Türk
sağının kült ismi ve çok satan yazarıdır Nihal Atsız. Onunla ilişkin ciddi bir
eleştiri yazısı göremeyince, kendim yazmaya karar verdim.
En
başta ırkçılığın ahlaki bir olgu olmadığı gerçeğini hareketle başlayalım. İnsanları,
kendi seçemediği ve değiştiremediği ırk ile ayırmak, hangi ahlaka uyar ya da
Atsız’ın bir ahlakı var mıdır? Üstelik kendisi de saf ırk olduğunu bir türlü
ispatlayamazken? Kendisi de sürekli Yahudi, Rum, Ermeni kökenli olmakla
suçlanmış, savunma olarak da Türk ırkından değilsem, ırkçılık yapmam, ama bu ırkçılığı
yanlışlamaz demiştir.

Mezhepçiliğinin
sebebi dindarlığı değildir, azınlıklardan hoşlanmaz. Kendisi İslam’ı da pek
sevmez, bariz Şamanist’tir. Mesela
Bozkurtların Ölümü romanındaki Vang Yu karakteri aslında Müslümandır. Orada
alay edilen şey, azla yetinme fikridir. Romanı yazdığı sıralarda fazlası ile
NAZİ ideolojisinin etkisindedir.
Romandaki Türkler, azıcık aç kalsa güçten düşerler. At uşağı karakteri
de, güreş şampiyonu iken bu Çinli sufiye aldanır ve güçten düşer. Domuz gibi
tıkınınca kuvvete gelir. Atsız’ın çok
sonraki Deli Kurt romanında Türkler, açlığa dayanır hale gelmiştir.
Atsız’ın Müslüman olmadığına ilişkin en belirdin delil, Ruh Adam romanıdır. Romanın sonunda Selim Pusat’ı yargılayan Tanrı’nın, İslam’ın her şeye kadir Allah’ı ile alakası yoktur. Çünkü bu tanrı, kulu Cengiz Pusat’a laf yetiştiremez, ben yaparım, bunun haklılığı yoktur ya da bu manada bir şeyler der. Ayrıca tüm insanlık tanrı önünde secde ederken, Türk büyükleri sadece diz kırar. Sahne, hayali bir yargılanma sahnesidir. Kitabın sonuna değilse bile, sonlarına doğrudur. Romanı daha iyi anlamak için, Selim Pusat’ın, Atsız’ın kullandığı takma adlardan biri olduğunu hatırlayalım. Romanın başkahramanı bizzat Atsız’ın kendisidir. Böylece Atsız’ın, Türkçe ve Türk Edebiyatı olan ilk eşini (kimilerine göre soyadı kanunundan evvel evlendiği, sonra da boşandığı Mehpare hanımdan sonraki ikinci eşi) boşadıktan sonra, bizzat eşinin öğrencisi bir kızla evlendiğini öğreniyoruz. Roman, bir Uygur masalı ile başlar. Masal, romanın bölümlerine serpiştirilmiş bir haldedir. Romanda, Pusat’ın bolca gördüğü halüsinasyonlardan ve bu halüsinasyonların gerçekmiş gibi anlatılmasından dolayı, ben Atsız’ın aynı zamanda şizofren olduğu fikrini edindim. Evlendiği kız da sürekli hayaller görüyor. Kızın ailesi de, eski Türk yazıtları saklayan fantastik bir aile. Romanda Atsız’ın gerçek hayatı (1944 Irkçılık Turancılık yargılamalarından sonraki hayatı), sanrılar ve kurgu iç içe geçmiştir. Mesela Leyla Mutlak diye bir karakter vardır, öldürülen bir şehzadenin soyundan gelmektedir. Mutlak başa geçecek sloganı nesilden nesle geçmiş, soyadı kanunu ile de Mutlak soyadını almıştır. Romanın sonlarına doğru Selim Pusat’ın başka biri ile konuşmasında, kadının soyadının Mutlak değil, Mutlu olduğunu öğrenir. Benzeri, sanrılarında yek sandığı, Osman Fişer adlı, Almanya kökenli bir Yahudi içinde olur. Roman boyunca gerçeklik sık sık değişir. Roman, Atsız denince akla ilk gelen eser değildir. Bu romanı önemli yapan, roman kahramanının bizzat kendisi olması, özel hayatını okuruna açması ve romanın yazarın ölümüne yakın bir tarih olan 1972’de yazılmasıdır.
Atsız’ın
dört romanında (Ruh Adam, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor ve Deli
Kurt) olan ve erkeğin yanlış kahramana âşık olmaktan dolayı suçlu olması,
kendisini suçlu hissetmesinin kökeni de, eşinin öğrencisi ile evlenmiş olması
olabilir. Ruh adamda gülün bulduğum bir diyaloğu buraya yazarsam, bu gülünçlüğü
daha iyi anlarsınız. Selim Pusat, Leyla Mutlak’la dertleşmektedir. Leyla Hanım, Selim Bey’e bir öneri, daha
doğrusu bir izin verir. Leyla hanımın sözleri aynen şöyledir:
-
İzin veriyorum, bana âşık olabilirsiniz.
Bu sözleri ilk okuduğumda kahkaha
attığımı hatırlıyorum. Buraya gene Ruh Adam romanı ilgili bir parantez açayım.
Romanda Selim Pusat’ın bazı arkadaşları üç, beş yerde savaşı över. Savaş olmasa
insanlar millet olamaz, serseri, küçük topluluklar olurmuş. Atsız, hayatının
sonuna kadar barış düşmanı ve savaş yanlısı olmuştur. Bu sözlerini de
muhtemelen Alman Kayzeri Wilheim’in benzer sözlerinden almıştır. Zaten kendisi
her şeyiyle Alman ve NAZİ hayranıdır. Kâkülleri ve Hitler’in meşhur pozunu
taklit ettiği fotoğrafından ve pek çok görüşünden de bellidir.
Bozkurtların
Dirilişi romanında ilk otuz sayfa boyunca sık sık Türklerin kumral ve ela gözlü
olduğunu söyler. Sonra bunan hiç bahsetmez. Absürt olansa bu kumral ve ela
gözlü Göktürklerden bazılarının Çinlilerin arasına sızıp, casusluk yapmasıdır.
Leman dergisinde Bahadır Baruter’indi yanılmıyorsam, bir karikatür vardı.
Siyahinin biri Japon istihbaratına sızıyordu. Göktürkler ya da Orta Asya
Türkleri sarışın ya da kumral ise, Anadolu’yu ve Orta Asya- Sibirya’yı kapsayan
kara kaşlı, kara gözlü insanlar topluluğu neyin nesidir peki? Kendisinin de ne
Orta Asyalıara, ne de kumral, ela gözlü insanlara benzememesi de olayın ayrı
bir boyutu. Bozurtların Dirilişi’ni okurken pek çok kişi, uçsuz bucaksız
Sibirya steplerinde birbiri ile karşılaşır. İçinizden bunlar birbirleri ile bir
de çarpışıyorlarmış dersiniz ve gerçekten de çarpışırlar.
Dört
ana romanında (Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor romanları pek çok kez
aynı cilt içinde yayımlansa bile, ikisi arasında belirgin farklar vardır) ortak
iki özellikten biri, erkeğin yanlış kadına aşkı ve pişmanlığıdır. Ruh Adam’da belirttiğimiz, eşinin öğrencisi
ile aşkı, Deli Kurt’ta Murat Beyin
Gökçen Kız’a aşkı, Bozkurtların ölümünde
Kür Şad’ın oğlunun sevilisi ile intiharı ve Bozkurtların Ölümünde de Çinli
sevgilisinin kocasından son anda kurtularak, saray baskınına katılan Onbaşı
Yağmur. (Yağmur, o günlerde doğan büyük oğlunun adıdır) Atsız’da baş roldeki
erkek hep yanlış kadına aşından dolayı suçludur ve pişmandır.
Bozkurtların
Ölümü harici diğer üç romanında olan ilginç bir gizli soy olgusu vardır.
Bozkurtlar Diriliyor da Kür Şad’ın gizli oğlu,
Deli Kurt’ta Yıldırım Beyazıt’ın Fetret savaşlarında kaybederek ölen İsa
Çelebinin gizli oğlu ve Ruh Adam’da Leyla Mutlak örneğinde olduğu gibi.

-Ne
yani, sanki tüccar mı olacaktın, cevabını alır. İşin ilginci romanda savaş,
gaza, alperenlikle ilgili bir cümle yoktur.
Varna savaşında Türklerin
kuzeyde, Haçlı birliğinin güneyde olduğu ayrıntıs vardır ama savaştan önce
namaz-dua ya da savaşta Allah’ın adını anarak savaşma ayrıntısı yoktur.
Allah’ın adı savaşlarda hiç anılmaz. Sadece Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin
isyanın bir parçası olan Börklüce isyanı bastırılırken kitler,
-La
ilahe illallah, Bedrettin Resulullah diye bağırır. Osmanlı kayıtlarında böyle
bir şey yoktur ama Atsız için tarihsel gerçekliğin, romanda bir önemi yoktur.
Mesela romanda savaş bölümlerinde yeniçerilere yer vermez. Oysa bu gün Osmanlı
denince herkesin aklına ilk gelen yeniçerilerdir. Yeniçeriler o zaman da ordu
içinde ciddi bir güçtü. Romanda sipahilerin hepsi saf ırk Türk’tür. Oysa o yıllarda pek çok tımarlı sipahi
devşirmedir, hatta bazılar din değiştirmeden Osmanlı ordusunda savaşmaktadır.
Savaşmak
demişken, Murat bey romanda iki defa esir düşer. İşin ilginci esirden çok
misafir muamelesi görür. Birinde Macarlara, diğerinde de Varsaklara esir olur,
her ikisinde de zaten serbesttir ve kaçar. Macarlara esir düşmeden evvel de
Osmanlı ordusunda bolca Macar övgüsü vardır. Gâvurda bir yiğit varsa o da
Macar’dır diye. Bu sözlerin de sebebi, o yıllarda Turancıların, Macarları,
Türklerle aynı soydan sanmasıdır. Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun, Gönül hanım adlı
romanında bu net olarak anlatılır. Orada esir bir Osmanlı subayı, esir bir
Macar subayı ile Rusya’da bir esir kampından kaçar ve Orhun yazıtlarını görüp,
kopyasını çıkararak, Türkiye’ye geri dönerler. Onlara da Gönül Hanım diye bir
Tatar kızı nezaret eder. Oysa Rusya’da
esir olan Türklerin yaşamı hiç de öyle değildir. Parası olsa bile esirler,
kampın dışında yaşayamazdı ve ek çoğu uzun mesafeleri yürürken ölmüştü. Bir
keresinde de Rus köylüleri, terk edilmiş bir vagonu, içinden yiyecek çıkar
umudu ile açarlar. İçinde soğuktan ölmüş Türk esirleri görürler. Oysa Murat Bey,
hem Varsaklarca, hem de Macarlarca misafir gibi ağırlanır. Esaretten dönünce
de, neden diye sorgulanmaz. Romanda Varsaklar, kımız içerler. Ben o devirde
Anadolu’da herhangi bir topluluğun kımız içtiğini sanmam. Kımız, daha ziyade
Kırgızlara ve kısmen de Kazaklara ait bir içecektir. Deli Kurt romanı, devrin
gerçekliğini anlatmaktan uzaktır.

Romanı
inceleyelim önce, sonra Atsız, Alman
hayranlığını sonrasında ayrıntılı anlatalım. Roman’da Kür Şad, güçlü kuvvetli,
yakışıklı, ak budundan olmakla beraber, han soyundan olamayan bir Göktürk’tür. (
Ek bilgi, İslam önce Türk toplumları, ak budun, kara budun diye iki ana sınıfa
ayrılır, her iki sınıf, kendi içinde evlenebilirdir. Ak budundan olanlar devlet
üzerinde hâkimiyet iddia edebilirdi)
İkiye bölünmüş Göktürk imparatorluğunun doğu kısmı çökünce, Çin’e esir
olur. Yani daha önce söylediğim gibi Çin kaynaklarında yazılanların tersi bir
şekilde olayı anlatmıştır. Kür Şad, en başından Çin düşmanıdır. O sıralarda
Göktürk ordusuna hizmet eden Çinli generallerden de hoşnut değildir, ülkeye
gelip, giden Çinli tüccarlardan da. Bu ilk romanda, yani Bozkurtların
Ölümündeki Türk toplumu da bir tuhaftır. Daha önce söylediğim gibi, kıtlıktan
çıkmışçasına, tıka basa yerler, azıcık aç kalsalar, takatten düşerler. El emeğini ve ticareti hor görür, yağma ile
övünür. Çinli kadınlar, Türk erkeklerini yoldan çıkarır. Çinli erkekler ise,
Türk kızlarının çadırına girer, sabaha kadar yalvarır ve hayır cevabı alır. En başından Çin düşmanı olan Kür Şad ise,
esir olur olmaz, adamları ile Çin imparatorunun hassa ordusuna yazılır. En
baştan Çin düşmanı birisinin, böyle bir hizmete kabul edilmesi de, Çinlilerin
mantıksızlığı olmalı. Her halde o yüzden kaynaklarında, beyi ile beraber, daha
doğu Göktürk devleti yıkılmadan ülkeye iltica ettiğini yazmışlar. Çin’e ise
uyum sağlayamıyorlar, bu yüzden uzun süre isyan etmiyorlar. Sonra da korumakla
yükümlü oldukları Çin imparatoruna tekrar ihanet etmeye karar veriyorlar. Çin imparatorunu
şehir gezisinde öldürecektir ama o geceki aşırı yağış, imparatoru sarayında
kalamaya mecbur bırakır. O da kırk kadar yandaşı ile saraya saldırır. Sonra da savaşa savaşa geri çekilir, bir
nehrin kenarına kadar gelir ve o gece imparatorun dışarı çıkmamasına sebep olan
yağmurun getirdiği selde arkadaşları ile ölür.
Atsız,
Kür Şad’ı en büyük Türk ilan eder. Ona göre bu hareketi ile, Çin Seddinin
dibine yerleştirilmiş olan Türkler, korku ile kuzeye sürülmüştür. Türkler asimile
olmaktan ve dolayısı ile yok olmaktan bu sayede kurtulmuştur. Böylesi büyük bir
Türk sürgününden bahseden Çin kaynağı yoktur. Meşhur bilge Tonyukuk bile Çin’de
doğmuş ve eğitim almıştır. Daha önce de söylediğim gibi Kür Şad’dan bahseden
Türk kaynağı olmamasıdır. Diğer bir husus da, Göktürk fetretiyle Çin’e gelen
Türklerin bir kısmı, Çin’de halen yaşamaktadır. Sarı Uygur ya da Salar (Salur?)
denen bu topluluk, Sincan Uygur Özerk bölgesine yakın, Çin’in batısında özerk
ilçelerinde yaşar ve Müslümandırlar. Çinlilerin,
Türklerin çoğunluğunu, özellikle savaşçılarını kuzeye sürdüğü doğru olabilir fakat
kuzeyde, Kırgızlar (Sonradan Issık göle göç etmiş, orada bugünkü Kırgızistan’da
yerleşmiştirler. Orada kalanlara bu gün Hakaslar deniliyor) ve Uygurlar ve pek çok
boy, hiçbir zaman Çin seddi civarına yerleşmemişti. Kür Şad’ı tüm zamanların en büyük Türk’ü ilan
etmek de mantıksızlıktır.

Atsız’da
ki Alman hayranlığı ve etkisi aşırı bellidir. En başta fotolarındaki meşhur
Hitler kâkülü ve sık sık Hitler gibi poz vermiş fotoları, buna örnektir. Bozkurtların
Ölümünde ilk otuz sayfa boyunca Göktürkleri kumral, ela gözlü yapması (bununda
romanın ilerleyen sayfalarda mantık hatasına sebep olması), Türk tarihindeki
sarışın karakterleri öne çıkarması da Alman hayranlığındandır. Tarihi yorumlamasında
da açıkça Alman örneğini verir. Örneğin ona göre Büyük Hun İmparatorluğundan
itibaren Orta Asya-Sibirya devletleri, tek devlettir. Büyük Selçukludan
itibaren orta doğu ve Anadolu’da kurulan Türk devletleri de tek bir devlettir. Buna
da Alman örneği verir. Almanların, 1870’e kadar gerçek bir birlik
kuramamalarını, savaşırken Fransa ve Polonya başta olmak üzere dış destek
almalarına rağmen bunun değişmemesini örnek gösterir. Osmanlının kurulurken,
diğer beyliklerle savaşına da, Prusya imparatorluğunun, yedi yıl savaşlarında
İngiliz desteği alması gibi örnekler verir. Sıkıştıkça Ficte başta olmak üzere
Alman filozoflardan örnekler verir. Hatta şöyle bir söz öbeği vardır:

Atsız’ı
objektif bir bilim adamı, gerçek bir tarihi gösterme çabaları da vardır. Tarihçi
olarak en büyük başarısı, Âşık Paşa tarihini gün yüzüne çıkarmasıdır. Tarih yazarken
de kendi ırkçı görüşlerinden hareket eder. Türk ırkı olarak görmediği pek çok
kişinin başarısını küçümseme ve başkalarının üzerine yıkma olarak gördüğü gibi,
bazılarının da devşirme olduğunu ret etmiş, onları Türk yapmaya çalışmıştır.
Mimar Sinan’ın Türk olduğunu iddia etmiş, bunun içinde kafatasının ölçülmesini
istemiştir. Oluşturduğu kamuoyu
sayesinde (yaşarken de etkili birisiydi) Mimar Sinan’ın kafatasını mezardan ölçmek
üzere çıkartmış, sonrasında da o kafatası kaybolmuştur. Makalelerinde milletleri
sık sık kafatasları ile sınıflandırırken, şimdi bazıları onlara kafatasçı
değildi diyor.
Atsızcılar
şimdilik internette dolaşan ergen sürüsü gibi görülebilirler. Nazilerde bir
zamanlar Nümberg’de bir grup serseriydi. Kaldı ki Atsız, her zaman etkin ve
tehlikeli olmuştur. 1934 Trakya olayları, Mimar Sinan’ın kayıp kafatası ve
Niğdeli Kadı Ahmet divanını kullanarak, Ülkücüleri, Alevilere karşı kışkırtması
gibi gerçeklikler, bize bu tehlikeyi hatırlatmalı.