31 Mayıs 2023 Çarşamba

YENİ MÜLTEZİMLER-DAĞITIM ŞİRKETLERİ

 


Mültezimlik denen kurum, 1925 yılında aşar vergisinin kaldırılması ile ortadan kalkmıştı. Aşar ya da öşür denen vergi, 1925'de kaldırılınca, mültezimlik denen meslek tarihe gömülmüş, vergi toplama işi, devletin vergi memurlarına kalmıştı. Bu meslek özelleştirmelerle tekrar hortladı. 12 Eylülden beri basında belli kalemler ve belli basın organları sürekli bir özelleştirme destanı yazıyordu. O kadar çok özelleştirme yapıldı ki, özelleştirme idaresi bile kapandı. Özelleştirilen pek çok fabrika da kapandı. Özelleştirme öyle anlatıldığı gibi ucuzluk getirmedi. Özellikle  de elektirik ve doğal gaz dağıtımı özelleşince, ucuzluk yerine pahallılık geldi.

Bu dağıtım şirketleri ne üretmekte? Görünüşte üretilen elektiriği dağıtmaktalar. Elektirik dağıtımının aksamamasından da sorumlular. Oysa elektirk eskisinden daha çok oluyor ve elektirik kesildiğinde geri gelmesi daha uzun sürüyor. Sokak aydınlatmaları da eskisinden daha az. Sözleşmelerine dayalı yatırımlardan bir milim daha fazla hat döşemiyorlar.

Dağıtım işi devlete yük müydü? Neden devlet elektirik ve doğalgaz dağıtımı işinden çekildi? İşin gerçeği şu ki,  elektirik ve doğalgaz gibi ihtiyaç maddelerinden fahiş vergi alınıyor.  Buna Rus doğalgazını, Mesut Yılmaz'ın ailesinin aldığı rüşvetler yüzünden fahiş fiyata almamızı da ekleyin. Sorunun büyüklüğünü anlarsınız.

İşin doğrusu bu şirketlerin teeml işi tahsilat. Bu yüzden sayaç okumaları için zam gelmesini bekliyorlar. Rakamları hep yukarı doğru yuvarlıyorlar. Zira yaptıkları iş tahsilattan pay almak. Aldıkları ihaleler de, vergi toplama, yani mültezimlik ihalesi.

26 Mayıs 2023 Cuma

YAPAY ZEKA SİYASETİN HİZMETİNDE -1 İKTİDARI KORUMA



 Cambiridge Analitica, büyük sıkandallar sonucunda 1 mayıs 2018'de kendisini feshetti ama Vikipedia'ya göre (O da Associted Press'den almış) gene mayıs 2018'de kurulan Data Propia, Cambirdege Analitica'nın eski yöneticilerince yönetiliyor. İşin doğrusu Data Propia, alanında tek değil, muhtemenel en büyük de değil. Bu işler eskiden de vardı, şimdi de var ve muhtemelen daha fazla yapılmaktadır.

Şimdi pek çoğunuz, Watsapp başta olmak üzere bedava uygulamaların, hakkınızda veri topladığını ve bunu şirketlere sattığını biliyorsunuzdur zira bu konuda bir şeyler duymuş ya da okumuşsunuzdur. Sadece mesajlarınız değil, fotlarınız, videolarınız, paylaştığınız dosyalarınız da analiz ediliyor. Watsap gruplarını 250 ile sınırlandırılmasının temel nedeni de, grup ilişkilerinin yeterince analiz edilememesi. Sorun siz telefonda köpek maması dediğinizde, tüm gün köpek maması reklamı görmenizle sınırlı değil. Sorun, sizin hakkında toplanan bilgiler sayesinde, toplumun deney fareleri gibi yönetilmesi, sizi yönlendirmesidir. Bunu da sizin kişilik profilinizi yaparak yapmasıdır. Eğer iktidar yanlısıysanız, bunun devamı için, kişiliğinize göre propaganda yapılıyor. Bunun parası büyük ve bu yüzden de parasını ancak iktidar sahipleri ve kendine göre iktidarı değiştirmek isteyen büyük kapitalist tröstleri verebiliyor. İktidar değişmemesi için, iktidar yanlıları, iktidar değiştirmek isteyen dev şirketler ödeyebiliyor. Bu şirketler geleneksel medya kanallarının (gazete-tv-radyo) da çoğuna sahiptir. Pek çok ülkede geleneksel medya kanallarının büyük çoğunluğu 2-3, en fazla 5 şirketin elindedir.



Profiliniz, ikitdar yanlısıysanız, durumunuzu değiştirmemek için, size özel propaganda yapılıyor. İktidar değişirse, siz neyin kaybedilmesinden korkuyorsanız, onun değişmesi ile nelerin kayıp gideceği, gözünüze sokulur. Mesele iktidara muhalif olmanızdır. Eğer iktidara muhalif olmakta kararlıysanız, asıl zor iş, o zaman başlıyor. Sizi iktidar yanlısı olarak döndüremeyeceklerini anladıklarında, bu seferde önce sizi oy vermemeye, seçimleri boykot etmeye yönlendiriyor. Cambiridge'ın en çok öğündüğü iş, Trinidad-Tobago'da gençleri seçimi boykot etmesini sağlayarak, Hintli göçmenlerin partisinin kazanmasını, Siyahilerin partisinin kaybetmesini sağlamak olmasıdır. Mesaj, sözde tüm Trinidad-Tabago halkınadır ama siyahiler, köle geçmişleri sebebiyle aile bağları daha zayıftır ve boykota en çok onlar katılır. Bazı sözde muhaliflerin, 2.tur için boykot çağrıları bilmem dikkatinizi geçti mi?İktidarlar için en sevilen muhalif, oy vermeyen muhaliftir. Eğer muhalifseniz, en büyük muhalefet partisi ya da muhalefet bloğuna oy vermemelisiniz. Olası en küçük muhalif partiye oy verip, iktidara daha çok milletvekili kazandırmalısınız. En soldaki parti olan Türkiye İşçi Partisinin 4 milletvekili kazanıp, MHP'ye 12 milletvekili kazandırdığını unutmayın. Bu haberleşme ve sosyal medya şirketleri o kadar yaygın ki, hangi partinin, hangi sandıkta ne kadar oy alacağını, az bir farkla tahmin edebiliyor. Birebir o sandığın ya da hangi sandığın seçmeni, nasıl yönlendirilir, onun taktiğini de belirleyebiliyor. Yapay zeka, isterse on milyar kişiyi tek tek profilleyecek güce sahip. Öyle komedyenlerin espirindeki gibi her kullanıcıya bir CIA ya da FBI personeli yok, ciddi bir program yada bot (robot) var.

 Bu botlar sadece oy verme tercihiniz değil, olası bir seçmen bastırma harekatında ne yapacağınız üzerine de analiz yapıyor. Seçmen bastırmanın ne olduğunu da bir hatırlayalaım: 

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/adam-kazand-m-acaba.html


Ek; 2018'de yerel seçimlerde, şimdiki Hüda-Par'cıların bir kısmı, Hilafet Yanlıları adı altında spsyal medyada oy verme çağrıları yapıp, videoları yayınlamış ve bu sebeple de alaya alınmışlardı.Bunu yapmalarını sebebi çılgınlıkları değildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminden altı ay sonra ekonomi hızla çökmüş, pek çok muhafazakr seçmen, AKP'den uzaklaşmıştı. Tepki için Saadet ya da başka partiye oy verme ihtimalleri vardı. Onları geri Akp'ye kazanmayacakları anlaşılınca, oy vermemeleri için bu kampanya yapıldı. Şimdilerde bu oylar, Yeniden Refah'a yönelince bu kampanya unutuldu.
 


BANKACILIK KRİZİ Mİ GELİYOR?

 


Uzun zamandır sulandırılan ve bence bilinçli olarak sulandırılan bir haber var. Beşli çeteye, beşli çete demek yasakmış gibisinden bolca espri yapılıyor. Beşli çeteye, beşli çete yasaklanmış, beşli çiçek diyecekmişiz gibisinden şakalar havada uçuşuyor. Yasadaki üç yıl hapis cezası kaldırıldı ama yasa çıkacak gibi.

Oysa yasa ilgili kimsenin fark etmediği bir ayrıntı var. Yasa müteahhitler ya da sanayici-tüccar kesimi için değil. Cumhuriyet gazetesi ekonomi yazarı Çiğden Toker, bu yasanın finans kurumları ile ilgili olduğunu söyledi. Yani yasa büyük ölçüde bankalar ve yalancı bankalar diyebileceğimiz faizsiz finans kurumlarını kapsıyor ve onlar aleyhine yayın yapılmasını ağır cezalarla yasaklıyor. Yasadan hapis cezası kaldırılma sebebi de hapsin, para cezası ya da engellemeden daha ses getirici olması ve paniği arttırma ihtimali.

Eskiden sık kullandığımız bir deyim vardı. Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü? Sahi niye öptü? Durduk yerde finans kuruluşlarının çok mu itibara ihtiyacı vardı? Ya da birileri finans kuruluşlarının itibarını linç etmek için pusuda mı bekliyor? Finans kuruluşlarına bir şey diyen mi oldu?

Yoksa bu yasa, 1993 5 nisanı ya da 1999 anayasa kitapçığı krizi gibi büyük bir bankacılık krizine karşı halkın uyanmaması ve daha fazla para kaybetmesi için bir tuzak mı? Şimdi buna önermenin karşı argümanı var. Bankacılıkla ilgi sıkı düzenlemeler var, neredeyse hepsinin de Borsa İstanbul'da hissesi olduğundan, kamuoyuna bilançolarını açıklama zorunlulukları var.

Birincisi bu yasaların pek çoğu Kemal Derviş'ten önce de vardı ve ikincisi, asıl can yakacak husus, pıtırak mantarlarının bahar yağmurları ile her yerde bitmesi gibi biten faizsiz finans kurumları ile nasıl işledikleri belirsiz sözde emlak kurumları ile elimizde ne gibi veriler var?

İşin doğrusu bu kriz çıkmak için 2023 seçimleri sonrasını mı bekliyor?




23 Mayıs 2023 Salı

14 MAYIS SEÇİMLERİ NDE MUHALEFET NEDEN BAŞARILI SAYILMALIDIR.



 İlk olarak durum gerçek anlamda beraberlik ama muhalefet daha iyi durumda: Muhalif kanatta moral bozukluğunun sebebi, beklentinin büyük olması ve devlet ile burjuvaların gücünü tahmin edememesi.  Bunu her seçimde yapıyor. İktidarın ve iktidar sayesinde zengin olan burjuvanın elinde devasa bir medya ve istihbarat ağı, üzerine bir sürü tarikatı, camisi, devlet kurumu falan var. Muhalefet bunu halen küçümsüyor. Devasa bir trol ordusu besliyor. Sadece twitter aleminde değil, en bilinmedik sosyal mecralarda bile varlar. 2013 de Gezi ile başladılar ve artık çok tecrübeliler. Gazete, televizyonları, internet siteleri, kendi sosyal medya ve haberleşme grupları var. AKP'yi yüzde kırklardan, otuzbeşlere düşürmek bile başarı. Cumhurbaşkanlığını ikinci tura düşürmek, en büyük başarı.

İkinci olarak, seçimin ikinci tura kalması bile iktidar için yenilgi dir.: İkinci tura kalma bile, ikridarın karizmasının çizilmesidir. İktidar, bu seçimi %50, 00000000000000000000001 ,le de olsa kazanma üzerine kurmuştu. Hatırlar mısınınz seçimden bir hafta evvel, bazı iktidar yanlıları, eğer siz kazanırsanız, küçük farkları kabul etmeyiz demişti. Muhalefet yanlılarından da ses gelmişti, bir oy farkı bile kabul edeceksiniz diye. Yani oy oranının sınırda olduğunu biliyorlardı ve muhalefeti kabul etmeye zorlamak için hazırlık yapıyorardi. 15 Mayısta Merkez bankası, kredi karından nnakit çekişini yasakladı. Bu emri 12 Mayısta, 15 mayısta uygulansın diye emretmiş. Yani 14  Mayısta kazanmayı kesin görmüşler.

Üçüncü olarak, iktidar da artık tek parti değil, bir sürü partinin koalisyonudur ve bu koalisyon zannetiğimiz kadar sağlam değildir.: İktidarın yeni yeni ortakları var ve onlar da devlet pastasından pay istiyor, isteyecek. Bu da ülkeyi yönetmeyi zorlaştıracak. Halkı koalisyonlarla tehdit eden bir iktidarı, böylesi çoklu bir koalisyona zorlamak da başarıdır. Reis dedikleri liderlerini pazarlığa zorlanmıştır. Bu da karizmasını çizmiştir..

Dördüncü olarak iktidar kolay devrilen bir şey değildir: Kaddafi 42 yıl, Saddam 23 yıl iktidarda kaldı. Suriye'de on yıllık depreme rağmen Beşar Esat halen iktidarda. Bu işler, gerçekten zor iştir çünkü iktidar makamı çok tatlıdır. İktidar sahipleri, makamlarını kaybetmemek için herşeyi yapabilir, hatta herşeyi değiştirebilirler.( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/duzenen-cekiduzen-hic-bir-sey.html) Che Guevera'nın dediği gibi, iktidar her şeyini kaybeder, muhalefet yeniden başlar.

Beşinci olarak iktidar bu oy oranına ulaşmak için çok şey vaat etmiştir. Bu vaatlerin bedeli vardır. 15 mayısta kredi kartına nakit avansın yasaklanması da, hazinenin bu bedeli ödemekte zorlandığının göstergesidir. Sonra bunu fark edip, yasağı kaldırdı ama kazanırsa,  şüphesiz seçimin ertesi günü bu yasak geri gelecektir. Oysa oy verenler, bu vaatleri ve refahını isteyecektir. Pek çok AKP seçmeni, hanelerdeki doğal gazı tamamen bedava sanıyor ve kışın gazın ayarını en yükseğe getirecektir. Ayrıca Altındağ olayları ucuz atlatılmıştır ama Turkish Gril kelimesini google'dan aratıp, düşler kuran Afgan ve Pakistanlılara karşı çok da müsamahakar olmayacaktır. Cehennem kapısını açmak kolaydır, kapatmak zordur. Maraş-Çorum, 6-7 Eylül gibi progromlarla, bu kapıyı açan ve Maraş katliamı sonrası, bana sağcılar cinayet işletiyoruz gibi laflar ederek, bu kapıyı açan sağdır ve 28 mayıs gecesini atlatarak, bu kapıyı kapatamayacaktır. Sonuçta bu kadar vaat varken, kontorlsüz göçmen varken, iktidarın asıl derdi, seçim gecesinden sonra ortaya çıkacaktır.

Altıncı olarak da aşiret kültürü kırılmamışsa da,  çatlamıştır: Pek çok kişi, deprem bölgesinde seçim sonuçlarına şaşırdı. Ben oy oranının düşmesine şaşırdım, aslında deprem bölgesinde iktidarın oy oranının artması beklenmeliydi. 1995 Dinar depreminden sonra öyle olmuştu.  Felaketler sonrasında ilk şok tepkisi budur aslında. Deprem bölgesi, ülkemizde sağın kaleleri olmuştur. Depremin merkezi olan Kahramanmaraş'ın, 1978 aralığında yaptıklarını unuttunuz mu? Ya Malatya'da olanlar, yıkılan-yakılan evler, dükkanlar? Ben çok az  Maraşlının yapılanlardan dolayı üzgün olduğunu gördüm.Bu sağcı halk, aynı zamanda sağın suçlarının ortağıdır. Bu kadarlık oy düşüşü bile ciddi bir başarıdır.

Suç örgütleri, aşiret (klan) mantığı ile hareket eder. Sanayileşmemiş, millet olamamış toplumlarda insanlar yeteneklerinden çok tanıdıkları ya da akrabalıkları ile bir yerlere gelir. Aşiret-klan bağında, kan bağı esassa da, tek başına değildir. Alevilerde mushaiplik, Kürtlerde kirvelik, Katoliklerde vaftiz ana-babalığı gibi yapay kurumlarla da akrabalık bağı oluşup, aşiret genişletilebilir. Bu çok karmaşık bir durumdur ve bugün pek çok kişi kendisini, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan Sünni Türklük aşiretinin bir parçası olarak görüyor. Muhalif bloka katılan Deva, Saadet gibi partiler, bu aşiret balkış açısını yıkmak için varlar.

22 Mayıs 2023 Pazartesi

MEĞER BUNLAR KURTULUŞ SAVAŞINA DA DÜŞMANMIŞ

 


İktidarın seçim stratejisinin sonradan vatandaşlık verilenler üzerine olduğu kesinleşmiş gibi. Bu da muhalefet için yeni bir mücadele alanı açıldı demektir. İşimiz zor ve acil. Elde olan muhalefete destek fazlası ile acil.

Karşımızda nasıl bir canavar olduğunu yeni yeni anlıyoruz. En basitinden keşke Yunan kazansaydı dedikten sonra geberen eski fesle gezen sözde tarihçinin komik bir iddiası vardı. Ünlü İngiliz şair ve yazarının aslında Arap olduğu ve adının Şeyh Pir olduğunu söylemişti. Pek çok kişi onun bu deli saçması sözlerinin sebebinin bunaması ya da delirmesi olduğunu düşünülmüştü. Oysa bu iddiayı ortaya atan, Atatürk ve kurtuluş Savaşına düşman, Mısırlı bir şeyh ve onun Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra İstanbul'da şeyhinin yanına kaçan müridine aitmiş. Yani feslinin keşke Yunan kazansaydı lafı boşuna değilmiş, sahiden de Yunan kazansın istemiş. Feslimiz de harbiden bu Mısırlının müridiymiş. 

Yani Fesli ve çevresindekiler, sahiden İngiltere Kraliyet ailesinin gizli Müslüman olduğuna inanıyor ve Kurtuluş savaşının kazanılmasına üzülüyormuş.

Yani Atatürk'e sadece batılılaşma yüzünden düşman değillermiş. Tıpkı sarayında bir ambulansın içinden kaçıp, İngiliz gemisine sığınan son padişahları ile aynı zihniyetteymişler.

Bir de bu Fesli tarihçi ve yazarın, Hataylı filozof ahbabı, eski solcu, kırkından  sonra sağcı ahbabı Cemil Meriç var. İkisi birde malum Sait'in müridi olurlar. Bu şahıs meğerse Hatay'da, Türkiye'ye katılmaya çalışan Hatay devletine darbe yapmaya kalkmış. Hayatı boyunca da bir Fransız ajanı olarak kalmış, sosyalist olarak bir şey yapamayınca, dinci olmasıymış. Zira kitaplarında Fransız aydınlanma filozoflarına hakaret eder, onlarla ilgili yalanlar söylerken, Hatay'ı yöneten Fransız devleti aleyhine pek bir şey yazmaz.

Ateist Fetöcü Orhan Pamuk'un icadı Türkiyeli olma lafı da aslında ülkemizi işgal ile ilgili. Hadi Suriye ile Afganistan'dan geliyorlar; Pakistan'dan niye geliyorlar? 

Son olarak, o Tiktok videolarından da para kazanıyorlar. Çünkü Türkiye'de kadınların sokakta giydi elbiseli fotoğrafların olduğu basılı kağıtlar, Pakistan'da porno dergi sayılıyor.



20 Mayıs 2023 Cumartesi

UNUTTUĞUNUZ TEHLİKE-SURİYELİLER VE DİĞER MÜLTECİLER



Tüsiad ve süper zenginler, resmen altın çağını yaşıyor. Salgında bile umarsızca yağmalarına devam ediyorlar. İnsanları evden çıkamamasını, eylem yapamayan insanların elinden toprağını ve suyunu çalmak için bir fırsat olarak görüyorlar. Sayacını okumadıkları doğal gazın, elektriğin faturasını fazlası ile alıyorlar. Tarımı öldürdüler ve ithal gıdalarla servetlerine servet katıyorlar. İhaleye bile gitmeden, geçiş-kullanım garantili  ya da fahiş ücretli ihaleler alıyorlar. Dünyanın en iyi 3. hava alanının pistini bozdular.
İktidarı destekleyenler arasında tek memnun olanlar onlar kaldı. Hemen herkesin dilinde elim kırılaydı da oy vermeseydim diyor.
Halit Narin'in dediği gibi halk halen ağlıyor, Narin gibiler halen gülüyor
İktidarsa kulladıklarını tuvalet kağıdı misali çöpe ata ata gidiyor. Bir zamanlar muhtarlar sarayda toplanmaktan, iş yapamıyordu. Şimdilerde dertlerini anlatacak mecra bulamıyorlar. Zamanında saraylarda ağırlanan akil  adamlar ve yetmez ama evetçiler gibi oldular, az kaldı hain ve terörist olacaklar.
Diğer bir kenara atılanlar ise Suriyeli mülteciler. Kalbinden vurulan ama katili olan polis oruçlu olduğu için kaza raporu verilen cinayet bile onların varlığının tekrar hatırlanmasına neden olmadı.
Bir ara kameralar sürekli Suriyelilerin üzerindeydi. Holivud yıldızı Ancelina Joli, o pahalı çantasını sallaya sallaya mülteci kampına gelmiş, ilk defa bir mülteci kampında gülen çocuklar görüyorum demişti.
Şimdi tüm dünya onların haline karşı ilgisiz. Bir ara Türk faşizminin gözde hedefiydiler. Açtıkları küçük işletmelerde vergi vermiyorlar,  hastanelerde  ücretsiz muayene oluyorlardı.
Batıya koz gibi kullanılan bu zavallılar, önce sınıra sürüldü, sonra sessizce geri çekildi. Şimdi salgından dolayı bir yere de kımlıdayamıyorlar.
Sokağa çıkma yasağı nedeniyle para da kazanamıyorlar.
Bu arada salgın ile ilgili her gün düşen rakamlara kimse inanmıyor. Bu sürekli düşen rakamların amacı avm ve diğer alış veriş ibadethanelerini icraata açmak.
Bu rakamlarda Suriyelier, Afganlar ve diğer göçmen-mülteci güruhu dahil değil. Salgın nedeni ile hastanelere doğru dürüst alınmıyorlar. O küçük dükkanlarına zaten kendileri haricinde giden yok.
Bu insanları unutması, yok oldukları anlamına gelmiyor.
Kendi kendinize darbe dedikodusu çıkarıp, milleti tehdit ediyorsunuz ama asıl tehlikenin farkında bile değilsiniz.
En tehlikeli insanlar,  kimsenin umursamadığı insanlardır. Bu sessizlikleri asıl endişelenmeniz gerekendir.

19 Mayıs 2023 Cuma

TÜRKİYE'DE PROVOKASYONUN TARİHİ

 


Vedat Türkali'nin, Bir Gün Tek Başına romanını okurken hayret ettiğim şey, 1940 ya da 50'li yıllarda sol örgütlerin içinde çok fazla provakatör ve polisin olmasıydı. Nazım Hikmet'in, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında ise, 1920'li ve 30'lu yıllarda da aynısı olduğunu gördüm. Solcu-komünist örgütlerin içi daima provokatör doludur. Ertuğrul Kürkçü'nün Kızıldere'de samanların içine saklanarak kurtulduğunu sanmıyorsunuz değil mi?

Ertuğrul Kürkçü çok net bir örnek ve Kürkçü ile ilgili bu iddiaları çok kişi ortaya atar. Aslında böylesi garip tesadüflerimiz çoktur ve görmek sadece dikkat ister. Mesela 1979-80'de Devyol-Devsol bölünmesi olmasaydı, 12 Eylül rejimi gecekondu mahallelerini, özellikle İstanbul'u o kadar kolay ele geçiremezdi.  Gene 12 Eylül darbesine giden yolda, sol örgütler olmak üzere pek çok parti veya oluşum, benzer parçalanmalar içindeydi. 

Son bir kaç yıldır hükumet ne zaman sıkışsa, savaş uçakları bir kaç tane,  tercihen 8-10 tane  teröristi mağarada öldürüyor. Sonra teröristler bir kaç tane gencecik askerimizi şehit ediyor. Yıllar önce eski bir genelkurmay başkanı, terör kampları B.B.G evi (Katılımcıların tüm yaşamlarının gözlendiği yarışma programı) gibi olmuş  demişti. Pek çok kişi bu sözü küçümsemişti. Oysa bu söz gerçekti. Sen dağda teröristlik-gerillalık yaptığını zannediyorsun ama devletin ahırındaki kurbanlık koyunsun. Gündemi değiştirmek için seni kurban ediyor.

Üniversitede okurken bir hocamız, İttihatçıların 1908 devrimi sonrası ilk iş, Abdülhamit'in istihbaratının binlerce belgesini yaktığını söylemişti. Zira yılda bir kaç ay maaşlarını hiç alamamaları doğal olan Osmanlı memurları, ara ara jurnal yazmayı bir çeşit doğal para kaynağı gibi görmüştü. Bu tip ihbarların bir amacı da, rakibi ya da hasmı gözden düşürmektir. Buna rağmen pek çok belge, günümüze kadar gelmiştir. İtirafçı mafya babasından öğrendiğimize göre devletin içinde pek çok kişi, işlerin ters gitmesine karşı kendisine arşiv yapmış. Ben inanıyorum ki derin devletin arşivi, tıpkı STASİ (Doğu Alman İstihbaratı) arşivi gibi ortaya saçılacak. 

Şu günlerde siyaset, tek yanlış hamlede, hem saldıran, hem de savunan tarafın mat olabileceği karmaşık satranç konumuna benziyor. Kimsenin kimseye akıl vermeye haddi yok. Diyebileceğim, kışkırtılmanın, gaza gelmenin hiç sırası değil.

18 Mayıs 2023 Perşembe

NUTUK'UN İLK SAYFASI

 


SAMSUN'A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜŞ 1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir : Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor. Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor. Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor. BUNLARA KARŞI DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ ÇARELERİ Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşlarıdoğurdu. Örnek olarak, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli adıyla bir dernek vardı. Doğuda Erzurum'da ve Elâzığ'da Rele genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon'da Muhafaza-i Hukukadında bir dernek bulunduğu gibi, İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği temsilcilerle, Of ilçesinde ve Rize sancağında da şubeler açılmıştı. İzmir'in işgal edileceği konusunda Mayısın on üçünden beri açıktan belirtiler görmüş olan İzmir'deki bazı genç vatanseverler, ayın 14/15'inci gecesi, kendi aralarında bu acıklı durumla ilgili görüşmeler yapmışlar; bir oldubittiye geldiğine şüphe kalmayan Yunan işgalinin ilhakla sonuçlanmasına engel olma kararında birleşerek, Redd-i İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Aynı gece, bu ilkenin yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere İzmir'de Yahudi Maşatlığı'na toplanabilen halk tarafından bir gösteri toplantısı yapılmışsa da, ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle, bu teşebbüsten beklendiği ölçüde sonuç alınamamıştır.

17 Mayıs 2023 Çarşamba

12 EYLÜL, DOĞRAMACI VE AİLESİ



12 Eylül 2010 tarihindeki referandumda hayırın en ateşli savunucularından oldum zira 12 Eylül subaylarına dokunulacağına inanmıyordum. Çünkü Doğramacı ailesi başta olmak üzere 12 Eylülün diğer unsurlarına dokunulmamıştı. Kamuoyunun dikkati meşhur Milli Güvenlik Konseyinin sağ kalmış iki üyesi (Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya) üzerindeyken, meşhur işkencecilerine hiç dokunulmamıştı.
Gene o yıllarda hatırlarsanız açılım modası vardı. Ben bu açılıma da zerre kadar inanmadım. Zira hem halen Türk askeri ölmeye devam ediyor, hem de Sedat Bucak ve aşiretine dokunan olmuyordu. Kamuoyu sakinleşsin diye Mehmet Ağar bir kaç ay yarı açık ceza evinde yattı, o kadar. Şimdi de Ağar'ın oğlu AKP milletvekili oldu.
Arkadaşımın biri ile tartışıyorum, bana senin de ölçütün yetmez ama evetçilik diyor, işin doğrusu aynen öyle. Ben, yabancı dil bilmeyen, bir taşra üniversitesi mezunu, yüksek lisans yapmamış, taşrada çalışan bir öğretmen olarak bunun farkındaydı. Şimdi bazıları hapiste, bazıları yurt dışında olsa da, yanılgıları bu yağmadan kendilerine düşen payı alamamalıdır.
Biz Doğramacı ailesine geri dönelim.
Herkes bu aileyi sadece Bilkent Üniversitesinin sahibi olarak biliyor. İhsan Doğramacı o devasa araziyi üniversite kuracağım diye aldı, kurdu da. Sonra o araziye lüks evlerden oluşan devasa bir şehir, bu şehri kurmak için de Tepe inşaat şirketini kurdu. Tepe inşaat da bol bol devlet ihalesi aldı ve almakta.
Sonra Tepe inşaatın yaptığı Bilkent şehrinde ki evler ve dükkanlar değerlensin diye kendi başkanı olduğu YÖK ve ÖSYM'nin tüm kurumlarını BİLKENT'e yerleştirdi.
Ardından da ÖSYM'nin sınavlarının evraklarını (soru kitapçıkları, cevap anahtarları vs) hazırlamak ve DEĞERLENDİRMEK için METEKSAN'ı kurdu.
Meteksan devlete ait değil, DOĞRAMACI AİLESİ VE TEPE holdinge ait.Yıllardır ÖSYM'nin sınavlarının işlerini doğrudan alıyor, muhtemelen ihaleye bile girmiyordur. Çünkü Meteksan'ın Bilkent yerleşkesine dağılmış onlarca tesisi sadece ÖSYM'e çalışıyor.  Buralarda Ankara ünivesitelerinde çalışan üniversitelerinin ve Milli Eğitim Bakanlığının personeli düzenli olarak nöbet tutuyor.
ÖSYM ve diğer YÖK kurumları Bilkent'e kiramı veriyorlar, yoksa arsa sahibiler mi, bilgim yok.
KPSS'de tulum çıkaranlar (ful çekenler, hepsini, hatta hatalı soruları da doğru yapanlar) skandalında gözler ÖSYM'de idi ama kimse METEKSAN'ı görmedi, METEKSAN'ı sormadı.
TEPE holdingte sadece METEKSAN , BİLKENT ve Tepe İnşaat yok. Özel güvenlikten, temizlik işlerine, mobilyaya her şey var. Hepsi de devletten sürekli ihale alıyor.
Devlet her alanda Tepe holdingi ve dolayısı ile YÖK'ün kurucusu İhsan Doğramacı ve ailesini koruyor. Son olarak Ankara Şehir Hastanesi Bilkent' yapıldı ve bu hastane MÜŞTERİ bulsun diye Numune dahil pek çok hastane kapatıldı.
Sonuçta Bilkent'e yapılan onlarca konut (ki neredeyse hepsi lüks sınıf) değerlenecek ya da değerlenecek diye gayrı menkul yatırımcılarına satılacak.
Son yirmi yılın trendi bu. Fen lisesi, Güzel Sanatlar lisesi, her hangi bir genel müdürlük veya bölge müdürlüğü söz konusu bölgeye taşınarak prim yaptırılıyor. Tüm  gayrı menkuller satılınca da o kurum prim yapılması beklenen başka bir yere taşınıyor.
Yapılmaz sanıyorsanız, bu iktidarın daha önce neler yaptığına bakın.

15 Mayıs 2023 Pazartesi

TÜRK MAFYASININ TUHAFLIĞI



 Fatih Terim'in kebabçı ile kavgası gündeme düştüğünde Ekşisözlük'te kinayeli bir başlık açmıştı. Benzer bir şeyi, İngiliz milli takım teknik direktörü yaparsa ne olacağını yorunlamışlardı. Bu olay bence de garipti. Sen koskoca Fatih Terim'sin, imparatorsun. Cumhurbaşkanını kankası, tüm memleketin dostusun. Tek isteğinle o kebapçıyı perişan ederler. Esnaf değil mi, en çok devlet ve belediyeden korkar, il hıfzısaha ya da belediye bir baskın yapsa, üç-beş gün kapansa, ettiği küfürleri geri alır, abem ben p.iç olayım, ben o.ç olayım, beni affet diye ayağına kapanır. Ben bu emekçi halimle bile daha burjuva düşünüyorum. Koca imparator halen lümpen kalmış. 

Diğer yandan devletteki yolsuzlukları ifşa eden Yajuza, Cosa Nostra yada Gambino üyesi olmuş mudur? O zamanları bir hatırlayalım:

 https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/suc-orgutu-liderinin-bozdugu-buyu.html



Hadi Japonya, İtalya ve Amerika Birleşik devletleri, gelişmiş devlet, oralarda bir mafya üyesi, gider sağlam bulduğu bir savcıya ya da basın organına ifşaatını verir. Peki Rus oligarkları, Latin Amerika ( özellikle de meşhur Kolombiya- Meksika akrtelleri) falan benzer bir ifşaat yapmış mıdır ya da yapmaya cesaret edebilecek bir mafya üyesi olabilir mi? Bunun bir de son bir kaç gündür videolar çeken Diyarbakırlı versiyonu var. Kendisi kabarık sicil kqqydına rağmen, mafya olmadığını söylüyor, biz de onun beyanına sadık kalaım. Kendisi sadece tüccarım diyor ve devlet işlerindeki yolsuzluklardan bahsediyor ( doğruluk ya da yanlışlığı konusunu bir kenera bırakalım) Şimdi Amerika'nın dev şirketleri, Mc Dolugaz, Locher Martin, GMC,  General Motors, Ford Motors gibi dev şirketler, Amerika ve NATO ülkelerine, yer yer Türkiye devletinin bütçesi kadar büyük ihaleler alırlar. Bu ihaleler pek temiz olmaz. Ara ara bu şirketlerle ilgili olarak dünya çapında yolsuzluk soruşturmaları yapılır ama bu soruşturmalar Türkiye gibi ülkelere gelince soruşturma kesilir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/casa-olayi-nezihtavlas-aslndabloga.html ) Bu sosyal medyada ifşa olayı tüm dünyada ilk defa Türkiye'de başladı ve daha sonra başka ülkelere yayılacak gibi. 1975 yapımı Akbaba'nın Üç Günü filmini izleyin ve finaline dikatli bakın. Filmin kahramanı, büyük gazeteleri gösterip, onlara her şeyi anlatacağını söyler. Karşısındaki de peki onlar yayınlayacak mı, der. Rahmetli, Ara Güler, Kenedy ailesi Türkiye'ye geldiğinde yabancı basının Jacky Kenedi ile meşhur armatör Aristotle  Onasis'in yakınlaştığı bir fotosunu istemişler ve bunun için çok para vaat etmişler. Yani başkan John F. Kenedy yaşarken de başkanın eşi Jacqueline ile ihtiyar milyarder arasında ilişki varmış ve Amerikan basını bunu biliyormuş. Başkan, Maerlin Moonre başta olmak üzere pek çok meşhur kadınla aşk yaşarken, karısı da kendi halinde yaşamış. Simpsonlar adlı çizgi filmin nası kahinlik yaptığına şaşıyorlar. Oysa durum basit. Bu çizgi dizi, dünyanın dört bir yanında gazete, dergi, Televizyon, radyo ve bilumum yayın organı olan Fox News şirketler grubuna ait. Bu dev şirket, ticari ve siyasi sorunlardan dolayı her bildiklerini anlatamıyor ve çizgi dizinin senaristlerine anlatıyor. Yakında da pek çok kişi, sosyal medyada anlatacak.

Türk mafyasının tuhaflığı sadece derin devletle yakınlığı değil, bunu alanen ilan etmesi ve bunu öven diziler yapmasıdır.( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/carpisma-ve-diger-mafya-derin-devlet.html ) Genelde sinema sektörü mafyayı sever. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/sinemanin-mafyatik-uc-sucu.html ) Ancak Amerikan devletini, mafya olgusundan ayırmayı, mafya ile işbirliği yapanları da hain olarak görme eğilimindedirler. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/chapo-dizisi-ve-uyusturucu-mafyasina.html ) Mafya ile hep polis F.BI falan mücadele eder. Oysa bizde mafyayla mafya mücadele ediyor. Örnek, Ezel dizisi ile Kurtlar Vadisi dizisi:

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/nihat-gencin-ezel-dizisi-iddialari.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/nihat-gencin-ezel-dizisi-uzerine.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/kurtlar-vadisi-ve-breaking-bad.html

Yani genel anlamda Türk dizi ve filmlerinde bir mafya güzellemesi yapılmaktadır. Mafya örgütlenmesi, devletin bir parçası olarak gösterilmektedir. Kurtlar Vadisi bu işin doruğudur ve bu mafya-derin devlet dizileri, büyük yatırımlarla işe başlayıp, uzun süre düşük reytinglere rağmen yayında kalırlar. İlk bir buçuk senesinde reytingleri yerlerde Deli Yürek dizisi buna örnektir. Youtube'da izlemeye başladım. İlerlete ilerlete izliyorum. İlk bölümlerde hem çok kötü oyunculuk var, hem de berbat bir seslendirme. Sürekli yatırım alarak ilerlemiş ve o dönemde hiç tanınmamış oyuncularla işe başlanmış. (Kenan İmirzalıoğlu dahil hepsi ünlü olmayan oyuncular.) Yavaş yavaş reytinginin yükselmesi tattiksel. Böyle filmlerin reytingini yükselten aksiyon sahneleridir. İlk bölümünde silahlı çatışma var, sonraki üç bölümde sadece yumruklu kavga var. Tabanca var, ateşleniyor da ama ölen yok. Şiddetin dozu yavaş yavaş yükseliyor. Oysa Kurtlar Vadisi, başrol oyuncusu hariç (o da yapım şirketinin sahibinin kardeşi) ünlü ya da deneyimli oyunculardı. Özellikle Kurtlar Konseyi denen grubu oluşturan orta yaş ve üzeri oyuncular. İstanbul Devlet Tiyatrolarının kıdemli oyuncuları, seslendirme sanatçıları ve öncesinde de pek çok sinema ve dizi filminden tecrübeli kişilerdi.  Benzer bir proje ile Sağır Oda adlı dizi yapıldı. Bu dizi de ilk başlarda büyük yatırımla başladı, kamyonla gül dökme ya da helikopter sahneleri vardı. Bunlara rağmen tutmadı, zira Kurtlar Vadisi zirvedeydi. Soner Yalçın'da diziden ayrılınca, iyice gözden düştü. Koşuşturmalı, kovalamacalı sahnelerle günü kurtama çalışmasına gidildi. Son bölümlerini merak bile etmiyordum. Seyreden arkadaşımın anlattığına göre hepsi bir rüyaydı zırvalığı ile sona ermiş. Kurtlar Vadisinin meşhur ilk 93 bölümlük serisi bittiğinde de, Kurtlar Vadisi Terör diye yeni bir seriye başlandı. Bu seri tutmayınca 4. bölümde kaldırıldı ve Kurtlar Vadisi Pusu yayına girdi. O seri de 14 Temmuzdan sonra yayındankalktı.



Bu dizileri pek çok kişi, gerçeklik gibi izlemekte. Örneğin bir döneme damga vuran Kısmetim 1 ve Lucky S gemilerine yapılan baskınlar. Bu gemiler dizide Nasibim 1   ve Şanslı S adı ile geçti. Oysa avukat Ekrem Marakoğlu, anı kitabı olan Kırmızı Kadife'de olayı farklı anlatıyor. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/01/gozden-kacms-bir-kitap-krmz-kadife.html ) Uyuşturuculara baskın yapılması için, Türk mafyasının, Pakistanlı üreticilere ödemeyi yapması beklenmiş. Yani dizideki gibi istihbaratçı Aslan Ustaoğlu nun (Hiram Abbas'ın. Hiram'ın babası masonmuş ve Süleyman tapınağını yapan Hiram ustanın adını vermiş. Abas'da Arapça arslan demek) kahramanlığı falan değil. Uluslar arası işbirliğinin sonucu ve uzun pazarlıklar sonucu olmuş. Bu Kırmızı Kadife kitabı zamanında gözden kaçmış. Meğer Avrupa'da en fazla uyuşturucu yakalanan ülkenin Türkiye olma sebebi, Yakalanan uyuşturucunun zararı, Türk mafyasına girsin diyeymiş ve uyuşturucu operasyonlarında hedef,  uyuşturucunun fiyatının düşmemesiymiş.

Türk mafyası ile siyaset arasındaki ilişkinin aleniliği de bambaşka bir tuhaflık. Mafya, kısaca çetenin büyüğü, hatta devasa olanıdır. Geçmişte de büyük eşkıya liderleri, büyük kordan kaptanları efsaneleşmiş, devletle pazarlığa oturmuş, devletle pazarlık etmiş, devlette görevler almışlardır. Çakıcı, dokuz kere kızanları ile düze inmiş, on kere de dağa çıkmıştır. Barbaros Hayrettin paşa olmak üzere, Türk amirallerinin geçmişinde korsanlık vardır. Suç ve devlet, tarih boyunca sık sık işbirliği yapmıştır. Osmanlı, bazı İstanbul kabadayılarını polis komiseri yapmıştır. Modern çağda  güney İtalya'da ortaya çıktığından itibaren devletle inişli-çıkışlı ilişkisi olmuş, bu ilişki de fimlere, romanlara ve benzeri edebi eserlere konu olmuştur. Gene de bu ilişkinin bu kadar utanmazca ve aleniliği tuhaf olmaktan öte, absürttür.


ZATEN



Kahvaltıda mecburiyetten yandaş bir kanalın haberlerini izlemekteydim. Kanala sanki önemli biriymiş gibi holdinglerinin üst düzey bir yöneticisini çıkarmışlar. Şahıs altmışlarında sıradan bir yönetici ama ciddi ciddi devletin yöneticisiymiş gibi, hatta devletin sahibi gibi konuşuyor. Geriye kaykılmış hafifçe ve devlette ne olup bittiğini değil, ne olup biteceğini de gayet rahat anlatıyor.
Karşısında kendilerine gazeteci diyen aşağılık maaşlı köleler ise naziklikten  kırılmaktalar. Soru sormaktan çok karşısındakinin cevaplarını soruluyorlar.
Bu burjuva sınıfı, TÜSİAD ve MÜSİAD zenginleri her zaman devleti yönlendiriyordu. Şimdilerde bakan ya da müdür gibi devleti yönetiyorlar.
Adamın en çok kullandığı kelime ZATEN. İki-üç cümlede bir söze zaten ile başlıyor.
O nemrut ihtiyat konuşunca fark ettim, zaten ne budalaca bir kabulleniş cümlesidir. Bir kabullenişten çok, bir teslimiyet ve teslim olmaya ikna etme cümlesidir. 
Biz zaten kelimesini, zaten iktidardan düşecekler diye konuşuyoruz. Zaten düşeceksiniz ve bu halktan ne çalmışsanız, geri vereceksiniz.
İktidardan düştüğünüzde zaten birileri zengin olmuş demeyeceğiz. O zenginliklerii elinizden alacağız. Burada yeşil alan, doğa zaten ölmüş demeyeceğiz, karartığınız her yeri yeniden yeşerteceğiz.

14 Mayıs 2023 Pazar

ÜSKÜDAR'DAN SONRASI DA ZOR

 

M


eşhur atı alanın Üsküdar'ı geçmesi deyiminin arkasında, Osmanlı devletinin güçten düştüğü Celali isyanları dönemi vardır. Celalilerin önemli liderlerinden Karayazıcı'nın sloganı, Osmanlı; Üsküdar'dan öteye asker-vergi almasın'dır. Aslında genel anlamda bir İstanbul eşkıyası, Üsküdar'dan öteye geçti mi, izini kaybettirirmiş. Bu yüzden İstanbul'da büyük vurgun vuran soyguncular, Üsküdar'a varır, bir de at alıp, Anadolu'nun derinliklerinde kaybolurlarmış. Yani bu deyimi kullanmak, hırsızlığı itiraf gibi bir şey. Artık geri dönüşü olmayan kayıplar için kullanılıyor. Üsküdarı aşan eşkıyayı kimse aramazmış.

İkitdar da geçen ve daha önceki seçimlerdeki oldu-bittileri, atı alan Üsküdar'ı geçti diye anlatmıştı. İktidar partisinin, iktidarda kalma stratejisi, Üsküdar'ı geçme üzerine. Oysa bazı hırsızlar. Üsküdar'dan sonra da kovalanır. Çünkü  bazı hırsızlıklar büyüktür ve çalınan şeyin sahibinin unutmaya niyeti yoktur. Bu sefer atlıyı da kovalamak gerekir. Bu sefer gidişat ona doğru gidiyor. Deprem bölgesinden yayılan bir nefret dalgası var. Geçen yıl stadlarda başlayan Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganı, bu yıl hükumet istifaya döndü. Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganı, Fenerbahçe trübünlerinden başlamı, Beşiktaş, İzmir takımları, Galatasaray, Anadolu takımları ve derken Konya, Kayseri gibi iktidarın kalesi şehirlere sıçramıştı. Hükumet istifa da aynı sırayı izliyor, şimdilik Galatasaray durağında, diğer yerlere ulaşmasına da çok zaman yok. İktidara karşı öfke için artık muhalefetin kazandığı illere, mahallelere bakmaya gerek yok. İktidarın kalesi illerde bile görülebiliyor.

Seçimde gene bir seçmen bastırma olursa bile ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/adam-kazand-m-acaba.html ) halkın öfkesi azalmayacak. O gece olduğu gibi sokaklara dolduracağı silahlı kimseler de halkı sakinleştiremeyecek. İktidar partisi ve ortakları, seçimi atlatırsak, beş yıl rahatız diye hiç düşünmesin.

SABAHATTİN ALİ-10 ŞUBAT 1947 MARKOPAŞA DERGİSİ YAZISI



 Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Herhangi bir karar alınırken, İzmir’deki ortak tüccar, İstanbul’daki ortak milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun.

Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. Bu iş incelenirken, koltuğuna ısınmış beş on hazır yiyicinin menfaati, keyfi değil, milletin hayrı düşünülsün. Ve insanları sahiden insan eden ve o en büyük nimet hürriyet, riyakar ağızlarda ‘adam avlama yemi’ olarak kullanılmasın.
Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Bir karış toprağımıza, bir tek vatandaşımıza, bize göz dikilmesin. İster orduya dayanarak, ister bankaya dayanarak, ister dost görünerek, ister düşman görünerek, bu topraklarda kendi çıkarlarını yerleştirmeye uğraşanlara yüz verilmesin. Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölece peşinden gitmek değil, bu milletin selametini en iyi sağlayacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin.
İşte biz sadece bunları istiyor ve böyle düşünüyoruz.
Eğer böyle düşünmek ve bunları istemek bir suçsa, hemen haber versinler, bu suçu işlemekten, yazmaktan, söylemekten vazgeçelim.
Yok, bunlar suç değilse, o zaman bize açık veya sinsi yollardan kahpece vurmaktan vazgeçsinler. Çünkü namuslu insanlar, bu kadar kirli yollardan gitmeye lüzum da görmezler, tenezzül de etmezler.

*Sabahattin Ali’nin 10 Şubat 1947’de çıkan Markopaşa yayınındaki yazısından..

13 Mayıs 2023 Cumartesi

NOMENKLATURA'NIN TASFİYESİ VE DEĞİŞİMİ

 




Filozof ya da felsefeci çocuk gibi olmalı, everen ile ilgili hayretini hep korumalı denir. Ben de çocuklar gibi, yeni öğrendiğim kelimeleri cümle içinde kullanmayı seviyorum. Nomenklatura denen bu telaffuzu Türkçe'de zor kelime, egem sınıf ya da elitler demekmiş. İlk olarak ilginç bir şekilde, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku için kullanılmış.Yazarı Rusya'dan topladığı bilgilerle batıya kaçan bir KGB ajanı ama yayıncı ve çevirmeni de antikomünist ve uzun bir dipnotla, komünist olmayan ülkelerde nomenklaturanın istisna olduğunu uzun bir dipnotla açıklıyor. Oysa her rejimin nomenklaturası vardır. Bu nomenklatura da sık sık değişir. Ülkede yüz yirmi kadar aile 1923, bir o kadarı da 1950'den itibaren 2002 ve hatta daha sonrasına kadar babadan oğula milletvekilliğ devşirdi. 1999'dan itibaren güç kaybeden bu nomenklatura, 2002'den itibaren de azaldı.

2013'den ve hatta daha öncesi 2002'den beriberi giderek azalan nomenkletura, eskinin muhafazakarları, sağcılarını ve hatta iktidar unsurlarını da içeriyor. Bu unsurların tasfiyesi o kadar yavaş ve sinsice ki bu unsurların pek çok üyesi de tasfiye sırası kendisine gelmedikçe, bu tasfiyeyi anlamıyor. En başta Ülkücüler. Ta 20022den beri kamu kuruluşlarında Ülkücü yönetici tasfiyesi var ve bu AKP-MHP ittifakında da değişmedi. AKP, ortağını yatıştırmak için bazı küçük idarecilikleri Ülkücülere verdiyse de, kilit noktalarda ülkücüler çoktan tasfiye edildi. Sedat Peker'in yurt dışına kaçması, muhalif cepheye geçmesi, Sinan Ateş cinayeti hep bu tasfiyenin ürünü. Üstelik bence bu tasfiye, Alparslan Türkeş'in ölüp, partinin başına Devlet Bahçeli'nin geçmesine kadar uzanıyor. Bahçeli'nin başkan olmasının ertesinde, Antalya, Akdeniz üniversitesinde olan olaylardan sonra pek çok Ülkü ocağı kapanmış, Ülkücüler de sokaklardan çekilmişti. Öte yandan da pek çok üniversitede, Kürt ve Alevi öğrencilere zorbalık eden Ülkücüler, rektörler ve Kredi Yurtla müdürlüğünce pasifise edilip, dağıtılmıştı.Sinan Ateş cinayeti, 1972'de işlenen Ali Balseven cinayeti ile aynı benzerlikleri içeriyor. Alparslan Türkeş'in, davadan döneni  vurun sözünü, bizzat Balseven'in öldürülmesi için verdiği iddia edilir. Balseven  cinayeti bugün unutuldu. Sinan Ateş cinayeti de depremle beraber unutulmaya başlandı. Ali Balseven cinayeti, MHP'de Atsızcıların tasfiyesi, Sinan Ateş cinayeti de klasik Ülkücü tiplerin tasfiyesi anlamına gelmektedir. Balseven'in Alevi, Ateş'in Atatürkçü kimliği de katledilmelerinin sebebidir. Sedat Peker'in muhalif tarafa geçmesinin sebebi de tasfiyeye direnmesidir. Bu tasfiye sessiz ve sakin olmalıdır çünkü halen sağcıları sokaklarda temsil edecek yeni oluşum yoktur. Bu yeni oluşumlarda Ülkü ocaklarında gelişmek zorundadır çünkü kimse eline kan bulaştırmak istememektedir.

Sağ nomenklaturadan başka tasfiyeler de var. Biri bayağı belli oldu, konu Süleymancılar. Yıllarca neredeyse Diyanetten daha fazla Kuran kursu ve öğrenci yurdu işlten bu tarikat, şimdilerede sessizce tasfiye ediliyor. Bu tarikatın bir kaç yurdu geçen yıl polis zoru ile boşlatılmıştı. Süleymancılar 2002'e kadar ANAP'ı, sonrasında MHP'yi desteklemesi, öncesinde imam hatip liselerini kendi kuran kurslarına rakip gördükleri için desteklememeleri, diğer tarikatlarla da iktidar mücadelelerine girmelerinden dolayı sevilmiyorlardı. Gene de binlerce hafız yetiştiren, yüzlerce öğrenci pansiyonu olan bu örgütü silmek kolay olmuyor. Bürokraside üzt düzey Süleymnacı kalmadı gibi. Diğeri de Nurcuların tasfiyesi. Sadece Fetö ve okuyucu Nurcular değil (Kırkıncı Hocacılar, Yeni Asyacılar vs), yazıcı Nurcular da (Dilara grubu, Hüseyin Penbe vs) yavaş yavaş tasfiye ediliyor.

Onların yerine İsmail Ağa ve Menzcilciler geliyor. İlginçtir onlar da Nakşibendi kökenli. Süleymancı yurtları, sessizce (ve biraz da gizlice) onların eline geçiyor. Süleymancılar ve Nurcular, kısmen daha ılımlı gözüken ve sağcı-dindar kitle için daha sevimli tarikatlardı. Şimdi ise dincilik, halkı sevimsiz yüzüne alıştırma derdinde. Bu iki tarikat, son depremde de görüldü ki Nurcular ve Süleymancılar kadar örgütlü değil. Bu son deprem, devlet kadar, devleti ele geçirmeye çalışan bu iki tarikatın da güçsüzlüğünü ve örgütsüzlüğünü gösterdi.  Başka bir sorun da, yıllarca Nurculuk ve Süleymancılık sayesinde mevki kazanmış kişilerin emnuniyetsizliği.

Gene de iktidar, bu din nomenklatura  değişiminde kararlı. Kendisi o helalliği Adıymanlılardan istemedi, tarikatın adını aldığı, Kahta ilçesindeki Menzil köyü ve civarındaki tesislerde yıkılmıştı. O helalliği Menzil tarikatından istedi.


12 Mayıs 2023 Cuma

DEDİKODU, KOMPLO TOPLUMU

 


Ben bu dedikodu  meselesini daya yeni yazmıştım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/dedikodu-cihadi.html ).  Daha geniş olarak almaya karar verdim. Çünkü dedikoduculuk ülkemiz için ciddi bir mesele. Çünkü ülkemizde uzun süren, yoğun dedikodular, gerçek gibi algılanıyor, hatta yanlışlığı kesinleşse bile gerçek muamelesi görüyor. Çünkü dedikodu toplum için bir ceza yöntemi. Çoğu kez amaç o kişiyi incitmek, yaralamak ve itibarına zarar vermek. Linkini verdiğim eski yazımda da belirttiğim gibi çoğu kezde planlı yapılan bir iş. Üstelik fazlası ile de etkili.

2017 KPSS'ni hatırlayalım. seksen milyonluk ülkede beş milyon kişi sınava girdi. Sebebi de FETÖ'den atılanlar yerine yeni personel alınacağı dedikodusuydu. Oysa atılanların yarısı kadar bile kamuya personel alınmadı. İktidar partisinin tabanının, dedikodular ve onlardan oluşan efsanelere inanmaya aşırı eğilimi var. Bir kere sınıfta öğrencilere bir youtube kanalının, bor madeni videosunu izletmiştim.  Maden mühendisleri odası, İzmir şube başkanı konuşuyordu. Öğrencilerden biri, hani çıkaramıyorduk, yasaktı dedi.  Türkiye, zaten en büyük bor rezervine sahip ülke olarak, zaten dünyanın en çok bor üreten ülkesi. Sonra 2023'de Lozan bitecek masalı, ahan da 2023 geldi. O zaman iktidardaki birileri bunun yalan olduğunu söyledi ama halen inanan var. Neyi bekliyorlar, 19 Ekimi mi 24 Temmuzu mu (antlaşmanın imza tarihi)?

Dedikodular, çoğu kez bir katliam ya da saldırı öncesinde gerçekleşir. Amaç eylemi faşizanca meşrulaştırmaktır. Mesela Çorum katliamından önce yakıldı denilen cami halen ayakta ve katliamın olduğu gün, o cami minaresinden Alevi halka ateş açıldı. Zaten şehrin Sünni ve Sağcı halkı da bunu biliyordu. Katliam için ilk önce Pol-Der'li ve Solcu olmasından şüphelenen polisler, topluca Kayseri'ye sürülmüştü.



Bu dedikoduların yalan olduğu çok sonra açığa çıktı. Tıpkı 6/7 Eylülde provakasyonu Komünistlerin çıkarmadığının, provakasyonun bizzzat Demokrat partililerce ve Menderes'in emriyle yapıldığının, 27 Mayıs darbesinden sonra çıkması gibi. Üstelik gayrı müslümlerin çoğu Demokrat partiye oy vermiş ve pek çok Demokrat partili gayrı müslüm milletvekili varken.

Gezi sürecinde camide içki içilmesine ilişkin video halen çıkmadı ve çıkmayacak. HDP'li belediyelere kayyum atandı ama HDP'ye bir soruşturma açılmadı. Bu  bir saldırı taktiğidir. Soruşturma açtıklarında ve bir ceza vermediklerinde ya da ceza verdiklerinde her şey kapanmış olacak. Oysa böyle, nefret üretme süreci devam edecek.  Dedikodular sadece nefret duygularını diri tutmaya yarıyor. Son olarak AHBAB ve Oğuzhan Uğur'a saldırılarıda bu anlamda ele alalım. Dernekler hakkında soruşturma açmak daha kolaydır. Eskiden biraz zordu. Bu yüzden dernek lokallerinde kumar oynanır, ruhsatsız alkol satışı yapılırdı. Şimdilerde bu işler, Ankara'da üç oda, bir salon genel merkezi olan, kimselerin adını duymadığı bazı sözde siyasi partilerin, il-ilçe başkanlıklarında yapılıyor. Şimdilerde polis yada jandarma savcının telsiz emriyle, anında baskın yapılabilir. Mali polis,  hem derneklerin, hem de partilerin tüm mal varlığını, gelir-giderini soruşturabilir.



Burada ne HDP, ne de AHBAB-PİNC masumdur demiyorum, devlette iktidarsın. Gönder maliye müfettişlerini, mülkiye müfettişlerini, polsini, jandarmanı araştır. Devlet dediğin dedikodu yapmaz, iddialarını araştırır. Ülkemiz dedikodu toplumu olduğundan, iktidarlar da toplumu hukukla değil, dedikodu ile yönetiyor.

7 Mayıs 2023 Pazar

BOĞA BOĞA FİLMİ SICAK GÜNLER'DE LİNÇ KÜLTÜRÜ

 


Boğa Boğa filmini taze izlemişken, kendi yorumumu yazmaya karar verdim. Her iki filmi de izleyenlerin pek çoğu, nesini benzettiğimi anlamamış olabilirler. Her iki filmin konusu da linç de suçu anonimleştirme. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/kurak-gunler-ve-suru-davranisi.html ) Filmde Kıvanç Tatlıtuğ'un oynadığı Yalın karakterine saldırılar bireysel gibi de görünse, sürü davrnışı. Yalın karakteri bir Ponzi dolandırıcılık sisteminin görünen yüzü ve sürekli hedef oluyor. Ponzi denen kitlesel dolandırıcılık sistemlerine girenlerin çoğu gönüllü girer ve bu sistemlerde paranızı son anda çekerseniz çok para kazanırsınız. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/elon-musk-bitcoin-yimpas-kombasan-ve.html ) Bu son an çoğu zaman kaçırılır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/01/kandirilmanin-kabul-edilebilirlik_21.html) Para yatıranlar kandırılmış değildir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/05/dolandiricilari-ve-dolandiriciligi.html ) O sadece zamanlama hatası yapmıştır. Jet Fadıl diye biline Fadıl Akgündüz, her seferinde yüzde seksen aynı kişilerden vurgun vuruyor. Çünkü pek çoğu, parasının bir kısmını kurtarıyor. Ponziye para yatıranların pek çoğuna dikkat edin, etrafındaki arkadaşları sisteme yönlendirir. Titan saadet zinciri gibi bazı pomzilerde birilerini davet etmen, kazanman ya da daha çok kazanman için şarttır. Titan gibi illa sisteme birilerini sokman gerekenler olduğu gibi, bayilik adı altında, yiyecek, makyaj malzemesi veya başka şeyler satan ya da satıyormuş gibi yapan ponzilerde de sisteme yeni kişiler katarak, kazancı arttırabilirsin. Oysa bazı ponzilerde, sisteme birilerini davet etmenin herhangi bir kazancı ( görünürde) yoktu. Bunu yapmalarının temel sebebi, sistemin yaşaması ve ilk katıalanların daha fazla katılması için, katılımcı sayısının çok olması gereklidir. 

Filmde oyunculuklar dört dörtlük. Hele Kıvanç döktürüyor. Oysa çarpışma dizisindeki kötü oyunculuğunu bayağı eleştirmiştim. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/carpisma-ve-diger-mafya-derin-devlet.html ) Kıvanç'ın Erkan Baş'a benzediği makyaj ve saç-bıyık sitili de, hem Onur Saylak'ın Türkiye İşçi Partisinden aday olması ile ilgisi var mı acaba? Tatlutığ'un bu makyajı kabul etmesi, sadece jön değil, karakter oyuncusu olmaya karar verdiğinin de göstergesi. Sadece bu kötü makyaj değil, böyle ünlü bir jön olmasına rağmen, Yalın gibi ezik bir karakteri oynaması da bir cesaret işi. Filmdeki Yalın, filmin sonuna az kalaya kadar karısının kontrolünde. Jıvanç'ın eşini oynayan Funda Eryiğit, filmin gizli başrolü. Filmde Yalın, tutuksuz yargılandığı ponzi olayından dolayı hedef. Onu tek kıstıranlar, ya öldürmeye kalkıyor ya da jandarma astsubayı gibi tehdit ediyor. Filmi izlediğinizde Yalın'ı tüm bu linçlere gönderenin karısı olduğunu göreceksiniz. (Ben filmin sonunda anladım) Filmin ucu açık sonla bitmesi de enteresan.

Filmin en dikkat edilesi karakteri jandarma astsubayı. Kayıp birinin dosyası nasıl böyle birdenbire kapatılır ve o kayıp ile son görüşen, üstelik o kayıpla husumet sebebi varken? Astsubay da nasıl olsa karşıya (Yunanistan) gemiştir, diyor. Demek ki linç için kışkırtanlar, bazı kayıpları göze almış.

Bence film, sık sık izlenecek, son yılların entellektüel ağırlığı en yüksek filmlerinden biri. Özellikle linç kültürünü çok iyi anlatıyor. Ben bir daha izleyeceğim, çünkü görmediğim ayıntılar var. Hiç bir linç girişimi, bireylerin veya kitlelerin anlık gafleti değildir. Bunu bu blogda daha önce de yazdım:

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/ahmet-kaya-olayi-orneginde-progrom-ve.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/12/maras-katliami-konusunda-konusulmayanlar.html

4 Mayıs 2023 Perşembe

LİBERALLERİN KÜRT, ULUSALCILARIN ALEVİ SEVGİSİ

 


2010 Yetmez ama referandumundan sonra iktidar blogunca dışlanan ( şu anda iktidarda bence  (ve hemen hemen herkesçe) bir koalisyon var. ), 15 temmuzdan sonra hapse girmeyenlerin ölü taklidi yaptığı liberal yarı ünlüler (genç nesil adlarına çok yabancı ve kitaplarının çoğu anca sahaflarda bulunabiliyor), Yeşil Sol Partinin adayları olarak birdenbire ortaya çıkıverdiler. Liberallere liberal sol diyorlar da, neleri solcu belirsiz. Sermayeden ve devletten yanalar, çevrecilikten nefret ediyorlar. Homofobi ve feminizm düşmanlığına tepki göstermiyorlar. Neleri sol bunların? (  https://onbinkitap.blogspot.com/2018/03/liberalleri-lincetmeyin-onlar.html)  Ha, bir Kürt sevgileri var. Bu sevgileri onların Türk yerine Türkiyeli sözünü yaygınlaştırmalarına sebep olmuştur. Aslında liberaller, genel anlamda azınlıkları severler. Özellikle Ermeniler ve Kürtler gibi isyana meyilli olanları. Türkiye'de Ermeni çok az kaldı. Diğer taraftan liberallerin azınlık sevgisinin neden Alevilere sirayet etmemesi de ilginç. Hatta ara ara nefretlerini gösteriyorlar.



Yaklaşık on beş yıldır yavaş yavaş çoğalan yeni nesil milliyetçiler olan Ulusalcılar da çok iyaygın bir Alevi sempatisi var. Bunun sebebi de basit. Türkleri orta Asya'ya bağlayan en sağlam kültür Alevilik. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/dedem-korkut-ve-alevilik.html ) Bunu Osmanlı'da biliyormuş ve Yazıcoğlu Ahmet Bican, Dürri Meknun adlı kitabında bunu yazmış. Bu yüzden Pir Sultan Abdal bir şiirinde Dürri Meknun'u oku diyor. Diğer yandan da tengriciliğin Anadoluda köken aradoğında da karşısıa sadece Alevilik çıkıyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/dinsizlik-turleri-3-soven-dinsizlik-2.html) Diğer yandan da İslamcılık karşısında en büyük yardımcıları da gene Alevilik.



İslamcılığı Alevilikle mücadelesi, liberalleri, açıkça söylemese de, Alevilere olan nefretinin sebebidir. Siyasal islamın Türkiye, Suriye, Lüban ve Kuzey Irak'ta istediği hedeflere ulaşamama sebebidir. Liberaller ve sömürgecilerin tarih boyunca en büyük işbirlikçileri tarikatlar ve dini kullananlar olmuştur. Tarikatlar da, kökeni Sibirya inançları olan Aleviliğe en başından beri düşman olmuşlardır. Liberaller de hep siyasal İslamcılarla, tarikatlarla el ele yürümüşlerdir.



İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer şudur ki, dünyadaki Kürtlerin ve Türklerin yaklaşık yüzde onu Alevidir. Türkiye'de Alevilerin üçte biri kadarı da Kürttür. Bu yüzden özellikle Ulusalcılar, Kürt Alevisi-Türk Alevisi ayrımı yaparlar. Kürtte olsa Aleviyi sevmeyen Kürt ya da Türk de olsa Aleviyi sevmeyen pek çok Türk vardır. Oysa Aleviler kendi aralarında Türk-Kürt ayrımı yapmaz. Kürt Aleviliği ile Türk Aleviliği arasında çok fazla ayrım da yoktur. Ben yarım yüz yıllık yaşımda, tanıdğım insanlardan görebildiğim iki fark vardır.Türk Alevileri alkolü çok sever. Hatta eskiden cem ayinlerinde şarap içerlermiş. Son yıllarda Sünni gelin ve damatlar çok olunca bundan vazgeçmişler. Genel anlamda da kadınlı-erkekli alkol tüketimini seviyorlar. Kürt Alevilerinde alkol, klasik Anadolu insanında olduğu gibi, yetişkin erkeklerin, yalandan da olsa gizli içtiği şeydir. Buna karşın Kürt Alevileri de gusül abdestini bilmez. Bu ayrım, çok da kesin bir ayrım değildir. Kürt Alevilerinde alkol seven ya da gusül abdestini bilmeyen Türk Alevisi bulmak da mümkündür. Aleviler, kendi aralarındaki farklara saygılıdır. Esasında Alevilik, Türklerin Sibirya'dan kalma  inançlarına İslam boyası ile boyanmasıdır. Diğer toplumlar da Aleviliği, Türklerden öğrenmiştir. Türkiye'de ve bir şekilde Anadolu Türkleri ile ilişkili hemen hemen her Müslüman etnik grubun (Sebataycılari Boşnaklari Arnavutlar, Romanlar vs) az da olsa bir Alevi topluluğu vardır.



Kürtler, liberaller ile sürekli dirsek temasındayken (gene de liberalizme ideolojik olarak uzakken), Aleviler ulusalcılara şüphe ille bakar. Her iki ideoloji de kendisini sol gibi göstermeye çalışan  I(bazen de hiç upraşmayan)sağcı ideolojidir ve Türk sağının Aleviler ile ilgili her zaman sorunu vardır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/sagcilarin-alevilik-sorunu.html ) Biri, yani ulusalcılık düpedüz faşistken ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/ozde-fasizmin-14-temel-ozelligi-dr.html ), diğeri de her tülü faşizan işbirliği ile her an işbirliği yapacak kadar yavşaktır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/popper-soros-veliberal-kapitalist.html ) Hatta daha önce yapmışlardı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/03/liberalleri-lincetmeyin-onlar.html ) Aslında sorun, emperyal hevesler uğruna her yolun mübah olmasıdır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/fasizmin-ve-emperyalizmin-yalan-asklari.html ) İdeolojilerin azınlık aşkları yalandır. Azınlıklar kendilerine bir yol çizmelidir.