iktidarsızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iktidarsızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2024 Çarşamba

MUKTEDİRLİKTE İKTİDARSIZLIK

 


Reis, yetme amayı savunurken, iktidarız ama mujtedir değiliz demişti. Bunu sadece kendisi için değil, kendisinden önceki tüm sağcı iktidarlar için söylemişti. Sağın ülkemizdeki iktidarı 1950'de resmen başlasa da daha geride, köy enstitülerinin kapatıldığı 1946 yada Kadro dergisinin kapandığı 1935'de bile devrim düşmanları bayağı etkindi. 2010 yetmez ama ile yargı engelini de aştılar, üzerlerine bir cesaret geldi. Daha önce bu kadar muktedir değillerdi çünkü anayasa vardı, kandırılmamış halk vardı, dürüst aydınlar vardı. Şimdi de var ama onları bastırmak, en erkeni 12 Eylül, hatta 12 Mart cuntalarına kadar sistematik bir ezme, kandırma ve satın alma süreciyle 2010'a gelindi. 

Şimdilerde hem muktedirlik, hem de iktidarsızlık var iktidar veyanlılarında. Muktedirler çünkü istedikleri kişiyi, istedikleri gibi tutukluyorlar, görevden alıyorlar, tehdit ediyorlar, küfür ediyorlar vesaire vesaire. Diğer taraftan da oksimoron (zıddını ispat) durum var ki, bir iktidarsızlık diyebileceğim bir durum var. İsrail ile ticaret, Batı Şeria'da kurulmuş, sözde Filistin devleti üzerinden devam ediyor. İsrail askerleri, Türk markalı ürünlerin fotoğraflarını internetten gösteriyor. İnsanları oturduğu kafeler üzerinden aşağılıyorlar ama Siyonizmi açıkça destekleyen pek çok marka ile ilgili bir şey demiyor. Hangileri mi? Meşhur Alman otomobil markaları Mercedes, BMW, AUDİ. Türk insanının aklına makam arabası denilince akına bu üç Alman markası gelir. Volvo'nun dayanıklığını yada İtalyan spor arabalarını ( Ferrari, Alfa Romeo vesaire) kalitesini takdir eder, Japon arabalarını satın alır ama iş makam sahibi olduğunu göstermek konusu gelince, halkımızın zihni bu üç Alman markası ile sınırlıdır. Bu markaların İsrail'i açık desteğini görmezden geliyor iktidar cenahı. Kendi arabası var ama onu kullanmak için değil, hediyelik eşya olarak üretiyor.

Dinciler artık doya doya İsrail protestosu da yapamıyorlar. Bütün yaz ayları boyunca Ankara'da, Kızılay meydanı civarında afişler gördüm, insanları İsrail' protesto için yürüyüşe çağıran. İlginç olan yürüyüşün güzergahı ve saati. Genelde akşam üstü beş gibi, Adakale Sokak yada Selanik caddesinden, Kurtuluş parkınaymış yürüyüşleri. En son Kurtuluş parkında namaz kılıp, dağılıyorlarmış. Katılmayı zaten düşünmediğim gibi, izlemek de istemedim; MOSAD ajanı ilan edilme ihtimali var, o açıdan. Buralar, Kızılay gibi merkezi bir bölge için ara sokaklar, tenha sayılmaz ama herkesin bildiği yerler değil. Oysa isteseler Kızılay meydanını, 15 Temmuz sonrasındaki mitingler gibi trafiğe kapatabilirler yada en küçük solcu gruplar gibi Sakarya caddesinde veya Yüksel caddesinde, İnsan Hakları Heykeli önünde yapabilirler.  Bunu bizzat İsrail büyük elçiliği önünde veya benzer yerlerde yapabilirler. 

Yoksa yapamazlar mı? İsrail aleyhine yürüyüşten çok, afiş yapıştırmak ve iktidarda olduklarını göstermek çabasında gibiler. Havalar soğumaya başlayınca, bu yürüyüşler de yapılmaz oldu. Soğuk ve yağmurda, dışarıda namaz zor tabii.  Mühim olan İsrail'e karşı olmak değil, muhtedir olduklarını göstermek. Olay Türk'ün, Türk'e propagandasıdır. İsrail elçiliğinin önünde yapmaya muktedirler ama bunu yapacak iktidarları yok. Sebebi de iktidarlarını kaybetmek.

Siz zannediyorsunuz ki, mülakatlarda, yolcu garantili köprülerde, havaalanlarında, ayarlanmış ihalelerde,  sadece Alevilerin, Ateistlerin, kafirlerin ve sizce diğer Müslüman olmayan yada kendinizce Müslüman sayılmayanların hakkını yediğinizi zannediyorsunuz. Oysa Filistin'in, Uygurların, Çeçenlerin ve uğruna savaştığınız diğer insanların da hakkını yiyorsunuz. Çünkü yaptığınız adaletsizlikler ve alıştığınız lükseler,  sizi mücadeleden uzaklaştırıyor. İktidarınızı kaybetiğinizde, bunları da kaybedeceksiniz. Hani din diyor ya, her nefs ölümü tadacaktır, her iktidar da sonu tadacaktır. İktidarların son günü, boynuzsuz koçların, kısa çöplerin günüdür. 

İktidarın ölümünden daha kötü ideolojinin, ideallerin, ülkülerin ölmesidir. O zaman soru, idelojiye sorulur,  muktedirdin, neden yapmadın? Neden adil davranmadı, doğru yönetmedin, neden İsrail'le ticarete devam ettin, neden neden ve daha nice nedenler. 

Tabi bütün bunlar için tek tedbir, iktidarda kalmak için daha fazla çabalamak değildir. Muktedirken, ideali iktidar yapmaktır.

29 Mayıs 2024 Çarşamba

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN BİNMEDİĞİ İKTİDAR TRENLERİ

 




Yaklaşık otuz yıl kadar önce, ben daha üniversitenin birinci sınıf öğrencisiyken, muhafazakar ve dindar  arkadaşım Demir Dinipak bana MHP'nin, NATO'nun bir örgütü olduğunu, benzer yapıları hemen her Nato ülkesinde ve içinde hareket geçecek bir ad  ile kurulduğundan bahsetmişti. Geçenlerde de sosyal demoktrat bir arkadaşım,  Ülkücülerin her türlü iktidar partisine (bu parti DEM yada TKP olsa bile) oy yardakçılık yapacağını söyledi. Aklın yolu bir denildiğinde, böyle şeyler kastediliyor. Otuz yıldır yaşanılanların üstüne, son bir yılda şahit olduklarım bana bu söylenenlerin doğruluğu ispatladı. 1995'den beri Ülkücüler, halkın iktidar davetini geri çeviriyorlar.

1995 seçimleri ile ilgili olarak mütevefa Alparslan Türkeş'i çok eleştirmiş, hatta onuna alay etmiştim, dişçisini, doktorunu, dünürünü aday gösterdi ve teşkilatları küstürdü diye. Oysa benim dünürü, dişçisi, doktoru dediğim kişler, yıllarca parti teşkilatında çalışmış kişilermiş. Benzer şekilde Isparta'da, Süleyman Demrile Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesinin dekanı iken milletvekilliğine aday olan ve öğrenciler olarak  Şamanist diye alay ettiğimiz, rahmetli profesör Bayram Kodaman'ın, Isparta halkı tarafından sevilen biri olduğunu daha sonra öğrendim. Bu durumda MHP teşkilatlarının, 1995 seçimlerinde başbuğlarına tavır almasını  sebebi.ni başka yerde aramalıydım.

Lenin;, devrimin son adımında bulunacağınız taraf, tamamen hangi sınıfta olacağınızla ilgilidir, demiştir. Sosyalist-komünist  devrim uğruna savaşan yada mücadele eden bir burjuva olabilirsiniz. Romalı senatör ve Stoacı filozof Seneca, yazıları ile teorik olarak, sosyalist sayılabilecek biriydi. Pratikte imparatorlıuğun en uzaktaki bölgesi Britanya'nın, ( İngiltere'nin) tüm madenlerinin sahibi, ticaretini ve neredeyse tüm ekonomisini kontrol eden bir emperyalistti. İmparator Caligula,Seneca'nın tüm servetini müseddere (devlet adına el koyma) etmişti. Devrimin iktidar anında, iktidar değişimi ile neler kazanacağınız ya da kaybedeceğiniz önemlidir. Sosyalist bir devrimci olmanız için için işçiden öte, proleter, ( aç insan)olmanız gereklidir. Hatta gelecekte çocuklarınızın da bundan kurtulma umudu olmaması gerekir. Şartlar tam oluşmadığından,  pek çok devrim, ucundan dönmüştür. 1917'den sonra Bolşevikler, Avrupa'yı saracak devrim rüzgarlarını bekliyordu. Özellikle Orta  Avrupa'da grevler, işgaller, günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş, bazı sanayi şehirleri bir kaç gün yada hafta işçi sovyetleri ile yönetilir olmuştu. Bolşevikler,  arka arkaya yeni Ekim devrimleri bekliyordu. Oysa iktidara gelen faşizm oldu.

1995 seçimlerine de bu açıdan bakmalıyız. 1995'de olası bir iktidar değişiminden Ülkücülerin kazanacağı bir şey yoktu, kaybedeceği çok şey vardı. Zaten iktidarda gibiydiler. Güvenlik güçleri Ülkücüydü. Özellikle  özel harekat, Ülkü ocaklarının hakimiyetindeydi. Hem JÖH, hem PÖH, hilal bıyıklılardan geçilmiyordu. Alparslan Türkeş, Özel Harekat Ülkücüyse Ülkücü, ne olmuş ulan demişti. (Evet, Türkeş ulan kelimesini kullanmıştı) Jandarma o yıllarda Genelkurmay'a bağlı olduğundan, askerlerin her gün traş olmaları gerekiyordu ama buna aldıran yoktu, karışan yoktu. Özel Harekat seçmelerinin sonuçlarının, İçişleri bakanından önce Ülkü Ocaklarına geldiği sır değildi. Ülkücülerin tek gücü güvenlik kurumları değidi. Genel anlamda bürokraside Ülkücüler etkindi. İçişleri ve sağlık bakanlığı Ülkü ocaklarının egemenliğindeydi

Sadece kamu kuruluşları değil, mafya denilen oluşumlar, domuş durağı  kahyalığı, pazar yerleri yöneticiliği  gibi küçük görülen ama para getiren alanlar da Ülkücülerin elindeydi.  Sonuçta 1995'de Ülkücülerin, barajı aşma, devlet isteği yoktu. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, Alparslan Türkeş'e başbuğum die hitap ediyor; Erdal İnönü dahil mecliste grubu bulunan parti genel başkanları Söğüt belediyesinin geleneksel şenliklerine Başbuğ Türkeş sloganları altında eşlik ediyordu.  DYP ve ANAP, Ülkücüleri bu kadar beslerken, MHP için çalışmanın gereği yoktu. Seksenine yaklaşmış Alparslan Türkeş'in  iktidar olma arzusunun önemi yoktu. MHP il ve ilçe başkanlıkları, ANAP ve DYP genel merkezinden daha canlı, daha havalıyıdı.  DYP yada ANAP'da kariyer yapmanın yolu da Ülkü ocaklarından geçiyordu.

1995 seçimlerinde MHP barajı aşamadı ama ciddi bir oy potansiyeli olduğunu gösterdi. Bu yüzden Ülkücülük, devlet tarafından  budanmaya başladı. Budama için iki yıl sonra, 1997'de başbuğun ölümü beklendi. Türkeş, Ankara'nın bir daha Muhsin Yazıcıoğlu'nun cenazesine kadar göremeyeceği büyük bir cenaze ile Ankara'nın, kısaca Bahçeli denen Bahçelievler mahallesindeki anıt mezarına gömüldü. Sonra olaylı, sandalyelerin havada uçuuştuğu, bol kavgalı  bir kongreoldu. Partiye kayym atandu. Kayyumun yenilediği kongrede Devlet Bahçeli'nin seçilmesi ile tasfiyeler başladı. Anralya'da, Akdeniz Üniversitesinde olan olaylardan sonra Bahçeli, Ülkü ocaklarını sokaklardan, kavgalardan çekti, Ülkü ocağı sayısını yavaş yavaş azalttı. Bürokraside de gizli eller tarafından  Ülkücü yöneticiler azaltılmaya başlandı.  MHP'nin 1999 seçimlerinde ülkenin ikinci, sağın birinci partisi ve iktidar ortağı olması da tasfiyeleri yavaşlatmadı. Hilal bıyıklı Ülkücü müdür ve şeflerin yerini, badem bıyıklı Fetöcüler aldı. Yurt-Kur ve Üniversiteler de Ülkücüler, eskisi gibi zorbalık yapmak bir yana, yer yer kendilerini koruyamaz oldular. Ülkücülüğün tasfiyesinde son aşama, Ülkücü mafyanın tasfiyesi oldu. Ülkü ocağında yetişmiş ve suç dünyasında bile olsa belli ahlak kriterleri olan, devleti sahiplenen mafya tasfiye oldu ve hatta oluyor.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/09/son-yillarda-azalarak-biten-ulkucu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/son-yillarda-azalip-biten-bazi-ulkucu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/10/son-yillarda-biten-ulkucu-seyler-3.html

Aslında 1995 seçimlerinden evvel ortaya çıkan bir gerçek var. Bu din maskeli neoliberal düzenden sıkılmış insanların bir kısmı, milliyetçi bir iktidar istiyor. Bunlar,  sola oy vermek istemeyen insanlar.  Oysa Ülkücü liderler,   devlete ve neoliberalizm partilerine yancılık yapmakla meşgül. Uzun süre muhalefetlik yapamıyor. Meral Akşener ve  İyi parti, son seçimde iktidarı AKP-MHP koalisyonuna hediye etti. İyi parti, Akşener'in genel başkanlıktan ayrılmasıyla, CHP'de Kılıçdaroğlu ayrılmasından sonrayaşadığına benzer bir oy patlaması bekliyor olabilir. Rakip olarak Zafer partisi görünüyor. Fakat bu iki parti ve diğer pek çok parti, yerel seçimler sırasında, muhalefet parisi olmak yerine, muhalefete muhalefet partisi oldular.

Bu seçim, muhalefete muhalefet partilerinin de yenilgisiydi. Son yerel seçimlerden sonra CHP'yi iktidar yolundan kendisi bile engel olamaz. Halk artık bu neoliberal düzeni istemiyor. Bu yüzden medya ve eğitim sisteminin öcü gibi gösterdiği CHP'yi, otuz yıldan sonra yüzde otuz beş üzerine çıkardı. Gerçek muhalefet etmeyenler, muhalefete muhalefet edenler, gelecekte ana muhalefet bile olmayabilirler. 

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/turkes-ve-muhsin-kotulugun-yuceligi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/turk-milliyetciliginin-acinasi-hali.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/turkesin-discisi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/09/doksanli-yillar-4-merkez-sagin-erimesi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/09/doksanli-yillar-3-ulkuculer-ve-mhp-o.html