alparslan türkeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alparslan türkeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2025 Cuma

ÜLKÜCÜ HAREKETE NEDEN GÜVENMEYELİM




Ülkücü hareket ne zaman kurulmuştur? Kendi yazdıklarına göre 1944 Irkçılık-Turancılık davası ile başlamıştır.  Bu dava da, Hüseyin Nihal Atsız'ın,  Sabahattin Ali'ye hakaret ve tehditleri sonucu Ali'nin Atsız'a karşı dava açmasıyla başlar. Atsız'ın davalarının sebebi de, Ali'nin İçimizdeki Şeytanlar romanıdır. Ali bu romanında Atsız ve ekibine karşı yapılacak operasyonların da sinyalini vermiştir. Bu davanın başladığı 3 Mayıs'ı Ülkücüler, Türkçüler bayramı olarak kutlar. Gerçi bu kutlamayı Ülkücülerin de çoğu bilmez, bilse de nedenini bilmez. Bildikleri, Alparslan Türkeş'in tırnaklarının kanatıldığı ve Sansaryan Han'daki tabutluk hücreler olayı. Sansaryan Han, adından da anlaşılacağı üzere , bir zamanlar, bir Ermeni tüccara ait bir işhanıyken, İstanbul Emniyet Müdürlüğü yapılmış, şimdilerde terk edilmiş, metruk bir binadır. Bina işkencehaneleriyle ünlüyken,  tabutluklardan iz yoktur. Davanın sanıklarından Reha Oğuz Türkan,  çok sonra, Fatih Altaylı'nın programında, bu tabutlukların yıkıldığını söylemiştir. Türkeş'te, bedenindeki işkence izlerini gösterememiştir. Bu davanın bir numaralı sanığı ve lideri Atsız ise, çok daha önceden, sadece edebiyatın değil, siyasetinin de içindedir. 1934 Trakya progromunun uygulayıcılarından ve sırf bu progrom için Edirne Lisesine edebiyat öğretmeni olarak atanmıştır.

Bu olaydan ardından Ülkücülük, yaklaşık on beş yıl, görünür olmaktan çıkar. Ana sanık Nihal Atsız,  1949'a kadar kısmen işsiz yada sadece roman-hikaye yazarı olarak yaşar. Bu arada bir süre Türkiye yayınevinde (sonradan Altın Kitaplar yayınevi) , çalışmış, yeni yazdıklarını da takma isimlerle (Sururi Ermete) yayımlamış, 1949'a arkadaşı Tahsin Banguoğlu, Milli Eğitim Bakanı olunca, Süleymaniye Kütüphanesine uzman olarak atanmıştır.  Darbenin askeri sanığı Alparslan Türkeş'se beraat edip, 1948 'de kazandığı bir sınavla Amerika Birleşik Devletlerine gitmiştir. Dava arkadaşları dağılsa da, genelde 1950-60 arasında Demokrat partiyi desteklemiş ama grubun askeri lideri Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960'da Demokrat Partiyi askeri bir darbeyle deviren Milli Birlik Komitesi üyesi; darbe bildirisini radyodan okuyan kişi, başbakanlık müsteşarı olarak da pek çok konuda, komitenin diğer üyelerine danışmadan pek çok işi yapan kişidir. Öyle ki, Komite harici subayların kurduğu Silahlı Kuvvetler Birliği cuntasının gözüne çok batar ve on üç arkadaşıyla beraber, on dörtlüler olarak komiteden atılıp, sürgüne gönderilirler (Sürgüne gidenlerden biri de Ümit Özdağ'ın babası, yüzbaşı Muzaffer Özdağ'dır.)

Türkeş, sürgünden Başbuğ ünvanıyla döner. Ona bu ünvanı kim ve nasıl vermiştir, belli değildir. Uğur Mumcu'nun, Kırklı Yılların Cadı Kazanı kitabına göre Nazi istihbaratının Türkiye'de kurduğu Promete örgütü, o zamanlar yüzbaşı olan Türkeş için, Türk Nazilerin führeri diye bahsetmektedir. Kendisi daha Delhi'de büyükelçi olarak sürgündeyksen, lideri Osman Bölükbaşı olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, komando kamplarını kurmuştur. Sonrasını internetten de kolayca öğrenebilirsiniz. CKMP, MHP olur ve 12 Eylül 1980'e kadar artan bir sokak şiddetinde sağı temsil eder. Arama motorlarında bulmak  zorlanacağınız şeyler,  27 Mayıs'ın çok sonra ortaya çıkan Sivas kampının, tamamen, o zamanlar başbakanlık müsteşarı da olan Alparslan Türkeş'in fikri olduğu ve komando kamplarının Kızılay çadırları ve emekli-muzavvaf askerler tarafından yürütüldüğü dönemde henüz silahlı sol örgütlerin ortaya çıkmadığıdır. Yani aslında savaşa sağ, daha en baştan hazırdır. Alevi düşmanlığı bile o zamanlar başlamıştır ve o zamanlar Aleviler çoğunlukla Demokrat parti takipçilerine oy vermektedir halen. Oysa sağcılar, 1961'den sonra dincileşmeye, Aleviler aleyhine dışlama ve saldırılara başlamışlardır. Herkes MHP'lilerin Alevilere saldırlarının yetmişlerde başladığını sanıyor. Oysa benim bildiğim ilk kitlesel katliamlarını Aydın şehrinde beş Aleviyi katlederek yapmışlar.

Bu örgütlenme, 1934'den beri her eylemini devlet güvencesinde ve kontrolünde yapmasına rağmen, arada bir devlet zorbalığına da uğramıştır. Buna rağmen 12 Eylül, bu örgüt için şok edici olmuştur. Kendini meştulaştırmak için halkı barıştırma ve tüm şiddeti sonlandırma sloganını belirleyen cunta, mecburen Ülkücüleri, bu sefer biraz sert okşadı. Bu olay o dönem Ülkücüleri arasında depresyonlara neden olsa da, Ülkücüler devlete çok da küsmedi. Daha 12 Eylül rejimi, Turgut Özal'a devretmeden, emniyet genel müdürlüğünü ve sağlık bakanlığını Ülkücülere devretmiştir bile. Ülkü Ocakları, altmışlı yıllardan itibaren, doksanlı yılların sonlarına kadar, merkez sağ (Adalet Partisi, DYP, Anap) gençlik örgütü gibi çalışır. Pek çok Ülkü Ocaklı, otuzlu yaşları yaklaşrıken ANAP ve DYP'ye geçer. Oysa merkez sağ da erimektedir ve doksanların başından itibaren bu bellidir. Bu sebeple o yıllarda DYP genel başkanı Tansu Çiller'in bile başbuğum dediği Alparslan Türkeş, 1995'de tek başına seçimlere girer.

Bu arada artık Ülkücülüğün tek partisi MHP değildir. 1993'de, eski Ülkü Ocakları Genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, başbuğuna resti çekip, kendi partisini kurmuştur. Başbuğ'undan neden ayrıldığı belli değildir. Nihat Genç, donsanlarda, Leman dergisinde, Türkeş'in Amerikalı Yahudi  lobicilerle kolkola olması sebebiyle olduğunu yazmıştı. Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisi Büyük Birlik Partisi, sokaklarda ve medyada çok görünmesine rağmen, sandıkta yüzde 1'den az oy alan partiler kervanındadır. Sadece 2009'da, Muhsin Yazıcıoğlu'nun şüpheli bir helikopter kazasında ölmesi sonucunda BBP, Sivas il genelinde, merkezde ve pek çok ilçede belediye başkanlıkları kazandı.

Her iki parti de hem seksen öncesinin Maraş-Çorum-6 Mart-Bahçelievler gibi katliamlarının, hem de doksanlı yılların Sivas,  Gazi Mahallesi, Hrant Dink cinayeti gibi kıyımların şüphesi ve hükmü altındaydı. Türkeş , MHP'yi, bir holding gibi oğlu Tuğrul'a bırakmaya niyetliydi. Oysa kaderin hesabı farklıydı. Havada uçan sandaleyeler de Devlet Bahçeli'yi engelleyemeyecektir. Bahçeli, Ülkü Ocağı sayısını azaltıp, Ülkücüleri de sokak kavgalarından çeker.

1995 seçimlerinde MHP'nin %10 seçim barajını geçememesini, Türkeş'in dünürünü, dişçisini aday göstermesi ve teşkilatları kızdırması olarak görmüştüm. Oysa gerçek daha farklıydı, çünkü doksanlarda MHP zaten iktidar ortağıydı. İçişleri ve sağlık bakanlıklarında Ülkücülerin mutlak hakimiyeti vardı. Polis ve Jandarma özel harekata seçileceklerin adı, öncelikle Ülkü Ocaklarında belirleniyordu.   DYP-ANAP VE Fenerbahçe kongrelerinin kimin kazanacağını Ülkücüler belirliyordu. Mafya denen suç orgütlerinin tamamı da Ülkücüydü, yani seçimleri kazanmalarına çok da gerek yoktu. 1995 seçimlerinden itibaren bu değişecekti. 3 Kasım 1996, Susurluk Olayından sonra Derin Devlet söylemi yaygınlaşacak, devlet içinde Ülkücüler önce yavaş yavaş, 2002'den sonra artarak, 2010 Yetmez Ama referandumundan sonra da süratle temizlenecek, yerlerini FECÖ başta olmak üzere tarikatlar alacaktı. Ülkücülük de, özellikle üniversitelerden başkayaraki demode olmaya başladı. Kurtlar Vadisi dizisinin popülaritesi bile bunu değiştiremedi. (Vadideki karakterlerin gerçek hayattaki yansımalarının neredeyse tamamı (birbirlerine düşman olanlar dahil) Ülkü Ocaklıydı)

MHP'nin genelde ara ara unutulan olayı, 2002'de AKP'nin iktidara gelmesine katkısıdır. Bu katkı iki türlüdür. Birinci olarak Devlet Bahçeli'nin, birdenbire koalisyonu dağıtıp, ekonomik kriz sonrası toparlanma yeni başlamışken koalisyonu bozması; diğeri de hem Cem Uzan'ın,  daha doğrusu Uzan ailesinin Genç Partisine başlangıçta milliyetçi söylemlerle alan açıp, %7,2 gibi %10 barajının altı ama ciddi bir oy alarak, hem MHP, hem de bir zamanların iktidar partileri ANAP, DYP ve DSP'yi baraj altı ve tarihin mezarına gömdürüp, kendisini de baraj altı bırakmasıydı. Bütün bunların sonucunda AKP, %34 oyla meclisinin çoğunluğunu ele geçirecek, MHP'de bir süre muhalefette oyalanacak,  oysa AKP'nin tek başına seçilemediği ilk seçimler olan Kasım 2015'de yeni koalisyona HDP'nin (şimdiki adıyla DEM) dışarıdan da olsa destek vermesini bahane ederek, seçimi yeniledi. Sonrasında önce Suruç'da, sonra Ankara garında olmak üzere arka arkaya kalabalıkların içinde patlayan, sonra kendisi de muhalefet partisi kuracak şahsın, bombalar patladıkça oylarımız artıyor lafı, iktidarın illa kazandığı seçimler, darbe girişimi ve MHP iktidar kanadında ama çok geç; bir zamanlar Ülkücülerin doldurduğu kadrolara FECÖ harici diğer tarikatlar talip. Bunun üzerine Ülkücü hareket yeni partilerini kuruyor. İyi parti, 2002 sonrasında %10 barajını geçen ilk parti de olsa, 2023 seçimlerine günler kala Meral Akşener, ilk tura haftalar kala Yılmaz Özdil öncülüğünde kriz çıkarıp, seçimlerin kaçmasına sebep oluyor. Hareketten çıka diğer parti olan Zafer Partisinin adayı Sinan Ogan'da, ikinci turun kaçmasına sebep oluyor. Ben Ogan'dan ümidimi, Nihat Genç ve Veryansıncıların desteğini öğrenince kesmiştim. Sezen Aksu'nun desteğinden sonra TİP'e de çok güvenmiyorum.

Bu hareketten çıkan son parti ise Anahtar parti, bu partinin genel başkanı Yavuz Ağıralioğlu, 10 Kasım'da Osman Yüksel Serdengeçti'nin ölğm yıldönümünü andı. Serdengeçti bu şahsın ilk  soyadı değil. Bir süre çıkardığı dergnin adı ve daha sonra kendi soyadı yapmış. 1944 davasında tutuklanan en ilginç isim. 44'de Atsız'ın yandaşı,  sonrasında da Said-i Nursi'nin ve Necip Fazıl Kısakürek'in müridi, Demokrat parti ve Adalet partisinden mebus olmuş ama disiplinsizlikten partiden atılmış. En çok bilinen eylemi, mecliste kıravatı beline takması. Her daim Atatürk düşmanı. Şair olarak tanınsa da, ortamlarda şiiri okunmaz. Tanrı Türkü korusun, Allah'da müslümanları ; Hira dağı kadar Müslümanın, Tanrı dağı kadar Türk diye ekzantirik aforizmaları var. Adı çok bilinen ama şiirleri bilinmeyen şair. Her 10 Kasım'da Atatürk'ün adını gölgelemek adına X'de gündem olur. Ağıralioğlu'nun Serdengeçti'den bir satır okumuş olduğunu da sanmıyorum.

Bu hareket, daha 1934'de istihbarat odalarında, derin devlet koridorlarında kuruldu ve her an her yere döner. Buraya kadar yazdıklarıma inanmıyorsanız, araştırın biraz.

Kürtçü hareketi de yazacağı ama bir kaç yazı sonra.


29 Mayıs 2024 Çarşamba

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN BİNMEDİĞİ İKTİDAR TRENLERİ

 




Yaklaşık otuz yıl kadar önce, ben daha üniversitenin birinci sınıf öğrencisiyken, muhafazakar ve dindar  arkadaşım Demir Dinipak bana MHP'nin, NATO'nun bir örgütü olduğunu, benzer yapıları hemen her Nato ülkesinde ve içinde hareket geçecek bir ad  ile kurulduğundan bahsetmişti. Geçenlerde de sosyal demoktrat bir arkadaşım,  Ülkücülerin her türlü iktidar partisine (bu parti DEM yada TKP olsa bile) oy yardakçılık yapacağını söyledi. Aklın yolu bir denildiğinde, böyle şeyler kastediliyor. Otuz yıldır yaşanılanların üstüne, son bir yılda şahit olduklarım bana bu söylenenlerin doğruluğu ispatladı. 1995'den beri Ülkücüler, halkın iktidar davetini geri çeviriyorlar.

1995 seçimleri ile ilgili olarak mütevefa Alparslan Türkeş'i çok eleştirmiş, hatta onuna alay etmiştim, dişçisini, doktorunu, dünürünü aday gösterdi ve teşkilatları küstürdü diye. Oysa benim dünürü, dişçisi, doktoru dediğim kişler, yıllarca parti teşkilatında çalışmış kişilermiş. Benzer şekilde Isparta'da, Süleyman Demrile Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesinin dekanı iken milletvekilliğine aday olan ve öğrenciler olarak  Şamanist diye alay ettiğimiz, rahmetli profesör Bayram Kodaman'ın, Isparta halkı tarafından sevilen biri olduğunu daha sonra öğrendim. Bu durumda MHP teşkilatlarının, 1995 seçimlerinde başbuğlarına tavır almasını  sebebi.ni başka yerde aramalıydım.

Lenin;, devrimin son adımında bulunacağınız taraf, tamamen hangi sınıfta olacağınızla ilgilidir, demiştir. Sosyalist-komünist  devrim uğruna savaşan yada mücadele eden bir burjuva olabilirsiniz. Romalı senatör ve Stoacı filozof Seneca, yazıları ile teorik olarak, sosyalist sayılabilecek biriydi. Pratikte imparatorlıuğun en uzaktaki bölgesi Britanya'nın, ( İngiltere'nin) tüm madenlerinin sahibi, ticaretini ve neredeyse tüm ekonomisini kontrol eden bir emperyalistti. İmparator Caligula,Seneca'nın tüm servetini müseddere (devlet adına el koyma) etmişti. Devrimin iktidar anında, iktidar değişimi ile neler kazanacağınız ya da kaybedeceğiniz önemlidir. Sosyalist bir devrimci olmanız için için işçiden öte, proleter, ( aç insan)olmanız gereklidir. Hatta gelecekte çocuklarınızın da bundan kurtulma umudu olmaması gerekir. Şartlar tam oluşmadığından,  pek çok devrim, ucundan dönmüştür. 1917'den sonra Bolşevikler, Avrupa'yı saracak devrim rüzgarlarını bekliyordu. Özellikle Orta  Avrupa'da grevler, işgaller, günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş, bazı sanayi şehirleri bir kaç gün yada hafta işçi sovyetleri ile yönetilir olmuştu. Bolşevikler,  arka arkaya yeni Ekim devrimleri bekliyordu. Oysa iktidara gelen faşizm oldu.

1995 seçimlerine de bu açıdan bakmalıyız. 1995'de olası bir iktidar değişiminden Ülkücülerin kazanacağı bir şey yoktu, kaybedeceği çok şey vardı. Zaten iktidarda gibiydiler. Güvenlik güçleri Ülkücüydü. Özellikle  özel harekat, Ülkü ocaklarının hakimiyetindeydi. Hem JÖH, hem PÖH, hilal bıyıklılardan geçilmiyordu. Alparslan Türkeş, Özel Harekat Ülkücüyse Ülkücü, ne olmuş ulan demişti. (Evet, Türkeş ulan kelimesini kullanmıştı) Jandarma o yıllarda Genelkurmay'a bağlı olduğundan, askerlerin her gün traş olmaları gerekiyordu ama buna aldıran yoktu, karışan yoktu. Özel Harekat seçmelerinin sonuçlarının, İçişleri bakanından önce Ülkü Ocaklarına geldiği sır değildi. Ülkücülerin tek gücü güvenlik kurumları değidi. Genel anlamda bürokraside Ülkücüler etkindi. İçişleri ve sağlık bakanlığı Ülkü ocaklarının egemenliğindeydi

Sadece kamu kuruluşları değil, mafya denilen oluşumlar, domuş durağı  kahyalığı, pazar yerleri yöneticiliği  gibi küçük görülen ama para getiren alanlar da Ülkücülerin elindeydi.  Sonuçta 1995'de Ülkücülerin, barajı aşma, devlet isteği yoktu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, Alparslan Türkeş'e başbuğum die hitap ediyor; Erdal İnönü dahil mecliste grubu bulunan parti genel başkanları Söğüt belediyesinin geleneksel şenliklerine Başbuğ Türkeş sloganları altında eşlik ediyordu.  DYP ve ANAP, Ülkücüleri bu kadar beslerken, MHP için çalışmanın gereği yoktu. Seksenine yaklaşmış Alparslan Türkeş'in  iktidar olma arzusunun önemi yoktu. MHP il ve ilçe başkanlıkları, ANAP ve DYP genel merkezinden daha canlı, daha havalıyıdı.  DYP yada ANAP'da kariyer yapmanın yolu da Ülkü ocaklarından geçiyordu.

1995 seçimlerinde MHP barajı aşamadı ama ciddi bir oy potansiyeli olduğunu gösterdi. Bu yüzden Ülkücülük, devlet tarafından  budanmaya başladı. Budama için iki yıl sonra, 1997'de başbuğun ölümü beklendi. Türkeş, Ankara'nın bir daha Muhsin Yazıcıoğlu'nun cenazesine kadar göremeyeceği büyük bir cenaze ile Ankara'nın, kısaca Bahçeli denen Bahçelievler mahallesindeki anıt mezarına gömüldü. Sonra olaylı, sandalyelerin havada uçuuştuğu, bol kavgalı  bir kongreoldu. Partiye kayym atandu. Kayyumun yenilediği kongrede Devlet Bahçeli'nin seçilmesi ile tasfiyeler başladı. Anralya'da, Akdeniz Üniversitesinde olan olaylardan sonra Bahçeli, Ülkü ocaklarını sokaklardan, kavgalardan çekti, Ülkü ocağı sayısını yavaş yavaş azalttı. Bürokraside de gizli eller tarafından  Ülkücü yöneticiler azaltılmaya başlandı.  MHP'nin 1999 seçimlerinde ülkenin ikinci, sağın birinci partisi ve iktidar ortağı olması da tasfiyeleri yavaşlatmadı. Hilal bıyıklı Ülkücü müdür ve şeflerin yerini, badem bıyıklı Fetöcüler aldı. Yurt-Kur ve Üniversiteler de Ülkücüler, eskisi gibi zorbalık yapmak bir yana, yer yer kendilerini koruyamaz oldular. Ülkücülüğün tasfiyesinde son aşama, Ülkücü mafyanın tasfiyesi oldu. Ülkü ocağında yetişmiş ve suç dünyasında bile olsa belli ahlak kriterleri olan, devleti sahiplenen mafya tasfiye oldu ve hatta oluyor.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/09/son-yillarda-azalarak-biten-ulkucu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/son-yillarda-azalip-biten-bazi-ulkucu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/10/son-yillarda-biten-ulkucu-seyler-3.html

Aslında 1995 seçimlerinden evvel ortaya çıkan bir gerçek var. Bu din maskeli neoliberal düzenden sıkılmış insanların bir kısmı, milliyetçi bir iktidar istiyor. Bunlar,  sola oy vermek istemeyen insanlar.  Oysa Ülkücü liderler,   devlete ve neoliberalizm partilerine yancılık yapmakla meşgül. Uzun süre muhalefetlik yapamıyor. Meral Akşener ve  İyi parti, son seçimde iktidarı AKP-MHP koalisyonuna hediye etti. İyi parti, Akşener'in genel başkanlıktan ayrılmasıyla, CHP'de Kılıçdaroğlu ayrılmasından sonrayaşadığına benzer bir oy patlaması bekliyor olabilir. Rakip olarak Zafer partisi görünüyor. Fakat bu iki parti ve diğer pek çok parti, yerel seçimler sırasında, muhalefet parisi olmak yerine, muhalefete muhalefet partisi oldular.

Bu seçim, muhalefete muhalefet partilerinin de yenilgisiydi. Son yerel seçimlerden sonra CHP'yi iktidar yolundan kendisi bile engel olamaz. Halk artık bu neoliberal düzeni istemiyor. Bu yüzden medya ve eğitim sisteminin öcü gibi gösterdiği CHP'yi, otuz yıldan sonra yüzde otuz beş üzerine çıkardı. Gerçek muhalefet etmeyenler, muhalefete muhalefet edenler, gelecekte ana muhalefet bile olmayabilirler. 

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/turkes-ve-muhsin-kotulugun-yuceligi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/turk-milliyetciliginin-acinasi-hali.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/turkesin-discisi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/09/doksanli-yillar-4-merkez-sagin-erimesi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/09/doksanli-yillar-3-ulkuculer-ve-mhp-o.html