Youtube'da uzun süre takip ettiğim ve herkese de tavsiye ettiğim kanallardan biri de Efe Aydal'dı. Bu şahıs, Faşist Efe Aydal diye başlayan ve kısmen kendisi ile dalga geçen videoları vardı. Ardada sinema ile ilgili post-kest denen ve genelde sadece ses içeren videolar da yapmıştı.
Bunlardan birinde de 1996 yapımı Eşkıya filmi ile ilgiliydi.
Filmi eleştirmiyor, alay ediyordu. Özellikle filmdeki isimlerden. O an Efe Aydal'ın gerçekten bir faşist olduğunu anladım ve takibi bıraktım.
Kendisi insanların çocuklarına Kürtçe isim vermesini bile istemeyen bir Nazi. Eşinin bir Rumen olması, bu durumu değiştirmiyor.
Bu filmden nefret ediyor, çünkü bu filmden evvel, bazı isimler nüfus müdürlüklerinde gayrı resmi olarak yasaklıydı. Bu yüzden pek çok insanın nüfustaki adı ile günlük hayattaki adı farklıdır.
Mesela annemin adı Fatma ama halen pek çok yaşlı akrabam anneme Berfe der.
(Berfe bu filmde erkek adı işin ilginci. Şair Süreyya Berfe ise Kürt değil, Selanik göçmenidir. Hatta Atatürk'ün akrabasıdır. Ona Berfe takma adını, Cemal Süreya vermiştir)
Film, Kürtçülük yapmadan, isimler hariç tek kelime Kürtçe geçmeyen, Kürt kelimesi bile geçmeyen, buna karşın Kürtleri en iyi anlatan filmdir.
1996 ve 1997'de film, sadece gişe başarısı değil, gişe devam ederken televizyonlarda gösterilip, reyting rekorları da kırmıştır. Filmin yayın haklarını daha gösterime girmeden satın alan Star 1 (Şimdiki Star), bir sene kadar beklemiş, halen gösterimde olmasına rağmen prime time denen saatte de defalarca yayımlamıştır.
Filmin müziklerinin albümleri ise, daha önceki film müziği albümlerinin hayal bile edemeyeceği kadar satmış, sonraki yıllara film şarkıları albümü modası başlatmıştır.
Filmin gösterime girme tarihi, Türk sinemasının ölü zamanıdır. 12 Eylül rejimin baskısı ile seks filmleri furyası bitmiş ve Yeşilçam'ı arabesk şarkıcıların filmleri sarmıştır. Derken 1987-88 gibi o da bitti. Hele doksanların başında hemen hemen hiç yerli film yapılmıyor, yapılsa da vizyona girmiyordu.
Yılda yirmi kadar sıkıcı film de Antalya, Altın Portakal festivali için yarışıyordu. Bu yarışmada ödül alan filmler de sadece bulmaca yapımcılarının umurunda oldu.
Film, aşırı gişe hasılatına rağmen şubat tatilinde yayımlanmadı. Çünkü o zamanlar da dağıtım tekelleri vardı, o zamanlar da Şubat tatili sinemaların altın sezonuydu ve Yeşilçam'ın komada olduğu tarihte salonları bazı Amerikan stüdyolarının tekelindeydi.
Filmin popülaritesi pek çok şeyi etkiledi. Baran, Berfe ve Ceren gibi isimler moda oldu. Gene o dönemde çiğ köfte modası başladı.
Doğrusu çiğ köfte, bu filmden önce de herkesin Şener Şen ve İbrahim Tatlıses filmlerinden bildiği bir yiyecekti. Zamanla güney doğulu olmasa bile insanlar bir şekilde öğrenip yapmaya ya da bilen birilerine yaptırmaya başladı. Sonra dükkanlarda yapılmaya başladı ve giderek popüler bir yiyecek oldu. Ardından da çiğ köfteci zincirleri çoğaldı.
(Benzer bir olay da Yılmaz Erdoğan'ın kasetini (albümünü) de çıkardığı Kayıp Kentin Yakışıklısı kitabındaki bir dizeden dolayı Van kahvaltı saraylarının, sonra da serpme kahvaltıcılığının yayılmasına sebep olmuştu)
Film, sonraki yıllarda Türk sinemacılığının Yeşilçam'dan, sinema sanayi olması için sıçrama noktası oldu.
İçeriğini çok fazla vermek istemiyorum. Filmde hiç abartı olmamasına rağmen çarpıcı olması, ne şive abartısı, ne de töre abartısı var.
Döneminde fırtınalar estirmiş bu filmin, yeni nesil tarafından bilinmemesi üzücü.
Filmin müziklerinin albümleri ise, daha önceki film müziği albümlerinin hayal bile edemeyeceği kadar satmış, sonraki yıllara film şarkıları albümü modası başlatmıştır.
Filmin gösterime girme tarihi, Türk sinemasının ölü zamanıdır. 12 Eylül rejimin baskısı ile seks filmleri furyası bitmiş ve Yeşilçam'ı arabesk şarkıcıların filmleri sarmıştır. Derken 1987-88 gibi o da bitti. Hele doksanların başında hemen hemen hiç yerli film yapılmıyor, yapılsa da vizyona girmiyordu.
Yılda yirmi kadar sıkıcı film de Antalya, Altın Portakal festivali için yarışıyordu. Bu yarışmada ödül alan filmler de sadece bulmaca yapımcılarının umurunda oldu.
Film, aşırı gişe hasılatına rağmen şubat tatilinde yayımlanmadı. Çünkü o zamanlar da dağıtım tekelleri vardı, o zamanlar da Şubat tatili sinemaların altın sezonuydu ve Yeşilçam'ın komada olduğu tarihte salonları bazı Amerikan stüdyolarının tekelindeydi.
Filmin popülaritesi pek çok şeyi etkiledi. Baran, Berfe ve Ceren gibi isimler moda oldu. Gene o dönemde çiğ köfte modası başladı.
Doğrusu çiğ köfte, bu filmden önce de herkesin Şener Şen ve İbrahim Tatlıses filmlerinden bildiği bir yiyecekti. Zamanla güney doğulu olmasa bile insanlar bir şekilde öğrenip yapmaya ya da bilen birilerine yaptırmaya başladı. Sonra dükkanlarda yapılmaya başladı ve giderek popüler bir yiyecek oldu. Ardından da çiğ köfteci zincirleri çoğaldı.
(Benzer bir olay da Yılmaz Erdoğan'ın kasetini (albümünü) de çıkardığı Kayıp Kentin Yakışıklısı kitabındaki bir dizeden dolayı Van kahvaltı saraylarının, sonra da serpme kahvaltıcılığının yayılmasına sebep olmuştu)
Film, sonraki yıllarda Türk sinemacılığının Yeşilçam'dan, sinema sanayi olması için sıçrama noktası oldu.
İçeriğini çok fazla vermek istemiyorum. Filmde hiç abartı olmamasına rağmen çarpıcı olması, ne şive abartısı, ne de töre abartısı var.
Döneminde fırtınalar estirmiş bu filmin, yeni nesil tarafından bilinmemesi üzücü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder