19 Mayıs 2024 Pazar

Mustafa Kemal'in Kağnısı / (Fazıl Hüsnü DAĞLARCA)



 MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla,
Her bir heceden heceden.


Mustafa Kemal'in kağnısı derdi, kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,
Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafifletir, inceden inceden.

İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,
Niceden, niceden.

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucur
Nasıl dururdu Mustafa Kemal'in kağnısı.
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.
Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.


Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı, bacım,
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

14 Mayıs 2024 Salı

ÖLELİM DİLBA-Diljin Kovexi



 Ölelim Dilba.


yaşayamadıklarımız için
yaşını unutan kalemimiz için
dudaklarını büken düşlerimiz için
sütten kesilmiş öpüşlerimiz için ölelim,
ölüm hangimizi daha çok sevecek Dilba
senin anne olma hayalini mi,
benim annesiz kalışımımı sevecek en çok?
gözlerini kapatmadan önce
ne olur avuçlarına bak
orada sana gülen binlerce sen var,
korkma sakın.
bak benimde korkularıma tüküren binlerce ben var Dilba,
sokul yanıma lütfen
telaşa tekmil durma
tekmil tereddüt öncesi tetiği öpme eylemidir yapma,
bak etrafına
hiç kimse yok
tanıksızca ölüyoruz,
gülüyoruz
ama gözükmüyoruz,
ses yankısını yitirdi,
yankı tırnaklarını,
tırnaklar ise çoktan tutanaklarını Dilba,
bana bir hiykaye anlat
içinde beni yaşat son kez,
hiç bir hikaye kolayca hükmünü yitirmez senin dilinde,
sende duydun mu bu sesi
o sesi
şu sesi
hiç görünmeyen sesleri?
sesler gittikçe çoğalıyor
sesler çoğaldıkça nefes alışımız azalıyor,
saatler diz çöküyor önümüzde,
zaman dilsiz
orman bakire
takvimlerde isimlerimiz tarifsiz kalır belki,
belki de taktirsiz,
ölüm saati tespit edilmeyen müstakil bir aşkın gıyabında ölmek
ile uyumak arasında kalışımızın kanıtıdır bu gece Dilba,
sen susarken
ağzımın kenarında
kenar mahalelere kaçan şiirler şemanizme inanırlar
şahını öldürmekle süçlanan piyonlar gibi,
tüm süryalist tablolar camileri müze sanarlar
picaso pişman olur Dilba
Dilba ben
Dilba...

Diljin Kovexi 

10 Mayıs 2024 Cuma

İKTİDARLARIN TRAVMA SONRASI STRESİNDE İNKAR VE ÖFKE AŞAMASI

 


Travma Sonrası Stres bozukluğu yada Posttravmatik Stres bozukluğu, insan dahil tüm  canlıların, büyük felaketler sonrasında (gerçi her felaket büyüktür) yaşadığı psikoloji durumudur. Bu durumun aşamaları, inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul olarak sıralanır. Bunun geri kalanını psikologlara sorarsınız. Ben inkar ve öfke aşamasından bahsedeceğim, o da siyasi olarak.

Birebir diyemeyeceğim ama kitleler, partiler, devletler ve benzeri toplumsal oluşumlarda şoklara benzer tepkiler veriyor. Önce inkar ve öfke aşamasında oluyorlar ve cahil bir topluluksalar, uzun süre o aşamada kalıyorlar. Sürekli bir inkar, sürekli bir kendini büyük görme çabasında oluyorlar. Yer yer depresyon da uzun sürüyor. Biz adam olmayız, böyle gelmiş, böyle gider söylemleri sürüp, gidiuyor.

Osmanlı tarihini ele alalım. İlk büyük yenilgisi olan 1571, İnebahtı (Avrupalılar Lepanto) 'dan sonra, dönemin kudretli sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, gerçek bir devlet adamı tepkisiyle, yakılan donanmanın yenisini yaptırmış, bunun içinde hem devlet hazinesini, hem de devlet kademesini seferber etmiştir. Tüm şehzadeler, hanedan üyeleri, şehzadeler, vezirler, valiler, kısaca tüm has ve zeamet denen büyük tımar sahipleri, büyük servet sahiplerini, devlete en az birer gemi vermesini istemiştir. Sonrasında o meşhur sözünü söylemiştir.

Biz onların kolunu (Kıbrıs'ın fethini kastediyor) kestik, onlar bizim sakalımızı traş etti. Kesilen sakalın yerine, yenisi daha gür çıkar ama kesilen kolun yenisi çıkmaz.

Oysa asıl kolu kesilen, Osmanlı'ydı. Osmanlı, ölü ve esir olarak kaybettiği on binlerce denizcinin yerine yenisini yetiştiremedi. Ticaret rotalarının değişmesi, mini buzul çağının ürettiği kuraklık ve seller, Celali isyanları ve benzeri olaylar yüzünden ekonomi krizde olan Osmanlı; Hint okyanusu donanması ve Tuna- İdil gibi nehirlerde savaşacak ince donanmasına önem veremedi. Yani aslında kolu kesilen Osmanlı oldu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/inebahtida-kesilen-kolumuz.html

Oysa bu zafer, Haçlı ittifakı açısından da pahalı olmuş, hatta bir ara Osmanlı kazanıyor gibi olmuştu. Osmanlı, Uluç Ali Reis önderliğinde donanmasının bir kısmını kurtarmıştı. Fakat Osmanlı, denizci bir millet olamamıştı. Tüccar bir millet de değildi Osmanlı.Ticaret büyük ölçüde gayrı Müslümlerin, çoğu kez de Yunan ve Yahudilerin işiydi. Osmanlı, dini hukuk gereği Müslüman olmayanlardan daha fazla vergi alıyor, Hristiyanların da (devşirilmesi elzem olan kalifiye kişiler dışında) Müslüman olmasını engelliyordu. Kanuni, sırf bu yüzden Balkanlarda, Millet sistemi denen düzeni kurmuştu. Sokullu Mehmrt Paşa ise, istersek direklerini altından, iplerini sırmdan, yelkenlerini atlastan yaparız bu gemilerin diyerek, inkar tepkisi göstermiştir. 

Oysa İnebahtı yüzünden Osmanlı, Hint filosuna önem verememiş, Endonezya'daki Açe sultanlığına gerekli yardımı gönderememiştir.  İleride Rus imparatorluğu olacak Moskova knezliği ile mücadele eden Kazan ve Astargan hanlıklarına ince donanmayla (nehir donanması) yardım da gönderemedi. Yani bu yenilgi, Moskova'dan, Jakarta'ya, geniş bir dünyayı doğrudan etkiledi.

Osmanlı, bu inkar ve öfke durumunu hep sürdürdü. Uzun duraklama yılları boyunca , okul tarih kitaplarında anlatılmayan veya pek az anlatılan yenilgiler yaşadı. Girit adasının fethi ise 24 yıl sürdü.  Yayla İmamı tarihi tarihi diye döneminde yazılmış bir kitap vardır. Bir kaç yerde bu savaşa da değinir. Savaşa, Kalenderoğlu başta olmak üzere pek çok Celali elebaşı asker olarak gönderilir. Onlarda savaştan kaçarlar, askersiz kalan gemiler, kolayca Venediklilerin elinne geçer. Böyle nice olaylar olur. Savaş daha ziyade adanı  merkezindeki Kandiye şehrinin kalesinin kuşatması merkezli de olsa, Adriyatit ve Ege kıyıları da çatışma alanı olmuştur. 1939-40, Fin Sovyet savaşından sonra,  rivayet odur ki Fin delegesinden bir kişi Rus delegesine, Umarım aldığınız topraklar, ölülerinizi gömmeye yeter demiştir. (Rus kayıplarını internetten siz araştırın) Aynısını Venedikliler, Osmanlı için de söyleyebilirdi.  Karlofça antlaşmasına bir günde gelinmedi. Osmanlı, duraklama dönemi streslerinde (özellikle zafer gibi görünen bir yenilgi olan Haçova savaşına) inkar ve öfkeden öteye gidemedi. Sonuçta Karolfça antlaşması gümbür gümbür geldi.

Karlofça'dan sonra da Lale devri ile inkar dönemi başladı. Bu dönemim boş vermişliği ve yaşanan lüks de inkarın başka bir türüydü. Sonra bir öfke eylemi olan Patrona Halil isyanı ile sona erdi. Bu inkar dönemi, Rusların, Kafkasya'ya girmesi ve bugün adı Azerbaycan olan, İran'ın Kuzey Hazar kıyılarını ele geçirmesine sebep oldu.

İşin doğrusu Lale devrimde kabullenme de vardır. İlk defa müziğin notalara alınması, batı tarzı kesimde elbiselerin yavaş yavaş yaygınlaşması, Türk rokokosu ile mimaride batılılaşma gibi inceden pazarlık ve kabullenme başlamıştı. Ancak bu kabulleniş çok yavaş oldu. Sadece devlette değil, aydınlarda da vardı bu inkar ve öfke. Şinasi'nin tüm eserlerini içeren bir kitap elime geçti.

Şinasi, ülkemizde bugün herkesin bildiği bir isimdir çünkü ülkemizdeki ilk Türkçe tiyatro oyununu yazmış, Tazminat döneminin ilk ciddi sözlük yapıcısıdır. Bu kişinin şiirlerinde aydınlanma bekleriz. Oysa kendisi bir Skolastik ve Tasavvuf meraklısı. Şiirlerinde Newton, Farabi, Eflatın (Platon) ve El Kındi'ye laf atıyor, bunlar sırra eremez diye. Belki de Newton'dan bahseden ilk Türk ve Osmanlıdır zira daha öncesine rastlamadım. O da Newton'u hor görüyor. Birincisi o övdüğü sufilerin hepsini topla, dünyaya bu üç kişi,den herhangi birinin tırnağı kadar faydaları yoktur. Newton'u bilmem anlatmama gerek var mı? Mühendislik eğitiminde halen Newton fiziği okutulur. Akışkanlar mekaniği, statik, mekanik, aerodinamik gibi fizik alt dallarında halen Einstein fiziği yada kuantum fiziğinden çok, Newton fiziği geçerlidir (hesaplaması daha pratik diye.) Newton ayrıca son genelgeye müfredattan kaldrıılan integral dahil, pek çok matematiksel buluşun da sahibidir. Farabi, mantık ve kelamda o kadar önemli bir isimdir ki, Gazali gibi onu tekfir edenler (din dışı ilan edenler) bile, kelam ve mantıkta onun izinden gitmiştir. Mantık bilimine katkılarınan dolayı Muallim-i Sani (ikinci öğretmen, Muallim-i Evvel, yani birinci öğretmen, mantık biliminin kurucusu Aristo'dur) ünvanını almıştır. Descartes'e kadar mantık, onun izinden gitmiştir. Türk halkının adını pek bilmediği El Kındi ise, meşhur Beyt-ül Hikme'nin kucularından, ilk Arap ve İlk Müslüman filozoftur. Meşailik diye bilinen İslam Aristoculuğunun kurucularındandır. İbni Sina ve Farabi dahil tüm Meşailerin hocası sayılır ve İslam orta çağındaki önemli fizik-kimya-tıb ve matematik alanındaki tüm önemli buluş ve icatlar, meşailerin eseridir. Tasavvufçuların pozitif bilmlere katkıları sıfırdı. El kındi, tıpta İbni Sina, kelamda Farabi, matematikte Harezmi kadar öneml bir kişidir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/farabi-tipi-baskanlik-sistemine-gazali.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/ibni-sinanin-muslumandir.html

O sırra eren sufiler, tasavvufçular ne yapmıştır? Medrese müfredatından mantık dahil müfredattan kaldırmıştır. (oysa Gazali, mantık olmadan hiç bir şey olmaz demiştir. Tasavvufçu medereselerin Gazali'yi okuduklarından da şüpheliyim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html) Gerçi bence Gazali, filozoftan çok, Şia kültürüne saldıran ve insanlara devlete itaati emreden bir propagandacıdır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/dini-inanclarimi-kaybetmem-3-imam-gazali.html) Osmanlı, meleklerin eteklerinin atlından delikli borularla bakılıyor gerekçesiyle rasathaneyi top atışlarıyla yıkmıştır. Humbaracı (havan topu) Ahmet Paşa bile bu cahilliğe hayret etmiştir. (Aslında kendisi bir Fransız soylusuydu. Müslüman olup, Osmanlı hizmetine girmişti) Medrese müderrislerine, bir üçgenimn iç açılarının toplamını sormuş, üçgenine göre değişir cevabı almıştır. Bu ve benzeri cahillikler, tasavvuf  sayesinde ülkede kökleşmiştir.

Şairinen tek tiyatro esesri de böyle bir softalığın, toplumdaki sonuçlarını anlatır. Oyunun tam adı, Kuyruklu Yıldız Altında, Bir Şair Evlenmesi'dir. Oyunda hem yetmiş altı yılda bir dünyamızın yakınından geçen Halley kuyruklu yıldızı üzerinden dönen kıyamet iddaları ve dedikoduları, hem de vekil ile nikah kıyma hicvedilir. Bu vekil ile nikah kıymayı bilmiyor olabilirsiniz, neyse ki untulumuş bir  Osmanlı adeti. Nikahta çiftler değil de, çiftleri temsilen başka birileri ile nikah kıyılıyor, üstelik de gelinin yüzü duvakla tamamen kapalıyken. Bu numara ile kimbiliri kaç çift, başka başka kişilerle evlendirildi. Oyunda da şairimiz, kızın ablası ile evlendiriliyor. Bu geleneği ilk yıkan kişi Atatürk'dür. Latife hanımla meşhur evliliğinde vekil kullanmamış, ondan cesaretle bu adet kalkmıştır. Muhtemelen artık tamamen untulan bu adet ve oyundaki diğer cahilce alışkanlıklar, o şiirleri ile övdüğü sufilerin işiydi.

Osmanlı aydını, batı karşısındaki yenilgi travmasını yavaş yavaş kabullenmiştir. Şinasi'ye hitaben, Ben Felatun'u beğenmez ne salaklar gördüm denmiştir. Atatürk, Türklerin travmasını tam olarak kabul edip, gerçek bir çağdaşlaşma ve devrimler yapma işine girmiştir. İzmir'in kurtarılmasından sonra önceliği Türkiye'yi güçlendirmeye ayırdı.

Yenilgi, en büyük travmadır. Bu yüzden yenilginin sebeplerini tahlil etmek zordur. İngilizleri, o devasa imparatorluklarını kurmalarının değil, yıkmalarının hayranı olmuşumdur. Dünya yüz ölçümünün üçte biri ve hatta daha fazlası olan o devasa imparatorluklarını, 1945'den itibaren sürdüremeyeceklerini anlayıp, 1980'e kadar adım adım tahliye etmişlerdir. İmparatorluklarını kurarken de, deniz savaşları hariç, çok fazla kan dökmemişlerdir. Napolyon savaşları ile, birinci dünya savaşı arasında, İngilizlerin en çok ölü verdiği savaş, Güney Afrika'daki Hollanda kökenli bezaların isyanı olan Boer savaşıdır. İngilizler koca Hindistan'ı (ki o zamanların Hindistan'ına, Pakistan, Bangladeş, Nepal, Maldiv adaları, hatta Myanmar bile dahildir), ki nüfusu 20. yüzyıl başında bile yüz milyon kadardır,  İngilizler bu devasa ülkeyi, daha doğrusu kıtayı, yüz bin kadar subayla yönetir, birbirine düşman kabileleri kendisine asker yapar. Ancak ikinci dünya savaşı itibarıyla,  küçük ada devletlerinin bu imparatorluğu taşıyamayacağını anlamışlardır.

İngilizlerin, Türkler yada diğer düşmanları ile ilgili anlatılara bakıldığında öyle kör bir nefret yoktur. Hatta bir parça sempati duyduklarını fark edersiniz. Gerçek düşmanlık, kör bir öfke ve nefretten ibaret değildir. Düşmanı gerçekten tanımak için, ona az da olsa sempati duymalısınız. Rakibini tartan sporcu gibi, düşmanı gerçek anlamda tanımalısınız. Meşhur İngiliz soğuk kanlılığı da buradan geliyor.

CHP'nin de, genel seçim yenilgisinden on ay sonra gelen yerel seçim zaferinin ardında yenilgiyi kabullenmesi ve travmayı atlatması yatıyor. İktidar  partimiz ise halen biz bitti bitmeden, bitmez, yeni anayasa, yeni müfredat derdinde. İktidarların asıl muhalefeti,  yaptıkları icraatlardan oluşan hoşnutsuzluktur. İktidarın mücadele etmesi gereken muhalefet partileri değil, halkın muhalefete yönelmesine sebep olan kendi kötü icraatleridir. Yapması gereken icraatlerini düzeltmek  yada iktidarını kime devredeceklerini tespit etmektir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/05/gitmenin-siyaseti.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/dusecegini-hatirla-memento-cades-1.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/dusecegini-hatirla-memento-cades-2.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/kendin-inmek-zordur-ama-gene-de.html,

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/memento-cades-dusmeme-tedbirleri-2.html

8 Mayıs 2024 Çarşamba

Tarih-i Kadim'e Zeyl -Tevfik Fikret



 Tarih-i Kadim'e Zeyl 

Lakin üstadım sakın aldanma,

Müslüman evladıyım ben de bir parça. Bana anlatma o güzel dini, Bilirim ben de senin bildiğini. Okudum ben de ahiret kitabını, Dinledim ben de ahiret hitabını. Ben de zatın gibi cami cami, Dolaşıp Halik’a ettim rüku. Cennetin şevki ile meşgul hayalim, Cehennem korkusundan bıkmış yüreğim. Ben de tırmandım ulu Tûbâ’ya, Ben de çıktım Mele-i Âlâ’ya. Ben de âşıktım ezan nağmesine, Bir koşardım ki o Allah sesine! Ben de tespihle dua, oruçla namaz, Heyhat! Hepsini yaptım, hepsini biraz. Çünkü telkinlere aldanmıştım, Kandığım şeylere hep kanmıştım. Bilmeden, görmeden iman ettim, Nefsimi dinime kurban ettim. Sevdim Allah’ı da peygamberi de, O şeyler kaldı bugün hep geride. Anladım çünkü hakikat başka, Başka yoldan varılırmış Hakk’a. Saydığın harikalar, mucizeler, Birer zekâ büyüsüdür ki beşer. Duraklamadan açıyor sırlarını, Mucizeler ehli, unutmuş yarını. Aldatılmış, aldatmış o İsa, Musa; Köhne bir tılsımlı yalandır asa. Beşerin böyle işaretleri var, Putunu kendi yapar, kendi tapar! Ara git kilisesini, gez Kabe’sini, Dinle tekbiri, işit çan sesini. Göreceksin ki hepsi boştur, Umduğun, beklediğin şeyler yoktur. Allah’ı gibi düzme şeytanı, Buda’sı, Ehrimen’i, Yezdan’ı. Topunun esası bir korkak vehim, Gölgeler, gölgeler... Onlarda derin. Bir karanlık sezerek çevrildim, Acı bir darbe yiyip devrildim. Şimdi cenneti, nurları önemsemeden, Süzerim yaradılışı hayran hayran ben. Ne tapılacak ne taptıracak bilirim, Kendimi yaradılışa kul bilirim. Gökte binlerce mescit görürüm, Orda vicdanımı secde ederken görürüm. Bu secde işte benim itaatim, Bu ibadette geçer saatim. Bu ibadette övüncüm ve sevincim, Bence ben bir kayadan farklı değilim. Bir minik kuşla biriz tapmakta, Ben de Allah’tan başka yoktur derim İshak da. Doğruluk, ahde bağlılık, tevazu, muhabbet; Hayır, haysiyet, insaf, merhamet. Sonra bir şaire zangoç dememeli… İşte bunlar vicdanımı hareketlendirdi. Düşünüp yapmak ayinimdir, Yaşamak dini, benim dinimdir.
Müminim varlığa imanım var, Her kanat bir melek yapar. Yaşarım peygamberlere duymam gerek, Beni Hakk’a götürecek bir örümcek... Kitabım doğa sahnesi kitabı, Bendedir hayır ile şerrin sebebi. Varırım böylece ben mezara dek, Ahirette dirilmeye mahal görmem pek. Taşırım sevecen kalbimi ölçüsünde, Beşerin aşkını da kederini de. Hak dini bence bugün yaşam dinidir, Ey Molla Sırât! Söyle, öyle değil midir ? Tevfik Fikret