1995 seçimlerine MHP bayağı iddialı girmişti ve %10'luk barajı aşması kesin gibiydi. Merkez sağ denen DYP ve ANAP, kızgın tavadaki yağ gibi erimekteydi. Sağcı seçmen, daha doğrusu Türk halkı, sola oy vermemek için 12 Eylül medyası tarafından eğitimden geçmişti ve bu eğitim halen devam etmekteydi. SHP'li belediyeler 1989 seçim başarısını icraatta başarıya dönüştürememişler, İSKİ skandalı ve Uzan ailesi medyasının saldırıları ile iyice puan kaybetmekteydi. Deniz Baykal'ın hizipçiliği de partiye oy kaybettirmekte, 1999'da da CHP adı ile baraj altına girme yoluna gitmekteydi.
Derken MHP'nin Başbuğ denen başkanı Alparslan Türkeş ve etrafında her kimler varsa, seçim sürecince yapacakları en büyük yanlışlar silsilesini yaptı. Partiyi ben yönetsem, bu kadar yanlış yönetemezdim herhalde. Türkeş'in dünürü, dişçisi ve doktoru da dahil olmak üzere, Ülkü ocaklarının ve parti teşkilatının istemediği kim varsa aday yapıldı. Teşkilatlar da genel merkeze sırt çevirdi ve MHP baraj altı kaldı.
Sonra Türkeş, ciddi ciddi çökmeye başladı. Bir kaç canlı yayında uyuyakaldı, kendisini suçlayan konuklara hak verdi, iki sene sonra da öldü. 1995 Martından itibaren kamu kuruluşlarında, özellikle İçişleri bakanlığı (özellikle polis teşkilatı) ve Sağlık bakanlığı başta olmak üzere kamu kuruluşlarındaki Ülkücü kadrolar tepeden aşağıya seyreltildi. 1997 Nisanında Türkeş ölünce de, özellikle üniversitelerdeki Ülkücü gruplar, KYK (Kredi ve Yurtlar kurumu), rektörlükler ve polis tarafından korunmaz oldu. Öyle eskisi gibi Ali kıran, baş kesen olamadılar. MHP'nin oyu arttı ise de Ülkücülük azaldı.
Sonra o meşhur sandalyelerin havada uçuştuğu, partiye kongre yapması için kayyum atandığı (AKP öncesi bildiğim tek kayyum) kongreden sonra önce Türkeş'in Başbuğ unvanına karşılık olarak Baştuğ unvanı verilen oğlu ve ona yakın kim varsa MHP'den atıldı.
Gerçek şu ki, bu şu an Ülkücülerden en nefret edenlerin bile kabul etmediği gerçek, Ülkücülüğün, Türkeş'in dişçisini ön sıradan milletvekili adayı yaptırdığında öldüğüdür.
Diğer bir gerçek de, MHP hiç bir zaman gerçekten bir parti olmadı. Derin devlet, Gladio, Özel Harp Dairesi ve daha ne çeşit adı varsa, o NATO oluşumunun bir parçasıydı. Merkez sağ dağıldıktan sonra MHP'nin dağılmaması da bu yüzdendi. Her şey Gladyo'nun hesapladığı gibi gitmese de, Devlet Bahçeli'de hep sağın varlığını kolladı.
Seksenli ve doksanlı yılları hatırlayalım, ANAP, DYP, Fenerbahçe ve büyük kulüplerin vesairelerin kongrelerinde kimin kazanacağına Ülkücüler karar verirdi. Ülkü ocaklarında yetişen siyasetçiler, otuzlu yaşlarında DYP, ANAP ve Refah partilerine geçerdi.
Öyle ise neden merkez sağ partiler yıkılıp, giderken, MHP (AKP İLE BERABER) ayakta kaldı? Çünkü sokakta sağı temsil edenler Ülkücülerdi. Akıncıların da temelinde Ülkücüler vardı. Kaldı ki, Türk halkı için Türkçülüğün yürütülmesi gerekiyordu.
Sonuçta 2015 Haziranına kadar MHP, sağın yedeği olarak kaldı. Seçim gecesi Bahçeli, sağın tamamen çökmek üzere olduğunu gördü veya ona gösterildi. Ardından da halen süren ve MHP'nin ne kazandığı belli olmayan (devlet kadroları ve ihaleler, tarikatlara pay edilmiş, Ülkücülere zırnığı zor koklatıyorlar) ortaklığı başladı.
Bu dönemden beri, hadi iktidar partisi hiç Türkçü olmadığı gibi, Türk'te olmadı, son bir kaç yıldır Türk milliyetçiliğinin partisinde bile Türk kelimesi pek kullanılmıyor. Zamanında Sovyetler Birliğine kafa tutan Ülkücülük, Çin Halk Cumhuriyeti ilişkileri bozmaktan korkuyor.
Paralelinde iktidara (sözde) muhalif, fonlanmış medyada Türkiyelilik diyor. Türkiye'de azınlıkları aşağılamak ve ezmek için Türklüğü kullanan kapitalizm, şimdi de bu suçlarından dolayı Türklüğü suçluyor. Sağınsa tek derdi, son volilerini vurmak.
Özetle, sağ fikir olarak bitti. Ülkücülük bitmedi sanıyorsunuz ama Türkeş dişçisini, doktorunu, dünürünü aday gösterdiği zaman bitmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder