İFRİT AVI (Tarzie
Vittachi ) ENDONEZYA SOLCU KATLİAMI
Bu yazımda
yeni baskısı olmayan ve az bilinen bir kitaptan bahsedeceğim. Kitabı sağcı bir
yayınevi basmış, Atatürk ve sol düşmanlığı ile bilinen Mehmet Şevket Eygi’de
önsöz yazmış. Eygi, baskılardan dolayı
Ramazan ayını Paris’te geçirdiğinden,
Paris’te de hiç Eyfel kulesine çıkmadığından, hep kitapçılarda,
kütüphanelerde gezdiğinden bahsetmiş. Muhafazakârların genel özelliğidir, hep
batıya gider, oralarda yaşar, paraları varsa oralarda okur, çocuklarını
oralarda okutur, sonra da batı toplumlarını kötüler. Bunu bir de Cahit
Zarifoğlu’nun düzyazılarından oluşmuş bir kitabında görmüştüm. Zarifoğlu hep batıyı geziyor ve batıyı kötü,
mutsuz insanlarla dolu bir ülkeymiş gibi gösteriyor. Kendisi hiç Müslüman bir ülke gezmiyor, daha
doğrusu gezemiyor ama Avrupa ülkelerini her gezisinden sonra, tü, kaka,
mutsuz Avrupa yazıları yazıyor. Müslüman
ülkeleri, hacca ve umreye gitme ve son on-on beş yıldır tatil ve alışveriş
cenneti olan Abu Dabi, Katar ve Bahreyn gibi yerler hariç gezmiyorlar. O
ülkeler ile ilgili bilgileri batılı gazetecilerden öğreniyorlar.
Bu kitabı yazan gazeteci batılı değilse bile
Sri Lanka’lı ve muhtemelen yazarın Türkçeye çevirtilmiş tek kitabı. BBC,
Newsweek,
The Economist ve
The Sunday Times gibi İngiliz yayın
kuruluşları adına da çalışmış. Hakkında internetten yaptığım araştırmada,
Birleşmiş Milletlerde, Nüfus fonu ve Çocuk Fonunda yöneticilik yapmış. Sri
Lanka’da doğmuş ve İngiltere’de ölmüş.
Kitap, 1965-66
solcu katliamıyla ilgili olarak internette, Türkçe sitelerden yazılanlardan
farklı olarak anlatıyor. Endonezya
komünist partisi, 19655-66 yıllarında, 3 milyonluk, bir iddiaya göre 5
milyonluk nüfusuyla, İslam dünyasının en büyük komünist partisi olan EKP,
Sukharno öncülüğünde Endonezya’nın Hollanda ve bir ara Japonya’ya karşı
bağımsızlık savaşını kazanmış ve ülkeyi yönetmekte olan NASACOM’un bir parçası.
Nas, nasyonalist, a, İslamcı parti, Com’da EKP, yani komünist parti. Bakanlıklar ve bürokrasi bu üç parti arasında
paylaştırılmış olsa da, gerçek güç ordu
ve başkan Sukharno’nun elinde. Sukharno’nun tek başarısı, bin kadarı insansız,
on üç bin adadan oluşan ve yüzden fazla dil konuşan ülkeyi, tek millet yapmak.
Bunun içinde kendisinin de üye olduğu ve en büyük etnik grup olan Java dili
yerine, küçük bir topluluğun dilini resmi dil yapmak. Ülke, Japonların
çekilişinden hemen sonra bağımsızlığını ilan ediyorsa da, küçük Hollanda
devleti, zenginliğinin en büyük kaynağı olan bu koca ülkeye (iç denizleri ile
A.B.D büyüklüğüne, yani 5 milyon kilometrekareye ulaşıyor, dünyanın 4, en kalabalık ve en kalabalık
İslam ülkesi) özgürlüğünü kolay vermiyor. Fiilen ancak 1949’da bağımsız oluyor
ve Hollanda’da ülkeyi 1950’de tanıyor ama İrian denen batı Papua Yeni Gine’den
çıkmıyor. Endonezya’da burayı işgal ediyor. Bölge, ülkenin en doğusunda ve belki de bu
yüzden İslamiyet ve Hristiyanlık yok denecek kadar az. Hollandalılar, Endonezya
başta olmak üzere sömürgelerine ne Portekizliler gibi dinlerini (Katolik
Hristiyan), ne de İngilizler gibi dillerini bırakmışlar. Hatta orayı gezenlere
göre, doğru dürüst koloni binaları ya da benzer imar eserleri bile yok. İlkel
yaşam süren İrian halkı, Endonezya devletinin katliamlarına ve sömürüsüne karşı
yıllardır direnmekte. Adanın madenlerini cömertçe batı şirketlerine açılması
sebebi ile bunu umursayan batı medyası yok. Kitapta bu olay sadece İrian seferi
diye, birkaç satırda geçiyor. Olay, solcu katliamını anlatıyor. Batı devletleri
bu konuda gerçek anlamda ikiyüzlü. Kuveyt’in işgalinde yer, gök inlerken, eski
Portekiz sömürgesi olan ve çoğunluğu Katolik olan Doğu Timor’un 1975’de
işgalini be 2000 yılına kadar ada halkının üçte birinin katledilmesine bile ses
çıkarmıyor. Ha, 2000 yılına doğru güney komşu Avusturalya’nın aklına, Timor
denizindeki petrol rezervleri geliyor, o zaman aklına Endonezya’ya baskı yapıp,
bu küçük ülkeyi bağımsızlaştırmak geliyor.
Ülke,
bağımsızlık sonrasında ekonomik olarak sürekli krizde ve sürekli yoksul.
Günümüzde de aynı. Endonezya Rupi’si
sürekli değer kaybediyor, halk sürekli yoksullaşıyor. Devlet ise sürekli inşaat
yapıyor, özellikle başkent Jakarta’ya dev kamu binaları dikiyor. Dr.
Lawrence Britt’in meşhur Faşizm’in
14 ortak noktasında eksik kalmış 2 şey var. Biri inşaatçılık, faşizan
yönetimler ve genelde de tüm diktatörlükler inşaat heveslisidir. Sukharno rejimi de devletin bütçesini
inşaatlara harcanıyor, Sukharno, ben iktisatçı değilim diye övünüyor (meşhur 14
maddede vardır zekâ ve bilgiyi küçümsemek) ve iktisatçılara, inşaatlarıma
karışmayın diyor. Diğer madde de başka ülkelere karışmak ve fırsat buldukça
istilacılık. Endonezya, İranian’ın işgali ile yetinmeyip, sürekli Malezya ile
uğraşıyor. Amerikan şirketleri,
Endonezya madenlerini yağmalarken, Sukharno, Bağlantısızlar paktının
liderliğine oynuyor. Malezya ile ülke sürekli gergin ve muhtemelen bu komşusunu
işgal etme hayalleri kuruyor. Ülkeyi oluşturan birleşmeye karşı, Filipinler ile
beraber tehdit ediyor ülkeyi. (Ek bilgi, Malezya, 4 İngiliz sömürge eyaletinin,
Malaya, Savarak, Sabah ve Singapur’un 1961’de birleşmesi ile oluşmuş,
Çinlilerin çoğunlukta olduğu Singapıur, 1965’de birlikten ayrılmıştır.)
Singapur birlikten ayrılınca da, Borneo adasındaki Savarak ve Sabah’ın da
ayrılmasını ümit ediyor. Sukharno, madenleri Amerikan şirketlerine devrederken,
diplomaside Bağlantısızlara oynuyor.
Bir parantez olarak da Bağlantısızlar
Hareketi ile ilgili eleştiri yazayım. Günümüzde de devam etse bile, sesi
çıkmayan bu oluşum, gerçek anlamda bir siyasi tavır almakta aciz kaldı ve
fazlası ile
etkisizdi. Tarihçesine baktığımızda Bağlantısızlarda Hareketinin
üyeleri itibarı ile, Türk sinemasının meşhur Neşeli Günler filmindeki Ziya
karakteri gibi, her iki taraftan (SSCB ve A.B.D) fayda sağlamak amacı güden
ülkeler ile, Amerikan yanlısı olup, Rusya’da yedekte olsun fikrinde olan
politikacıların oluşturduğu bir birlik.
En son doksanlarda bir tarihte, Kıbrıs Rum Kesimi lehinde, Türkiye ve
KKTC’ni kınayınca, ülkemizde giderek gözden düştü.
Konumuza geri dönelim. Sukharno’nun
yönetiminde ülke ve parti hızla kargaşalığa ve ayrışmaya gidiyor. Ülkenin para
birimi olan Endonezya para birimi rupinin 3 ayrı kuru var, 3.de de hızla değeri
düşüyor. Ülkede resmi ve karaborsanın yanı sıra, başkent Jakarta’da Otel Endonezya’nın
da kendi kuru var. İşsizlik hızla artıyor ve halkın temel besini pirinç olmak
üzere gıda fiyatları da hızla artıyor. Ülkede ticaretle uğraşan Çinli azınlığa
karşı düşmanlıkta artıyor. Çinli azınlıkta, Çin devletinin de komünist
olmasının da etkisiyle EKP’ye yakınlaşıyor. Çinli azınlık nüfusun %3’nü
oluşturmalarına rağmen ekonomide çok daha büyük çok daha büyükler. EKP’ise
ülkenin hâkim partisi NASACOM’daki diğer hiziplerden giderek ayrışıyor. Tüm
hizipler, o sıralar çok hasta olduğu söylenen Sukharno’nun ölümünü bekliyor.
EKP, üye sayısını arttırmaya ve kitleleşmeye çalışırken, Sukharno’ya, partiye
ve dine bağlılığını sürekli tekrar ediyor. Ülkenin dincileşme sürecine katkıda
bulunuyor, dini liderlerle arayı iyi tutmaya çalışıyorlar. Sonradan da
anlatacağımız gibi bu çaba boşa çıkıyor.
Derken GESTAPU geliyor. Endonezya dilinde 30 Eylül
akşamı kelimelerinin ilk hecelerinden türetilmiş. 30 Eylül 1965’de, sürekli
hasta olduğu söylenen Sukharno, bir törende konuşurken aniden fenalaşıyor.
Derken öldüğüne dair dedikodu çıkıyor ve dedikodu hızla yayılıyor. Oysa
Sukharno olaydan, hatta görevden indirildikten çok sonra, 1970’ e kadar
yaşıyor. Onu öldü bilen Komünist
Partisi, darbeye teşebbüs ediyor. Bazı birliklerde isyan çıkıyorsa da, isyan
çabuk bastırılıyor, birkaç küçük topluluk Java adasının dağlarına çıkıyor. Asıl
olay, 30 Eylül gecesi, altı generalin evlerinden kaçırılarak, Komünist partili
kadınlarca, işkence edilerek öldürülmesi. Bu generaller aynı zamanda
bağımsızlık savaşı kahramanları ve bir gecede neredeyse tüm Endonezya, Komünist
partisine düşman oluyor. Generallerin saatler süren işkenceler ile öldürülmesi
de bu nefreti körüklüyor. Merak ettiğim şey, aynı parti-devlet örgütü içinde,
üstelik de ülkenin bağımsızlık savaşı generallere böylesi bir nefretin nedeni.
Endonezya’da 1965-66 olanlarla ilgili internet siteleri de doğru dürüst bir
bilgi vermiyor. Verilen bilgilerde bu kitapla çelişiyor.
Sonrasında seri cinayetler, insanlar geceleri
fener ışığında boğazları kesilerek öldürülüyor. Katliam tüm ülkeye yayılsa da
daha çok Cava adasında, özellikle batı ve orta Cava’da oluyor. Pek çok insan soğukkanlılıkla ölümü bekliyor,
katillerine direnmediği gibi, kaçmıyor da. İlk başlarda sessizce ölümü
beklerken, parti genel merkezi kelime-i şahadet önerince, ölmeden evvel kelime-işahadet getiriyorlar. Bu
sefer din adamlarına soruyorlar, onlar da katliama onay veriyor. Katliamlar sürerken,
aylar boyunca EKP, kapatılmıyor. Cava’yı aşan katliamlar, diğer adalara
yayılıyor ama ölenlerin ezici çoğunluğu, en kalabalık ada olan Cava’dan.
Burada gene bazı konular için parantez
açayım. Endonezya, bir mürekkep lekesi gibi darmadağın yayılmış ve pek çoğu
eciş-bücüş şekilli pek çok adadan oluşuyor. Beş tanesi çok büyük, Sumatra, Cava,
Borneo , Yeni Gine ve Selebes. Siyasette özellikle Cavalılar hâkim,
Sumatralılarla az da olsa çekişme var. İkinci parantez konum da, bu katliamın
olduğu aylar boyunca ülke dışına bir mülteci akınından kitap boyunca
bahsetmemesi. Canı tehlikede olan insanın kaçması en doğal şeydir. Ne yazık ki
Endonezya katliamları ile ilgili Türkçede kitap bütünlüğündeki tek kaynak bu.
Bu arada darbe girişimine karışan kaçaklarda
var, bir tanesi aylar boyunca, bir evde asla iki kere kalmayarak kaçıyor. En sonunda
saklandığı bir dolaba girerken terliklerini çıkardığı için ve o terliklerde bir
askerin dikkatini çektiği için yakalanıyor. Bir komünist generalde Java
dağlarında iki yüz kadar gerillasıyla birkaç ay direniyor. E sonunda Sukharno
ve hükumet, EKP’yi illegal ilan ediyor. Bu sürede yüzbinlerce insan ölmüş, iki
milyon civarı çocuk anasız, babasız kalmıştır.
Öfkenin tek hedefi Komünist parti değildir.
Komünistlere yakın olduğu düşünülen ve hemen hepsi ticaretle uğraşan Çinli
azınlıkta hedefe giriyor.
Bütün bunlar olurken halkın öfkesi hızla
Sukharno üzerine yöneliyor. Özellikle eşlerinden Japon olanının müsrifliği daha
çok göze batıyor. Duvarlara ‘Japonya’dan metres ithaline son’ yazıyorlar. Sukharno’nun cinsel iştahı, Türk kamuoyunca da
malumdur. 1959’da Türkiye’de, Adnan Menderes’ten kadın istemiş, Menderes’te
İstanbul’da Lüks Nermin namı ile bilinen, asıl adı Şaziye Zeren Topçu adlı
muhabbet tellalı aracılığı ile ilişkiye girdiği kadından frengi kapmıştır. Olay
bir çeşit diplomasi skandalına yol açmış, Lüks Nermin’in görmezden gelinen
illegal genelevi kapatılmış, kendisi de döviz kaçakçılığından hapse girmiştir. Kendisi
de sokaklar karışır, katliamlar olur, ekonomi dibe çökerken, Japon eşine uğrar
illa. Pek çok önemli kişi de işini bitirmesini bekler. Suharto bu süreçte her
şeyin kendi aleyhine döndüğünü fark etmez. Bu arada asıl muhalefet silahlı
kuvvetlerden yükselir. Ordu için Sukharno ve uçuk kararları artık bağ
ağrısıdır. Derken Sukharno’nun ordunun başına geçirdiği Sukharto, askeri darbe
yapıyor ve ülkeyi 1998’e kadar yönetiyor.
Kitap, katliamları beş yüz bin civarı olarak
tahmin ediyor. İnternette iki yüz elli bin ile beş milyona kadar çıkan rakamlar
var. Kitap, darbeden sonrasını anlatmıyor. Ordu, daha doğrusu Suharto başa
geçince, katliamları hapisler ve işten atılmalar izliyor. Yıllar sonra olayı
araştıran Avrupalı bir gazeteci, sanki Hitler elli yıl sonra bile iktidardaydı
diye özetliyor. Katliama uğrayanları ve hapse girenlerin soyundan gelenler,
gazetecilik ve öğretmenlik başta olmak üzere, pek çok mesleğe giremiyor. Katliama
katılanlar, birer kahraman, ülkenin kurtarıcısı gibi görülüyor. Bundan sonra en
güçlü Müslüman ülke sol partisi olan EKP, belini bir daha doğrultamayacak
şekilde bükülüyor.
Kitap, darbe sonrasını anlatmıyor ama
internetten kısa bir araştırma bile tüm Müslüman ülkelerde darbeden sonra ne
olmuşsa, kabaca aynı şeyler olduğunu gösteriyor. Askeri darbenin ardından
eğitim hızla dincileşiyor ve devlet dairelerinde köşe başlarını tarikatlar
tutuyor. Mesela 12 Eylül rejimi ve onunla gelen zorunlu din dersleri. Polis
teşkilatı başta olmak üzere pek çok kurumda, Fetö ve diğer tarikatların
kümelenmesine hoş görü. Kitapta olan pek
çok şeyi, Doğunun Kızı Butto kitabında okuduklarıma benziyordu. Buttoların
partisi de, Pakistan’ın sol partisiymiş. Benzer kargaşalıklarla
Zülfikar Ali Butto devriliyor, hapsediliyor. Arkasından ardı ardına kuran
kursları, devlet kurumlarını paylaşan tarikatlar, mollalar ve bildik hikâye üç
aşağı, beş yukarı sürüyor.
Dincileşen toplumlar, yoksulluk kadar,
yolsuzluk ve ahlaksızlığa da alışıyor. Giderek tepkisizleşiyor. Dincileşme aynı
zamanda Amerikanlaşmayı da getiriyor. Dinci hükumetler, Amerika ve batı
ülkeleri ne derse yapıyor. Batılı ülkeler, İslamcı hükumeti düşürmek istediğinde,
yerine yeni bir İslamcı hükumet getirmeye çalışıyor. 11 Eylül katliamına ABD’nin
tepkisi, Ilımlı İslam olmuştur. Ilımlı İslam da ne uyduruk ve mantıksız bir
kavramdır, o da ayrı konu. Ardından devletin
politikaları ile küçük çiftçi ve esnaf bitiyor, ülke ulusal ve uluslararası
holdinglerin cirit attığı bir arenaya dönüyor.
Müslüman toplumlardaki sol örgütlenmelerin ve
partilerin, birbirlerinin tecrübelerine ihtiyacı var. Oysa bu konuda yeterli
kaynak yok. Peru, Aydınlık Yol ile ilgili olarak bile piyasada bayağı bir kitap
varken, bu konularda hemen hemen hiç kitap yok. Sol yayımlarda ağıza sakız olan
bu olayla ilgili olarak bile sadece sağcı bir yayınevi, oh olsun, komünistler
ahan da böyle ezilmelidir manasında bu kitabı yayımlamış. Cesur çevirmenler
keşke başka kitaplar da yayımlasa.