sahtekarlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sahtekarlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2025 Çarşamba

PİRİNCİN TAŞI-AHLAKSIZLIĞIMIZIN TARİHSELLİĞİ



Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan kork cümleri ne Japon ne Afrika ne de başka bir memleketin atasözüdür.  Pirinç, normalde içeriği taşlı bir ürün değildir. Oysa Türk halkı olarak, seksenlerin sonuna kadar sadece pirinçten değil,  bulgur, mercimek gibi her türlü küçük taneli gıda ürünlerinden taş ayıklıyorduk. Bizi taş ayıklamaktan ve içi taşlı ürün almaktan Amerikalılar kurtardı. Tam ne zamandı hatırlamıyorum, seksenlerin ortalarıydı, o zamanların tek yada iki (TRT 2) kanallı televizyonlarında bir reklam dönmeye başladı. Pakette Kaliforniya pirinci satılıyordu. Bizler de başta şaşırdık, paketin içinde taş, yok muydu? Yoktu ve pek çok insan, sırf taş ayıklamamak için Kaliforniya pirinci kullanmaya başladı. Sonra yerli zahireciler, pakette ürün satmaya başladı. Sonra normal zahirelik ürünlerde taşsız satılmaya başladı.  Çünkü artık zahireci esnaf,  ürünlerin içinr taş koymaktan vazgeçmişti. Pirincin taşını ayıklamak, pirinçteki beyaz taş kavramları deyim ve atasözü olmuş, benimle mercimeği taşlı yar sözü de türkülerde kalmıştı. Bana bu gerçeği, bir yıl kadar önce, Ankamall (yada Büyük Migros)'in önünde açılan panayırlardan birinde aldığım dağ incirleri hatırlattı. Küçücük ve çok  tatlı bu incirler, una bulanmıştı ve aralarına beyaz taşlar konmuştu. Bu panayıra mal gönderen köylü, eski alışkanlıklarından  kurtulamamıştı. Gene eskiden , marul, lahana gibi sebzeler, diri ve parlak olsun bahanesiyle ıslak, hatta uzun süre suda bekletilerek satılırdı. Bahane  olarak söylenen, diri kalması, parlak görünmesiydi. Oysa gerçek neden, su emen bu bitkileri daha ağır göstermekti. Bu yöntem, zincir marketler yaygınlaşınca, azalarak bitti.

Atatürk inkılaplarının en az konuşulanı,  ölçülerde birlik kanunu. Osmanlı'da ölçülerde bir birlik yoktu ve bu da ticareti çok zorlaştırıyordu. Oysa bu toprakların, Türklerden de önce, hatta yazıdan da öncesine dayanan bir ticaret geleneği yok muydu. Bu ticaret içinde, kendiliğinden bir ortalama ölçüler oluşması gerekmiyor muydu? Çok öğündünüğünüz Ahi teşkilatları, ölçü ve tartıyı standartlaştıramamış mıydı? Ahi geleneği ne zaman bozulmuştu da biz  bu çakal esnaflara kaldık?  Onlrcayı bırak, yüzlerce tarikat, bu ülkeye bir ahlak getirmedi mi?

Getirmemiş, kalıcı olmayan ahlak, ahlak değildir. Tehdit ile ahlak olmaz.Dini tarafından ölüm sonrası sonsuz cehennemle tehdit edilen kişi, dini kendi arzularına göre değiştirir. Cennete gitmesi için kendi isteği doğrultusunda öğüt verenleri dinler. Haçlı seferleri, Maraş-Sivas katlimları, dindarların eserleridir. Ahlak, biir bilinç eseridir. Ahlaklı davranmamızın sebebi, cehennemden korkmamız, metafizik etkiler değil, o şekilde yaşamamız gerekliğidir.

 Bu iktidar yada iktidarlar, gökte düşmedi. Bu partiler, seçmenlerine benziyor, önceki oy verdikleri partilere bir bakın.  O partilerin skandallarına bakın. Ancak yağmadan kendilerine pay verilmediğinde, partilerini terk etmişler. İktidarın yıllardır kitlesini, muhaliflere karşı kışkırttığının bilmem farkında mısınız? Gezi'de, türbanlı bacımızın üstüne işediler yalanına o kadar sıkı sarıldılar ki, Diliniz Kaba, Kalbiniz Taş diye bir kompozisyon yarışması bile düzenlediler. Her fırsatta dinsizlik diyerek, dinimize saldırılıyor diyerek, muhafazakarları, sekülerlerin üzerine kışkırttı. Muhafazakar kitle, sekülerlerle, sokak röportajlarında telefonunu çıkar benzeri tepkileri saymazsak, çatışmak istemedi. İktidarın özenle koruduğu göçmenlere ise, Altındağ'da olduğu gibi çatıştı. Sorun şu ki muhafazakarlar, sekülerler ile çatışınca, yağmadan pay almayacağını biliyor. Göçmenleri kovup, işsizlik azalsın, kira fiyatları düşsün de istiyor. Yani  karşımızda bilinçsiz bir kitle yok. Ezelinden beri böyle bir kitle. 

Bize de pirincin taşını ayıklamak düşüyor.




13 Şubat 2025 Perşembe

SİGARA VE KURTLAR VADİSİ



 Kartaltepe'de, 78 insanın öldüğü facia, nereden tutsak elimizde kalıyor. Cehaletin ve vahişiliğin elinden, zenginliğinizle de kurtulamayacağınızı göstermiştir. Geceleği bin  yuro ve daha fazla olan otelde bile ölüm sizi bulabiliyor. Ölen insanların çoğu, yüksek ücretli ve uçurum manzaralı üst katlardaydı ve süit denen, bir kaç odadan oluşan bu birimlerin ücreti, hele de yarıyıl tatilinde zirvede, belki de iki bin yurodan fazlaydı. Bu paranın tam pansiyon olduğunu varsaysak bile, öğle yemeği ve mini barlara dadanan çocukların harcamaları ile faturalar kabardıkça kabarır. Otellerde lokanta kısmı genelde giriş katında olur, gelen-geçen de yesin diye ama bu otelde üst katlardan birine konmuş ki, yüksek ücret veren müşteri memnun olsun. Otel tam bir doğulu ahlaksızlığı anıtı. Hani diyorlar ya, batının ahlaksızlığını almayalım; önce doğunun ahlaksızlığından kurtulalım. Gösteriş zirvede ama güvenlik sıfır. Otelde Michelin yıldızlı aşçı (rahmetli Eslem Uyanık) bile var ama duman sesnsörü ve yağmurlama yok. Bu Michelin yıldızını, aynı isimde lastik firması bazı lokantalara ve aşçılara veriyor ve en ufak hatada geri alıyor. Otel sahibi aylık gelirim yüz bin lira demiş ama o parayla Michelin yıldızlı aşçı çalıştıramazsın. Muhtemelen yazın çok daha fazlasını alıyordur ve 21 yaşında çalışmayacağım da, başka ne zaman çalışacağım diye kış sezonuna buraya gelmiştir. Kızın adını reklamlarda da kullanmışlardır. Michelin yıldızlı şef çalıştırıyoruz diye. Kızın İnstagram hesabı birbirinden güzel yemek fotoğraflarıya dolu.

Otelde duman dedektörü ve yağmurlama sisteminin olmamasının birinci nedeni, müşterilerin sigara içmesiydi. O kadar para verdiler, sigara da mı içmesinler, zihniyetidir bu. Geri kalmış ülkelerde kanunlar zenginler içindir. Zenginler, politikacılar ve diğer bazı kişiler yasadan ne kadar muafsa, yargıda eşitlik ne kadar yoksa, ülke o kadar geri kalmıştır. Hele de zenginlerin özel yaşam alanları olan evlerinde ve otellerinde kontrol ne kadar azsa, o kadar az gelişmişlik vardır. Diğer taraftan ülkemizde sorunun asıl garipliği, ülkemizde alkole karşı gösterilen tahammülsüzlüğün, sigaraya karşı olmaması. Muhafazakar insanlar, Tekel idaresi tarih olduğu halde tekel bayi denen alkol satışı yapan yerlerden diğer ürünleri de almazken, dükkanında bira gördüğü esnafla alış-verişi keserken, sigarayı bu kadar hoş görüyle kabullenmesi. Sigara ve alkolün tüketimini azaltmak isteyen iktidarın, uyuşturucu tüketimini astronomik oranda arttırmayı başarmasıysa, daha bir ironik. Fark ettim ki sigara yasaklarına karşı devletin baskısna rağmen son üç yıldır falan, sigara tüketimi, elektronik sigara ve sarma tütün şekli ile gene artışta ve sigara içenler, izmaritleri konusunda daha da fütursuz, söndürmeden yola atıyorlar. Ben bunun sebebinin Kurtlar Vadisinin, internette, özellikle Youtube'daki artan popülerliğine bağlıyorum. Bu dizi, televizyonlarda sigara ve alkol görüntülerinin buzlanmasının sebebi. Bir ara her bölümü duman altıydı. Dizinin sigara kartellerinden, el altından para aldığı çok belliydi. Bu yazıyı okuyan sayın insanlar; sigara kartellerinin üç kuruş rüşvetine hayır diyemeyenlerin, derin devletin sırlarını ve dünya siyasetinin gerçeklerini size vereceğini mi sanıyorsunuz? Bu dizinin yapımcıları, bir hafta önesinden Kaşif Kozinoğlu'nu öldüreceklerini ilan edip, sonra öldürdüğünü unuttunuz mu? Dizide adı geçen KGT, MİT'in içinde MİT'ti Tansu Çiller tarafından kurulmuştu. Oysa dizide ne Çiller var, ne de Çiller'in kocası ve o zamanların bazı medya kuruluşlarının 'ENİŞTE' adını verdiği Özer Çiller var. Abdullar Çatlı ise Susurluk kazasında ölen arkadaşı ve polis müdürü Hüseyin Kocadağ ile aynı kazada ölen metresi Gonca Us yok. Kazadan yaralı kurtulan Sedat Bucak ise farklı adlarla dizide Polat Alemdar (Çatlı)'nın düşmanı olarak göründü.

Bu dizi ve pek çok dizinin üzerinde örtülü-gizli bir yasak olması gerektiğine dair bir şeyler yazacaktım ama fark ettim ki aslında gizli bir teşvik var, bu teşviğin de çok fark edemediğimiz bir anlamı var. Kapitalizm, 1943 Sicilya harekatıyla faşizme yeni bir görev verdi.  İktidara gelmeyecek ancak kapitlaistlerin çıkarlarını, kendi çıkarlarıymışcasına savunacak, komünizmin, sosyalizmin ve her türlü sol akımın güçlenmesini engelleyecekti. Bunu da bedava yapamazdı. Sonuçta İtalya'dan başlayarak, önce NATO, sonra Latin Amerika'da ve tüm Amerikan yandaşı ülkelerde mafya organizasyonları, faşizan örgütlere verildi. Bu örgütler fazla olduklarında, arada tutuklamalar ve operasyonlarla budandı. Amerikan film sanayisi ve diğer film-dizi üreticileri de mafyayı gösterişli,  birbirine sadık, cesur insanlar topluluğu olarak gösterdi. Gerçekte mafya, para odaklı,  bunu da illegal ve gayrıahlaki yollardan elde etmekten çekinmeyen, birbirlerine de düşman insanlar topluluğudur. Bu güvensizlik sebebi ile evlilikler yolu ile büyüme, akrabalara ile çalışma odaklıdır ve bu kişiler akrabalarını da ilk fırsatta satarlar. Polis kadar, birbirlerine de düşmandır. Kurtlar Vadisi gibi dizilerde, mafyayı devletin yada derin devlet denen oluşumların bir parçası gibi gösterdi. İnsanlar mafyanın arkasında istihbarat aradı. Pek azının arkasında istihbarat vardır ve varsa da geçici olarak vardır. Genelde arkalarında rüşvet verdikleri kamu görevlileri vardır.

Mafya ile mücadele için, mafya filmleri ile de mücadele şarttır. Son olarak mafya komedilerine değineyim. Mafya liderleri, kolay kandırılan, komik karakterler değildir, ellerinden öyle kolayca kurtulamazsınız. Mafyayı komedileştirmek de onu masumlaştırmaktır ve bilinçli yapılmaktadır.