17 Ekim 2022 Pazartesi

12 EYLÜL ŞERİATÇILIĞI



 12 Eylül rejimine, Cumhuriyet gazetesi yazarları, (İlk hangisi demişti, bilmiyorum ya da öğrendiysem de hatırlamıyorum) Gardrop Atatürkçülüğü demişti. Görünüşte o kadar Atatürkçü bir iklim vardı ki, sanki aşırı Atatürkçülükten zehirleniyorduk. Gardrop kelimesinin hakkını verircesine, Atatürk'ün giydiği, bedene tam oturan, koyu renk takım elbiseler çok modaydı. Her bahçeye Atatürk büstü, her meydana Atatürk heykeli (Pek çoğu Atatürk'e pek benzemeyen), her odaya Atatürk resmi (Genelde paltolu resmi), her konuşmaya Atatürk'ten bir kaç söz eklemek, zorunluluk değil, modaydı. Tek televizyon kanalında,  gün boyu sık sık Atatürk'ün bir resmi, bir özdeyişi ile görünür, bu özdeyiz, TRT spikeri taradından diyor ki ya da Atatürk diyorki diye söze başlanarak seslendirilirdi. Şimdilerde yok edilen Yeşilköy havaalanı dahil, pek çok yerin adı, Atatürk, Yüzüncü Yıl (1981 Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılıydı), Gazi, Mustafa Kemal gibi isimler verildi. (12 Eylül generalleri, bu günlerin Atatürk resimli ya da imzalı tişört-gömlek ya da kravat giyetn, Atatürk'ün imzasını dövme yapan, Atatürk resimli-imzalı kalemlik, anahtarlık falan kullanan gençliğini görse ne derdi acaba? O generaller öldü ama alt rütbeli subayları yaşıyor.)

Görünüşte fazla Atatürkçülükten zehirleniyorduk. Gece-gündüz Atatürk'ü anıp, Atatürk'ü düşünüyor ve Atatürk'ün görüyorduk. O kadar ki meşhur yetmez ama referandumu, özellikle 12 Eylülde yapıldı ve 12 Eylülün tüm zorbalıkları, Atatürkçülüğe bağlandı.Oysa 12 Eylül, pek çok alanda Atatürkçülüğü açıkça saldırıyordu.

Zorunlu din dersleri,  Alevi köylerine cami yapmak ve imam atamak, Öz Türkçeciliğe karşı çıkmak,  Öz Türkçe kelimeleri yasaklayıp, bazıları çoktan unutulmuş Osmanlıca kelimelerin kullanımını zorunlu tutmak (Bu çaba hiç tutmadı, o kelimeler daha doksanlar gelmeden unutuldu. Darbenin önderi Kenan Evren'le, Kenan Kainat diye dalga geçildi), bolca imam hatip lisesi açmak ve sözde faizsiz finans şirketlerini serbes bırakmak gibi Atatütkçülükle uymayan bir sürü iş yaptı darbe rejimi. Biz heykellerle, resimlerle oyalanırken, Güzel Sanatlar Müzesindeki resimler yağmalandı. Resimler önce  generalle ve albayların, sonra daha alt rütbeli subayların odalarına gitti ve ardından pek çoğu da, ardından bir fotoğraf bile bırakmadan kayboldu. Sonra tütün ve alkol içeceklerinin tek dağıtıcısı Tekel idaresi ( Alkol satan yerlere halen Tekel Bayisi denmesinin sebebidir. Tekel idaresi de, özelleştirmeler kervanına katıldı), önce generallere, sonra neredeyse binbaşı ve daha üzeri tüm subaylara, neredeyse tüm üst düzey bürokratlara, kendi ürünlerinden oluşan yılbaşı paketleri göndermeyi gelenek haline getirdi. Bunu özelleştirildiği yıla kadar yaptı. Darbenin ilk günlerindeki sokağa çıkma yasainkları ile beraber, fırın sahiplerin krallığı başladı. Ekmek, önce pahallandı, sonra küçüldü. Televizyonda, perşembe akşamları yayımlanan huzura doğru başta olmak üzere, televizyonlar dini programlarla doldu.

Seksenlerin başlarında zorunlu din dersleri , bu günkü anlamda altıncı ve on birinci sınıflara kadardı. İlkokullarda, doksanlara kadar din derslerine genelde sınıf öğretmenleri girdi. O yılların din kültürü öğretmenleri ve din adamları, Alevilere karşı çok saldırgandı. Alevilerin, Müslüman olması için önce Hristiyan olması sözü çok yaygındı. Böylesi saldırgan sözleri yüzünden, o yıllarda dayak yiyen din kültürü öğretmeni çoktu. Din derslerinin asıl amacının Alevileri asimile etmek  ve solu ezmek için için olduğu, o yıllarda çok belliydi. O yıllarda din dersi programı, sadece Sünniliği, hatta sadece Hanefiliği övme üzerineydi. O yıllarda din kültürü öğretmenleri,  sık sık müfredatyın dışına çıkar, sözüm ona secde halinde donakalıp, Kızıldeniz'den çıkarılan firavun (oysa firavunluk kurulmadan evvel ölmüş bir Mısırlının, özenle yapılmış bir mumyasıydı bulunan), kurana bastığı için fareye dönüşen kız (bir heykel çalışması), ayda duyulan ezan sesi (uydurma), ünlü deniz araştırmacıJacques-Yves Cousteau'nun  Müslüman (adamın cenazesi meşhur Notre Dame'dan kakldırıldı) olması gibi yalan bilgileri aktarıp, dururlardı.
12 Eylül rejimini 1983, Turgut Özal ve partisi ANAP'ın iktidara gelmesi ile sınırlamak, fazla saflık olur. 
1983'de seçimlerden sonra Kenan Evren, Turgut Özal'a bir ay kadar görev vermedi. Öte yandan bu seçim 
süreci adil bir seçim süreci değildi. Hangi partinin ya da aday adayının aday olacağı Kenan Evren ve 
arkadaşlarının kararına bağlıydı. Atatürk'ün yüz iki (102) yaşındaki yaveri bile veto yemişti. (Emin Çölaşan
'ın Turgut Nereden Koşuyor kitabından)Özal ise, 1977'de, MSB (Necmettin Erbakan'ın partilerinden
Milli Selamet Partisi)'den, İzmir birinci sıra adayı iken seçimi kaybetmeseydi, zaten halk oylaması ile
kabul edilmiş 1981 anayasasının geçici maddesi ile otomatik vetolu olurken, kendisi ve partisi (en azından
a takımı ya da çelik çekirdek diyebileceğimiz ana kısmı) veto yememişti. Bu veto yemeyenler arasında, 
12 Eylülün sebeplerinden sayılan,  6 Eylül 1980'de, yani darbeye bir haftadan az kala yapılan, İstiklal 
Marşının oturarak okunması ile hatırlanan Konya mitinginin (ya da Kudüs'ü kurtarma mitingi)
 organizasyonunu yapan Mehmet Keçeciler'de vardı.
Turgut Özal'dan sonra rejim yavaş yavaş, heykeller, özlü sözler, şiirler, resimler ve çeşitli yerlere
verilen adlarla saklanan dincliği ve liberal ekonomiciliği ortaya çıktı. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder