liberalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
liberalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Haziran 2025 Cuma

LİBERALİZMİN PİNOCHET'E DESTEĞİ (VE DİĞER DARBECİLERE)

 


11 Eylül 1973 günü, Şili genelkurmay başkanı Auguto Pinocet,  daha yirmi gün önce kendisini bu makama atayan, ünyanın ilk seçimle iş başına gelmiş Sosyalist devlet başkanı Salvador Alende'yi kanlı bir darbe ile devirdi. Ardından Şili, uzun yıllar sürecek, zorba, katil bir askeri diktatörlükle yönetildi. Şili'nin hikayesi, pek çok açıdan Türkiye'ye ve diğer tüm Kapitalist darbelere benziyor. 1981'de, Polonya'da sıkıyönetim ilan edildiğinde, Marksiste teoride askeri darbenin olup, olmadığı tartışılmıştı. Kapitalizm ise hiç tartışmadı. 12 Mart cuntasının başbakanı Nihat Erim, daha darbenin olmasına yıllar varken, gerekirse hürriyet ilahının üstüne bir şal sereriz diyerek, diktaların hizmetinde olduğunu belirtmişti. Nihat Erim, ülkemizde suikastle öldürülmüş tek başbakandır. Mahsuni'nin Erim erim eriyesin; Yılan çayan (Mahir Çayan)  yesin seni beddualarına mazhar olmuştur. Suikastle öldürülen politikacılara sevgi artar, isimleri efsaneleşirken, Erim, gittikçe unutulmuştur. 12 Martın teknokrat başbakanları (Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu) arasında, sıradan biri olmuştur. Suikastle öldürüldüğü halde, ölüm yıldönümü anılmaz yada anıldığına dair hiç haber hatırlamıyorum.

Özgürlük tanrıçasının üstüne şal örtme, kapitlaizm tarihiyle beraberdir yani tek sebebi Komünizm'den korunma değildir. Kapitalizm, Kuzey İtalya'da, Floransa şehrinde, Katloik, Antisemitist (Yahudi düşmanı), cumhuriyet de olsa, pek de demokratik olmayan bir ortamda, feodalitenin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır. Bu kök bakımdan bakarsak kapitlazim, ne Max Weber'in dediği gibi Protestan,  ne de Werner Sombart'ın dediği  gimi Semitist ve Yahudidir. Tek amacı kendi oluşturduğu burjuva sınıfının, onun da en büyüklerinin çıkarıdır. Bu sebeple giderek feodal sınıftan kopmuş, monarşi yerine cumhuriyetleri tercih etmişti. Çıkara göre değiştiği için, Hollanda örneğinde olduğu gibi, cumhuriyetten, krallığa da dönmüştü. Kapitalizm, köleliği en gaddar şekliyle uyguladı. Sömürgeciliği de en acımasızca,  kapitalist imparatorluklar uyguladı ve uygulamakta. Herkes Nazi soykırımını yada Ermeni tehcirini bilir. Oysa kapitalist batı ülkelerinin sömürdüğü ülkelerde ve kıtalarda nice insan, topluluk ve kabile, katledildi ve katledilmekte. 

Doğrudan yönetemediği ülkeleri de Marksistlerin, komprador dediği politikacı, aristokrat, burjuva ve aydın işbirlikçilerle yönetmeye devam ettiler. Sömürge ülkelerinde uzun süreli demokrasiler olmadı. Demokrasiler, sık sık darbelerle kesildi. Bu darbelere, kapitalist batı ülkelerinin desteği hep oldu. Bu destek hep karşılıklıydı. Alparslarn Türkeş, 27 Mayıs sabahı, darbe bildirisini okurken söze, Nato'ya Senato'ya (Aslında Cento demek istemişti) bağlıyız diye başlamıştı. 27 Mayıs askeri darbesine fiilen tepki veren tek ülke, Kostarika adlı Orta Amerika ülkesiydi. ( Mehmet Ali Birand'ın meşhur Demirkırat belgeseli yayınlandıktan sonra TRT vermişti bu bilgiyi. Dönemin devlet başkanı (Wikipedi'ye göre José Figueres Ferrer diye birisiymiş.), 12 Eylül rejiminin ilk işi, Albaylar Cuntası sebebi ile yıllardır Nato'nun askeri kanadına dönemeyen Yunanistan üzerindeki vetoyu kaldırması oldu. Denokrasiye ara verilen rejimler, batılı ülkelerin işbirliği antlaşmalarına, maddi yardımlarına mazhar oldular.

Bu destek sadece maddi değildi, aynı zamanda teorikti. Bunu en net olarak Şili'de,Pinochet'e olan destekte görüyoruz.  Bu destek aynı zamanda teorik bir destekti, başını da, Nobel ödüllü ekonomist, Milton Friedman çekiyordu. Freidman'ın izinden giden otuz iktisatçı Şikago oğlanı da, Şili'de çeşitli kademelerde görev aldı. Pinochet diktatörlüğüne tek teorik destek, iktisatçılar olmadı. Karl Popper, antideomkrat ideolojilerin, demokrasiyi araç olarak kulandığını, bunun demokrasinin ikilemi olduğunu yazdı. Yetmişli yıllarboyunca pek çok liberal-kapitalist yazar,  Pinochet'i, demokrasiyi komünizmden kurtaran kahraman olarak selamladı. Bu dönemde Şili ekonomisi, bakır fiyatlarının (ülke dünyanın en büyük bakır madenlerine sahip) artmasının ve ekonomiyi baltalayan, pek çoğunun kökeni İspanya aristokrasisine dayanan, ülke yüz ölçümünün yarıdan fazlasına tapuyla sahip olan ailelerin yarattığı yapay krizlerin bitmesi ile kısmen düzelmiş, askeri dikta halkın bir kısmının desteğini bile almıştı.

Lakin seksenlerde durum değişmiş, özelleştirmeler, sendikasızlaştırma,bakır fiyatlarının düşüşü ve diğer nedenler sonucu fakirleşen Şili halkı, tüm baskılara rağmen, askeri cunta aleyhine gösteriler yapmaya başlamıştı. (Türkiye'de, 12 Eylül cuntası altında olan bizlerse, Şili'ye hayret ediyorduk.) Derken komşu ülke Arjantin'in cuntası, bozulan ekonomi ve itibarını düzeltmek için, kendisine yakın ama İngiltere'ye ait, tarih boyunca hiç egemen olmadığı, Malvinas adını verdiği Falkland adalarını işgal etti. İngilizler, çok kolay zaferlerle adayı geri aldı. Savaş boyunca Şili cuntası, İngiliz ve Amerikalıların yanında oldu, üslerini kullandırıp, altyapı desteği verdi ama bir kere batılı müttefiklerin beynine solucan girmişti. Pinochet'te, cuntası dönemince şişlenen onlarca cinayet yada insan haklarından değil de, bir kaç İspanyol'un ölümü yüzünden, İngiltere'de ev hapsinde kaldı. Diktatörlükte parça parça tasfiye edildi.

Sonuçta yetmişler boyunca Şili diktasını övmeyen iktisatçılar, Nobel ekonomi ödülü yada başka bir ödül almadılar. Bu destekte tipik yetmez ama desteğiydi.


4 Ekim 2024 Cuma

BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ VE LİBERAL SEFİLLİK



Profesör Edhem Eldem, Amerika Birleşik  Devletlerine göç etmeden evvel röportaj vermiş. Hocamız kendisine baskı yapan iktidarı değil, Atatürkçüleri suçlamayı tercih etmiş röportaj boyunca. Malum, Amerikan üniversitelerinde yerini sağlamlaştırması gerek. Boğaziçi Üniversitesi, liberalizmin kalesidir. Tansu Çiller'de, siyasete atılmadan önce, Boğaziçi üniversitesinde ekonomi profesörüydü. Doksanlı yıllar boyunca, sosyoloji bölümü, profesör Nilüfer Göle öncülüğünde,  tarikatları yüceltme merkezi haline gelmişti. İdris Küçükömer tekrar dirilmiş gibiydi. Edhem bey, Sabancı üniversitesi ile beraber yaptıkları Ermeni konferanslarından bahsediyor. Üniversitesinin Kemalistlerce de sevilmediğini defalarca söylüyor. Hatta bununla öğünüyor. Kendisi gibi Amerika'da kadro bulamayanlar için de üzülüyor.
Boğaziçi Üniversitesindeki herkesi damgalamak istemem. Siyasal İslam'a sesleniyor gibi geldi bana. Doksanlar ve iki binler, hatta iki bin onlu yılların ilk yarısı güzeldi tabi Sosyolojide tarikatları, siyasal İslam'ı övme, tarihte Ermeni ve devlete muhalif bilumum tezlerin kabulü, ekonomide özelleştirmenin merkezi Boğaziçi'ydi. Oradan da Koç, Sabancı gibi holding vakfı üniversitelerine yayılıyordu. (Siz bu holdinglerin bol Atatürklü milli bayramlar reklamlarına kanmayın.),
İktidara tavır alma sebepleri de ilgin., kayyum rektör yada tepeden inme rektör krizi. Duyan da zannedecek ki ülkedeki üniversiteler, öğretim üyelerinin oyları ile seçiliyor, bir tek Boğaziçi'ne kayyum rektör atanmış. Özerk üniversitelere 12 Eylülle son buldu. Hatta iyi hatırlıyorum 1998'de Süleyman Demirel Üniversitesinde, ezici çoğunlukla 1. sırada olan Bayram Kodaman yerine, 3. sıradaki Lütfi Çakmakçı; dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından rektör atanmıştı. Ülkücüler de bun protesto etmişti. Demek ki Boğaziçi ve bazı bir kaç üst düzey üniversitelere ayrıcalık verilmiş bu güne kadar. Dertleri YÖK değil, kendi ayrıcalıkları. Alevi-Kürt ve Ermeni sevgileri de, yurt dışına sıçramak için batıya şirinlik gösterisi.  Siyasal  iktidar, sevimli yüzünü bu azınlıkların aleyhine döndüğünde, iktidara bir eleştiri getirmediler. Azınlıklara karşı 1950 sonrası yapılan saldırılara karşı da sessizdirler. 
Nemrut  yada Sezar'da beri tüm zorbalar, kendilerini iktidara getirenleri bir süre sonra zorbalıklarını tattırlar. Körün gözü açılınca, önce bastonunu kırarmış. Bu ideoloji hiç demokrasi sözü verdi mi? Hatta demokrasi bizim için bir trendir, icabında ineriz demedi mi?
Şimdi yeni rektöre sırtınız döneceğinize, Atatürkçülüğe dönün diyeceğim ama hem Amerika yada benzeri ülkelerde makam kazanma şansınızı kaybetmek istemiyorsunuz, hem de istediğiniz şey 12 Eylül rejiminin ile dokunamadığı Robert kolej ayrıcalıkları. Herkes YÖK'ün atadığı rektöre razıyken, sizin kendi seçtiğiniz rektörle çalışmanız; başka üniversitelere verilmeyen, çok görülen imkanlar ve kadrolar size verilsin, böylece en seçkin ve zeki öğrenciler size gelsin. Diğer üniversiteler muhafazakar hurafelerle uğraşırken, siz en son moda teorileri çalışın. En zeki öğrenciler size gelsin.
Öyle yağma yok. O beraber Ermeni konferansı yaptığınız vakıf üniversiteleri boşuna mı kurdu ve o kadar yatırım aldı? Siz o holding vakıflarının üniversitelerini yüceltme, üniversite kuruyoruz diye ormanları, deniz kıyılarını, bozkırları yağmalamasını akıllandırma aracıydınız. 
Şimdi de sefilliğinize ağlayın.