Tesadüfen okuduğum bir kitap, aradığım kelimeyi bulmamı sağladı. Aslında bu kelime, Sovyet sistemi ve doğu blokunu yönetenleri ifade etmek için kullanılmış. Sınıf sistemini yok etmek üzere yola çıkmış bir ideolojinin, böyle bir sınıfın varlığını kabul etmesi ne acı? Bu sınıf varken, eşitlikten nasıl bahsedebiliriz? Aslında Spvyetler Birliğinin yetmiş sene yaşamasına şaşmalı.
Bu kelime nomenklatura; baskın sınıf demek. George Orwel'ın, Hayvan Çiftliği romancığında belirttiği gibi, bütün hayvanlar eşittir, bazıları daha eşittir. Bu sınıf, işin doğrusu her sistemde vardır. En basitinden, herhangi bir lise edebiyat ders kitabını alın. Tanıtılan yazarların hayat hikayelerine bakın ve hangi liselerden mezun olduklarına bakın. Dışişleri bakanlığı, 1990'lı yıllara kadar Galatasaray lisesi mezunlarınınn tekelinde olmuştur. Bunun tek sebebi, bu lisenin çok iyi eğitim vermesi değil, yıllarca bu okula belli seçkin ailelerin çocuklarının seçilerek alınmasıdır. Galatasaray, Kabataş, Kadıkaöy Anadolu gibi liselere girmek, 12 Eylülce Anadolu lisesi ilan edilmelerinden sonra kolaylaştı. Bundan sonra da bu okullardan sürekli yüksek bürokrat ve sanatçı yetişmez oldu. Çünkü bu liselere, Osmanlının son dönem nomeklaturası, yani baskın sınıfı, bu okullar ve bu okulları tuba ağacı nazariyesi diye diye el üstünde tutan akademisyen-bürokrat güruhu sayesinde ayakta kaldı.
Nomenklatura hep bir ideoloji, bir yüce amaç arkasına sığınır. Hasan Ali Yücel'in bakanlığı bırakmasından, 12 Eylül rejimine kadar milli eğitim, tuba ağacı nazariyesi diye inliyen muhafazakarların elinde oldu aöma o ağaç bir türlü Türkiye'yi besleyemedi. Daha ziyade kendi kendisini besledi. İstanbul'un bu tuba ağacı liselerinden mezun olup, Anadolu'nun içlerinde çalışan pek az kişi oldu.
En genel nomenklatura ideolosiji liberalizm (kapitalizm) (https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/kapitalizm-ile-ilgiliyanlis-bilgiler-su.html ) ve islamcılıktır (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/11/son-yillarda-biten-islamci-seyler-2.html ) Her ikisi de bazı ideolojik ilkelere dayansa da amaçları moneklatrualarnı, yani baskın sınıflarını korumaktır. Yüce kavramlar bunun için kullanılır, icabında yok sayılır. Mesela serbest piyasa ekonomisi tamamen hayal mahsulü, küçük işletmelerin büyümemeleri için uydurulmuş bir palavradır. Adam Simith bile, İskoçya gümrük bakanıyken, İngiltere'den gelen kumaşlar, İskoç tekstilini zorlayınca, İngiltere'den gelen kumaşlara yüksek gümrük koymuştur. Türkiye'de tarım ürünleri pahallandığında devlet derhal gümrükleri indiriyor ama sanai ürünlerinde böyle bir şey yapmıyor, zira büyük sanayiciler hep kollanıyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/03/kuresellesme-yalan-hani-gumrukler.html ) Kapitalizmde özgürlük de kocaman bir yalandır, kapitlasizmde özgürlük kavramı da bir yanaldır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/popper-soros-veliberal-kapitalist.html) Latin Amerika, Orta Doğu, Afrika ve hatta Endonezya diktatörlükleri hep kapitalisttir. Büyük şirketler zarar edeceğinde, özgürlükleri kaldırmanın ya da gümrükleri kaldırmanın bir bahanesi bulunur. Kapitalist sistemde ekonomi bilimi demek, süper zenginlerin daha da süper zengin yapılması gerektiğine dair bahaneler üretmek demektir. Kapitalist ekonomistelere sorarsanız, tüm küçük esnaf batsa, işçilerin alım gücü yarı yarıya düşye bir şey olmaz, ama tek holdingin iflası kıyamettir.
Benzer bir durum, dinler içinde böyledir ve tarih boyunca böyle olmuştur. Din adamları, kazançlarına dokunulmadığı sürece her şeye tahammül eder. Hindistan'da tarikat şeyhleri İngilizlere o kadar bağlıydı ki, Muhammed İkbal, İngilizler bir gün Hindistan'ı terk etse, Hintliler taştan, çamurdan İngilzler yapar, onlara hizmet eder demişti. Çanakkale savaşında ve işgal yıllarında İstanbul sokaklarında dolaşan siyahi askerleri de Senegalli bir şeyh yollamıştı. Birinci Dünya Savaşında Arap şeyhleri, İngiliz zaferi için dua etmişti. Suudi Arabistandaki Osmanlı eserleri yıkılırken, Thomas Lawrence'ın evi müze yapılmıştır. Türkiye başbakanı da Irak'ı işgal eden Amerikan askerleri için dua etmişti. Adnan Menderes, özellikle İstanbul'da yol genişletme bahanesi ile, bazıları Mimar Sinan'a ait onlaca camiyi yıktırmış, Birleşmiş Milletlerde açıkça Cezayir'in bağımsızlığına karşı oy kullanmıştır. Kendisi onlarca cami açmış, dini hikayeler dinlerken, mendil ısıra ısra ağlamış, minare tepesindeki alem denen hilal şeklindeki metal parçası yüzünden müteahitlerle defalarca tartışmış, buna karşın İstanbul'da, tarihi bir cami bahçesine gömülmek isteyen Süleyman Hilmi Tunahan'ı ( Süleymancılık denen tarikat-örgütlenmenin kurucusu) Karacaahmet mezarlığına gömdürmüş, iki tanesi opera sanatçısı olmak üzeresayısı belirsiz metresler edinmiş, bürokratlarının eşleriyle (bunlardan birisi İstanbul İl Emniyet müdürünün eşidir. Menderes odada işini görürken, koca da ünüformasıyla nöbet tutmuştur) yatmış, her akşam yemeğini kaliteli bir şarapla içmiştir. Saddam Hüseyin'de halk içinde daima dindar görünür, akşam kaliteli bir şişe şarapla yemek yerdi. Baş yardımcısı Tarık Aziz, Hristiyandı. Amerikan askerleri geldiğinde, içinde yapay şelale bulunan villasında, Meryem ana ve İsa heykelcikleriyle bulmuştu. Mevlana'da babasından itibaren ateşli bir Moğol yanlısıydı. En yakın müritlerinden Ahmet eflaki'ye göre, Mevlana'nın babası Bahaeddin Velet, kendisini Kürt yatmış, arap uyanmış biriydi. Mevlana, Afganistan doğumluydu. Afganistan'da Kürtlerin ne işi var diye düşünebilirsiniz. Milattan önceki Ahamenit döneminde Şahın biri, Kürtlerin ve Yahudilerin bir kısmını İran'ın kuzey doğusunda ve Orta Asya'da, Orta Doğudaki kadar olmasa da, Kürt bir azınlık vardır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/ariflerin-menkibeleri-ve-mevleviligin.html ) Mevlana'da Mesnevisinde Türkler ve Aleviler ile alay eder, bolca da müstehcen hikaye anlatır. ) https://onbinkitap.blogspot.com/2017/12/mesnevidenhatirlananlar-mevlana.html ) Hatta bunlardan birince, tecavüze uğrayan bir çocukla alay eder. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/10/diktatorlerin-marifetleri-histonun.html ) Babası ile Moğol propagandası yapa yapa önce Karaman'a, sonra Konya'ya gelmiş, Moğolları sakinleştirmek isteyen Selçuklularca itibar görmüştür. Moğol komutan Bacu Noyan, Konya kalesini ve şehri yakıp, yıktığında, Konyalıların bunu hakettiğini söymeiş, Bacu Noyan'ın gizli Müslüman olduğu dedikodusunu yaymıştır.Aslına tüm tarikatlar ve din adamlarının önceliği, kendi din adamı sınıflarının refahıdır. Ben yıllarca Türkiye'deki tarikatların, Atatürk ve Atatürk'e karşı olmasının sebebini, Atatürk'ün kurtuluş savaşı sonrası icraatları zannederdim. Meğer Kurtuluş savaşına da karşılarmış ve gerçekten de keşke Yunan kazansa diyorlarmış. Zira İngiliz-Fransız emperyalizmi, İspanyol-Portekiz emperyalizminden farklı olarak, yerli halkın dinini değiştirmekle ilgilenmemiş, yerel dini liderler de iyi geçinmiştir. Cumhuriyet sonrası dini yazarlar, Atatürkçüleri ve solcuları Avrupa ve Amerika ile iş birliği yapmakla suçlarken, kendileri Avrupa ve Amerika aleyhine tek söz etmez. Altıncı filoyu protesto eden gençleri denize attıkları gibi, filoya doğru da namaz kılmışlardır. (Filo boğaza demirlemişti, kıble de Marmara denizine bakmaktaydı. Kaldı ki son yıllarda Kurtuluş savaşı şehidi ya da ilk yıllarının önemli kişilerinin adını bir bahane ile silmek ve yerine basbayağı işgal yanlılarının adını vermekle meşguller. (https://www.odatv4.com/guncel/ataturkun-ismi-okullardan-siliniyor-1604151200-74357 ) En basitinden, Ankara'da Satı Kadın lisesinin adı, binanın değişmesi bahanesiyle Cemil Meriç yapıldı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/02/bazi-okumayin-tavsiyleri-1yalancilar.html ) Kendisi Hatay Fransız işgalindeyken, Fransa yanlısı ama Türkiye'ye katılınca bir anda milliyetçileşip, Şaman soy adını alıyor. (İlk soy adı bu) Sonra bir ara solcu, hatta sosyalist. Derken İstanbul üniversitesine kapağı atıp, siyasal iİslamcı oluyor. Üniversiteye Fransızca okutmanı olarak giriyor ve Fransızca bir sosyoloji kitabını, derse girmek istemeyen profesör yerine alıyor ama kafasına göre sağcılık propagandası yapıyor. Sonra doksanlarda İletişim yayınlarında seri halinde yayımlanıp, eski solculuğu iyi bir şeymiş gibi piyasaya veriliyor. Bu yazı uzamış olmakla beraber, Mustafa Necaati'ye yapılanlardan da bir bahsetmetmştim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/mustafa-necaatiden-alinan-intikam.html) Amerikan misyonerlerinin köküne kibrit suyu ekmişti.
Dini simgelere saygı durumu da benzerdir. Dini simgelere hassasiyetleri, kendilerinden olmayanları aşağılama ve baskılama içindir. En başta zaten başkalarının dini simgelerine ya da dini olmasa da değerce yüksek buldukları varlıklara zerrece hassasiyet göstermez, hatta bizzat saldırırlar. Kendileri ihtiyar bir erkek olan şeyhlerinin (ya da hocaefendilerinin ) sümüklü mendillerini saklayanlar ya da nerden geldiği belli olmayan kıl parçalarının peygambere ait olduğunu iddia edip, karşısında zırıl zırıl ağlayanlar; heykeller karşısındaki bir dakikalık saygı duruşuna ya da konan iki parça çiçeğe put derler. Başka din ve inançtan kişiler hakkında asılsız dedikodu üretmekten de çekinmezler. (Aleviler mum söndü yapıyor, Yahudiler, iğneli fıçıçyla Hristiyan kanı akıtıyor, vesaire vesaire) Kendileri de, kendi simgelerine o kadar sadık değildirler. Şu günlerde bir seccade konusunu dillerine dolamışlar. O seccadelerii esnaf, döndüre döndüre, yere çala çala ve yoga halısı diye satıyor. Kaldı ki mekan, mescit ya da cami falan da değil. Kendileri fi tarihinde helvadan put yapıp yiyen Fenikelileri ya da Yemenlileri kınarken, Kuran, Kabe, hatta şehit Ömer Halisdemir'in heykeli dahil pek çok şeyden pasta yapıp yemişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder