Yirmi yıldan uzun süre önceydi ve öğretmenliğimin ilk yıllarıydı. Çalıştığım ve kendisinden başka her yere uzak, harbiden de dağ başı ilçemizde polis teşkilatı kurulacaktı. Bu ilçe, sokağa çıkma yasaklı nüfus sayımlarında ölüyü-diriye ekleyerek beş bin görünen ama söylenenlere göre bin iki yüz olmayan, tek köyü olan, şu günlerde de vikipedya'ya göre nüfusu iki binin biraz altında bir ilçedir. İlçedeki evlerin yarıdan fazlası da, yazlık, hatta yılda en fazla yirmi günlüğüne kullanılan gurbetçi evleriydi o zamanlar. İlçeye polis teşkilatını kurmaya yedi (rakamla 7) polis atandı.
Ardından da ilçe halkı, ev kiralarına fahiş zam yaptı, polisler çok maaş alıyor, biraz da bize versin diye düşünerek. Lakin ilçe halkının bu hevesi, kursağında kaldı. Aynı yıllarda devler, en küçük ilçelerde bile, başta jandarma olmak üzere, askeri için bolca lojman yapmıştı. Bu lojmanlar fazlası ile büyük yapıldığı için, içlerinde bolca boş daire bulunuyordu. (En azından o zamanlar için, aradan zaman geçti.)Jandarma komutanı da, ilçe lojmanını polislere açarak, açgözlü ilçe halkının avcunun yalamasını sağladı.
Sonra bu durumun hemen her ilçede olduğunu ve bu yeni polis teşkilatı kurulan ilçelerde yaşandığını öğrendim. Hemen hepsinde de bu kira krizi, askeri lojmanların, polislere açılması ile çözülmüştü. (Tabi o zamanlar, aradan yirmi yıldan fazla zaman geçti.) Bir il veya ilçeye, meslek yüksek okulu, fakülte veya herhangi bir kamu kurumu (özellikle askeri birlikler) açıldığında, ev sahipleri anında kiraya zam yapıyordu.
Yıllar geçtikçe halkımızın bu vurgunculuk merakının genel bir alışkanlık olduğunu öğrendim ve pek çok kişi de bunu biliyordu artık. Mesela Yılmaz Erdoğan'ın bir zamanlar ünlü olan şiirinde dediği gibi, sadece bilmek zorunda kalanların bildiği yol üstü lokantaları ya da konaklama tesislerini ele alalım. Bu tesisler hep çok pahalıdır ve oralardaki yemekleri pek yiyen olmaz, hele kısa mesafeyse. altı-yedi saatlik bir yolculuksa, bir şey yiyip, içmemeye çalışır. Oysa belki de uygun fiyatlı olsalar, daha çok para kazanacaklar. Hayır, hayır, bu olamaz. Türk esnaf zihniyetine göre sizden alışverişe muhtaç insanları iyice kazıklamanız gerekir, gelenek böyledir.
Öyle ki bir taşra şehir ya da kasabasına gittiğimde, burası turistlik bir yer bile olsa, yerel esnafla alış-veriş yapmama alışkanlığı kazandım ve benim gibi çok insanın da bu alışkanlığı kazandığını fark ettim. Ülkede seyahat eden hemen her insanın, gittiği taşta şehrinde kazıklanma anısı vardı. Bu yüzden öncelikle, artık her yerde yaygınlaşan zincir marketlerden alış-verişi tercih etmekteydi.
Anladığım kadarı ile Türk halkı, köyüne-kasabasına bir gelen, bir daha gelmesin istiyor ve özellikle esnafı bunun için çalışıyor. Birisinin neden kazıkladıklarını sorduğunuzda, nasıl olsa bir daha gelemeyecek, diyor.
Bu vurgunculuk zihniyeti sadece politikacılarda ya da esnafta yok. Bir ara vurgunculuğa, hortumculuk deniliyordu. Rahmetli, Üstün Dökmen'de, ülkemizde sadece büyük hortumcular yok, küçük pipetçiler de var demişti. Mesela bir ara okul bahçelerinin, spor salonlarının kiralanıp, okullara gelir ediniliyordu. Sonra okul müdürlüklerinden çok fazla yolsuzluk haberleri gelince bu uygulama büyük ölçüde kalktı.
Bu vurgunculuk zihniyeti, her şeyimize zarar veriyor. Geleceğimize, halkamıza, doğamıza ve her şeye. Definecilik ve inşaatçılıkta bu vurgunculuk zihniyetinin ürünleri. Altın ya da değerli tarihi eser bulayım da, zengin olayım diye tarihi ören yerleri, kaleler ve bir zamanlar gayrimüslimlere ait ne kadar yer varsa, köstebek yuvasına çevrilmiş durumda. Memleketimin çiftçileri tarımla değil, imara açılma ve kat çıkılması ile, tek inşaatla zengin olma derdinde.
Bu vurgunculuk, kısa süreli zengin olma merakı, sadece para anlamında da yok. Ülkemizde erkekler, zorda kalan kadınlardan faydalanmaya da pek hevesli. Bunu da not düşmeli.
Vurgunculuk merakı, dolandırılmaların da sebebi. Meşhur, hatta efsanevi dolandırıcı Sülün Osman'ın, çok bilinen lafı var ya, ben sadece beni dolandırmak isteyenleri dolandırdım, hah, işte o sorun hemen her büyük çaplı dolandırılma vakasında vardır. Mağdurlar, çoğu kez çok para kazanma hedefi ile tüm paralarını kaybederler.
Mesela hastasına para lazım olan birinin altın bileziklerini ucuza almaya çalışırlar ya da benzeri şekilde bir şeyleri ucuza kapmaya çalışır. Ponzi denen organizasyonlara girenlerin çoğunun da hedefi, parasını son anda çekmektir. Bunu da çoğu kez yapamazsınız.
Bu vurgunculuk zihniyeti, tüm toplumumuza, belli ölçülerde sinmiş ve konaklama tesisleri misali pek çok alanda genel kural olmuş. Bunun sonucu sadece tüketiciye güvensizlik değil, yöre halkına da güvensizlik.
İnsanımız sanıyor ki, bir şehirdeki üniversite, lise, askeri birlik veya turistlik tesis, ören yerinin en büyük kazancı, gelen-gidenin harcamalarıdır. Oysa asıl servet, zorunlu ya da bilinçli olarak orayı tercih edenlerin, o bölgeyi sevmesi, o bölgeden mutlu ayrılmasıdır. Sonra oraya geri dönmek istemesi, orayı anılarında, ürettiği sanat eserlerinde anlatması, oraya yatırımlarını yapmasıdır.
Yaşadığım şehir Ankara'nın, komşusu olan iki büyük şehir ile örnek vereyim. Ankara'nın komşusu iller arasında ikisi büyükşehir'dir. Bunlardan Eskişehir'e ait herhangi bir reklama rastlayamazsınız. Gene de Eskişehir'e düzenli turlar yapılır. Şehrin reklamını en iyi, üniversiteyi Eskişehir'de okuyanlar yapar. Oysa güney komşumuz Konya'nın bilim merkezi ve yapay (yok bir de doğal olsaydı) kelebek bahçesi ve bir çok şeyinin reklamı, Ankara'mızda bol bol görüldüğü halde, Konya'ya o kadar çok günübirlik gezi yoktur. Üstelik Konya, Anadolu Selçuklu başkenti olduğu ve Mevlana'nın şehri olduğu halde daha muhteşem bir tarihi vardır ve üniversitesi de Eskişehir'den eskidir. Lakin Selçuk üniversitesi mezunları Konya ile ilgili iyi şeyler anlatmaz.
Benzer şekilde ülkemiz de bir kere gelen turistlerin, çoğu kez bir daha gelmemesi sorunu yaşıyoruz. İnşşat vurgunu sebebi ile verimsizleşen topraklarımızın acısını yaşıyoruz. Bu vurgunculuk zihniyetinden ülkece sıyrılmamız lazım.