20 Şubat 2018 Salı

HABABAM SINIFINA LANET

       Bir önceki yazımın ertesinde, memleketindeki okullardan birinde, çivileri iyice çıkmış ve bu yüzden de adları çıkmış meslek liselerinin birinde nahoş bir olay oldu. muhtemelen okul idaresi tarafından üstü örtülen olay, olayın videosunu çekmesi ve internete vermesi de bu ört bas çabasını boşa çıkardı. İnternet aleminde yorumlar gırla. Her türlüsü de var. Epey bir kısmı da öğretmeni suçluyor.
          Sebebi de pek çok kişi, öğrencilere şımarıklığı bir hak olarak görüp, öğretmenlerin de sihirli bir şekilde bunu engellemesini istiyor. Ülkemizde böyle bir algı var. Sihirli öğretmen otoritesi. Hiç bir yaptırımı olmayan öğretmenin, sınıfı disipline etmesi. Ülkemizde bu zihniyet öyle bir yerleşmiş ki, çoğu okulda disiplin kurulları pek işlemiyor. Öğretmenin verdiği disiplin dilekçesi sümen altı ediliyor. okul rehberlik servisinden görüş alınacak, sınıf rehberlik öğretmeni ile görüş denilerek iş, sürüncemeye bırakılıyor. İşler en çıkılmaz noktaya geldiğinde, çal ağzına iki tokat gibi laflar ediyor, sonra öğretmen dayanamıyor, kaba kuvvet uyguluyor. Öğretmenin disiplin dilekçesini aylarca oyalayan, sonunda da ancak uyarı- kınama veren, çoğu kez onu bile vermeyen okul yönetimi, öğrenci velisinin dilekçesini sür'atle işleme sokuyor. Öğretmene, öğrenci üzerinden mobbing (yıldırma) yapmak, okul yönetimleri arasında pek yaygın.
        Öğrenci-öğretmen ilişkilerinin bozulmasının pek çok sebebi var; Okul yönetimlerinin, velilere şirin görünme çabası, eğitim fakültesi ile alakası olmayan pek çok kişinin öğretmen olarak atanması ve sonrasında pek çok öğretmenim işsiz gezmesi, resim, müzik, beden eğitimi ve İngilizce gibi üniversite sınavında soru çıkmayan derslerin gereksiz görülmesi ve daha hatırlayamadığım pek çok şey. Benim değineceğim kısmı ise Hababam Sınıfı kültürü.
       Öğretmen olduğumu söylediğimde en hababam sınıf bizdik, biz çok hababamdık diyenleri, tuvalet terliğinin tersi ile dövmek istiyorum. Ulan koca memlekette fen liseleri bile hababamlık peşinde. Bu garip roman ve romandan yapılma diğer şeyleri (film, tiyatro vs) sevmediğim için pek çok kişi bana kötü gözle bakıyor. Hababamlık aşırı yüceltilmiş bir şey. Bir çeşit dokunulmazlığı var. İki binli yılların başlarında özel televizyonculuk yeni yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Henüz televizyon yayıncılığını bilmediklerinden ithal diziler ve eski Yeşilçam filmleri ile dolduruyorlardı günlerini. Özellikle de Kemal Sunal filmleri ile dolduruyorlar,  en fazla da Hababam serisi ile. Sonra kendi dizilerini yapmaya başladılar. Zaten vardı, hatta TRT ve TRT'nin tek kanal olduğu zamanlarda bile vardı yerli diziler. Lakin bu diziler Kemal Sunal dizilerinin, özellikle de Hababm Sınıfı serisinin reytinglerine yaklaşamıyordu.
         Sonra bir sürü yerli dizimiz oldu, hatta sayılı dizi ihracatçısı ülkelerden biri olduk. Gene de diziler başlarda Yeşilçam filmlerini ve eski TRT dizilerini andırıyordu. Sonra da ilk başlarda Türk filmlerini andırır oldu, özellikle de okul dizileri. En başından itibaren Hababam Sınıfı taklitleri türedi bolca. Hatta o zamanlar Leman dergisi, rahmetli Rıfat Ilgaz'ın avukatı gibi hemen hemen her lise dizisi ve klibine, telif eleştirisi yapıyordu. O zamanlar dizinin senaristi Gani Müjde ve oyuncuları haklı olarak isyan etmişti:
-Hababam Sınıfı yazıldı diye hiç lise dizisi çekilmesin mi, demişlerdi. O zaman aklıma takılan bir soruyu, halen sorarım:
-Türkiye'de lise dizileri neden hep Hababam'a bağlıyor? Daha sonra Kavak Yelleri tarzı aşk-meşk ve Arka Sıradakiler tarzı serserilik dizileri-filmleri çekildiyse de çok tutmadı ve ihraç da edilemedi. Uzun zamandır televizyonlara, hele de dizilere uzağım. Arada bir internetten yabancı dizileri veya eski dizileri izliyorum. Doksan-yüz dakikalık diziler bana çok uzun geliyor. En az kırk-elli dakika süren özeti, reklamları derken, bir dizi tüm akşamınızı alıyor. Haber kanalları ya da ajans denen ana haber bültenini izlemekse,iktidarın propagandasını dinlemek gibi bir şey. Televizyon izlemeyerek mutfakta atomu parçalıyor ya da dünyayı kurtaracak süper bir şey icat ediyor değilim.Onun yerine saçma sapan videolar seyrediyorum. Haberleri de daha çok Twitter başta olmak üzere, çeşitli sitelerden takip ediyorum. 
       Konumuza dönecek olursak. Ne vardır Hababam Sınıfında? Dikkat ettim batılıların lise ya da okul dizilerinde Hababam dediğimiz dersi bozma ve öğretmenlerle alay etme durumu pek yok. Yazarı Rıfat Ilgaz bile, bir yazısında filmine isyan eder. Öğretmenleri bu kadar aşağılayamazsınız diye. oysa Ilgaz'ın sağlığında ilkine benzer, hatta ilkinden daha beter bir düzine kadar Hababam sınıfı çekilir. Hepsi de ilkinden beterdir.
        Ulaşılabilecek sonuç şudur ki, bilgiye ve bilime önem vermeyen, önem vermek istemeyen toplumuz. Bu yüzden okul deyince ilk aklımıza Hababam Sınıfı denen ucube geliyor. (Lise öğretmeni olduğumu öğrenen herkes, biz okulda çok hababamdık muhabbeti yapıyor) Okulda bilim yapamıyoruz. Sosyal faaliyet yok. Eğitsel kollar, kulüp oldu ama değişen bir şey yok. Yüzde doksan dokuz kağıt üstünde. Sosyal faaliyet, sorumluluk demektir. Yapmadın mı niye yapmadın diyen olmaz, yaptın mı da neden şöyle olmuş da, böyle olmamış derler. Aşk-meşk desen halen muhafazakar bir ülkeyiz, gözümüz yemez. Kala kala bu hababamlık kalmış. O da var, olmasa lise hayatımızın bir anlamı yok. Hababam Sınıfının bu kadar sevilme nedeni, Recep İvedik ve türevlerinin sevilmesi ile aynı. Yok dostluk, yok arkadaşlık falan-filan demesin kimse. Gerçeği kabullenelim. Bilgiyi, bilimi sevelim, eğitimi önemseyip, öğretmenlere saygı duyalım. Bu Hababam kültürünü de artık bırakalım.

10 Şubat 2018 Cumartesi

OBLOMOV, BALZAC , RECEP İVEDİK VE DİĞER ASALAKLAR

oblomov ile ilgili görsel sonucu                Oblomov romanını okumuş olan çok azdır ama ne olduğunu hemen herkes bilir. Bu roman, Rusya’da ki çürümeyi anlatır. Lenin’e göre Oblomovluk, Rus proleteryasına bile sızmıştır. Roman basitçe bir tembellik destanıdır. Oblomov, bir Rus aristokratıdır ve bir mirasyedidir. Hazırı yemeye o kadar alışmıştır ki, kahyasının hesaplarını incelemeye bile üşenir. O kadar ki tembellikten aşk bile yaşayamaz. Hikaye boyunca tipik bir Alman gibi çok çalışkan arkadaşı  Stolz'a hayrandır ve Stolz, pek çok kere arkadaşını zor durumdan kurtarır. Gene de finalde hepten iflas etemkten kurtulamaz. Sırf  parasını almak isteyen dul bir köylü kadınla evlenir. Gene de tembelliği elden bırakmaz. Stolz, yazarın idalize ettiği, olmasını istediği Rus vatandaşıdır. Oblomov ise yıkılmakta olan Rus aristokrasisinin vasat bir gölgesidir.  
balzac ile ilgili görsel sonucu          İngiliz filozof Bertrand Russel'ın dediği giib aristokrasiye gerekli olan cesaret ve fedakarlık gibi erdemlerdir. Oysa Kudüs yollarına düşen, zırhı ile yaşayan şövalyeler, Paris'te lüks içinde yaşayan züppelere dönüşünce, o asil sınıfın sonu gelmiş demektir. Avrupa kralları, Makyavel'in sözüne uyup, Osmanlı gibi merkezi bir ordu kurup, bu profesyonel ordu, şövalyelerin yerini alınca, geriye bu komik giyimli züppeler kalır. Balzac romanları ile bu sınıfı yüceltmeye yarar. Bu sınıfın övülecek özellikleri; birilerinin karılarına-kocalarına aşık olmak, bu uğurda kavga etmeki süello ile adam öldürmek, ateşli hastalıklarda burjuva kadınları sokak şarkıları söylerken, soylu bir kadın olarak opera aryaları söylemek, pahallı kıyafetleri bir yüzyılın öncesindeki moda ile inatla giymek gibi şeylerdir. Pek çokları mülklerini satıp, faizini yemekte veya sırf unvanlarından dolayı devletten gelir almaktadır. Kont oldukları yörelerle alakaları da kalmamıştır. Balzac'ın yirminci yüzyılda karşılığı Barbara Cartlan veya Beyaz-Pembe dizi romanlardır.
recep ivedik ile ilgili görsel sonucu          Böyle kalitesiz ve topluma yük olan sınıfların anlatılması, nedense her devirde ilgi çeker ve aristokrat sınıf tüm dünyada yaygın olmasa da her topluma böyle asalak sınıflar ya da birileri olmuştur. Son yıllarda bir de Recep İvedik modası var. İlk 2 ya da 3'ün (hepsi de birbirine benziyor)Kırıkkale-Ankara otobüslerinde izledim. Bu karakter de en az Oblomov kadar işe yaramaz ve tembel. Ayrıca küfürbaz ve kavgacı. Ortalıkta kavga ve küfür ederek dolaşıyor. Sanat, edebiyat ve bilumum güzelliklerden de nefret ediyor. Bir sürü serisi çekildi ve devamı da gelecek.
hababam sınıfı ile ilgili görsel sonucu              Hadi bu filmin ve serisinin çekilmesinin bahanesi var, para. Bir de inatla parayı Recep İvedik ve türevlerinde arama hastalığı var. Mesela Çocuklar Duymasın dizisi. Taş fırın erkeği Haluk tiplemesi,  bence Recep İvedik karakterinin prototipidir. Zaten Şahan'da Recep İvedik'ten evvel bir parodisinde bu diziyi hicvetmişti. Haluk'da sözüm ona inşaat mühendisi lakin yabancı dil bilmemekte, kitap, gazete okumamakta ve sanattan zevk almamakta diretiyor. Kaldı ki bu dizi de Taş Devri çizgi filminin çakması. kaba saba taş fırın erkeği Fred, Haluk olmuş, hanımcı Barni'de ligt erkek Selami olmuş. Bu dizi yıllar önce bitti. Ligt erkek Selami'de yıllardır başka bir dizide polis Hüsnü Çoban. Gene de yaklaşık 2-3 yılda bir bu diziyi tekrar tekrar gündeme getiriyorlar. Bir kaç ay izleniyor, sonra bitiyor. Pek çok kaliteli yapım, izlenmeler azıcık azalınca yayından kalkar ve devamı gelmezken, böyle kötü yapımlar ısrarla gözümüze sokuluyor. Bir de şu yazıyı gördüğüm günlerde, tanıtımını gördüğüm Deliha 2 filmi var. 1.si bile iş yapmamış ama illa 2.sini çekeyim, belki voliyi vururum derdindeler.
           Bu tip eserler hep vardı. Bence neredeyse kutsal derecesine erişen Hababam Sınıfı da böylesi filmlerle aynı kategoridedir ama ben bunu ayrıca bir yazıda anlatmak isterim. Bir de bu tür filmler, cehaletin iktidarıdır. Mesela dikkat ettim bu Çocuklar Duymasın dizisi ilk çıktığında Haluk, yerilen ve dalga geçilen bir karakterdi. Son sezonun ilk bölümünde o etrafını eziyor. Recep İvedik'te giderek küstahlaşıyor. Bunlar, cehaletin iktidarının övgüsüdür. Bunlara karşı da mücadele etmeliyiz.

3 Şubat 2018 Cumartesi


DİNİ İNANÇLARIMI KAYBETMEM
 1 DİNİ ÖĞRENMEK 
Bu konuyu yazmak için erken mi, bilemiyorum. Kendimi bir deist olarak hissedeli üç ay bile olmadı. Aslında hep ateizmle ya da Ateistlerle iç içe olsam da, tam anlamı ile dinden kopmam en fazla bir buçuk yıl öncesine gider. Ben olayı en başından anlatayım.

Aslında hep sorgulayan biri oldum. Biz zorunlu din dersleri ile yetişen ilk nesiliz.  Orta okul ve lisede din dersi hocalarının anlattıklarına karşı hep mesafeli oldum. Özellikle Erdoğan Keleş adlı bir Din Kültürü hocası vardı. Sonradan müdür yardımcısı oldu. Çok uzun yıllar müdür yardımcılığı yaptı, ben üniversiteden mezun, hatta on küsur yıllık öğretmenken bile müdür yardımcısıydı. Derslerinde bir sürü hikâye anlatırdı. Hemen hepsi de Yahudilerle ilgiliydi. Sonraları bu öykülerde adı geçen çoğu kabilenin Yahudilerle alakası olmayan Arap kabileleri olduğunu öğrenecektim daha sonra. Daha sonraları din adamlarının hep yalan söylediklerini öğrenecekti.  Bu yalanları ben ve bizim kuşak yıllar sonra öğrenecektik. O dönem İnternetsiz ,tek kanallı ve gazetelerin de birbirinini kopyası gibi olduğundan pek çok mit, bize gerçek gibi sunuldu. Aya inen ilk astronot olan Luis Amstrong'un ayda ezan sesi duyup, Müslüman olduğu, meşhur su altı belgeselci Cousteau'nun Kur'andaki bir ayetten etkilenip, Müslüman olduğu gibi yalanlar, o zamanlar çok yaygındı. Cousteau'nun cenazesi meşhur Notre Dame katedralinde, muhteşem bir kalabalığın katıldığı cenaze ile gömüldü. Bu gibi yalanlar, o dönem gençliğini dindar ve inançlı yapmak için kasten yayıldığını düşünüyorum. Mesela sonradan Yusuf İslam adını alan Cart Stevens, o kadar da büyük bir yıldız değilmiş. Adamın Müslüman olmadan evvel tek bir albümü var. Tesadüfen bir albümü çok satan bir hippi, üstelik eski bir kokainman. Müzik dünyasından dışlanınca, Müslüman olup, ilahi albümleriyle servet yapıyor. O zamanın meşhur yalanları arasında namaz kılar vaziyetinde cesedi bulunan firavun ve Kur'an a bastığı için fareye dönüşen kız da vardı. Şimdilerde aynı fotolar ara ara facebook ve bilumum internet ortamlarında dönüyor. Bu gün o fareye dönüşen kızın bir çeşit plasitk ve üretim hatalı oyuncak olduğunu biliyoruz. Bize Musa'nın ardından deniz suyuna kapılan firavun diye anlatılan cesetse, Musa'dan çok önce yaşamış bir Mısırlının mumyalanmış cesediymiş. 12 Eylül rejiminin Atatürkçülüğü, en büyük yalanlardan biridir. Her kuruma Atatürk büstü, köşesi, her meydana Atatürk heykeli ve her odaya Atatürk resmi şart koşulurken, icraatlar ile Atatürkçülükten de uzaklaşılıyordu. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, komisyon olarak birleşip, bilimden uzaklaşıyor ve giderek Türk İslamcı bir hal alıyordu. Alevi köylerine cami yapılıyor, her tarafa İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat fakülteleri açılıyordu. Şimdi şimdi anlıyorum ki, merkez medya aslında o zamanlar da havuz medyasıydı. toplum bu saçma sapan dini mucize haberleri ile dincileştiriliyordu. bu sadece zorunlu din dersleri, Kuran kursları bile değil, böylesi mucize haberleri ile de yapılıyordu.  Ben buna yalan bombardımanı diyorum. Sürekli karşı tarafı kötüleyen görüşler,  sürekli mucize haberleri, bin de biri de doğru olsa ne iyi olur diye düşündürür insanı ve buna inandırır. İlk, orta ve lise eğitimim boyunca hiç bir yıl ders kitabındaki ünitelerin bitirildiğini görmedim. O yıllarda amaç, bolca masal anlatıp, sonraki yılların hazırlığını yapmaktı.
      Bunu yaparken de, din üzerine gerçekleri söylemediklerini ya da sakladıklarını sonradan öğrenecektim. Mesela bize din derslerinde peygamberin devasa bir kalabalık cenaze töreni ile gömüldüğü söylenecekti. Gerçek ise, Müslümanların iktidar kavgaları yüzünden peygamberin cesedinin günlerce yerde beklediği, koktuğu ve en nihayetinde amcasının oğlu ve damadı olan Ali'nin imamlığında, imamı dahil 17 (on yedi) kişilik bir cenaze namazı ile gömüldüğüdür. Asrı saadet dene peygamberin yaşadığı ve sonrasında dört halifenin yönetim yaptığı dönemde birbirlerinin kuyusunu kazdıklardır. Pek çok menkıbede Ebu Bekir'in halife olmadan önce tüccar olduğu, tüccar dediysek, kafasında sepetle kumaş sattığı falan anlatılır. Gerçekse dört halifenin de muazzam servetlere sahip olduğudur.
      Bunun gibi pek çok gerçke, din eğitiminde verilmiyor. Oysa artık gençler, internetten kolayca öğreniyor. Ben de geç de olsa öğrenecektim.