28 Nisan 2022 Perşembe

 


HAMİDO'YA MEKTUP

(YA DA BAHRİYE ÜÇOK'UN KATLEDİLDİĞİ GÜN)

 

         Sınıfta kalmalarım ve üniversite sınavını ikinci girişte kazanmam sayesinde hayatımın bayağı bir kısmı çıraklıkla geçti. İkinci sınıfta kalışım ise, amca oğlunun oto galerisinde çıraklıkla geçti. Daha çok doç dediğimiz kamyonları satardık. Altı yüzlük, yedi yüzlük, dokuz yüzlük doç kamyonlardı. Crlyester markaydı hepsi ancak önlerinde  Dodge, Fargo ve Desoto olmak üzere üç ayrı marka daha olurdu. Kaçlık olduğu önemliydi, hepsi doçtu ve tüm özellikleriyle birbirinin aynısıydı.

         Dükkan İskitler sanayi sitesinde, Kazım Karabekir caddesinde, Tunahan'daydı. Dükkanın önündeki geniş alan kamyonlara ayrılmıştı. D

Kanda şimdilerde ofice boy dene n getir-götürcülük yapıyordum. İşim ortalığı süpürüp, silmek, çay yapmak, bankaya, bakkala falan gitmek, böylesi işlerdi. İşim sabah yedide başlardı. Akşam yediden evvel bitmezdi. Onu bulduğu çok olurdu, birkaç defa gece yarısını bulurdu. Kapının önünde biriken kaşarı küremek, arabaları yıkamakta işlerim arasındaydı.

         Dükkânın ziyaretçileri çeşitliydi. Büyük bir kısmı kamyon alıcısı hafriyatçı taşeronlar, müteahhitler, maden sahipleri, kamyonunu yenileyecek kamyoncular ve benzeti kişilerdi. Türkiye'nin her tarafından, çoğunlukla zengince insanlardı. Amcaoğlu, faizcilikte yaptığından, borç alan ve bazıları zor durumda tüccar ve esnaftı. Bu gibi insanlara mutlaka çay verirdim. Bazen bunlar dükkanda yemekte yerdi.

         Bir de sanayide her vakit dükkanlara uğrayanlardı. En nefret ettiklerim dilencilerdi. Mümkün olduğunca kovmaya çalışırdım, çoğu kez başarırdım. Ancak özellikle dükkanın kalabalık olduğunu anlarlarsa beni zorla itip, içeri girerlerdi. Bazen göz açıklık yapıp, onlar adına sadakayı toplar, çok azını onlara verip, çoğunu zimmetime geçirirdim. Çoğu kez aynı dilenciler bir günde iki, üç, hatta beş altı kez gelirdi. Perşembe akşamları ve Cuma günleri mübarek gün diye birkaç gelirlerdi. Bayram öncelerinde ise bayağı çoğalıralrdı.  Ayakkabı boyacıları, piyango satıcıları, sokak satıcıları, seyyar satıcılar da bu tabloya dahildi. Bizim dükkan Hürriyet, yandaki plastik malzeme toptancısı Sabah, bir ötedeki traktör satıcısı da Milliyet alırdı. Ben üçünü de okurdum. Dükkanda, benim yöneticim olan ve daha ziyade alım satım muamelesi yapan Mehmet abi en çok benim bu gazete okumama kızardı. Sokak satıcıları, sanayiye has şeylerde satardı. Soyulmuş, tuzlanmış hıyar, gübit denen, değişik bir pide ve arasına yapılan haşlanmış yumurtalı sandviç, bunlar arasındaydı. Seyyar satıcılar ise, elektronik eşya ve el makinesi falan satardı. İstisnasız Şanlıurfalı yada Gaziantepli olurdu. Şanlıurfalılar, pazarlıkla malı ilk söylediklerinin dörtte biri fiyatına inerlerken, Gaziantepliler bir kuruş aşağı inmezlerdi.

         Bir de postacılar vardı. Henüz email, internet çağı olmadığı için bolca mektup, tebligat, broşür ve benzeri  şeyler getirirlerdi. Bayramlarda ve yılbaşlarında bolca eşantiyon getirirlerdi. Bürün bunlar arasında en çok sevilen ve gelmesi beklenen misafirler bunlardı.

         Bu olay bir postacı ile ilgili. Fırça bıyıklı, orta boylu bir adamdı. Dükkan civarında dolaşan birkaç postacıdan birisiydi. Sanayide, konut alanlarına göre fazla posta ve paket ve de o kadar fazla postacı ve kargocu bulunur. O günü çok soğuk diye hatırlıyorum. Aklıma kış günü gibi kalmış, zaten ekim ayıymış, internetten öğrendim. Yedi ekim bin dokuz yüz doksan. Bahriye üç ok altı ekimde olmuş, o günde bu olayın ertesi günüydü. Dükkanda tam kimler var sayamayacağım. Az önce gelen gazeteciden alına Hürriyet gazetesi okunuyor, ben çayla ilgileniyordum. Dükkanda üç gözlü bir elektrik ocağı vardı. Ben bu ocak ve üstündeki irice demlikle çay demler, oralet dediğimiz, sıcak suya aromasını bırakan içecekler ve kat denen sıcak su şerbeti hazırlardım. Gazeteyi okuyanlar, kendilerinde olayı yorumluyordu. O sırada içeri postacı girdi. Biri şöyle bir cümle sarf etti.

         -Kargocu kız da örgüttenmiş. Gerçekten de o günlerde kargocu kız konusu tartışılıyordu olayla ilgili. Postacı olaya müdahale etti.

         -O çocuğun ne suçu var. Biz de Hamidoya bombayı gönderdik. Hiç haberimiz yoktu. Bu Hamido'nun, Malatya'nın eski belediye başkaını Hamid Fendoğlu olduğunu sonradan öğrenecektim.

         -Ula, Hamido'ya paketi sen mi verdin?

         -Ya, ben verdim dedi. Sonra gayet rahatça bir koltuğa oturdu. Biri çay koymamı söyledi. Ben de öyle yaptım. O da anlattı.

         O zaman kamyonlarla gezerdik. Üç arkadaş beraberdir. Kamyonların üzerinde Türkiye Postaları yazardı. Depolardan aldığımız paketleri ev ev gezerek, sahiplerine teslim ederdik. Paketlere çokta nazik davranmazdık.

         Hamido'ya paketi ben verdim bizzat. Aradan bir saat kadar zaman geçti. Adamda toplamış çoluğunu, çocuğunu, hepsinin ortasında paketi açmış. Adamlar paketteki düzeneği ayarlamışlar. Paketi tam açınca patlıyormuş. Depoda otururken telefon geldi amirimden. Paket bombalıymış, tekmil Malatya ayakta. Arabayı da alın, dağa çıkın dedi. Aldık kamyonu, çıktık dağa. Bir hafta dağda, ıssızda kaldık. Sonra Adana'ya gittik. Kamyonu teslim ettik. Sonrasında Malatya hep yanmış. Korudan yıllarca kimselere anlatamadım. Hala da korkarım.

         Hikayesini anlattı, çayını içti ve gitti postacı. 17 nisan yetmiş sekizden beri sakladığı sırrını anlatmış, rahatlamıştı.



 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder