faşizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
faşizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2025 Cuma

MİDSOMMAR (RİTÜEL-2019) FİLMİNDE FAŞİZM



 Korku filmine pek meraklı değişim, bu yüzden de bu filmden yakın zamana kadar habersizdim. Filmi de klasik korku filmi izleyicileri pek beğenmiyor.  Film de korku filmine benzemiyor.  Korku filmlerinde olaylar, karanlık- izbe yerlerde geçken, Midommar'da ortam ışığa boğulmuş durumda. Kuzey ülkelerinde, yılın en uzun günleri olan 22 Haziran ve sonraki günlerde oluyor. Korku filmlerinde kahramanlar genelde yalnız kalır yada küçük gruplara ayrılır, izbe ve karanlık yerlerde de işkenceye uğrar yada katledilirler. Filmin merkezindeki oyuncular, kolay kolay yalnız kalmıyor. Film fazlası ile uzun (148 dakika) ve konuya geç giriyor. Korkuya konu olan grubun, Amerika'dan, İsveç'e, Harga denen komüniteye gelmeleri yarım saat sürüyor. İlk ölümleri görmek için de bir saat beklemek gerekiyor. Sevgilizle karanlıkta, birbirinize sarılarak. çığlık çığlığa izleyebileceğiniz bir film değil. 

Bu tip korku filmlerine, folklorik korku yada pagan(purperest) korku deniliyormuş. Konu da genel olarak yabancı bir kültürün vahşetine maruz kalınması olayı. Bu filmde de Avrupa'da kökleri 19. yüzyıla kadar giden, ata dinine dönme fetişizminin korku unsuru haline getirilmesi ile yapılan filmlerden birisi. Bu filmin asıl amacı, bu tür faşist toplulukların (komünite) tehlikesine dikkat çekmek. Türkiye'de faşistler, Tengriciliğe meyletseler bile, böyle komüniteler kuramıyorlar (şimdilik). Bunun ilk sebebi, Türkiye'de milliyetçilik ve faşizmin temellerinin din ekseninde atılmadı; hatta millet kelimesi Arapça, din-mezhep anlamına geliyor. Kelime bugünkü anlamını Namık Kemal sayesinde almış ve aslında Namık Kemal'in de millet kelimesinden anladığı bu. Herkes Namık Kemal'i, okulda okuduğu vatan şiirleri ve Vatan yahut Silistire oyunuyla tanıyor. Namık Kemal'in sırf Şiiliği kötülemek için yazdığı Cezmi diye bir romanı, harem yaşamını ve siyahileri kötülemek için Kara Bela diye tiyatro oyunu var. Mason locası üyesi ve alkole düşkün de olsa, namazlarını kaçırmayacak kadar dindar ve nefreetini her zaman kusacak kadar mezhepçi. Tengricilikle ilgili bilgilerse fazlasıyla sınırlı. Bazı Arap seyyahlarının gezi notları, bazı Rus antropologların tespitleri gibi az sayıda belgedir. Aslında sorun bu da değil.  Orta Asya Türk inancının Anadolu yansımaları illa Alevilikle çakışıyor ve faşizm, kendi öz kültürü de olsa,  azınlıkları sevmez. Alevilik, Faşizm için çok Hümansit falan diyeceksiniz, buna iki itirazım var. Biri, Aleviler de bazı dönemlerde yeterince vahşileşebilmiştir, diğeri de Faşizm, pragmatist , yani faycadı ve oportünist, yani fırsatçıdır. En hümanist fikirleri biel kendine yonttuğu gibi, baş düşmanı komünist-sosyalist ideolojiyi kullandığı da olmuştur.

Filme dönecek olursak, ilk dikkati çeken, filmdeki bütün karakterler Hristiyan yada Hristiyan adına sahipken, film boyunca, başlangıç yemeğindeki masaların kombinasyonu hariç hiç haç bulunmaması ve hiç bir oyuncunun boynuna haç takmaması. Haç demişken, filmin konusu İsveç'de geçiyor ama üzerinde kocaman haç bulunan İsveç bayrağını hiç bir şekilde görmüyoruz (Çekimleri Macaristan'da yapmışlar) Kuzey ülkeleri, geç tarihlerde, neredeyse Haçlı seferleri ile Hristiyan oldukları için olsa gerek (Lapon diye de bildiğimiz Sami (Samee) toplumu halen çoğunluğu Pagandır), pek çoğunun bayrağında kocaman haç vardır. Filmse tamamen Pagan kültür üzerine konulu ve filmde Hristiyanlıkla ilgili tek şey, Dani'nin erkek arkadaşı Kristi (İsa) ve o da filmin sonunda uyuşrululmuş şekilde, bir ayı postunun içinde, gruptaki Dani ve Pelle hariç diğerleriyle beraber kurban ediliyor.  Cristian, ayı postuna konan tek kurban, adından dolayı simge, ayı ise kuzey paganlığının simgesi, bizdeki bozkurt gibi. Dani'nin Amerika'daki evinde büyükçe bir ayıya sarılan kız çocuğu resmi var. (Maşa ve koca ayı çizgi filmini hatırlayın) Bizde erkeklere nasıl alparslan, bozkurt gibi isimler konuyorsa, Rusya ve İskandinavya'da ayı ismi konuyormuş. Bizde ayı genelde asosyalliğin, pisliğin ve nezaketsizliğin simgesidir be birine ayı demek hakarettir. Kuzey ülkelerinde ise cesaret ve güç simgesi. Dani, her şeyin sonunda bu gruba üye oluyor, Pelle zaten grubun üyesi ve diğerlerini buraya getiriyor, Cristian'dan da döl çalıyorlar. Cristian, Dani'yi Harga'nın yerlisi bir kızla defalarca aldatıyor, en sonunda da törensel bir cima ile bu çocuğu kabulleniyorlar. Törensel cima dediğim sahne, bir çeşit absürt burno sahnesi. Cristian'da, kafa mantarlı çayla güzelleşmiş bir halde, bir sürü yaşlı ve çıplak kadının inlemeleri ile kızla birlikte oluyor. Bir erkek olarak söyleyeyim, böyle absürt bir ortamda, bu kadar göz üzerimdeyken, kafa dumanlı değilse, heyecan ve şaşkınlıktan hiç bir şey yapamam. Pelle, Cristian ve Dani'nin ortak noktası Harga köyü halkı gibi sarışın olması. İskandinav ülkelerindeki bu sarışın yoğunluğunun sebebi tamamen ırsiyet değil. Norveç devletinin açılan gizli bilgilerine göre, otuz küsur yıl içinde, dört buçuk milyonluk ülkede (2025 itibarıyla beş buçuk milyonu aşmış), otuz binden fazla kadını, esmer veya Samee (Lapon)iTater (az nüfuslu bir azınlık)  gibi topluluk insanlarını gizlice kısırlaştırmış. Sarışın derkeni Kıvanç Tatlıtuğ gibi civciv-platin sarısı olacak; Atatürk ve Balkan Türkleri gibi sarımtırak kahverengi değil. 

Filmde pek çok  olay, çeviride elma mantarı denen halüsülojen etkisinde gerçekleşiyor. Harga'ya girerken,  kamera ters dönüyor, göntülerde kayma oluyor. Dikkatli bir izleyiciyseniz, ekibimiz Harga'ya girdikten sonra, kamera lenslerinde dengesizliği görebilirsiniz. Harga'ya gelen  misafirler, filmin sonuna kadar mantarın etkisinde. Filmde ilk cinayet, birinci saatin sonunda ve herkese açık şekilde işleniyor. İntihar ama ihtiyar çiftimiz, topluluğun zorlaması ile atladığı için, bu da bir cinayet. Kadın hemen ölüyor,  erkekse hemen ölmeyince, tahta balyozlarla, kafalarına vurularak ölüyor. Suçları da yetmiş iki yaşlarına gelmeleri. Bu olayın vahşiliğini ve zırvalığını anlayan Connie ve Simon çifti, diğerleri gibi Amerika'dan değil, İngiltere'den gelmiştir. Aralarında çok fazla boy farkı olan çiftimiz, yeterince halüsülojen mantarı kanında biriktirmediği için,  vahşeti anlıyor ve ortamdan kaçmaya karar veriyor. Diğerleri ise olayın vahişiliğini anlamıyor, antropolojik tez yazacağız, bunamak istemiyorlar falan diyor.

Harga tarikatı oluşturulurken, Hristiyanlığın ve diğer tek tanrılı dinlerin, putperestliğe ilişkin mitleri ve dedikodularından faydalanılmış. Uyuşturucu, alkol, grup seks ve cinsel sapkılık gibi dedikodular, Yahudiliğin ortaya çıkışından itibaren, (Sodom ve Gomora) çeşitli topluluklar aleyhinde üretilmiş ve halen üğretilmekte. Filmdeki, akraba evliliği ve ensestten sakat çocuk üretip, kutsal kişi yapma konusu, Jean-Cristophe Grange'ın Kızıl Nehirler romanında da geçiyor. Grange'ın romanı 1999 çıkışlı ve 2000'de film yapılmış, bu filmden önce yani. İnsan kurban etme de insanlık kadar eski bir gelenek. Avrupa'da, özellikle bataklık alanlarda, tunç çağından kalma pek çok insan ölüsünün kurban edildiği düşünülüyor. Putperestliğ u kadar kötüleyen tek tanrılı dinler, çok mu masum, bu da ayrı konu. Roma imparatorluğunun, Hristiyanlığın ilk ortaya çıkışı ile resmi din olması arasındaki üç yüz yıldan fazla sürede katlettiği Hristiyandan daha fazlasını Saint Bartalamay katliamından 1 gecede (25 Ağustos 1572) katletti. Filmin kurgusu, Avrupa'da yaygın olan putperest tarikatların tehlikesine dikkat çekmek için yapılmış gibi geldi bana.

Filmde faşistliği en iyi anlatan sahne, sonda Dani'nin ağlama-panik atak krizinden sonra birden gülümseme sahnesi. Artık topluluğa kabul edilmiştir. Bundan sonra zorbalanan, aşağılana, alay eden, ezilen değildir; artık zorbalayanların, aşağılayanların, alay edilenlerin, ezenlerin safına geçmiştir. Artık o, Polonya'da yada Almanya'da bir Yahudi değildir; Filistiy'de, İsrail'de bir Yahudidir. Bundan sonra filmin evreninde muhtemelen Pelle ile evlenecek, onun gibi tarikata kurbanlar ve yeni döller getirecektir. Burada Kristin'den döl alınması ve tarikata yeni üyeler alınmasının başka bir amacından da bahsedeyim. Akraba evlilikleri ve genetik kilitlenme, ırsi hastalıkları, bedensel dezormasyonları ve zeka özürlülüklerini arttırır. Bence ülkemizde bu saydıklarımın bu kadar çok  olması, halen akraba evliliklerinin çok olması (tahminen yüzde 20, beşte bir). Tarikat, dışarıdan gen alma ihtiyacının da farkında. 

Filmin sonunda Dani'nin Mayıs kraliçesi olarak giydiği komik kıyafete bakarak, faşist böyle mi olur diye düşünebilirsiniz. Adorno'da faşizmin her zaman Nazi ünüforması ile gelmeyeceğini söyler. Bizler de Faşist denilince, beyaz gömlek-siyah takım elbise, dev metal tokalı kemer kullanan Ülkücü ağaları anlarız. Oysa insana ait her kötülüğün, en azından başlangıçta, sevimli bir yüzü vardır. Merlin Monroe'nin dediği gibi, iki yüzlü olacaksanız, bir yüzünüz sevimli olacaktır. Propaganda için sevimli değilseniz bile, sizi sevimli gösterecek, yetmez ama evet, onlar tarikat değil, sivil toplum örgütü falan diyecek birilerini kiralarlar. Doksanlı yıllarda 32. Gün programı, bir genç soru sorma kılığında Orhan Pamuk'u övüyor. O genç, daha 20-21 yaşlarındaki R.O.K. Adalet Ağaoğlu, Oya Baydar yada ona benzer kişiler, tarikatların ve siyasal İslamın vahişiğini bilmiyor muydu? Onların şu an akıttıkları timsah gözyaşları bile yalan. Şu an ülkenin 1 tane bile yangın söndürme uçağı yok ama cumhurbaşkanlığının 13 tane uçağı avr. Yetmez amacıların ise tek üzüldüğü, bu 13 uçakta kendilerine yer verilmemesi. Sevimlilik deyin, filmde Harga'nın sevimsiz bir yanı var mı? Tertemiz, yeşillikler içinde, huzulu bir köy. Sevimlilik demişken, şu günlerde tekrar parlatılmaya çalışılan Cem Karaca ve Barış Manço, FÖCÖ tarikatının adamydı.

Filmi kötülüğün sevimli şeylerin arkasında nasıl gizlendiğini anlatıyor. Bu yüzden de klasik korku filmi izleyicisine göre değil.

3 Haziran 2025 Salı

SUSKUNLUK FAŞİZMİ 4-YAĞMA PUSUSU

 






Zulüm karşısında susmanın bir nedeni de, yağmadan pay kapma beklentisidir. Pay kapmasa bile, birileri ölsün, göç etsin, yerim genişlesin arzusudur. Bu arzu öyle büyür ki, sıranın kendisine gelme korkusunu bastırır. Yıllar sonra bie definecilik umutlarını çoğaltır. Yüz yıldan uzun zaman geçtiği halde, o yerler defalarca kazıldığı halde, tekrar tekrar defineci yağmasına uğrar. Bunu Türkiye'ye özgü sanmayın. Esat diktası devrilince, Suriye'de dedektör satışları patlamış, çünkü Esat döneminde yasakmış. Özellike Hicaz demiryolunun altında define olabileceğini düşünüyorlarmış. Cahilliğin hırsı her yerde aynı. Ülkece ekonomik krizlerde define ve petrol rüyalarını sık görüyoruz. Ülkenin üç beş yılda çalışmadan, mucizevi şekilde zengin olmasının rüyaları bunlar. Seçimler öncesi sık sık çıkar, Gabar dağo, Zonguldak açıkları, Trakya vesair...ne çabuk unuttuk? Eskiden bu haberlere, falan ülke yüz bin Türk işçi alacak, filan yere beş bin kişinin işe alınacağı haberleri de eşlik eederdi. Şimdi vize randevusu almak bile mucize. Hani biz Avrupa Birliği üyesi olup, tüm Avrupayı vizesiz geziyorduk? Bu masal, Turgut Özal'ın başbakanlığından kalma, Çiller zamanında doruğundaydı.  Avrupa'ya gidecek ve aldığımız vasat altı eğitime inat, yüksek maaşlar alacaktık. Avrupalılar da ucuz işgücü var diye, altyapısı bozuk sanayi sitelerimize, serbest bölgelerimize fabrika kuracaktı. Hatta bir ara gazetetelerde sık sık, Çin'den yüz bin turist (dolar milyoneri) gelecek veya Güney Kore (Öğretmenlerin en çok kazandığı ülke), Türkiye'den yüz bn öğretmen alacak haberleri, ufak ufak da olsa, gazetelerde yer buldu. 

2010 Yetmez amadan sonra yurt dışı yüz bin göçmen istiyor haberleri kayboldu. Bir yerlerde çıkan değerli maden, bor ve 2023 Lozan bitecek efsaneleri çıkıyor. Yargıyı, siyasetin oyuncağı yaptığı çok açık olan Yetmez ama referandumundan da demokrasi mi bekleniyordu? Sadece iktidarla işbirliği sonrası, yağmadan pay bekleniyordu. Bu pay hırsı,  iktidar tarafından çöpe atılacakları gerçeğini görmelerine engel oldu.

Bir de suskun devasa bir kitle var, ses çıkarmayan, tepki vermeyen, iktidarı sessizce destekleyen ve bu günlerde desteğni sessizce azaltaarak bitiren. İktidar, kendisini destekleyen sessiz çoğunluğu, Gezi'den beri kışkırtıyor. Camide içki içtiler, türbanlı bacımızın üstüne işediler gibi yalanları, yalan oldukları ortaya çıkmasın diye ısrarla savunuyor. Temel amaç, 12 Eylül öncesi çatışma yaratıp,  çatışmayı sonlandırma adına, tıpkı  12 Eylül dönemindeki gibi halkı teslim almak. İktidar yanlısı sıradan insanlar ise, çatışmaya isteksiz. Çünkü daha önce de gördü ki, kendilerine pay değil, kan kalıyor. Herkes kanı başkaları akıtsın, payı ben alayım diyor. İktidarın tabanı küçülürken, tavanı büyüyor. İktidar blogu artık sadece AKP yada AKP+MHP değil. Üzerine Vatan Partisi, DSP, BBP ve bir sürü grupla oluşmuş bir koalisyon. Yeterince beslenemeyen bu koalisyon, harekete geçmeye isteksiz ve her an dağılmaya hazır.



24 Mayıs 2025 Cumartesi

TÜRKİYE'DE SAĞCI YÜZSÜZLÜĞÜ



 Kötü olmanın ilk işareti, suçluluk hissetmemektir, ikincisi de çok rahat yalan söylemektir. Üçüncüsü de çabucak taraf-fikir değiştirmek, dün ne yaptığını unutarak, bu gün de sanki kırk yıllık bu yeni görüşün taraftarıymış gibi yapmak. Son zamanaların sözde barış sürecinde (bu olaydan gerçek bir barış çıkarsa, tesadüfler tesadüfüdür),  takındıkları tavır, bunun son örneği değil mi? Bu kişiler, daha demincek kadar kısa bir süre önce tüm solcuları, Millet (veya kendi deyimleriyle Zillet) ittifakını bölücü, terör başını dışarı çıkarmak için uğraşmakla suçlamamış mıydı? Şimdilerde, 2010Yetmez ama referandumuyla demokrasi geleceğini iddia eden aydınımsılar kadar iddialılar ama kamuoyu artık bu dolmayı yemiyor. Sadık seçmenleri bile her an gelebilecek ani bir iktidar atağına karşı tetikte. Sağın, hele de iktidar cenahının ilk yüzsüzlüğü olmadığı gibi, son yüzsüzlüğü de bu olmayacak, belli. Darbeci tarikat olayında da öyle olmadı mı? Yıllarca, makbule denen İran pilavına kaşık sallayanlar, söz konusu şahsın doğum gününü, kutlu doğum haftası diye okullarda kutlatanlar, şimdi nasıl bu tarikata selam bile vermeyenlere kara çalıyor. Bazı kişiler, hatıra olarak, Türkçe Olimpiyatları 10. Yıl 1 lirasını saklıyormuş. O paraların devlet darphanesindede basanlar da onlar, öyle değil mi?

Türkiye'de sağ, ezelinden beri yüzsüzdür. Necip Fazıl Kısakürek, bizzat Adnan Menderes'in emri ile, İstanbul'da illegal bir kumarhanede (bitirimhane) basılmış, gazetelere manşet olmuş, ama müritlerince kabul edilmemiştir. Necip Fazıl'ın şahsi müzesi, reis ve politikacıların her bahane ile Necip Fazıl şiiri okuduğu, okullarda, hele de imam hatiplerde, bol bol tiyatrolarının oynandığı, pek çok derginin yılda bir Necip Fazıl kapağı yaptığı bu çağda, ilgisizlikten kapandı. Buna rağmen her fırsatta yüzsüzce, ilgisiz bıraktıkları Necip Fazıl'ı överler. 1950'den beri ülkeyi yönetirler ama halen her suçu sebebi CHP'dir. 1977-78 kışındaki, TÜSİAD ve Kıbrıs harekatının tahamülü olmayanların yarattığı yapay yokluğu dillerine dolayanlar, merkez sağ iktidarın nice yokluklarını görmezden gelirler. 1946 seçimleri dillerine dolanmıştır ama 1957 seçimlerinde olanları ve 1960'da Demokrat Partinin CHP'nin mallarına el koymasını, CKMP'nin birinci olduğu Kırşehir'i ilçe yapmasını, meclis tahkikat komisyonlarını hatırlamazlar.

Sağcıların bir özelliği de sürekli dedikodu yapmalarıdır. Köy Enstitüleri ile ilgili onlarca dedikodu yapmış ama tek bir adli olay gösterememişlerdir. Kuran kurslarındakş her türlü rezaleti ve Aladağ yangını gibi olayları hiç konuşmazlar. Sağcılara göre solcuların aile düzeni bozuktur. Oysa o gündüz kuşağı (Müge Anlı vesaire) programlarına bakın. Bu programları sosyal medyadan izliyorum. Malum, absürt olaylar, içerik üreticileri için temel malzemedir. Bu programların konularına eskiden üçümncü sayfa haberi denilirdi. Gazetelerin çoğunlukla kağıt olarak tüketildiğ çağlarda, ilk sayfa, manşet yada sürmanşet denen çok önemli haberler ve siyasi gerilim ile ilgili konuları;  ikinci sayfası magazin denen, ünlülerin özel hayatlatını, üçüncü sayfa da polisiye olayları içerirdi. (Zeki Demirkubuz'un 1999 yapımı güzel bir filminin adıdıdr Üçüncü Sayfa. İzlenmesi tavsiye edilir.) TRT, üçüncü sayfa haberlerini dramatize etmez, düz haber olarak verirdi. Özel televizyon kanalları, ilk defa Sıcağı Sıcağına gibi reality shov denen programlar, üçüncü sayfa haberlerini dıramatize etti. Şimdi de gündüz saatlerini dolduruyor. Bu programlara katılanlara bir dikkatli bakın, her şeyleriyle sağcılık, muhafazakarlık akıyor. Şöyle seküler yaşayan bir tip yok. Alevilere, Kürtlere o kadar laf ettiler, Alevi yada Kürt yok, hepsi muhafazakar Anadolu insanı, hatta tarikatçı. Programlara çıkmış bazı tiplerin tarikatlı olduklarına dair yemin ederim ama ispatlayamam durumundayım. Yıllarca muhafazakar bölgelerde çalışa çalışa,  tarikatçı yada bazı tarikatçı aile yada yurtlarda yaşamış tipleri fark ediyorsun. Giyim tarzları, konuşmalkarı, telaffuzları, belli jest ve mimikleri,  yetiştikleri tarikatı belli ediyor. Tarikatçılarsa sürekli seküler kesimi suçluyor.

Ülkemide doğum oranlarındaki düşüşün, iktidarı paniğe sevk etmesinin asıl nedeni , artık muhafazakar kesimde boşanmaların daha çok olması, çocuk sayısının düşük olması.

Suçlamak demişken; muhafakar kesim, Süleymancılık denen oluş üzerinden de solu karalama derdinde ama bu oluşum, ta kuruluşundan beri so düşmanı yetiştirir. İktidara geldiğinden beri reisle arası limonidir, 2019 'dan beri bu limonun ekşiliği artmış oranda. Bu örgütlenme, 2002 seçimlerinde, barajı aşamayacağı kabak gibi belli olan ANAP'ı, son bir umut desteklemiş, partinin mitinglerine otobüs kiralayarak adam taşımıştı. 2005 gibi Esra'yla birlikteyken bana, ANAP iktidarda olsa müsteşar olacağını söylemişti. O zamanki iktidar ve FÖCÖ sempatizanı (tarikatını ilk terk edenlerden oldu) müdürümün de Süleymacılar aleyhine çok ağır konuştuğunu hatırlıyorum. 2013'de o zaman muhalefette olan MHP'yi desteklemişlerdi. O kadar büyük bir örgüt ki, iktidar toptan uğraşmayı şu ana (mayıs 2025) göze alamadı. Üyelerinin seçim tercihlerini pek etkileyemeyen tarikatta, iktidarla güç gösterisine girmedi. Bundan sonra ne olacağını kestiremiyorum.

FÖCÖ'de malum bankanın yöneticileri yada daha nicelerine bir şey olmamışken, bankaya para yatırmış yada havale yatırmış nice kişiler sürüm sürüm süründü yada sürünüyor. Şimdi de tarikatın yurt, kuran kursu ve daha nice kurumunda yöneticilik yapmışlar varken, yimi yıl önceki aşk-meşk hikayemden sonra benim başım derde girerse de şaşırmam.