romantizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
romantizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2025 Cuma

ROMANTİK FAŞİZMİN SEFALETİ 4-PAYİDARLIK YANILGISI (İLYAS SALMAN FİLMLERİYLE)


İlyas Salman, Kemal Sunal kadar önemli bir komedyen ve aktör. Buna rağmen ölümü, Kemal Sunal etkisi yaratmayacak. Bunun ilk sebebi, Salman'ın açık bir aktivist olması, Sunal'ınsa açık siyasi görüşmekten hep çekinmesi; ikincisi ise Sunal'ın oynadığı karakterlerin genelde saf iyi olması (karikatürize kötüyü anlattığı Zübük harici, benim bildiğim), Salman'ın oynadığı karakterin saflığının içinde genelde kurnazlık ve sinsilikte bulunmasıdır. Genelde Türk halkı da Salman'ın canlandırdığına benzer kişilikte insanlar olmasıdır. Özellikle 1980 yapımı Banker Bilo filmi, bunun en iyi örneğidir. Aslında Türk halkı, büyük ölçüde Salman'ın  çoğu filmindeki saf görünen kurnaz, kurnaz görünen saf tiplere benzer.

(Parantez olarak not etmezsem olmaz. Kemal Sunal, uzun süre mafya lideri Dündar Kılıç'ın gizli patronluğu-koruması altında film yaptı ve bu süre içinde, Zübük hariç, tamamen  masum kahramanları oynadı. Dündar Kılıç'ın kucağına da, Çiçek Filmle yaptığı ağır sözleşmeden kurtulmak için düşmüştü. Ünlü bir sinema-tiyatro uyumcusu  olduğu halde, o kadar düşük maaş alıyordu ki, bodrum kattaa ve sobalı bir evde yaşıyordu. Yani bir mafyadan, öteki mafyaya geçmişti. Bu yüzden filmleri haricinde apolitik kaldı. İlyas Salman ise, Yeşilçam piyasasında iş kovaladı. Açıkça siyasi tavır aldı ve halen de alıyor. Bu yüzden de uzun aralar işsiz kaldı, hatta bir ara babası Yeşilkart aldı)

Banker Bilo  filminde Maho (Şener Şen) tarafından sürekli kandırılır. Her seferinde ikna edilir. En sonunda Maho, Bilo'nun nişanlısını da elinden alıp, ikna eder ve bu seferde tüm servetini emanet eder. Sonra filmin sürpriz sonu; Bilo,  Maho'nun tüm servetini zimmetine geçirir, karısını da elinden alır. Filmi izleyenlerin de yüreğinin yağı erir. Oysa filmi bilinçli bir şekilde, baştan izlersek, Bilo, en baştan beri bu anı beklemiştir. En başından beri Maho'ya itaatinin, her seferinde ikna edilmesinin amacı, Maho'nun bu boş anını yakalamaktır. Bu açıdan baktığımızda, 2002'e kadar onlarca ekonomik kriz, siyasi karışıklığa rağmen ANAP ve DYP'ye oy veren seçmenleri; türbanlılar okumaya Suudi Arabistan'a gitsin dediği güne kadar Süleyman Demirel'e baba diyen kitleleri anlayabilirsiniz. Olguyu sadece Banker Bilo filmi ile sınırlandırmayalım. Çiçek Abbas filminde Abbas'ın patronu Şakir'e hayranlığı ve bağlılığı mesela. Şakir'in nişanlısına platonik aşıktır ve bunu çok belli etmektedir. Şakir'in zamparalıklarını saklamaktadır. Şakir'in son zamparalığını saklayamaz ve bu ayrılığı fırsat bilip,  kendisi kıza talip olur ve borçla da olsa bir dolmuş alır, daha doğrusu dolmuşun taksitine girer.  Dolmuş sahibi olur olmaz, Şakir'le ilk karşılaşma sahneleri çok dramatiktir. Birebir Şakir gibi giyinmekten öte, tavırları da Şakir'i taklit eder. Nefretinin içinde bir hayranlık vardır.  Kemal Sunal ile iki ortak filminden biri olan Kibar Feyzo filminde, Kemal Sunal, klasik Kemal Sunal; İlyas Salman'da klasik İlyas Salman rolündedir. Gülo için, Feyzo ile rekabeti kaybedince, ağanın yanaşması olur ve Feyzo'ya gaddarlık eder. Kemal Sunal, klasik Kemal Sunal olarak sınıf savaşına girerek, kahramanlaşır. 

Türk halkı ise genelde İlyas Salman'ın çoğu filminde oynadığı  karakterler gibi saf görünse de her şeyin yada bir şeylerin farkındadır ve sistemden bir şeyler ummaktadır. Talihli Amele filmi, komedi filmi olarak başlar, trajedi olarak biter. Filmdeki İlyas Salman, sadece reklam yüzü olduğu için , işçisi olarak çalıştığı lüks siteden bir eve sahibi olacağına inanır. Tıplı seçimlere yakın patrol, doğal gaz ve bilumum maden yada Lozan'ın gizli maddelerine inananlar gibi. Salman'ın çoğu filmindeki karakter, benim Timur Selçuk'un, Nereye Payidar şarkısından esinlenerek Payidarlık Yanılgısı dediğim durum içindedir. Film bence bir şaheserdir, hele de final sahnesi.  John Steinbeck'in dediği gibi, bazı ülkelerde Sosyalizm imkansızdır çünkü insanlar kendilerini fakir değil, sırasını bekleyen zengin olarak görür.

Bu payidarlık yanılgısının zirvesi  1992 yapımı Sarı Mercedes filmindeki Bayram karakteridir. Filmin en başında sevimsizleşir. Solmaz adında kadın karakterle, eşyalarını arabamla taşıyacağım diye cinsel ilişkiye girer ve kadını orada bırakır. Almanya'dan Türkiye'ye ve gelişi boyunca, yer yer geri dönüşlerle karakterin çocukluğuna da giderek, nasıl kötüleştiğini de gösterir. Araba da yol boyunca ufalanıp, köye metreler kala yok olur.

Faşizm, kitleleri payidar olma vaadiyle kandırır. Bu payidarlık vaadi, bir kısmı da yerine getirildiğinden, sadece faşist değil, tüm diktatörler Şener Şen gibi,  taraftarlarına sevimli görünürken, taraftarları da İlyas Salan gibi sevimsizleşir. Faşizme gönül veren kitleler, sistemden bir şeyler koparma ve sınıf atlama çabası içindedirler. Ancak payidar olamadıklarını anladıklarında liderlerinden koparlar.

4 Ocak 2025 Cumartesi

ROMANTİK FAŞİZMİN SEFALETİ 3-KAPİTALİST MAŞALIĞI



Jack London, 1907 basımı Demir Ökçe romanında faşizmi en az 15 yıl öncesinden görmüştü. Romanda sosyalist devrimin geldiğini gören oligarşi, milliyetçiliğe dayali diktatörlük kuracağını yazar. Burada London'ın fütüristlik zekasını görürüz. Daha faşizme adını veren rejimin İtalya'da iktidara gelişine on beş yıl vardır. Gerçekten de Mussolini, bizzat burjuvanın ataması ile iktidara gelir, İtalya'da bir Bolşevik devrimine engel olmak için. Faşist birliklerin dört koldan Roma'ya yürüyüşü sadece iktidarı meşrulaştırma aracıdır. Portekiz'de iktisat profesörü Salazar,  yavaş yavaş yetkilerini arttırıp, en nihayet ülkenin diktatörü olur. Her ülkede faşizm, burjuvazinin hizmetindedir, işgal ve fetihleri, onun karı içindir. Hitler, daha birahane darbesi sonrası hapisteyken, Kavgam kitabını yazdığında, imparatorluğumuz doğuya doğru, kara imparatorluğu olacak demiştir. Alman burjuvaizisi ise, 1941'de Dünya petrolünün dörtte birinden fazlasını üreten Bakü'yü fethetmesi için onu Sovyetler Birliği ile savaşa yönlendirir. Yapması gereken, Kırım'ı almakla bile uğraşman, Bakü'ye gitmektir. Oysa Hitler, her diktatöt gibi kibirden aptallaşmış, Lenin'in adını taşıyan Leningrad'ı, başkent Moskova'yı, her ikisi de olmayınca Stalin'in adını taşıyan Stalingrad'ın fethine kafayı taktı. Sonrası malum, büyük yıkım.

1943'de, Amerikalılar, Sicilya adasının fethinde bazı mafya babalarını kullanınca, faşizmin ikinci dönemi başladı. Faşizmin, sosyalizmi engel olma görevi gene değişmemişti ama bu sefer mümkün olduğunca iktidardan uzak duracaktı.  Ülkücülerin meşhur türkücüsünün deyimiyle artık 'Yardımcı Güç Devlete' 'ydi. (Doksanlarda bu sözleri dinlediğimi hatırlıyorum ama interneti o kadar karıştırmama rağmen bu türküyü bulamıyorum) Zaten iktidarda olan faşist liderlere de (Franco ve Salazar) dokunulmadı. Onlar zaten burjuvaya hizmet ediyordu. Onların kendi kendine yıkılmasını bekledi. Mevcut faşsit oluşumlarsa, hem komünist militanlara karşı savaşmak, hem de demokrasiden pek hazzetmeyen burjuvalar için darbelere uygun zaman yaratacaklardı.  Darbeciler, iç savaşı  engelleyen kahramanlar olacaktır. Burada amaç sadece komünist  yada sol iktidarları engellemek değil,  aynı zamanda büyük şirketlerin ve uluslar arası şirketlerin karların artmasını sağlayacaklardı. Son yetmiş yılın askeri darbelere bakın. 27 Mayıs darbesinden sonra, Yassıada mahkemelerinde yolsuzluk diye sadece örtülü ödenekler yargılandı, ihaleler hiç incelenmedi. Demokrat  parti döneminde  kimler zenginleşti hiç incelenmedi. 12 Eylül DİSK'i (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ve MİSK'i (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu ) ve dahi bilumum işçi sendikalarını kapattı, tüm mallarına da el koydu. Kenan Evren, bir konuşmasında, DİSK'in matbaasından nefretle bahseder. (İnternetin bilim kurgu olduğu, radyo ve televizyonun da devletin olduğu çağda,  matbaa çok önemliydi.) MESS (Metal iş verenleri sendikası) ve diğer işveren sendikaları kapanmıyor. İşçi dernekleri ardı ardına kapanırken, TÜSİAD ve diğer işveren derneklerini kapatmak bir yana,  daha da büyütür. Halit Narin, o meşhur lafını etti:

-Bu güne kadar hep işçiler gülmüş, biz ağlamıştık; bundan sonra işçiler ağlayacak, biz güleceğiz.

Bu gülme bedava değildi elbet. 12 Eylül generallerinin hepsi bir şekilde TÜSİAD holdinglerinin, bankalarının, şirketlerinin yönetim kurulu üyesi, başkanı falan olur.    27 Mayıstan itibaren zaten, pek çoğu Özal ve sonrasında özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerinde, özellikle bu gün son kuşağın adını bilmediği kamu bankalarının (Pamukbank, Tönbank, Türkbank vs) yönetim kurumlarında yada gümrük kapısı müdürü falan oluyordu. 12 Eylülle de TÜSİAD üyeleri arasına emekli general ve albay istihdamı, zorunlu gibi bir şey oldu. 12 Eylül'ün baş planlayıcısı Haydar Saltık, Koç Holdinge yanaştı. Sabancı ondan fazla general istihdam etmiş. Tahsin Şahinkaya, Kale holdingle hem ortak, hem dünürdü. Tüm Petrol Ofisi istasyonlarını, Kale Bodur seramikleriyle döşetti. Seksenlerin sonuna kadar, Özal'ın o meşhur generalleri emekli etme operasyonundan çok sonra bile askerlerin bürokrasi ve özel sektör yönetimindeki egemenliği devam etti. Hem de ne ediş. Mesut Yılmaz'ın Maliye ve Gümrük bakanı olduğu zamanda, Kapıkule gümrüğünde ülkeye sokulmaya çalışılan bol miktarda Amerikan dövizi ele geçirildi. Sonra dövizim sahibi ele geçirilen paranın çok daha fazla olduğunu ve yağmalandığını söyledi.Mesut Yılmaz soruşturma açacakken, diğer generaller araya girdi, soruşturma kapatıldı. Çünkü Kapıkule'nin o dönemki müdürü, emekli bir albaydı. (12 Eylül öncesi, Ecevit'in, Adalet Partisinden CHP'ye bakanlık vaadi ile trasnfer ettiği Maliye ve Gümrük Bakanı Tuncay Mataracı'nın görevden alınmasına sebep olan İpsala Gümrük Kapısının müdürü de emekli astsubaydı) Bu generallerin özel sektöre sadece emeklerini mi verdiklerini, çalışanların bile lastik damga dedikleri şahısların şahane özel sektör yöneticileri olduğunu mu sanıyorsunuz?

12 Eylül boyunca binlerce Ülkücünün tutuklanması, Ülkücülere şok oldu. Her şeyi devlet için yapmışlardı, öyleyse neden ceza alıyorlardı? Oysa darbe rejiminin, ülkeyi iç savaştan kurtardı görünümü vermesi gerekiyordu. Diğer yandan Ülkücüler, 12 Eylülün hemen sonrası devletteki görevlerine geri döndü. Doksanların sonlarından, 2015'lere kadar devletteki pek çok mevziyi tarikatlara kaptırdılar. Şimdilerde bir kısmını aldılarda da, pek çoğu da artık gelmez.

Bu son açılım sürecine getireyim konuyu. Devlet bey neden birden bire açılım sevdalısı oldu? Biraz geriye gidelim. Fenerbahçe başkanı ve ülkeminin en büyük sanayi burjuvası ailesinin üyesi Ali Koç'un ani ve nedeni belirsiz olarak  Bahçeli'yi ziyaretini ne çabuk unuttuk? Koç holdingin veya diğer holdinglerin belirli günlerdeki Atatürkçüyüz şovları, 8 Mart'ta kadınlardan yanayız şovu kadar sahtedir. (Hamile çalışanları hemen işten çıkarırlar yada kıdemini düşürürler.) Koç holding, dünya kadar kamu iktisadi teşebbüsünü özelleştirmelerle aldı. 12 Eylülün en büyük destekçilerindendi. Ragmetli Mustafa Koç'un Gezi zamanında göstericileri Divan oteline alması da sizi kandırmasın. Son açılımda sizi kandırmasın, umutlandırmasın. Örgüt bitse bile başımıza daha büyük bela gelecektir. Şu anda en az beş AKP, beş de DEM mebusu, ana-baba bir, öz kardeştirler. Her seçim sonrasında bu gerçeklik değişmez. Güney Doğuda seçimler büyük ölçüde feodal bağlarla ilgilidir. 

Diğer yandan siz hiç şehit TÜSİAD'lının, MÜSİAD'lın çocuğunun şehit olduğunu gördünüz mü sorusunu çok duymuşsunuzdur. Dağda ölen DEM-HDP-HADEP mebusunu yakınını da duymazsınız. Örgütün bir zamanlar iki numarası olan Şemdin Sakık'ta tutuklandığında, bir sürü kişiyi suçladı ve yargılanmasına sebep oldu. Bu sözde suçlamalar, Türk basının amiral linç edicisi, Ertuğrul Özkök Hürriyetinde manşetten verildi, sonra da yalan olduğu ortaya çıktı. Şimdi de pek çok yalan söyleniyor ve söylenecek. Şüpheci olmak en iyisidir. Savaştan incinmemiş olanların, savaşı bitireceklerine inanmayın. 


29 Aralık 2024 Pazar

ROMANTİK FAŞİZMİN SEFALETİ 2 OPORTÜNİST REZİLLİK

Başlığı yovşokluk falan yapacaktım ama gizli sansüre uğramaması içn oportünist dedim. Oportünizm, Makrsist-Leninist yazarlar tarafından siyaset bilimine eklenmiştim ve Türkçe'ye çevirirsek, fırsatçılık veya fırsattan faydacılık demektir. Y.vşalığın bilimsel adı yani. Bavyera Halk cumhuriyetinin ve Münih Sovyetinin kurucusu, Sosyalist ve Yahudi siyasetçi Kurt Eisner'ın, 1919'daki cenazesinde resmini taşıyan tanıdık biri var. Tahmin edeceğiniz gibi daha sonra o dönemde dünyada yaşayan Yahudilerin yarsıını katleden fırça bıyıklı kişi. Einster'ı sırtından vurarak öldüren  de aşırı sağcı bir Alman'dı. Diyeceksiniz ki siyaset eninde sonunda Makyavelizm'e bulaşır, sosyalizm yada diğer ideolojilerden de bahsedebiliriz. Faşizm ise daha en romantik halinde bile oportünisttir. Özünde kötülük rejimidir ve hedef aldığı insanları gafil avlama peşindedir. Kıbrıslı Rum Faşist, Nikos Sampson, elinde Türk bayrağı ile, Türk köyüne, sizi kurtarmaya geldik diye gelip, katliam yapmıştı. Özellikle iktidara giden yolda halkı teskin etmek, yetmez ama evet demek lazımdır. Kendiniz ideolojik sebeplerden diyemiyorsanız, bunu diyecek birilerini kiralamanız lazımdır.

İktidara çok uzak Faşist teorisyenlerde bile bu oportünizm görülür. Nihal Atsız'ı ve Atsızcıları ele alalım. Atsız, Atatürk'le alay etmek için Dalkavuklar Gecesi romancığını yazmıştır. Romanda bazı isimleri tersten okuduğunuzda bile Atatürk'e yakın kişilere düşmanlığını görürüz. Atsızcılar cevap olarak, Atsız'ın Atatürk'e övgü dolu sözlerini size sunar. Neyse ki Atsız'ın tüm yazdıkları internette mevcut. Kendisi 1950'li yıllarda yazdığı bir dergide, devlet 1950'de kuruldu, önceki 27 yıllık (İnönü+Atatürk dönemi) esaret falan demiş. Böylesi bir kaç yazısı da var, Atatürk aleyhine. Dalkavuklar Gecesi, İnönü aleyhine yazıldı falan diyorlar. Atsız, İnönü aleyhine, 27 Mayıs sonrasında Z Vitamini diye başka bir romancık yazmıştır. Romancıkta İsmet paşa yüz yaşından fazladır ve halen ülkeyi yönetmektedir. Döneminö nemli CHP liderleri de hayattadır ve onları hayatta tutan Zvitamidir. Bu romacıkta bile Atatürk'e laf değidrme çabası vardır. Atsız'ın oğulları da benzer sefillikleri yaşamıştır.  İki oğlu, Atsız Almanya'da can çekişirken, son bir helalleşme için olsun Türkiye'ye gelmemişler, bir telefo etmemiş, hatta dönemin teknolojisi gereği telgraf bile çekmemişlerdir. Atsız, çok mu kötü babadır? Hiç kimse Sonrasında her iki kardeşte sola dümen kırdı, Faşist babanın, Komünist oğulları olarak ün saldırlar. Yağmur, Almanya'ya; Buğra'da Kanada'ya yerleşti. Yağmur, Cumhuriyet gazetesinin Almanya temsilcisi oldu. Uğur Mumcu ve pek çok Cumhuriyet yazarı, Frankfurt şehrinde, Yağmur ve eşi Tuğçe Atsız'ın evinde kaldı. Yağmur Atsız, 12 Eylül döneminde 142. maddeden ( Komünizm propagandası) bile yargılanmıştı.  Yağmur Atsız, doksanlarda, Sovyetler dağılınca Liberalislet kervanına katıldı. 2002'den sonra solla çatışmaya başladı. Ölümüne kadar solla çatışması o kadar şiddetlendi ki, Zülfü Livaneli'nin Yağmur Atsız'ın şiirlerinden bestelediği şarkılar, dijital ortamlardan kayboldu. Kobani (Ayn el Arap)'de direnen Kürtlere, tam da babasının tarzında hakaret etti. Solcularal iyice düşman oduktan sonra köşe yazarlığı yaptığı gazeteden atıldı. Sağcılar da aleyhine yazdı ve geçen yıl, yalnızlık içinde öldü. Kardeşi Buğra ise Kanada'da Türk tarihi ve Türkçe profesörlüğü yaptı ve yapıyor. Bir ara Türkiye'ye gelmiş, Çanakkale 18 Mart üniversitesinde de çalıştı ama sonra geri döndü. Bir ara Turan Dursun gibi Ateizm peygamberliği yaptı. Almanya'da abisi ile beraber Cumhuriyet gazetesinde çalıştı. Kanada'da bir süre sonra Türkçü oldu. Kendisi Türkçülük yaparken, kızı Kanadalı bir Rak şarkıcısı ile evlendi yada birlikte yaşamaya başladı.Maya Atsız,  Şamanizm, şifalı taşlar üzerine dersler veriyor,  sosyal medya hesaplarında aktif ve asla Türkçe iletişime geçmiyor. Kendisi ile Türkçe konuşmaya çalışanları engelliyor. Kendisi ise Z. Partisinin kuruluşuna Kanada'dan katıldı ve göçmen düşmanı laflar etti. Altındağ progromundan sonra da sustu. Kendisi zavallı bir göçmenken, göçmen düşmanlığı yapmaktadır. 

Faşizmin çelişkileri sadece kendi düşman topluluklar, kişiler yada ideoojilere karşı değildir. Faşizm, kendi ideoljisine karşı da çelişkidir. Din konusunu gene Atsız'ın ve diğer Faşist teorisye veya iderlerin oportünist veya iki yüzlü olduğu alanlardan biridir. Atsız, İsla için kah Arapların dini, kah Türklerin yüce dini der. Oğlu, Yağmur, babasının dinsiz olduğunu söylüyor. Torunu Maya ise demin söylediğim gibi Şamanist. Atsız, Alevilik üzerine de iki yüzlüdür. Deli Kurt romanında, Şeyh Bedrettin isyanı aracılığıyla Alevi düşmanlığı yapar. Ali Balseven'in ardından da timsah göz yaşları döker. Genel anlamda Türk milliyetçiliğinin, daha doğrusu Türk faşizminin dinci rolü, NATO'nun ona  biçtiği rolle ilgilidir. Daha 1943 yılında, yani meşhur Irkçılık-Turancılık davasından bir yıl önce'de, Sicilya çıkarmasında, bazı mafya örgütlerinin müttefik ordularına yardımı için kullanıldığında, faşizmin yeni rolü belirlenmişti. Faşizm, artık iktidara gelmeyecek, sosyalizmin-komünizmin iktidara gelmesini engellemek için kullanılacaktı. 1945'den itibaren de fiilen uygulanmaya başlandı. Türkiye'de, antikominizmin temel motoru siyasal din ve tarikatlar olduğundan, Türk faşizmi Atsız'ın çizdiği yoldan çıkıp, dini bir zemine geçti. Daha Türkeş, Delhi'de büyükelçi olarak sürgündeyken, başında Osman Bölükbaşı'nın bulundığu CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi- 1965'de başına Alparslan Türkeş geçti, 1969'de adı Milliyetçi Hareket Partisi oldu), iç Anadolu boyunca komando kamplarını kurmuş  ve Alevilere yönelik saldırılarına başlamıştı. Bu yüzden MHP, iktidarların elinde bir aparat oldu. Özellikle İç anadolu ve Karadeniz sahili boyunca solun yerleşmesini engelledi. Kendisi ise hep düşük oy ve bir kaç küçük belediyede kaldı. Buna karşın polis teşkilatı başta olmak üzere kamu kuruluşlarında Ülkü ocakları birer paralel yapı durumundaydı. 12 Eylülden sonra kurulan merkez sağ DYP ve ANAP'ın içi, Ülkücü kökenliyim diyenlerle doluydu. 1995'de Türkeş, ölümüne yakın, o zamanlar %10 olan seçim barajını tek başına katılmaya kalktı ama %8,18'de kaldı. Pati teşkilatları açıkça başbuğlarına tavır almıştı. Türkeş ölünce, sandalyelerin havada uçuştuğu 1. turda başbuğun oğlu Tuğrul Türkes seçilemedi. Kayyum atanan ikinci kongrede başkan olan Devlet Bahçeli, iktidara gelmeye teşebbüs etmedi, hatta defalarca, özellikle de 7 Haziran 2015 seçimlerinde başbakanlığı red etti. 15 temmuzdan sonra da diğer bazı tarikatlarla beraber tekrar kamu kuruluşlarına yerleşti.

Son bir kaç yıldır da bu oportünizm içinde debelenmekte, ne iktidar olabilmekte, ne de muhalefet yapmakta.

20 Aralık 2024 Cuma

ROMANTİK FAŞİZMİN SEFALETİ 1 YENİK LİDERLERE HAYRANLIK



ürettiği sefaletin ilk nedeni, kabullenilmeyen gerkçelerdir. Öğretmen olmanın alışkanlığıyla,  ders kitaplarında olduğu gibi maddeler halinde yazacağım. Önce hayran oldukları liderlerin zavallılıklarından bahsedeyim;

1)Hler,Enver ve diğerleri başarısız birer zavalıydı: Önce Hler'den başlayalım. Pek çok kişi onu Rus ve Yahudi düşmanı olduğu için sever. Bir halkı öldürmek başka, yenmek başka, yok etmek başkadır. Nziler, dünyadaki tüm Yahudilerin yaklaşık yarısını katletti ama onları yenemedi. O ve onun gibi Antisemitstler, dünyadaki Siyonizmin gerçekleşmesini ve Yahudilerin güçlenmesini sağladı. Dünyadaki Yahudiler,bir daha asla dediler, örgütlü bir güç oldular. İşin gerçeği Yahudiler, yaşadıkları onca progroma rağmen birlik olamıyordu. Azınlıklar her zaman birlik ve bütünlük halinde değildir.  Mesela Türkiye'de Nusayriler ile diğer Aleviler arasında bir ayrım yokken, Suriye'de Türkmen ve Kürt Alevileri Nusayriler, kendilerinden saymaz. Zira mülteciler arasında Türkmen ve Kürt Aleviler de vardrı. Kendi içlerindeki çelişkiler ve ayrışmalar yüzüden azınlığın da azınlığı olanlar vardır. Hele de Yahudiler gibi pek çok ülkeye dağılmış, tarihi eski milletlerde, dil yada kültür birliği de yoktur yada azdır. Türkiye'de bile, Urfa ve Harran civarı Yahudiler Arapça, batı bölgelerindeki Yahudiler'de İspanyolca (Safarad yada Ladino dili de denen, Yahudi  İspanyolcası) konuşuyordu. 1848 ihtilallerinden sonra da İstanbul'da, Polonya, Macaristan ve doğu Avrupa'dan Aşkenaz Yahudileri gelmiştir ve onlarda Yidiş denen, bir çeşit Almanca konuşmaktadır. Irak'ta da Kerkük Yahudileri Kürtçe konuşurken, Bağdat Yahudileri Arapça konuşmaktadır. Antisemitizm bu kadar yıkıcı olmasaydı, Yahudiler o batı şehirlerden kalkıp, Arap çöllerinde savaşmaya gitmezdi. Kaldı ki Siyonistler arasında bile çatışmalar vardı. 1939'da, Dünya Yahudilerinin dörtte biri ve daha fazlası olan 4,5 milyon Yahudi, polonya'da yaşıyordu. O dönemde Dünya üzerinde yaklaşık 12 milyon kadar (tahmini) Yahudi vardır. Naziler, çoğu Polonya-Macaristan-Ukrayna Yahudisi olmak üzere 6 milyon kadar Yahudi öldürür ve geride kalanlar da bir daha asla diyerek, kendi aralarında gerçek bir birlik kurdu, ardından da İsrail'i kurdu.

Benzer bir şekilde Nzi rejimi, Ruslar'a ve Sovyetlere de altın çağ yaşatmıştır. Milyonlarca Rus ölmüştür evet ama altının ucuz olduğunu size kim söyledi?  Rus iç savaşı, ülkede büyük bir  nüfus azalmasına ve daha önemlisi eğitimli insanları kaybetmesine sebep olmuştu. Daha önemlisi Rusya, neredeyse tüm okumuş, eğitimli insanını kaybetmişti. Çarlık Rusyasında soylu değilseniz, okusanız da önemli makamlara gelemiyordunuz. Hukuk okusanız en fazla bir kasaba avukatı, tıp okusanız  köy hekimi oluyordunuz. Rusya, Almanlardan örnek aldığı politeknik okullarla, eğitimli millet olmaya çalışıyordu. Rusya aynı zamanda demir-çelik ve traktör fabrikaları ile sanayileşmeye çalışıyordu. Çarlık Rusyası bir tarım toplumuydu ve çok az sanayisi vardı. Savaşta yenilen Almanya'nın doğuda kalan sanayisi, Ruslarca yağmalandı. Sölülerek, Moskova-Uralar arasınına taşındı. Bazı stratejik tesislerse, Amerika ve diğer batılı devletlerin isteği ile taşınmadı. Bu tesislerin taşınmaması için Sovyetler Birliğine bolca rüşvet verdiler.  Bu taşınmayan fabrikaların en ünlüleri, fotoğraf makinesi fabrikalarıydı. Asalında bu fabrikalarda kıymetli olan objetifler ve merceklerdi. 1970'lerde Japon mavi lensleri icat edilene kadar Doğu Alman mercek sektöründe tekel gibiydi. Teleskopların ve uyduların mercekleri ve aynları, soğuk savaşa rağmen, doksanlrda bilgisayarlı tezgahlar icat edilene kadar Doğu Almanya tekelindeydi. Ciddi ve teknik el işçiliği gerekiyordu. Bu ve beuna benzer bir kaç kilit Alman teknolojisi ahricinde Alman ve Doğu Avrupa teknolojisi Rusya'ya taşındı. Almanya'nın sadece makineleri, maları değil, insanları da Rusya tarafından sömürüldü. Esir alınıp, köle olarak kullanılan milyonlarca Alman ve Alman destekçisi (Romen, Macar, İtalyan ve hatta Fransız ve İspanyol) askerin, sadece beden işçisi olarak kullanıldığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ruslar,  yakalayabildikleri Alman bilim adamı, mühendis, mimar ve diğer beyaz yakalıları da alanında kullandı. Buna bir de dünyayı Nazi vahşeti kurtardığı için kendilerine duyulan sempatiden faydalanmaları da eklendi.Sonuçta Sovyetler Birliğini ve Rusya'yı süper güç yapan Alman yenilgisiydi.

Faşisterin hayran oldu her lider, benzer yenilgi ve eziklikle doludur. Enver paşayı ele alalım. Halen ülkemizde pek çok kişi, bu aptalın hayranı. Sarıkamış faciasını bile görmezden geliyorlar. Koca bir imparatorluğu yıktığı yetmiyormuş gibi, hep başka ülkelerin adamı olmuş. Önce Almanyanın adamı olarak Osmanlı'yı yönetmiş, sonra Rusya'nın adamı olarak Sakarya savaşı yenilgiyle biterse diye Rusya'nın adamı olarak beklemiş, en sonda İngiltere'nin adamı olarak Orta Asya'da Basmacı olarak ölmüş. Abdülmecit'in torunu Naciye Sultanla evlendiğinde, Naciye Sultan, on yaşlarında bir kız çocuğu. Gerdeğe, nikahtan iki sene kadar sonra girmişler. Naciye Sultanla evlenme sebebi de kendisine yeni bir saltanat sülalesi kurmak. Orta Asya'ya giderken, oğlum Ali Enver'in tahtını yapıyorum, der. (Şevket Süreyya Aydemir'in anlattıklarına inanıyorum. Makedonya'dan Orta Asya'ya, Enver Paşa kitabı). Batum'da Sakarya savaşının sonucunu  beklediği, istihabarat tarafından öğrenilince, Sarıkamış dosyası açılıyor ve Envercilerin iddialarına göre ölen asker sayısı abartılıyor. Ölenin dokuz yada doksan bin olmasının ne önemi var. Olayda kocaman bir ihmaller silsilesi var. Felaketten sonra iktidarını korumak için alel acele İstanbul'a dönüyor.  Türkistan'da yaptıklarıysa tam bir felaket. İngilizlerin adamı olduğu sanısı, Duğu Buhara emiri ve Afgan kralını kendisinden soğutuyor, halkı da Bolşeviklere yaklaştırıyor. Tabi  bütün bunlar, yeni nesil İttihatçıların çok umurunda değil.

Tıpkı yeni nesil Osmanlıcıların, iki Türkiye büyüklüğünden daha fazla toprağı kaybetmiş Abdülhamit'e hayranlığı gibi bir durumdur bu. Abdülhamit'in yeğenlerinin anıları yada onu yakından tanıyanların anlattıkları da çok umurlarında değildir. Romantikler hayal dünyasında yaşadıkları için, geçmişi de, tüm belgelere karşın, kendi hayalindeki gibi tasarlar.

8 Kasım 2024 Cuma

ROMANTİK SOLCULUĞUN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ



 Bunu daha önce defalarca  yazmıştım diye başlayayım konuya;

 https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/cok-solculugun-elestirilemez-sefaleti.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/son-yillarda-azalip-biten-bazi-solcu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2024/01/turkun-turke-propagandasi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/09/kamasma-ve-karanlik-1981nobel-edebiyat.html

Bazı konulara kaçınılmaz olarak geri dönersiniz. Rasyonalizmin, yani akılcılığın yerini Romantizmin, yani çoşku ve duygusallığın hakim olduğu toplumlarda, radikal, yani kökten-en uçta olanları yüceltme çabası vardır. Kökeni, tarikat üyelerini dindar zannetmeye yada daha ilkel toplumların akıl hastalarının metafizik gayb alemi ile iletişimde olduğu için delirdiği inançlarına kadar gider. Tarikatları yüceltenler, neden Afrika'da su kuyusu açıp, mahallesindeki yoksullardan bihaber olduğunu sorgulamalı. Ayrıca tarikatlar, mafyaların mahalleleri, sokakları bölüşmesi gibi, sektörleri bölüşmüşlerdir. Mesela sağlık ve özel hastane sektörü, şeyh ölünce üçe bölünen tarikata ait. Bu tarikat, Türk milliyetçiliinin gençlik örgütü sayesinde bu kadar büyüdü ve darbe girişiminden sonra, maum tarikatın yerine geçen bir kaç tarikattan biri oldu. (Doğrudan ad vermeme  de ilk nedenim google ve sosyal medya sitelerinin sansürdür) Bu günşerde (2024 Kasım) patlayan Yenidoğan çetesi sıkandalının bu tarikata ulaşmaması ise tarikatın gücünü göstermekte.

Bizim konumuz çok solcular yada romantik solcular. Tarikatarı da defalarca yazdım.  Çok solcu partiler de bazı açılardan tarikatlara benzer. Aynı Marksist-Lenininst ideoloji bağlı oldukları halde, bir sürü partiye bölünmüşlerdir. Eskiden pek çok radikal sol terör örgütü (illegal örgüt) vardı. Kala kala bir tek Cephe kaldı. Melekleri saymıyorum, (Gene şifreli konuştum).  Cephenin müzik grubu Grup Yorum ise, eski ününden çok uzakta. Bir zamanlar stadyumlara sığmayan grubun son şarkılarını Youtube'da bir haftada iki binden az kişi izliyor. Arada cinayet işlese de eski kitleselliğinden uzak. Aynı durum yasal partiler için de geçerli. Bir kaç yıl öncesine kadar, Ankara'da, Yüksel yada Sakarya'da yirmi-otuz kişilik gruplarla basın açıklamaları yapar, arada bir göz altına alınır, akşam olmadan da serbest bırakılırlardı. Şimdi eperydir sesleri hiç çıkmıyor.

Bu konuya tekrar dönem sebebim TİP ve Kominist başkan Fatih Mehmet Maçoğlu. İrfan Değirmenci de işin bonusu oluyor. Marksist-Leninist gruplar, Gezi'den sonra solun merkezinden çıktı, o merkeze Atatürkçülük girdi.  TİP'le beraber tekrar tabanı oluştu. TİP kurulduğunda yada kamu oyunda dikkatleri çekmeye başladığında, pek çok ünlü sabatçı, özellikle de dizi oyuncuları partiye katıldı ve üye-aday oldu. Bu bana doksanlara ÖDP'yi hatırlattı. ÖDP'ye genelde yazar-çizer takımı destekliyordu. O dönemin haftalık en çok satan yayını Leman, açıkça ÖDP'yi destekliyordu. ÖDP, oy oranı yüzde biri bulmasa da, pek çok belediyeyi almıştı. Tabanı biraz çoğaınca, kendi içinde bölünmeye başladı. En nihayetinde adını Sol Parti olarak değiştirip, yok oldu. ÖDP'nin tek milletvekili, kurucu başkanı da, dışarıda kendi partilileri, Amerikan Başkanı Barak Obama'yı protesto ederken; kendisi Obama'yı avuçları patlarcasına alkışlıyordu. 

Ben, yaşlı biri olarak, tecrübelerimle TİP'te, doksanlar ÖDP'sini gördüm, özellikle de Sezen Aksu'nun desteğinden sonra. Sezen Aksu yada diğer yetmez amacılara hiç güvenmiyorum. Son belediye seçimleri de bu fikrimi destekledi yada ben desteklediğini düşünüyorum. Sadece ÖDP değil, yasal TKP'yi de bu listeye alalım. TKP, İmamoğlu'nun 2. defa seçildiğinde, boykot çağrısı ile iktidara destek olmuş, ancak meşhur fasülyeci belediye başkanı Maçoğlu, karşı çıkmış, İmamoğlu'nu desteklemişti. Son belediye seçiminde ise, Kadıköy'den aday oldu. En ateşli solcular bile  onunla alay etti, nereye nohut ekecek diye. CHP, Kadıköy'ü rekor oy oranı ile aldı. TİP'in ünlü adayı İrfan Değirmenci'de, CHP'nin bir başka kalesi Çankaya'dan aday oldu. O sonuç değişmedi, üstelik CHP, belki kendisinin de ummadığı zaferler elde etti. Ankara'da Keçiören'i, Kazan'ı rüyasında bile göremezdi belki CHP. Yerel seçimlerde TİP'in asıl ihaneti Hatay'da oldu. Hem yandaş medya, hem romantik, radikal solcular, hem de TİP, sırf CHP kaybetsin diye uğraştı. TİP'in adını yazmak istemediğim adayı ve sonrasında çıkan sıkandal, iktidarın, deprem sonrası onlarca olumsuzluğa rağmen Hatay'ı amasına yol  açtı. Seçimlerden sonra fasülyeci başkan, emekli bürokratlar gibi bir Ege kıyı ilçesine yerleşti. İrfan Değirmenci'de tekrar Youtuber oldu. Her fırsatta CHP'yi hevesle eleştirenler nedense belediye seçimlerinden sonra TİP'i eleştirmedi. Sosyalistlerin yada radikal solcuların dokunulmazlığı nedir? 

Romantizmin saçma sapan en  mükemmel takıntısı vardır ve eleri iktidara varmaya varmaz. Belki İran İslam Devriminde olduğu gibi haklı da olabilirler. İran'da da sol grupların, daha doğrusu TUDEH'in fraksiyonlarının birbirleri ile uzlaşamaması vardı. Muhalefetin ilk görevi, iktidarı değiştirmektir. Hele de iktidar, demokrasiyi ortaya kaldırmaya çalışıyorken, bu durum fazlasıyla elzemdir. Son olarak, muhalefeti beğenmemek, iktidarı beslemektir.

Gerçi bunu da daha önce söylemiştim.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/muhalefeti-begenmemek-iktidari.html

30 Ekim 2024 Çarşamba

ROMANTİK ATATÜRKÇÜLÜK VE FAŞİZAN ATATÜRKÇÜLÜK

 


Her felsefe, ideoloji yada akım gibi, Atatürkçülüğün, daha doğrusu Atatürkçülerin kendi aralarında farkları var, kendileri çok farkında olmasa da. İkisinin de kaynağı 12 Eylül rejimi. Romantik Atatürkçülük, 12 Eylülün gardırop Atatürkçülüğünün yeni hali. En tipik örneği, Yılmaz Özdil. Kendisi zor bela kurulan muhalefet bloğunun kısa süreli de olsa dağılmasına sebep olarak, mevcut iktidarın son cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmasının en büyük sebebi oldu. Sonra gazetesinden istifa edip, işsiz kalmak zorunda kaldı. Ondaki Atatürkçülük, Atatürk'ün özel hayatıyla ilgili biraz. Tüm gömleklerinin beyaz olması, giyimine büyük özen göstetmesi, rakıya düşkünlüğü, en çok zeybek dansını sevmesi falan filan. Buna bir Nasrettin Hoca fıkrasıyla örnek vereyim. Adamın biri bir gün hocaya demiş ki: Peygamber efendimiz gibi kefiye (Arap başlığı) takıp, onun gibi elbiseler ve takunya giyiyorum. Her yere onun gibi develerle gidiyorum.  Hoca da cevap olarak: Bu halinle benzesen benzesen Ebu Cehil'e benzersin, demiştir. Ona kalırsa Atatürk, çokca sigara içer ve poker oyununu çok severdi. Oyundan sonra da herkesin paralarını geri almalarını isterdi. Atatürk rakıyı çok severdi ama etrafındaki diğer kişiler, özellikle generaller, hemen hemen hiç içmezdi. Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir, ağzına sürmezdi. İsmet İnönü, bu konuda Atatürkle sık sık tartışırdı. İsmet İnönü, biriçe düşkündü. Herkesin özel hayatı ve bazı ilginç alışkanlıkları vardır. Newton ciddi ciddi büyüyle ilgileniyordu. Üzerindeki politik baskılardan kurtulması için kral onu darphanenin  başına getirdi, o da bazı kalpazanları idam ettirdi. Albert Einstein, el sabunu ile traş da olurdu, çok iyi keman çalardı ve Hint edebiyatına meraklıydı. İyi bir fizikçi olmak için büyüye, idama, Hint edebiyatına yada el sabunuyla traş olmanıza ihtiyaç yok. İyi bir Müslüman olmak için Arap olmanıza yada 1400 sene önceki Arap  toplumu gibi yaşamanıza gerek olmadığı gibi. Ben de rakıyı sevemiyorum, o ne pis koku öyle? En son 5 kasım dünya öğretmenler günü yemeğinde bir arkadaş ikram etti, bir kadehi zor içtim. Ataürk gibi siyah-beyaz giyinmem. Türk ve Alman erkeklerin, kırk yaş sonrası rengarenk giyinme alışkanlığındayım (muhtemelen Almancılar'dan Türkiye'ye bulaştı.) Takım elbise giymeyi de sevmiyorum. Romantik Atatürkçülerin Atatürkçülüğü, Can Dündar'ın Atatürkçlüğü gibidir. Kendisi sekiz tane Atatürk belgeseli yapıp, Atatürk'ün hiç bir başarısını anlatmamayı başarmış biridir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/sahtecilik-ve-can-dundarin-sahte.html

Romantik Atatürkçülerin iyi yanı muhafazakarlara, tarikatlara güzel laf sokar. Zaten Romantizm en çok sanatta geçerlidir. Bütün ideolojiler propaganda için Romantizmi kullanır. Fedakarlık yapmasalar bile, başkalarının fedakarlıkları ve kahramanlıkları üzerinden paye alırlar. Onları anlatarak para kazanırlar. Konuşurken de anırsınız ki tek başlarına ordu olmuşlardır. Oysa genelde evlerinden, köşelerinden dışarı çıkamazlar. Romantik Atatürkçülerle, faşist Atatürkçülerin ortak noktası CHP düşmanlığıdır. Önce Romantiklerin CHP düşmanlığına bakalım. Genelde bir önceki CHP başkanının kıymetinin bilmemekten muzdariptirler. Son dönemde İmamoğlu ve Mansur Yavaş hayranlıkları da sallantıdadır zira son anda oy vermekten vaz geçerler.  En ufak krizde benim için CHP bitmiştir diye feryat-figan ederler.Genelde de oy vermezler, yazlıklarına tatile giderler. (Üstelik seçimler genelde martta yapılırken.)

Sosyal medyada, özellikle X.com'da görülen ve Atatürkçü kılığında CHP düşmanlığı yapanların tamamına yakını iktidar trolleridir. Hadi takipleşelim gönderilerine cevap verirseniz, hemen sizi ekliyorlar, siz onları ekleyince, sizi siliyorlar. Bunlar Facebook'da ara ara din-iman paylaşımı da yapıyorlar. Bunlardan biri din paylaşmı diye Sai-i Kürdi paylaşımı yapınca engellemiştim. 

Romantizim, sözlüklerde Türkçeye coşumculuk diye çevriliyor. Coşkunlukla iş yapmaya kalkmak. Ben duygusallıkta diyorum. İyi bir romantik, ya sanatçıdır, ya iki yüzlüdür, ya da ölüdür. İnsan, akılcı canlıdır ve sonuca ulaşmak için akıllla hareket etmelidir.

Faşizan Atatürkçüler ile  faşizan Atatürkçüler birbirlerine çok benzerler ve aslında pek çok faşist, hayalci ve her hayalci gibi romantiktir. Haritaları boyar, devasa imparatorlukların hayalini kurar. Türkiye'de faşizmin Atatürk ile ilgili ikilemi vardır. Atatürkçülüğün rasyonalist, yani akılcı yanı, onların romatik hayallerine dar gelmekten öte, onların ideolojisine terstir. Bunlardan bazıları Atsızcıdır ki, Nihal Atsız, Atatürk'ü aşağılamak için Dalkavuklar Gecesi diye bir romancık (novalla) yazmıştır ve bu romandaki bazı temaları Orhan Pamuk, Veba Geceleri romanında birebir kullanmıştır. Pamuk okurları Atsız okumadığı, Atsız okurları ise Pamuk okumadığı için farkedilmemektir. Atsız ve Pamuk'un diğer bir ortak özelliği ise, bu kadar açık (hele ki Dalkavukalr Gecesi'ndeki isimleri tersten okuduğunuzda bunu en aptal biri bile anlar) bir nefret ifadelerine rağmen her iki yazar ve her iki yazarın hayranları ve fanatikleri, bu düşmanlığı kabullenmezler.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/09/veba-geceleri-ve-dalkavuklar-gecesi.html

Buna rağme Atatürk'ten, tarihteki yeri yüzünden vazgeçemezler. Fazisanlar CHP'yi doğrudan red edip, MHP'den kopan  İyi-Zafer gibi partilerin etrafında toplanırlar. Sosyal medya profilini Atatürk yapma, Atatürk resimli-imzalı tişört, eşya (telefo kılıfı, kalem, çakmak falan) taşıma, bunlarda da vardır. Üzerine Kürt ve Arap nefreti vardır. Aleviler konusunda Kürt Alevi-Türk Alevi ayrımı yapar yada tüm Alevilerin Türk asıllı olduğunu savunurar bazen.  Şu anki iktidar düşsün ama sol da iktidara gelmesin isterler. Bu yüzden son cumhurbaşkanlığı seçiminde 2. turda reislerine oy vermişlerdir. Yani ayranım dökülmesin derdindedirler. 

Romantikler ve faşistler için Atatürk sadece bir idol ve slogandırve ideolojileri zayıftır.