sovyetler Birliği, Dünya Slavlarını büyük ölçüde Sovyetler Birliği olarak Ruslar yönetmekte. Meşhur Varşova paktı ülkelerinin hepsi pratikte Rusya'ya bağlı. Öyle ki Doğu Almanya başbakanı Honecker, ülkesindeki isyanları bastırması için açıkça Gorbaçov'a kameralar önünde yalvarıyor. Gorbaçov, gecikeni tarih affetmez diye ret ediyor ve sonrasına büyük yıkım başlıyor.

Şu an Aytmatov'a laf atan o Yahudi muhtemelen yaşamıyordur. Yaşıyorsa ya da yaşasaydı, dediğine pişman olmuştu. Zira şu anda en sağlam iş birliği yapanlar Türkler.  Slav birliği, Sovyetler birliği ile beraber dağıldı. Polonyalılar, Çekler, Slovaklar ve hatta Ukraynalılar, Ruslanrdan nefret ediyor. Büyük Slav birliğini kurma hayallerini bırakın, Çekodtlovakya ve Yugostlavya bile dağıldı. Polonya, Çekya ve pek çok Slav ülkesinde eski Sovyet simgeleri yada Rus egemenliğini hatırlatan semboller tamamen ya da kısmen yasak . ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/kuzey-sorunu-olarak-rusya.html )  Arap birliği ise, 1967'nin altı gün savaşı yenilgisinden beri kağıt üzerinde. 17 (on yedi) Arap (ya da Arapça konuşan) ülkesi, dünya silah sanayi ürünlerinin yarısını satın alıyor, birbirleri ile savaşmak için. Körfez ülkeleri, Amerika sayesinde bir Irak işgaline karşı derin bir nefes aldı. Diplomatik alanda da birbirlerine rajon kesip, göz dağı verip, duruyorlar. Çin ile Tayvan'ın arası gergin, Çin habire Tayvan'a karşı askeri tatbikat yapıp, duruyor. Kuzey ve Güney Kore birleşecek gibi durmuyor.

Bir tek Türk birliği ciddi anlamda iş yapıyor. Türkiye'nin desteği olmasa, Azerbaycan, işgal edilen topraklarını Ermenilerden geri alamazdı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/ermeni-azeri-savasi-ve-israil.html ) Diğer Orta Asya devletleri ve çeşitli ülkelerde özerk (bu özerkliler, Gagauzyeri hariç kağıt üzerindedir.) ya da azınlık Türk toplulıklarının çoğu da Türkiye ile işbirliği yapmaya çalışıyor. Oysa Sovyetlerin taze yıkıldığı doksanlarda bile bu hayaldi.

Bunun bir kaç sebebi var. İlki ortak düşmanlar. Sadece Ruslar değil, Çinliler de Orta Asya'da egemenlik kurmak istiyor. Orta Asya için tek güvenilir müttefik, Türkiye. Araplarında ortak düşmanı var ya da vardı, o da İsrail. Birleşik Arap ordularının, kendilerinin yüzde biri kadar olan İsrail'e, 1967 haziranında altı günde yenilmesi, bu büyüyü bozdu. 1973 Yom Kippur savaşı, sonuçta İsrail'in yüz ölçümünün %60'ını kaybetmesine (Özellikle Sina Yarımadası) sebep olduysa da, Araplar için bir zafer duygusu yaratmadı. Mısır'ın ilk saldırıları başarılı olduysa da, Mısır ve Suriye ordularını yenilgiden kurtaran, Petrol krizi oldu. Bu sefer de Perol parasının tadını alan Araplar, mevcut durumu kabullendi. 

Gerçek bir birlik, eşitler arasında olur.  Slav ve Arap birliklerinde bir eşitlik yoktu. Kuzey Slavlarında  Rusların, güney Slavlarında Sırpların büyük kardeşlik hevesi, her şeyi batırdı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/balkan-yarimadasinin-soguk-savas.html ) Arap ülkelerinde de zengin petrol ülkeleri, para gücü ile önce Arap, sonra İslam dünyasına şekil, hatta şekiller vermeye kalktı. En acı sona uğrayan da Libya oldu. (  https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/libyanin-yakin-cag-tarihi.html ) En traji son da Irak'ın oldu. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/04/bir-kac-kitaptan-irakta-kurtler-ve.html )Körfez ülkeleri, savaşacak ordu ve nüfus olmayınca, para ile ortalığı kurcaladı ve kurcalamakta. Aslında hiç kimse liderlik yapmasa, Arap birliği kurulabilir. Türk birliğinde Türkiye'nin liderliğimsi bir durumu var.  Hepsi eski Sovyet ülkesi olan diğer ülkelerin, ticari ve kültürel olarak dış dünyaya çıkmak için  en güvenli yer Türkiye. Ülkeleri için en güvenilir dış yatırımcı Türkler. En zengini Kazakistan ise, kendi ülkesini bayındır yapmakla meşgul. Yani ortalıkta kimsenin kimse üzerinde egemenlik kuracak gücü yok.

Gene de işbirliği teşkilatı çok güvende değil. Sebepte Asya'nın Balkanları Fergana vadisi. Burada bir sürü sınır ötesi toprak ve her devletin ayrı ayrı hesabı var. Sık sık da çatışmalar oluyor. Bu çatışmalar şimdilik çok büyümeden bitiyor. Gelecekte umarım hiç çatışmazlar ama şatışırlar mı bilemem. O kadar siyaset uzmanı değilim. Tek anladığım Orta Asya devletleri ve Türkiye, genel anlamda işbirliği ve mümkün olduğunca barış içinde olmayı tercih ediyor. Zira onları bir lokmada yemeye hazır Rusya ve Çin gibi iki devin tehdidi altındalar.

Şu anda dünyada iki ırk birliği sağlam işliyor, Türk ve Yahudi. Yahudiler de yaşadıkları onlarca katliam ve dışlanmadan sonra mecbur kaldılar. İnsanlar sadece Nazi soykırımını biliyorlar. Naziler,  iktidarda oldukları 12 yılda (1933-45) Dünya Yahudi nüfusunun yarısını (altı milyon) katletti.  Yahudi nüfusu, tekrar eski seviyesine 2010 yılı gibi ulaştı. Oysa bu süreçte dünya nüfusu beş kat artmıştı. Nazi katliamından önce, Rus iç savaşı boyunca (1917-1922) bir milyon kadar Yahudinin öldürüldüğü sanılıyor. Orta çağ ve Rönesans devirleri Avrupası, Yahudi katliamları ile geçti ve halen dünyanın dört bir yanında Antisemitik yayınlar bolca yayınlanıyor.

Sonuç olarak bir birlik, eşitler ve bir araya gelmeye mecbur kalanlar tarafından kurulur.

4 Haziran 2023 Pazar

HASAN KAYA-TUT Kİ SEVGİLİ

 


TUT Kİ SEVGİLİ

Tut ki sevgili
Ellerim kelepçeli gözlerim bağlı
Yaşayamayacağım belki de son dolunay akşamını
Yine de düşmana karşı
Kızıl karanfillere bürünmüş
Hüzünlü bir sevinç içinde olacağım…
Tut ki sevgili
Karanlığın cellatlarının elinde değil de
Bir selvi ağacının gölgesindeyim
Hazan rüzgarı okşuyor yanağımı
Gözlerimin perdesini kapatıyorum
Bayrama uyanan çocuk sevincinde
Ve tüm benliğimle karışırken hayatın içine
Yürek telim en coşkun ritminde çalıyor…
Tut ki sevgili
Tutunacak dal arayan umudi gönlüm
Baskı makinası ritminde
Harıl harıl umut beyazı düşler üretiyor
Zulasından en umulmadık düşleri çıkarıp
Celladın suratına çarpıyor…
Tut ki sevgili
Sen de
Çağlayan suların coşkusunda geldin de
Her serüvenci gibi gitmen gerektiğinde
Apansız gittin
Sen şimdi çatal yüreğinden
Firari gecelerin karanlığına
Yıldız yıldız umudu ekiyorsun…
Tut ki sevgili
Bir tutam gökyüzünün altında seni düşünüyorum
Kim bilir hangi coğrafyanın
Hangi iklimindesin
Bulut olsam da uçsam
Yağmur olsam da düşsem gözlerine
Bu hasretin biter mi?...
Tut ki sevgili
Seni sevmek
Ne düşmek alazlı gözlerine
Ne tutmak ellerini
Ne ikona tapar gibi bakmak
Ne afili kelimelere raks ettirmek…
Tut ki sevgili
Seni sevmek insanları
Seni sevmek coğrafyaları
Seni sevmek özgürlüğü
Seni sevmek sevgili
Seni sen
Bizi biz yapan
Halkımızın kavgasını sevmektir…
Tut ki sevgili
Abı-hayat akan pınarın başındayım
Turnaları görüyorum
Mavi kanatlı kelebekleri
Hayat ne de güzel
Hayat ne de yaşanası
Ama gitmek elzem
Tarihin payımıza biçtiği rolde
Kavganın ateşinde yanıp
Çeliğin mavi ateşinde pişmek de gerek
Ama sevgisiz
Ama sensiz
Ama yine de seninle olacağım
Bana son bakışında bıraktığın
Gözlerinin ateşini
Canevimde taşıyacağım…
HASAN KAYA

1 Haziran 2023 Perşembe

İBNİ SİNA'NIN MÜSLÜMANDIR



 İslam felsefesinde kabaca iki ekol vardır, Meşailer (Aristocular) ve Tasavvufçular. İslamın ilk yüz yıllarında yapılan büyük bilim atılımlarının büyük çoğunluğu Meşai filozoflarına aittir. Tasavvufçular güzel şiir okur ve tarikat kurarlar. Sözde terki terk etmişlerdir ama bu vakıfları aracılığı ile büyük paralar kazanırlar. Pozitif bilimleri medreselerden atanlar onlardır. Siyasete en çok karışanlar onlardır. (Evet, tasavvufu sevmiyorum) Aslında kendilerini peygamber gibi görüp, evliyalıklarını ima ederler. İlahi bir ilhamla yazmışlardır kitaplarını.

İslamda Meşailik, daha en başıncan baskı ve hakaretlere uğramıştır. Çünkü din adına otorite kuranlar, aklıcılığı istemez. Meşailik, köy enstitüleri gibi doğar doğmaz saldırıya uğradı. Gene de bir üç yüz yıl kadar önemli işler yaptı. Matematiğe sıfırı getirdi, kimyada 4 element (ateş-hava-toprak-su) mitosunu yıkıp, ateş'in, ısının ışık olarak yansıması olduğunu, toprağın pek çok elementten oluştuğunu ispat etti. Çarklarla güç iletimini geliştirip,modern değişmenleri ve makinelerin temel çark sistemlerini icat ettiler. Daha pek çok şey, onların icadıydı. Bu yüzden haklarındaki saldırılara rağmen, Moğol istilasına kadar Orta Doğu ve Orta Asya'da ayakta kaldılar. Moğol istilasında, kütüphane katliamları sonucu kaybolan kitaplar, hep Meşailerin eserleri oldu. Mevlana'nın babası Bahaeddin Velet,  daha Moğol ordusu savaş hazırlığında iken, Harzemşahlar sultanına filozfları kolladığı için yenileceğini, Allah'ın kahrına uğrayacağını söylemiştir. Moğol propagandası yapa yapa Anadoluya gelmiştir. Mevlana ve Mevleviler de hem Moğollar, hem de daha sonraki iktidar odakları ile içli dışlı oldu. Mevlana ve Mevleviler, Bacu Noyanîn gizli Müslüman olduğunu söyledi. Ben Mevleviliği şu yazılarımda anlatmıştım.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/05/tamami-okunmayan-bazi-dogu-klasiklerin.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/ariflerin-menkibeleri-ve-mevleviligin.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/12/mesnevidenhatirlananlar-mevlana.html

Asıl konu edinmemiz gereken Gazali. İbni Sina başta olmak üzere Meşailere en başta o saldırmıştır. Ben bu blogda Gazali üzerine de bir kaç yazı yazmıştım

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/dini-inanclarimi-kaybetmem-3-imam-gazali.html

Gazali, İbni Sina başta olmak üzere Meşai filozofları dinsizlikle, dini tahrip etmekle suçladı. Bu suçlamalar, matematik ve doğa bilimlerinden anlamayan, halkın din dugularını öfkeye çevirerek, kendine rant sağlamaya çalışan tarikatlar  tarafından desteklendi. Meşailik son olarak Endülüs'te yaşadı. İbni Rüşt, son önemli Meşai filozoftu. Gazali'nin eleştirisini yazan tek kişiydi. Endülüs'te başkadılığa, yani adalet bakanlığına kadar yükselmişti. Ancak Hristiyan ilerlemesine yardım için Fas'tan gelen Muhavvitler'in baskısı ile gözden düştü ve Fas'ın Marakeş şehrien sürüldü. Orada oğlu ile camiden kovulacak kadar dışlandı. Onun eserleri Avrupa'yı daha çok aydınlattı. Öyle ki uzun süre Müslümanlar onu Avveroes adı ile Hristiyan sandı.

Şu günlerde Meşailerin ve onların en büyüğü olan İbni Sina'nın Müslüman değil de, deist-panteist olduğu iddiaları tekrar gündeme gelince, ben de bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bu dedikoduları tekrar yayan da, Youtube ünivetsitesi, Felsefe bölüm başkanı, ordinalyüs youtuber Pelin Dilara Çolak, namı diğer Dilozof. İbni Sina ile ilgili videosunda bu iddiayı seslendirdi. Kendisini ben de takip ederim, modern batı felsefesi konusunda gerçek bir uzman. Kendisi İbni Sina ve Müslüman filozflar üzerine başkalarının dediğini aktarıyor. Felsefede bu soruna Sokrates sorunu deniliyormuş. Sokrates hiç kitap yazmadığı için onunla ilgili söylenenleri derleyen Platon, Ksephanes ve her biri ayrı telden çalan dört ayrı Sokratesçi okullardan alınmıştır ve gerçek Sokrates'in kişiliği bu yüzden belirsizdir. İslamiyette de benzer bir durum vardır.

Sevgili okurlar, siz iyi misiniz? 8-11 yüz yıllardan bahsediyoruz. Orta çağ insanın dindarlığı, bu çağın dindarlığına benzemez. Bu insanlar, devlet adamlarına hizmet etmişler. Bu insanların deist-ateist olması mümkün mü? Bir de bu insanların hiç mi hayat hikayesini okumuyorsunuz? Farabi, Allah'ın ayetlerini parça parça para ile satanlara lanet olsun hadisinden etkilenmiş, ününün doruğunda olduüu halde derslerinden para almamıştır. Üstelik kendisi felsefe aşkına kadılık makamındab vaz geçmişti. İbni Sina, yaşadığı yıllarda Kelam ilminde şöhret olmuştu. Bu gün bile Kelam ilminde Farabi ve İbni Sina'nın temelleri vardır. Farabi, Allah'a Vacib-ul vücut, yani olması zorunlu varlık, diğer varlıklara mümkün-ül vücut, yani mümkün varlıklar der. İbni Sina buna bir de Mümten-il vücut, imkansız varlığı ekler ki, bu Allah'ın olmadığı bir dünyanın tasarımıdır.Ölümüne yakın mallarını yoksullara bağışlamış, üç günde bir Kuran okumuştur.

Pelin Dilara hanımın ortaya attığı, evreni yarattığının farkında bile olmayan tanrı tasarımına gelince; Meşailerin doğa kanunlarını Allah'ın emirlerine bağlama çabalarının, tasavvufçularca alay edilmesidir. Aradan geçen yüz yıllar boyunca Meşailiğin yok olması, medreselerde matematik ve fen bilimlerinin yok edilmesi sonucunu doğurdu. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'dan getirdiği din adamları, Fatih medreselerinden, din derleri dışındaki tüm dersleri kaldırdı. 17. yüz yılda, Osmanlı ordusuna hizmet eden Fransız kökenli Humbaracı Ahmet Paşa ( Claude Alexandre Comte de Bonneval ),  dönemin medreselerinde ulemanın bilgisini ölçmeye çalışır ve onlara üçgenin iç açılarının toplamını sorar. Birisi çıkar ve

-Üçgenine göre değişir der. 

İbni Sina'nın ve diğer Meşai filozoflarını  Müslümanlığını savunmanın bir zorluğu da, günümüz dinsiz (deis-ateist-panteist vesair) kişilerin de, bu büyük bilim adamlarını sahiplenmesidir.