29 Mart 2019 Cuma

AZİZ NESİNLİK BİR OLAY

Bürokrasiden Kaçan DomuzlarBazı insanların yeri kolay doldurulmuyor, bazı işleri o insanlar kadar mükemmel yapacak insanlar ortaya kolay çıkmıyor. Bir de bu işlerin yapılması için uygun ortam olmalıdır. Örneğin, iyi piyanist yetişmesi için o çocuğun çevresinde birileri piyano çalmayı sevmelidir, o çocuk piyanoya ulaşmalıdır.
Yazarlıkta öyledir. Bu yeri kolay dolmayan insanlardan birisi de Aziz Nesin’dir. Ülkemizde pek çok mizah yazarı var ancak ben hiç birinden Aziz Nesin’den aldığım tadı alamıyorum. Onun hikayelerini yazabilmek için iyi bir yazar olmak yetmez, Türkiye’de yaşamak gerekir. Gene Aziz Nesin’e ait bir hikayede, Türkiye’ye gelen bir yabancı hararetle Aziz Nesin’i arar, onunla ağzı kulaklarında konuşur, onun yazarlığını över. Sonra Türkiye’de yaşadıkça ustayı övmez olur, sonra da sıradan biri gibi davranır. Usta, sebebini sorar, o da cevap verir:
-Ben bu hikayeleri, sizin olağanüstü hayalgücünüzün eseri sanıyordum, meğer siz şahit olduğunuz olayları yazıyormuşsunuz.

Bence şahit olmak yetmez, düzgünce de yazmak gerekir.

Bu hikaye tamamen gerçek ve ben bakalım usta kadar iyi yazacak mıyım?
Şimdi ben, Milli Parklar Genel Müdürlüğünde memurum. Ankara’da genel merkezde. Ben, elimden geldiğince bu parkları yağmalamaya çalışan, hayvanlarını, bitkilerini yok etmeye çalışanlarla mücadele ederim. Milli parkların geniş arazi varlığı vardır, pek çoğu birinci dereceden koruma, yani sit alanıdır. Turistlik tesis yapmaya, maden çıkarmaya, taş ocağı açmaya pek çok kişi vardır. Bir de avcılar. Av denen zevki zerre anlamam. Bu küçük bir çocuğu dövme, yada kasabın koyun, sığır kesmesi gibi bir şeydir benim için. O hayvan benden akıllı ve zeki değil, benim kadar donanımlı da değil. Adamlar dürbünlü tüfekle, helikopterle hayvan avlıyor. O kadar uğraşana kadar al tüfeğini, sokak köpeği vur. Hoş, av sporu,av turizmi diye çırpınan adamlar, evlerinin önünde bir kedi yada köpek ezilse, kıyameti koparır.
Bir de mevzunun karşı cephesi var. Koyunları parçalayan kurtlar, kümeslere dadanan tilkiler, gelincikler, sansarlar ve benzeri.

En beteri domuzla.

Bence domuzlar, farenin devasa boyutta olanıdır. Genetik bilimi yada hayvan biyolojisi ne derse desin, benim gözümde domuzlar, devasa farelerdir. Fareler gibi çok doğurur, dayanıklı olduğu için aşırı ürer ve fareler gibi ne bulursa yer. Kendi dışkısını yemesi bir yana, başka hayvan dışkılarını, otu, eti, leşi, odunu, metali, ne bulursa onu yer. Ayağının altına gelen faresi, gene ayağıyla tutar ve yer.
Bu oburluğuyla beraberi bu hayvanlarda gurmelikte vardır. Yiyeceğin hasından anlar. Nişastalı besinlere bayılır. Mısır ve patatese çok düşkündür. Aslında ekili alanları tahrip etmeye bayılır. Bostan ürünleriyle de arası iyidir. Fasulye, kavun, karpuz sevdikleri arasındadır. Meyvelerden en fazla elmayı sever. Ağaca sürtüne sürtüne meyveyi düşürür. Sürtünmesi birazda parazit dolu sırtını kaşımasıdır. Bu kaşınma huyu yüzünden çam fidanlarını kırar. Birde özellikle toprak maltına yetişen mantarlar var. Toprağı burunlarıyla eşeleyip, metreler altındaki mantarları yer. En fazla domalan mantar denen mantarı yer. Fransızlar, bu mantarı pek bir sever, domuzlarla aramaya gidermiş. Bir ara Türk sosyetesinde de moda oldu, unutuldu.

Yiğidi öldür, hakkını yeme derler ya, bu domuzların faydası da yok değildir.

Bir kere bir çeşit, çöp öğütme makinesidirler. Köylerde ve ilçelerde, domuzlar sayesinde çöp birikmez, çöp dağları hiç olmaz. Mantar için toprağı eşelemeleri, toprağı sürmeleridir. Yedikleri tohumları, sindirmeden vücutlarından atması, ormanda ağaç ve diğer bitkilerin çoğalmasını sağlar. Hatta geniş ormanlar, domuzların eseridir.
Bu sebepten, bir milli parkta domuz avı yapılacaksa, burada domuz sayısı, normalden fazla olmuş olmalıdır. Geçenlerde Tunceli’den bir yazı geldi. Munzur vadisinde domuzlar, köylülerin tarlalarına dadanıyormuş, sürek avı için izin istediler. Bu milli park için bakanlığımızın öngördüğü domuz populasyonu yüz ellidir. Ben de cevaben bölgede yabani hayvan sayısının öğrenilmesini istedim.

Bekledim, bekledim, yazı gelmedi.

Ben de hatırlatma yazısı yazdım. Gelen yazıda hayvanları saydıklarını söylüyorlardı. Hayvan sayısı tam yüz kırk dokuzmuş. Hay maşallah. Tam sınırda ve artarsa av gerekli. Usulen üç ay sonra gene sordum, domuzların sayısını. Gene saydılar ve yüz yirmi dokuz dediler.
Hayda, bu hayvanlar arasında salgın olmasın. Belki de kaçak avcılar avlamıştır. Sebebini sordum. Hayvanlar, komşu il olan Erzincan ‘a kaçmış. Ben de Erzincan Orman işletmeyi aradım. Hayvanlara ne oldu diye. Bir kere yola çıkmışken, hızlarını alamamışlar, Erzurum’a gitmişler. Erzurum’a yazı yazdım, hayvanlar Kars’a girmiş.
Hey maşallah. Erzurum, en büyük yüz ölçümlü illerimizden birsidir. Erzincan’dan Kars’a üç yüz kilometreden fazla mesafe vardır. Benim hesabıma göre, bu hayvanlar, yaklaşık on beş ila, on dokuz gün arasındaki zaman diliminde bu mesafeyi aşmışlar. Üstelik fazlasıyla dağlıktır bu arazi ve bu olay şiddetli Erzurum kışında olmuştur. Meşhur Sarıkamış faciasına sebep olan Allahu Ekber dağları dahil, bazıları üç bin metreden yüksek onlarca dağı aşmışlar. Vah garipler.
Yok, ben bu işi tamam edeceğim. Tahmin ettiniz, Kars’la da yazıştım gelen cevap müthiş! Bu hayvanlar sınır geçip, komşumuz Ermenistan’a gitmişler.
Ben de domuz olsam, onlar gibi yapardım, böyle kötü bürokrasili bir ülkede yaşayacağıma, yüzlerce kilometre yürüyüp, bir komşu ülkeye iltica ederdim.

22 Mart 2019 Cuma

CİN HURAFESİ SİNEMASINA KARŞI

Cin Hurafesi Sinemasına Karşı
İslam'ın varlığını kabul ettiği metafizik varlık olan cinler, pek çok safsataya konu olmuştur. Özellikle de psikiyatrik hastalıklar hep cinlere mal edilmiştir.
Türk insanı Allah'tan, cehennem korkusundan daha fazla, cinlerden korkar. Bu hacı-hoca tayfası da en fazla cinlerden para kazanır. Bu sebeple de ağızlarından cin lafı düşmez.
Cinlerle ilgili bilgiler de hep değişir. Bir derler cin çarpması seyahat eden cinlerin çarpmasıdır, bir derler cin yeli denen cin nefesinin insana çarpmasıdır.
cin korku filmi ile ilgili görsel sonucuCinlerin de Müslümanı var derler ama nedense insanlar Müslümanına denk gelmez, demek ki Müslüman olanlar insanlara bulaşmaz. Nedense Müslüman olmayanlar da, çarpmak ya da bulaşmak için Müslüman insanları seçmektedir.
Türk halkının cinlere zaafını hacı-hocalardan sonra, Bulvar ve Tan gazeteleri ve medya keşfetti. Cinlerle ilgili yazı dizilerinin ve haberlerin tiraj getirdiğini keşfettiler ve çıplak kadınlar kadar cin haberleri-bilgileri de bu gazetelerin sermayesi oldu.
Ardından Sabah başta olmak üzere pek çok ilkesiz gazete de tiraj için cin haberi yayınladı. Özel televizyonlar da Sadettin Teksoy başta olmak üzere cin haberi yapmaya devam etti.
tan gazetesi ile ilgili görsel sonucuSon mevcut iktidarımızla beraber, televizyonlarda cin programları gırla gider oldu. Sonra bu sinema filmlerine sıçradı.
Türk sinemasında yıllardır aynı korku filmi senaryosu dolaşıyor. Herkese sırayla cin çarpıyor. Zaten film bir süre sonra hep karanlıkta geçiyor ve bol bol çığlık duyuyoruz, özellikle kadın çığlığı.
 Film için görsel veya ses efekti yapmak yerine, çığlıkla korkutmaya çalışıyor.
Bir de kızlar veya kızlardan başrol oynayanı yerde debeleniyor (tabi çığlıklar eşliğinde) ve biz anlıyoruz ki, kızcağıza tecavüz ediyorlar.
Ha, bir de görünmez bir el kızcağızın külotunu çıkarıyor bazen.
Bir de bu filmlerin başında GERÇEK OLAYLARDAN ESİNLENMİŞTİR  diye yazarlar. Bu iddialarına destek olsun diye be gazete kupürlerini gösterirler. Çoğu kez hangi gazete olduğunu göremezsiniz, zira o gazete muhtemelen seksenli, doksanlı yılların Tan ve Bulvar gazeteleridir.
Yeni nesli, yani liseliler falan bilmese de, muhtemelen bu gazetelerin adlarını bilenler gülecektir.
Şimdi bu gazetelerin o zamanlar işkemebe-i kübra'dan haber sallamak için özel yöntemleri vardı. O yıllarda gazete ve dergilerin bayi kar marjı %4' dü. Uzan ailesi Star gazetesi ve dergi grubunu kurduktan sonra rekabetler % '20'lere çıktı. Biraz da bu yüzden, her yerde gazete ve dergi satılmazdı. 1980'de kırk milyon civarı lan Türkiye nüfusu 1990'da almış milyona çıkmıştı ama ülkenin en çok satan on-on beş gazetesinin tirajı bir buçuk milyona sabitlenmişti, artmıyordu.
Doksanlarda kupon furyasıyla biraz arttı ya da artar gibi oldu.
İşte o yıllarda Bulvar ve Tan gazeteleri (Her ne kadar rakip iki patrona ait de olsalar aralarında  zerre rekabet yoktu. bulvar gazetesi, sağın bayraktarlığını yapan Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak'a -hani darbeden tutuklanana Nazlı'nın kocası-aitti. Bir de itiraf, ergenliğimde ben de alırdım bu gazeteleri.), bu gazetelerin satılmayacağı, satılsa da alan gençlerin o yöre yerlilerine soru soramayacağını bildikleri köylerin adlarını haritadan bulur, arşivden de uydurma bir fotoğrafla haber yaparlardı.
bulvar gazetesi ile ilgili görsel sonucuMesela Balıkesir ili, Manyas ilçesi, Ören köyü, Erzurum ili, Çat ilçesi, Öbekören köyü veya Trabzon ili Sürmene ilçesi, Yeniören köyü gibi. Benim Google'dan bulduğum gibi onlar da haritadan, kitaplardan köy adı bulur, sonra haber sallarlardı.
Seksenler ve doksanlarda Sabah'da cinlerle ilgili yazı dizisi ve haber işine girdi. Çünkü illa tiraj getiriyordu böyle haberler.
Ardından da televizyonlar girdi cin işine.
Hatta iş, cinlere karşı faşizan tavra döndü.
Nasıl ki artık Kızılbaş yerine Alevi, Çingene yerine Roman, Lapon yerine Sami, Zenci yerine Siyahi diyorsak; cin yerine de üç harfliler demeye başladık.
Cinlerin varlığına inanmıyorum, daha doğrusu var mı, yok mu bilmiyorum. Varsalar bile, öyle kadınların tüm, taşralıların çoğu psikiyatrik sorununda sorumlu değildir ve her haltı karıştırmış değillerdir.
Kaldı ki Kur'an da genel anlamda siz onlara bulaşmadıkça, sizden uzak duracak bir cin taifesinden bahseder. Öyle duvar diplerinde avını bekleyen serserileri tarif etmez.
Şimdi hurafelere karşı yeniden savaşımız başlamalıdır. Son on beş, yirmi yıldır hurafecilik cinler üzerinden yürüyor.
Gişe bile yapmayan korku filmlerinin temel amacı insanlara bu hurafelere yakınlaştırmak, insanları daha da korkak yapmaktır.
Buna karşı yapılabilecek ilk mücadele, bu cin konusunu espri haline getirmek. Sinemacı olsam BEŞ HARFLİLER diye komedi filmi yapardım. Filmde cinler, zorla büyü yaptırıldıkları, evlendikleri insanlara karşı mücadelelerini anlatırdım.
Sinemacı değilsek bile bu hurafelerle savaşmalıyız.

18 Mart 2019 Pazartesi

EŞKIYA FİLMİ ÜZERİNE

      EÅŸkiya
   Youtube'da uzun süre takip ettiğim ve herkese de tavsiye ettiğim kanallardan biri de Efe Aydal'dı. Bu şahıs, Faşist Efe Aydal diye başlayan ve kısmen kendisi ile dalga geçen videoları vardı. Ardada sinema ile ilgili post-kest denen ve genelde sadece ses içeren videolar da yapmıştı. 
       Bunlardan birinde de 1996 yapımı Eşkıya filmi ile ilgiliydi.
      Filmi eleştirmiyor, alay ediyordu. Özellikle filmdeki isimlerden. O an Efe Aydal'ın gerçekten bir faşist olduğunu anladım ve takibi bıraktım.
süreyya berfe ile ilgili görsel sonucu      Kendisi insanların çocuklarına Kürtçe isim vermesini bile istemeyen bir Nazi. Eşinin bir Rumen olması, bu durumu değiştirmiyor.
      Bu filmden nefret ediyor, çünkü bu filmden evvel, bazı isimler nüfus müdürlüklerinde gayrı resmi olarak yasaklıydı. Bu yüzden pek çok insanın nüfustaki adı ile günlük hayattaki adı farklıdır.
       Mesela annemin adı Fatma ama halen pek çok yaşlı akrabam anneme Berfe der.
        (Berfe bu filmde erkek adı işin ilginci. Şair Süreyya Berfe ise Kürt değil, Selanik göçmenidir. Hatta Atatürk'ün akrabasıdır. Ona Berfe takma adını, Cemal Süreya vermiştir)
        Film, Kürtçülük yapmadan, isimler hariç tek kelime Kürtçe geçmeyen, Kürt kelimesi bile geçmeyen, buna karşın Kürtleri en iyi anlatan filmdir.
eÅŸkıya filmi ile ilgili görsel sonucu     1996 ve 1997'de film, sadece gişe başarısı değil, gişe devam ederken televizyonlarda gösterilip, reyting rekorları da kırmıştır. Filmin yayın haklarını daha gösterime girmeden satın alan Star 1 (Şimdiki Star), bir sene kadar beklemiş, halen gösterimde olmasına rağmen prime time denen saatte de defalarca yayımlamıştır.
     
 Filmin müziklerinin albümleri ise, daha önceki film müziği albümlerinin hayal bile edemeyeceği kadar satmış, sonraki yıllara film şarkıları albümü modası başlatmıştır.
eÅŸkıya filmi ile ilgili görsel sonucu        Filmin gösterime girme tarihi, Türk sinemasının ölü zamanıdır. 12 Eylül rejimin baskısı ile seks filmleri furyası bitmiş ve Yeşilçam'ı arabesk şarkıcıların filmleri sarmıştır. Derken 1987-88 gibi o da bitti. Hele doksanların başında hemen hemen hiç yerli film yapılmıyor, yapılsa da vizyona girmiyordu.
       Yılda yirmi kadar sıkıcı film de Antalya, Altın Portakal festivali için yarışıyordu. Bu yarışmada ödül alan filmler de sadece bulmaca yapımcılarının umurunda oldu.
        Film, aşırı gişe hasılatına rağmen şubat tatilinde yayımlanmadı. Çünkü o zamanlar da dağıtım tekelleri vardı, o zamanlar da Şubat tatili sinemaların altın sezonuydu ve Yeşilçam'ın komada olduğu tarihte salonları bazı Amerikan stüdyolarının tekelindeydi.
eÅŸkıya filmi ile ilgili görsel sonucu        Filmin popülaritesi pek çok şeyi etkiledi.  Baran, Berfe ve Ceren gibi isimler moda oldu. Gene o dönemde çiğ köfte modası başladı.
     
 Doğrusu çiğ köfte, bu filmden önce de herkesin Şener Şen ve İbrahim Tatlıses filmlerinden bildiği bir yiyecekti.  Zamanla güney doğulu olmasa bile insanlar bir şekilde öğrenip yapmaya ya da bilen birilerine yaptırmaya başladı. Sonra dükkanlarda yapılmaya başladı ve giderek popüler bir yiyecek oldu. Ardından da çiğ köfteci zincirleri çoğaldı.
     (Benzer bir olay da Yılmaz Erdoğan'ın kasetini (albümünü) de çıkardığı Kayıp Kentin Yakışıklısı kitabındaki bir dizeden dolayı Van kahvaltı saraylarının, sonra da serpme kahvaltıcılığının yayılmasına sebep olmuştu)
          Film, sonraki yıllarda Türk sinemacılığının Yeşilçam'dan, sinema sanayi olması için sıçrama noktası oldu.
          İçeriğini çok fazla vermek istemiyorum. Filmde hiç abartı olmamasına rağmen çarpıcı olması, ne şive abartısı, ne de töre abartısı var.
        Döneminde fırtınalar estirmiş bu filmin, yeni nesil tarafından bilinmemesi üzücü.

12 Mart 2019 Salı

Azınlık Eksikliği

        
      Heidigger üniversite hocalığının ilk yıllarında Platon üzerine ders veriyormuş.Demiş ki, dersimiz iki bölümden oluşacak. İlkinde Platon'un hayatını, ikinci bölümde de Platon'un felsefesini anlatacağız.
        Platon herkes gibi doğdu, yaşadı ve öldü. Şimdi Platon'un felsefesine geçiyoruz, demiş.
        Kendisinin sonradan Nazi olmasına şaşmamalı, insanı anlamaya çalışmayan birisi. Bir filozofun, sanatçının, hatta fizikçi ya da kimyagerin ne yaptığı, kim olduğu ile daima ilgilidir.
       Hedigger'in bir zangocun oğlu olması, bir Ateist olmasını sağladığı gibi, sonradan Nazi olmasını da sağlamıştır.
        İmre Lakaos'un Kanıtlar ve Çürütmeler adlı kitabını okumaya başlamıştım. Cambiridge üniversitesinde, üstelik dünyaca tanınmış bir filozof iken yaptığı ikinci doktora tezinin, matematik felsefesinde bir dönüm noktasını olduğunu duymuştum. Kitapla ilgili bilgi ararken, filozofun hayatına dair başka bilgiler de buldum.
       Lacatos'un bir Macar Yahudisi olduğunu ve Annesi dahil neredeyse tüm aile ve akrabalarının toplama kamplarında katlediklerini biliyordum.
      Öğrendim ki bir komşusu annesini Nazilere, mobilya vaadi karşılığında satmış. İhbar mektubu, her nasılsa yakılmamış ve Sovyet askerlerince bulunmuş.
      İşte azınlık olmanın eksiklik duygusu tam da burada başlar. Çünkü bilirsiniz, siz vatanınızı çok sevseniz de, vatanınız sizi o kadar çok sevmez.
         Lacatos, savaş sırasında kendisini gizlemeke için bir sürü takma ad ve soy ad kullanmış. Lacatos soy adını da Macar tarihindeki bir kahramandan ilhamla almış.
      Kendisine Macar ulusal kahramanında soy adı seçecek kadar Macar milliyetçisi olan Lacatos,  Gene de Macaristan'da tutunamamış ve İngiltere'ye yerleşmiş.
         Azınlık üyesi olanlar bilirler ki, Barac Obama gibi Hindistan cevizi de olsanız (Obama'nın dışı Mandela kadar siyah da olsa, içi Trump'dan daha beyazdır), Saddamm Hüseyin'in Hristiyan dış işleri bakanı Tarık Aziz gibi işbirlikçi olun, Muhammed Ali veya Lefter gibi ülkenizi gururlandırın, gene de azınlık ve ötekisinizdir, azınlıksınızdır.
       Troçki, Lenin'in sağ kolu, Kızıl ordunun kurucusu ve baş taktisyeniydi. Gene de Lenin ölünce, yerine Stalin geçti. Çünkü Troçki, Yahudi'ydi. Stalin gene aynı sebeplerden, Macar devrimci Bella Kun'u istemedi.
        Faşizmi sadece sağcılıkta olduğunu yanılıyorlar. Bulgaristan rejimi, Sovyet askerlerinden de evvel sosyalist olan nadir ülkelerdendi. Buna karşın Türklere, Romanlara ve Müslümanlara karşı açıkça faşist bir rejimdi.
         Türkiye'de de durum çok farklı değildir. Aslına bakarsanız MHP BBP gibi geçmişi azınlıklara karşı sabıkası kabarık (Maraş-Çorum-Sivas katliamları) partilerde bolca Kürt ve Alevi bulunurken; Alevilerin partisi olarak bilinen CHP'nin içinde de Alevilere düşman çok kişi vardır.
        Gerçi özellikle taşrada CHP il ve ilçe başkanlıklarının başında CHP ile ilgisiz kişiler bulunur, o da ayrı konu.
      Azınlıklar ile ilgili cinsel (mum söndü, dört gönül bayramı vs), dini (Ali'nin peygamber sayılması, Yahudiler'in İsa'yı öldürmesi vs) ve diğer ahlaki suçlamaları da (at hırsızları, siyah biri tarafından öldürüldü vs) sosyolojinin konusudur. Bu şekilde söylemlerin amacı, o grubu ezmektir.
       Amaç o grup üzerindeki egemenliklerini artırmaktır. Eskiden bunu pek anlamazdım.Sonraları öğretmen atandığımda pek çok sağcı-dindar ailenin kızlarını benimle evlendirme çabalarını da bu sebepten anlamıyordum.
           Oysa bu söylediklerinin yalan olduğunu biliyorlardı ve amaç karşısındakini ezmekti. Benimle evlenme-evlendirme sebepleri de, benim memur maaşımın ve Ankara'da esnaf olup, bir evi, bir arabası ve bir iş yeri sahibi babamın servetini yağmalamaktı.
          Bir erkeği yağmalamanın en iyi yolu, onunla evlenmek ya da onunla damat olmaktır. İki kız kardeşim olduğu halde, evin tek erkek çocuğu olduğumu öğrendiklerinde;
         -Bir evin bir oğluymuşsun dediklerinde ağızlarından salyalar aktığı bile olurdu. Toplumumuz erkek egemen görünse de, o çok değerli kızlarını alan damatları ömür boyu sömürmeyi ve köle yapmayı da iyi bilir.
       İşte bu azınlık olmanın eksiklik duygusudur ki; gurbetçilere Almanya, Avrupa ve dünyanın geri kalanında sola, Türkiye'de sağa oy verdirtiyor.; Yahudilere çölün ortasında devlet kurdurtuyor, Ermenilere yüz yıl sonra bile dünmüş gibi 1915'i hatırlatıyor, Brezilya'da yaşayan Japonlar (Japonya'dan sonra en fazla Japon yaşayan ülke Brezilya'dır), Japonya'nın 2. Dünya savaşında yenilmediğine inanıyor.
     Lakin her şey boşunadır. İsterseniz Obama gibi hindistancevizi olun, isterseniz orda dolcu, burda sağcı (ya da tam tersi) olun, isterseniz Yavuz Bingöl gibi Yavuz'dan daha Yavuz olun, isterseniz İsrail'i, hatta Akdeniz'den Fırat'a kadar büyük İsrail'i falan kurun, o azınlık duygusunun eksikliği bir kere içinize girdi mi, çıkmaz.
      Bunu kendimden biliyorum.
       Bu duygu bana yıllarca uzak oldu. Sataşanlar, hakaret edenler bana bu duyguyu veremedi. Yıllar önce bir kadın bana bu duyguyu verdi ve hiç gitmedi.
       Bu duyguyla beraber, etrafınızdaki insanları ister istemez biz ve ötekiler diye ayırıyor ve ötekilere güvenmiyorsunuz. Sizi hindistancevizi yapmak isteyenlerden de nefret ediyorsunuz, bir zaman sonra tanrıya ve diğer metafizik şeylere karşı inancınız azalıyor ve buna rağmen kendi benliğinize yöneliyorsunuz.
      İşin acı tarafı, herkes dünyanın geri kalanına göre azınlık ve bir gün herkes bu duyguyu yaşayacak.

11 Mart 2019 Pazartesi

SAZAN SARMALI VE MESAJLARI

    Sazan Sarmalı
 İşin doğrusu Yılmaz Erdoğan saraya gitmeden evvel de bu filmi izlemeye gitmemeye karar vermiştim. Sonuçta gene gene gitmedin, Netfilix'den de izlemedim. Bedavacı siteden biri yayımladı, uludagsozlük' den biri link atmıştı, oradan izledim. (Hangisi sormayın, silmiş site)
       Film en baştan beklenildiği gibi vasat ve fazlası ile ilk filmin taklidi gibiydi. İlk  filmdeki süpermen, bu filmde saf damat olmuş. Gürdal Tosun'un yerini Asım Noyan'ın (Yılmaz Erdoğan) birlikte yaşadığı kadın rolündeki yeğeni Ezgi Mola, Müslüm denen hıyar da Sarı Saruhan olmuş.
SARI SARUHAN ile ilgili görsel sonucu         Ancak benim aklıma, filmde olmayan şeyler takıldı. Filmde tabanca var, hatta kovalamaca var, ama hiç ateş etmiyor. Çehov kuralı diye bilinen bu kural neden işlememiştir? Oysa işin gerçeği Çehov kuralı hayatta da geçerlidir. Eninde sonunda patlatmanız gerekir. Her zaman göstererek, korkutamazsınız. 
Diğeri de, son yılların Türk komedilerinde bolca olan bir şey, küfür. Filmde küfür yok. Sarı Saruhan, manitaya söz vermiştim diyor, susuyor ve bence etmiş kadar da oluyor.
            İlk filmde Asım Noyan, evli kadınlarla kırıştırıyordu. Bu filmde Asım Noyan evli değilse bile, evli gibi. Aynısı Saruhan için de geçerli. Saruhan'ın manitasının (kendisi böyle diyor) garip konuşma şekli, Yeşilçam filmlerinin konsomatris (pavyon kadını) tiplemesi sesine benziyor.
netflix sazan sarmalı ile ilgili görsel sonucu       Film, iyi gişe hasılatı etti ise  de, beklediği kadar etmedi. Çünkü hem vizyona bir, hatta iki hafta geç girdi. Sebebi de Mars ve Cinemaksimum'un yeni Koreli sahibi ile anlaşamaması. İkincisi de gene Koreli ile krizden dolayı istediği kadar salonda gösterime giremedi.
       Sonra birdenbire Nefliks denen ortamda yayımlandı. Aynı günde beleş video sitelerine düştü. Ben de acaba neden birdenbire bu film bedava oldu diye filmi incelemeye çalıştım.
        İnternet'te meşhur kuraldır, bir ürün bedavaysa, ürün sensindir.
        Bir film bedavaysa, filmin kendisi reklamdır. Film çıkar çıkmaz, filme ücretsiz ulaşıyor isen, amaç filmi mutlaka izlemen ve o filmde sana gösterilmesini istediklerini görmendir.
       Filmde, Cem Yılmaz filmleri gibi reklamı parayla izletmeyi  amaçlamış. Hem istediği kadar izletmediği, hem de istediği etkiyi bulamadığı için internet ortamlarına verilmiş durumda.
netflix narcos mexico ile ilgili görsel sonucu      Mesela Narcos, Netfliks'e düşer düşmez tüm bölümlerine internette bulunabilmekte. Hem de tüm bölümleri. Breaking Bad ve onun devamı Better Call Saul ile beraberdir DEA reklamı. Amacı Amerika ve Dünya halkına, içmeyin şu zıkkımları, bunları üretenler ve satanlar din ve devlet düşmanı mesajını vermek.
      Narcos-Meksico'yu izlerken kafamda bir soru oluştu. Sıska Adam Feliks, o meşhur Amerikan istihbaratının burunun dibinde, bir kaç yıl içinde, Meksika'nın tüm çetelerini birleştiriyor, Meksika'da, Trakya büyüklüğünde devasa bir esrar tarlası ekiyor, yıllarca işletiyor, tüm Meksika devlet mekanizmasını maaşa bağlıyor, kendisine engel olan bürokratları ortadan kaldırıyor.
        Bütün bunların farkında da, sezonun sonunda kaçırılıp, işkence ile öldürülecek olan Kiki takma isimli DEA ajanı gelene kadar fark etmiyorlar.
       Sorum şu, hiç mi DEA ajanı Feliks'in adamı değildi? Sezon sonunda ekibin tamamının apar topar A.B.D'ye geri gönderilmelerinin tek sebebi Kiki ile duygusal bağları mıydı, yoksa Kiki'yi satmış olmaları mıydı?
kelebeÄŸin rüyası kıvanç ile ilgili görsel sonucu         Filmde de dolandırıcılar ve mafya sevimli gösteriliyor. Asım Noyan'ın çetesinde sahici silah yok, biz eşkıya mıyız, diyorlar. Telefon dolandırıcıları da, içlerinden birinin cüce olduğu üç kişi. Yani öyle çok karmaşık değiller. Oysa telefon dolandırıcıları, size ait pek çok bilgiyi, belli yerlerden satın alan karmaşık oluşumlardır.
        Filmdeki reklam da bu. Bahçeşehir koleji gibi ürün yerleştirmeleri sadece bir ayrıntı.
       Asıl ürün yerleştime, internet trollerinin en çok reklamını yaptığı Sarı Saruhan karakterinde.
      Ben ve başka pek çok kişi de muhtemelen sırf Kıvanç Tatlıtuğ için filmi izlemiş olmalı.
      Kıvanç Tatlıtuğ'a hayranım. Adam hem metot oyuncusu, hem de yakışıklı jön. Kelebeğin Rüyası filminde veremli şair olmak için bir deri, bir kemik kalmıştı; bu film içinde kocaman bir göbek bırakmış.
      Film boyunca bu karakterin neden övülüp, durulduğunu anlamadım. Oyuncu iyi olmakla beraber, Türk sinemasında böyle karakter çoktur.
       Bir de bu Sarı Saruhan kime benziyor diye düşünüyorken, önüne dökülen kaküllerinden fark ettim. Tabi ya, bu karakter oydu, bu film onun övülmesiydi.
       Kurtlar Vadisi dizisi, CIA ajanı Abdullah Çatlı'nın övülmesiydi. Şahsın bir polis amiri, bir korucu başı-milletvekili ve seks işçisi ile beraber, zift gibi sarhoş vaziyette ölmesi göz ardı edildi.
susurluk kazası ile ilgili görsel sonucu      Şimdi ise insanların kanları ile duş almaktan bahseden şahıs yüceltilmeye çalışılmış.
      Tabi pek olmamış. Sebebi de en başta önceden söylediğim gibi istediği vakitte ve salon sayısında gösterime girememesi. Bu yüzden de gösterim bitmeden önce Netfliks, sonra  beleş sitelere düşmesi, ardından da kaldırılması da bu etkiyi yaratamadı.
       Tek sebep bu değildi. Her şeye rağmen gayet iyi gişe hasılatı edindi.
      En başta bu film karakteri, insanların kanları ile duş almaktan bahseden bir kişi ile özdeşleştirmek için fazla sevimlileştirilmiş.
        İkinci olarak böyle kaba davranan film-dizi karakterleri doğrudan akla Recep İvedik'i getiriyor, seyirci başka karakterle özdeşleştiremiyor.
         Bence esas sebebi bu.
        Film de bence izlenilesi değil. Ayrıca senesi dolmadan bedava televizyon kanallarında gösterilecek gibi.