1 Aralık 2018 Cumartesi

KAVGAM ELEŞTİRİSİ SON-ÇÖKÜŞ


DİKTATÖRLERİN BİTİŞİ ÇÖKÜŞ-SON

çöküş ile ilgili görsel sonucu           Acı bir  gerçek şu ki diktatörler öyle kolay kolay yıkılmaz. Aslında hiç bir düzen öyle kolay kolay yıkılmaz. Diktatörler, ülkeyi çökertmeden gitmez.
       Bu çöküş, öyle basit bir ekonomik kriz değildir. Ekonomik kriz demokrasileri yıkar. Biberin fiyatı mevsim değişiminden dolayı azıcık artsa, gazeteler, Ocak ayının zam şampiyonu biber oldu diye manşetler atar. Diktatörlükte doğal gaza zam yapılmasını çoğu gazete görmez. Demokrasilerde başbakanın önüne yazarkasa fırlatırsın ve manşet olur. Diktatörlüklerde führerin iki kilometre yakınına zor gelirsin. Sonra meclis önünde 4-5 kişi kendisini yakar, çoğu gazete yazmaz.
          İlk bilmemiz gereken, diktatörlerin asıl gücü, devlete ait kolluk kuvvetlerinin gücü değil, propaganda gücüdür. Propaganda gücü sağlam değilse, işgalci ordular bile bir ülkede fazla duramaz.
             İkinci olarak diktatörlere ve faşizme destek olan kitleler, kandırılmış çocuklar değildir. Hitler daha 1920'lerde, Kavgam'ı yazarken doğu Avrupayı işgal edeceğini açıkça ilan etmişti. Yani Stalin'de kandırılmış değildi. Kandırılanlar, yetmez ama evetçilere kanan muhaliflerdir ki, kandıranların kandırıldığına inanmamak gereklidir. Bu açıdan faşizme omuz veren, işgalcileri alkışlayan, komşusu Yahudileri ya da diğer azınlıkların yok edilmesini seyreden Alman ve Nazi yanlısı diğer Avrupa ülkelerinin halkları da suçludur. Onlar zaferle mutlu olmuşlarsa, yenilgiyle mağlup olmayı da öğrenmelidirler.
propaganda bakanı ile ilgili görsel sonucu         Bu açıdan, tıpkı çöküş filminde olduğu gibi diktatörler, özellikle yenilgi zamanında, diktatörler pek de halklarına acımazlar. Ben de onlara, yani faşist halka acıma taraftarı değilim. Onlar, milyonlarca Yahudi'nin Filistin, Madagaskar ya da Uganda'ya gönderilmediğini biliyordu. Dachau, Münih şehir merkezine sadece on altı kilometre uzaklıktaydı. Yaşadığım Ankara için söyleyeyim, Gölbaşı ilçesi daha uzak. Gölbaşı'nda olan bir olayın, Ankara'da duyulmaması imkansızdır.
dachau toplama kampı ile ilgili görsel sonucu        Bu açıdan ben ne Rus askerleri tarafından ırzına geçilen Alman kadınlarına, savaşın sonlarına doğru bombalanan Drasden şehrine, Almanya'nın ikiye bölünmüş olmasına hiç üzülmüyorum. Hatta Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarında tek üzüldüğüm, dünyaya nükleer serpinti yayılması ve nükleer savaş çağının başlamasıdır.
            Ben hiç bir Alevi komşusundan özür diyene Maraşlı ya da Çorumlu'ya rastlamadım. Hemen hepsi de bana katliamın sebebinin sağ-sol çatışması olmadığını itiraf etti. Olay tamamen köylerden, il  ve ilçe merkezlerine Aleviler dahil köylülerin göçü, şehrin büyümesi ve arazilerin değerlenmesi olayıydı. Pek çok kişi de ölen ya da şehri terk etmek zorunda kalan Alevi komşularının mülklerine el koyarak servet edinmişti.
maraÅŸ katliamı ile ilgili görsel sonucu          Ben de bir Alevi olarak, kendimi 2. Dünya savaşı öncesi Yahudiler yerine koyuyorum. Bize karşı nefret de, Avrupa'da bu dönem Yahudilere karşı nefrete benziyor. Gene tıpkı Yahudiler gibi laiklik ve demokrasi sayesinde topluma karışmamız; buna karşı hem dinci, hem de ırkçıların muhalefeti; gene bu yazı dizisinin başında bahsettiğim hakkımızdaki benzer mitler vs vs var.
           Ayrıldığı noktalar yok mu, elbette var ama nefret aynı nefret, bu kesin. Türk faşistlerin elinde olsa tüm Alevileri ve Kürtleri gaz odalarında yok edeceği kesin. Bu konuda daha sonra başka bir yazı yazmayı da düşünüyorum.
dresden bombalaması ile ilgili görsel sonucu        Ek olarak, özellikle Ekşisözlük'de her Şubat ayındaki Drasden ağlaşmalarını da, kendi içlerindeki faşizmin yansıması olarak görüyorum. Bir gün biz de katliam yaparsak, bedelini ödemeyelim kaygısıdır bu.
            Üçüncü olarak da kim ve ne olursak olalım, faşizmin ve diktatörlerin zulmünden kurtulamayız. Bunu sekiz yüz yıl kadar önce Mevlana Rumi'de söylemiştir. Allah, zalimin zulmünü en fazla o zulme yardımcı olanlaradır demiştir. O ırkın en saf bireyi, o dininin en mümin kulu, ideolojinin yaman destekçisi ve hatta en yalakası da olsanız, kötünün zulmünden kurtulamayız. Diktatörler, her zalim gibi vesveseli olur, bu yüzden birilerine uzun süre güvenemez, güvendikleri zaman da kendilerine güvenemez. Yalnızlıklarının sebebi kendileridir, gittikçe şişen egoları ve her şeyi yönetme arzularıdır. Bir süre sonra çökmelerinin kaçınılmaz olmasını bir sebebi de bundandır.
sovyetler birliği ile ilgili görsel sonucu
             Dördüncü olarak umutsuz olmamalı, diktatörün çabucak çökmesini çok kolay gibi görmemeliyiz. Acı gerçek şudur ki, en zalim sistemler bile, son gücüne kadar işlerler. Eğer son gücü bitmeden bitirilmiş ise, bir şekilde geçici olarak da olsa geri döner, kendisini tamamen bitirir ve yok olur. Stephan Zweig, bu karamsarlık içinde intihar etti. Muhammed İkbal bir yazısında, İngilizler bir gün Hindistan'dan sıkılsa ve Hindistan'ı terk etse bile, taştan, çamurdan İngiliz yapar, onlara hizmet ederler demiştir. Diktatörlük bazen o kadar çok güçlenir ki, sanki sonsuza kadar iktidarda kalacakmış gibi durur.
         Bilmeliyiz ki ne 1999-2002  gibi, ne de 1929-1932 gibi bir kriz, dikta rejimlerini devirir. Böylesi krizler ancak demokrasileri devirir. Diktatörlüklerin (Sovyetler Birliği dahil) böyle bir şok krizi yaşadığı görülmemiştir. Diktatörlüklerde ekonomi yavaş yavaş çöker. Bu çöküşlerde 5 Nisan gibi ani krizler bir süre kriz yaratsa da çabucak toparlanılır ve durum birazcık daha iyi olur. Herkes ya da pek çok kişi her şeyin eskisinden daha iyi olacağına inanır. Hatta ara ara düzelecek gibi olur, yandaş medya, kurtulduk, her şey yoluna girdi gibi manşetler atar. Lakin kötüleşme, büyük çöküşe kadar böyle sürer.
           Nato aslında Sovyetler Birliğinin 1970'lerde çökeceğini hesaplamıştı. 1972 Arap-İsrail savaşlarının ardından artan petrol fiyatları; Ural dağları ve Sibirya gibi bölgelerde bulunan yeni petrol yatakları, bu çöküşü uzattı.
             Dikta oligarşisi içi kavgalara da bel bağlanmamalıdır. Bunların tek faydası, dikta ile halk arasındaki mesafeyi  açmasıdır. Kavgada ezilen her hizip, kendi kitlesini de uzaklaştırır.
aYIN ZAM ÅŸampiyonu ile ilgili görsel sonucu         Diktanın çöküşü kaçınılmazdır çünkü;
           İlk olarak dikta ekonomisi kriz yaşamaz, ekonomi aşama aşama çöker. Diktatörler, aileleri, yakın dostları ve etrafına çöreklenmiş kitle, kendir refahı ve kendi şahsi menfaatleri ile ilgilidir artık. Bu olay, diktatörlüğün süresi arttıkça uzar. Krizlere, rahmetli Necmettin Erbakan'ın deyimi ile pansuman tedbirler alınır. Yapısal reformlar ise, diktatör ve yandaşlarının çıkarlarına dokunacaktır.
         Süper krizler, süper zenginler  dikta kursun diye hazırlanır. Kriz yaşanırken de bir yanda tüm partilerin anlaşamadığı, koalisyonların bozulduğu gündeme gelir. 1929-32 arasında öyle oldu.
diktatörün yalnızlığı ile ilgili görsel sonucu        Aslında her diktanın kendine özel bazı yıkılış sebepleri vardır. Gelişleri hep ekonomik ve siyasi krizin bir arada olduğu bunalım dönemlerinde olur. Bir yandan da basın, anarşi ve terörün nasıl yayıldığı ve ekonominin nasıl çöktüğü ile ilgili haber, analiz ve yorumlar yapılır. Mevsimi geçtiği için domates %10 artsa bile, ayın zam şampiyonu domates oldu diye haberler yapılır. Ülke parası, diğer paralara göre %0, 1 artsa bile ertesi gün iflas ettik diye manşetler atılır.
        Dikta yönetiminde ise aynı domatesin kilosu  %500 arttığında bile basın sessiz kalır. Devalüasyondan beter döviz krizleri, seri iflas ve konkordatolar devam ederken, her şey düzeldi manşetleri atılır. Halkın refahı ise bir kademe daha düşer.
               İkinci olarak ülke ve diktatör, kaçınılmaz olarak yalnızlaşır. Şu günlerde bir parti liderine, seni Abdülhamit'in yalnızlığına bırakmayacağız, asla yalnız yürümeyeceksin falan diyorlar. Oysa zamanında Abdülhamit'e de, seni Abdülmecit'in yalnızlığına bırakmayacağız demişlerdi. Yalnızlık, diktatörlerin ve diktatörlerce yönetilen ülkelerin kaçınılmaz kaderidir.
        Bu yalnızlığın en baştaki sebebi, diktatörün hırslarıdır. Bu hırsları, hem yönettiği ülke üzerine, hem de yetkileri üzerine sonsuzdur. Diğer ülkeleri bir şekilde işgal etmek, diplomatik dünyada önderlik ara buluculuk yapmak gibi hırsları, ülkeyi yalnızlığa iter. Buna bir de genişleme, fethetme, işgal etme hırslarını da eklerseniz, bu yalnızlığın sebeplerini ve ülkenin gittikçe nasıl yalnızlaştığını anlayabilirsiniz. Bu yalnızlık daima değersizdir. İşin doğrusu tüm yalnızlıklar değersizdir.
kaddafi çad savaşı ile ilgili görsel sonucu        İkinci hırs ise, diktatörün yetki hırsıdır. İyi bir yönetici, yetki devrini en iyi yapabilen yöneticidir. Diktatör ise her şeyin kendi eseri olmasını ister, bir de birebir kendi kafasındaki gibi olmasını. Bunun sonucunda sık sık etrafındaki kişileri değiştirir, hatta idam eder, öldürtür. En nihayetinde herkesin korktuğu ve hiç de sevmediği biri olur.
        Birinci hırsın en net örneği, Libya diktatörü Kaddafi'dir. Önce Müslüman, sonra Arap ülkelerinin lideri olmak istedi. Güneyindeki fakir komşusu Çad'ın kuzeyini işgal etmeye kalktı, yenildi. Ordusu ile yapamadığını, istihbarat örgütü ile yapmaya kalktı. Lockerbie faciasının arkasında olduğu ortaya çıkınca, kendisi ile beraber ülkesi, tüm vatandaşları ile beraber terörist damgası yedi. Arap liderliği mücadelesi, aynı liderlik hevesinde olan diğer Arap diktatörleri ile arasının açılmasına sebep oldu. Kaddafi ve Libyalıları tek seven ülke ve halkı Türkiye kalmıştı (Daha önce de yazdığım gibi Kıbrıs savaşındaki yardımları ve Türk firmalarına verdiği devasa inşaat işleri nedeni ile). Kaddafi'nin, 1996'da o zamanın başbakanı Necmettin Erbakan'ı aşağılaması sonucu, ülke son dostunu da kaybetti.
abdülhamit döneminde kaybedilen topraklar ile ilgili görsel sonucu       İkinci aşağılamanın net örneği ise, sağın ulu hakanı 2. Abdülhamiddir. En sonunda kendisini en çok seven tarikatları, omzuna yıldızlar taktığı paşaları, el altından beslediği tekke ve tarikatları tarafından bile yalnız bırakıldı. Sebebi de herkesten şüphelenen ve herkesi takip ettiren, bir sürü yasaklar koyan kendisiydi. Geniş bir muhbir şebekesi kurdu ama muhbirlerin istihbarat olmadığını bilmiyordu. Her duyum, istihbarat değildir, istihbarat olması için duyumun, teyit edilmiş, yani doğrulanıp, onaylanması gerekir. Oysa kendisi her duyumu işleme koyduğundan, birbirine güvenmeyen insanlardan oluşan bir bürokrasi, ordu ve halk yarattı.
      Muhbirleri ve ihbarları bir süre sonra o kadar çok oldu ki, devasa bir bilgi kirliliği oluştu. Devletin memurlarına düzenli maaş veremediği dönemde, İstanbul'a sürekli saray yapacak ve muhbirlere, jurnallerine göre para verebiliyordu. Bir şekilde jurnalden para kazanmayan memur yok gibiydi. İttihatçılar meşrutiyeti ilan ettiğinde ilk iş, istihbaratın arşiv deposunu yakmak olmuştu.
         1896 1. Ermeni patırtısı denen olaylar ve ardından gelen Ermenilere yönelik şiddet dalgası da, istibdat yönetiminin huzur getirdiği imajını yıktı. Zaten 1902'den itibaren Balkanlar, komitacı örgütlerin cirit attığı, iç savaş dönemi Lübnan'ı gibi bir yer olmuştu.
müşir ÅŸevket paÅŸa suikasti ile ilgili görsel sonucu            Daha sonra adını kullanarak propaganda yapacak olan Said-Kürdi (Sonradan Nursi)'yi de akıl hapishanesine attırmıştı. 1908'de Resneli Niyazi Bey dağa çıktığında ve Rumeli garnizonları arka arkaya isyan ettiklerinde,  Anadolu'dan gelen birlikler, içlerine sızmış Doktor Nazım'ın etkisi ile isteksizdi. Mülazım Atıf beyin, Müşir Şevket paşaya suikastı, ordu içinde paniğe sebep oldu. Padişah yanlısı birlikler dağılmaya başladı. Mülazım Atıf bey kaçmayı başardı. Uzun süre kahraman muamelesi gördü.
          Müşir Şevket paşa suikastının benzeri, Tuğgeneral Semih Terzi'ye, 15 Temmuz gecesi yapıldı. Suikastçı Ömer Halisdemir anında vurulsa da,  etkisi benzer oldu, darbecilerin komuta kademesi, özel kuvvetler komutanlığından başlayarak dağıldı.
           Üçüncü olarak, hem herşeyin tek kişinin emrine girmesi, hem de diktatörün yalnızlaşmasından dolayı devlet işlemez olur.  Diktatörlükler genelde ekonomik krizle eş zamanlı olan hükumet krizi ile gelir. Tek parti ve tek adamlık her zaman istikrar ve hızlı karar verme özelliği ile pazarlanır. Sonuçta tam tersi olur.
          Bu Hitler zamanında da farklı olmadı. Savaşın en ciddi aşamalarında Hitler karar veremediği ya da uyandırılmaya cesaret edilemediği için kayıplar verildi. Rusya ile savaşın ilk başlarında da Stalin'in öfke ve sinir krizleri yüzünden sağlam kararlar alınamamıştı. Ülkede şartlar iyi iken, tek adamlık düzgün kararlar alır, şartlar zorlaşırsa tek adamlık da saçmalamaya başlar.
jirinovski ile ilgili görsel sonucu           Tek adamlıkta diğer bir konu da bu tek adamın yetki devrinde zorlanması, adamlarının yetkilerini budaması ve her işi kendisinin yapması  sonucu kendisi dahil hiç kimsenin, hiç bir iş yapmaması durumudur. Bir zaman sonra devlet daireleri iş yapar gibi görünen, çok yorulan ama hiç bir mal ve hizmet yönetmeyen kişilerle dolar.
             Devlet düzenini bozan diğer bir unsur da, gene tek adamlıktan dolayı, iktidarda kaldığı yıl arttıkça liyakatten çok sadakate  önem vermesi, sonuçta zaman geçtikçe  devlet kadrolarını her ikisinden de yoksun kişilerle doldurmasıdır.
             Abdülhamit düşerken omuzlarına yıldız taktığı paşalara güvenmişti. 31 Mart olayında isyanı çıkaranlar, kollarına pırpır taktığı astsubaylar oldu. Sovyetler Birliğin de ideolojiye sadakat  birincil aranan nitelikti. Yıkılınca görüldü ki en başta partinin ve devletin üst düzey görevlileri komünist değilmiş. Meşhur faşist lider Jirinovski bile, bir dönem Türkiye'de komünizm propagandası yapmaktan tutuklanmanın kıyısından dönmüş.
            Bir de feodal devletlerde olduğu gibi devlet kurumlarını akrabaları ile dolduranlar vardır. Oysa çöküş belli olduğunda ilk kaçanlar da genelde akrabalar olur. Saddam Hüseyin'de bir akrabasının villasında, sözüm ona onu saklayanlarca ihbar edilmişti. Muammer Kaddafi ve Arap diktatörlerinin çoğu devlet kurumlarını akrabaları ile doldururlar. Bu da liyakatin düşmesi ve çöküşü hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz.
         Şimdi başka bir soru soralım. Madem diktatör eninde ya da sonunda düşecek, neye göre diktatörler uzun süre iktidarda kalırlar ya da iktidardan düşerler?
honecker gorbaçov ile ilgili görsel sonucu                İmparatorluklar çöktüğünde satrapları da çöker: (Bu blogda hep satralp dedim ama bence şu l harfi fazla galiba, daha önceki yazıları da temizlemek uzun sürecek) Bu Pers (Akhamenid) imparatorluğu, İskender tarafından yıkıldığından beri böyle oldu. Pers devletinin haritadan silindiği anlaşılınca Kıbrıs halkı isyan etti ve diktatörünü tahttan indirdi.
            İskenerin öldüğü duyulunca da halk, yaklaşık iki saat sonra lalası Aristo'nun evini kuşattı. Aristo, ailesi ile kaçıp, Sicilya'ya gitti. Yunan şehir devletleri Makedonya imparatorluğundan ayrılıp, tekrar kendi devletlerini kurdu.
             1989'da Doğu Almanya'nın diktatörü Honecker, Berlin duvarı bin yıl daha yerinde duracak demişti. O sıralarda sokaklar çok hareketliydi, halk daha fazla özgürlük istiyordu. Honecker ve her biri en az otuz yıldır iktidarda olan doğu bloku diktatörleri kendilerinden emindiler. Gorbaçov'un Prestroyka ve Glasnost'u geçici bir modaydı. Derken Gorbaçov gene bir gün Doğu Berlin'e, o zamanın deyimi ile eksen ülkesine, benim deyimimle satrapını görmeye geldi. Honeker beklendiği gibi Rusya, Almanya ilişkilerini öven bir konuşmanın yanı sıra, sosyalizmi ve onun geleceğini de öven bir konuşma yaptı. Aslına satır arasında demek istediği, ülkedeki yüz binlerce Rus askerlerinin sokak gösterilerini dağıtmasıydı.
            Oysa tek kaynayan sokaklar, Doğu Almanya sokakları değildi. Doğu blokunun her tarafı kaynıyordu. Sovyet birlikleri Afganistan'dan ağır bir yenilgi ile çıkmıştı. Kazakistan isyanı devam ediyordu. Çernobil kazasının yaraları daha sarılmamıştı (halen sarılmadı). Gorbaçov'a o efsanevi cevabını verdi.
          -Gecikeni tarih yargılar. Bu sözden sonra o kudretli iktidarlar patır patır dökülmeye, arından da Sovyetler Birliği dağılmaya başladı.
çek baharı ile ilgili görsel sonucu          Efendisini kızdıran satrap halledilir. Bunu Pers imparatorluğu da yapmış. Dara (Daryus),  rüşvet alan ve halkına zulüm eden bir satrapını, bizzat oğlunun gözleri önünde derisini diri diri yüzdürmüş. O deriyi satrapın tahtına, gene oğlunun gözü önünde çiviletmiş. Sonra da o oğlu, babanın derisi üzerine oturtmuş.
               1956 Macaristan, 1968 Çekoslovakya ve 1979 Polonya örneğinde olduğu gibi Rusya doğrudan ezme yolunu seçmiştir Persler gibi. Ha, eğer satrap işini yapıyorsa, bazı şımarıklıklarına göz yumulur. Mesela Çavuşesku, 1968'de Çekostlovakya'yı işgal eden doğu bloku birleşik ordusuna asker vermemişti. 1984 Los Angeles olimpiyatları boykotuna da katılmamıştı. (oysa bu boykot, 1980 Moskova olimpiyatları boykotunun karşılığıydı.) Çünkü Çavuşesku, Romanya'nın değerli petrolünü ucuz fiyatla Rusya'ya akıtıyor, kendi halkını da at arabaları kullanmaya teşvik ediyordu. (Sonradan o atların etleri kesilip, el altından batı kasaplarına satıldı ve meşhur at eti skandalı patladı.) Sadece petrol değil, Balkan yarımadasının en büyük ülkesi olan Romanya'nın tüm doğal zenginlikleri ucuz fiyatla Romanya'ya akıyordu.
türkeÅŸ 27 mayıs ile ilgili görsel sonucu        Amerika'nın satrapları, genelde Amerika'ya bol bol ey çekerler. Amerikan şirketleri rahat çalıştığı sürece birilerinin Amerika veya İsrail'e bırakın ey çekmeyi, ana-avrat küfretmesine bile aldırmaz. Sorun Amerikan şirketleri rahatsız edilince başlar.
         A.B.D, nadiren Panama veya Irak'da olduğu gibi bizzat askerleri ile iktidarı değiştirir. Genelde darbe yaptırır. Askerler darbe sabahına Nato'ya, senatoya (Cento demek istemişti Alparslan Türkeş, 27 Mayın 1960 sabahı radyodan) bağlıyız, en kısa zamanda parlamenter düzene geçilecektir der.
         Diyelim ki darbe yapamadı. Amerika'nın yedek planı vardır ve acelesi yoktur. Yarına bırak ama yanına bırakma politikasını izler.
          Arada Eyşan diplomasisi yapmanız sizin bir satrap olduğunuz gerçeğini değiştirmez. Bizzat esas ülkenin ordusu ile işgal edilmiş değilse, her eksen ülke, yani her satrap, illa başka süper güçlerle işbirliğine gider. Sağcı siyasilerin denge politikası dediği duruma ben Eyşan diplomasisi diyorum. Bir dönemin popüler dizisi Ezel'in kadın karakteridir kendisi.
         Felsefe, bilim, sanat ve dolayısı ile teknoloji ve sanayide geri toplumlar, bir başka ülkenin peyki olmaya mahkumdurlar. Bazen ülkeler, benim Eyşan, sağcıların denge siyaseti sistemine gidip, başka süper devletlere göz kırparlar, bazen de mecbur kalırlar.
eyÅŸan ile ilgili görsel sonucu      Mesela İngiltere, yüz  yıl kadar Rusya'ya karşı Osmanlı'nın yıkılmasına engel oldu. Rusyayı ciddi  bir rakip olarak gördü, ta ki Almanya 1870'de Fransayı yenerek bir ekonomik ve askeri bir dev olarak birden ortaya çıkana kadar.
          Bu olay ve Osmanlı'nın 93 harbi hezimeti, Rusya ile İngiltere'yi yakınlaştırdı, adından da Osmanlı ile Almanya yakınlaştı. 1. Dünya savaşında da mecburen Almanların safında savaştı.
          Mareşal Tito, Stalin'in iktidarı tekrar krala devretmesini tavsiye etmesinin ardından, satıdığını anladı. İngiltere, o zamanki zihniyetine göre Hindistan yolu ve Akdeniz'i kontrol altına alabilmek adına Sovyet kuşağının Akdeniz'e ulaşmamasını istiyordu. Nitekim Stalin, Yunan iç savaşında Solcuları son anda satarak, ülkeyi sağcılara teslim etmişti.
        Tito ise, kendisi gibi Eyşancılardan bir Bağlantısızlar hareketi zırvalığı icat etti. Bağlantısızlar, öze Amerika'nın peyki-ekseni, satrapı olup, ara ara Sovyetlere göz kırpanlar birliğiydi. Yugostlavya dağıldı, Bağlantısızlar birliği ise işlevsizleşti.   
sisi ile ilgili görsel sonucu           Asıl meselemiz diktatör düşünce yerine başka bir diktatörün gelmesini engellemek olmalıdır. Özellikle Arap ülkelerinde bir diktatör gider, başkası gelir. Demokrasi güçleri daima uyanık olmalıdır.
     Bunun için her an propagandanın ucunu bırakmamalı, her gelene de hoş geldin dememelidir. Mübarek'in ardından önce İhvan-ı Muslim'in (Müslüman Kardeşler), ardından da General Sisi'nin gelmesi, acı bir tecrübedir.
       Halka meselenin demokrasi olduğunu,  yeni bir diktatörün durumu daha beter yapacağı halka anlatılmalıdır.
              Oturup diktatörün düşmesini beklemek, hem yeni bir diktatörü davet etmek veya iç savaşa davetiye çıkarmak, hem de genç nesilleri acı içinde büyütmektir. Dahası yeni neesiller demokrasinin ne olduğunu unutabilir, kara vebadan kurtulmak için kızıl vebayı bekler gibi yabancı ülke işgalini ve yeni bir diktatör babayı bekleyebilir. Irak ve Libya'nın başına gelenlerden dersler çıkarılmalı. (Gerçi Hegel'in dediği gibi tarihten alınacak tek ders, tarihten ders alınamadığı ise; biz de tarihin verilerini felsefeye çevirmeliyiz.
          Diktatör devrilince, en ağır kaybı ideoloji yaşar. Hitler devrilince de ırkçılık, antisemitizm ve milliyetçilik ağır darbe aldı. 1945'den önce Slavlar ve Yahudiler (her ne kadar süt beyazı derilerine rağmen) beyaz ırktan sayılmazdı. 1945'den sonra beyazlara dahil oldu. Buna rağmen dünyada beyazların egemenlik alanları daraldı. Sırf İngiltere bile dünyanın üçte birinden fazlasını yönetmekteydi. Çhurchill, Hindistan yolunu güvenceye almak için Yugostlavya ve Yunanistan'ın Sovyet peyki olmaması için çok uğraştı, hatta başardı ama 1947'de Hindistan'ın bağımsızlık ilanını engellemekten kurtulamadı. 1922 İrlanda'nın bağımsızlığı ve Türk kurtuluş savaşı ardından başlayan Beyaz Adam'ın geri çekilişi hız kazandı ve halen de devam ediyor.
sömürge devletleri haritası ile ilgili görsel sonucu          Avrupa'nın dünyanın geri kalanı üzerindeki hakimiyeti ırk ayrımına bağlıydı. Bu yüzden Nazilere yetmez ama evet diye yaltaklananları, yandaş basını ve yandaş burjuvaziyi ve pek çok kişiyi cezadan kurtardı.
          Gene de batının çöküşünü durduramadı. Batı sömürgelerini büyük ölçüde kaybetmekle kalmadı, o aşağı gördüğü ırkları ülkesine yerleştirdi. Çünkü y kuşağı denen 1945-50 arası dönemden sonra doğum oranları hızla düşmeye başladı. Almanlar'da Hitler'in nefret ettiği siyah saçlı Yahudiler yerine siyah saçlı Türkleri, üstelik davul-zurna ile davet etti.
            Siyah saç demişken, meşhur propaganda bakanı da kapkara saçlı, kahverengi gözlü ve kısacık boyluydu. Kendisi de fazlası ile kısa boylu ve sarıdan ziyade koyu kestane saçlıydı.
        Bu gün beyaz adam, diğer toplumların sadece ham madde ya da emeğine muhtaç değil, sermayesine ve sanayisine de muhtaç. Avrupa'daki çoğu beyaz eşyayı ve mobilyayı Türkiye, arabayı Japonya ve Güney Kore, bilgisayar, elektronik eşya ve cep telefonunu Güney Kore, Japonya ile beraber Tayvan, Çin, Tayland gibi Asya ülkeleri, yazılımları Hindistan üretiyor. Avrupa ve Amerika'nın pek çok ünlü fabrika, marka ve mağazası, Arap, Rus, Türk vb diğer milletlere ait.
         Beyaz adamın halen bir üstünlüğü varsa, bilim ve felsefe sayesinde. Ona da katkıda sunanlar arasında göçmenlerin sayısı artıyor.
         Diğer taraftan milliyetçilik halen sürse de, millet kavramı, ırk kavramından giderek uzaklaşmakta. İsrail bile Rusya'dan göç eden ve pek çoğu Yahudi olmayan ( Tek bir Yahudi damat veya gelin, onlarca kişinin göçüne sebep olabiliyordu. Maddi durumu kötü olan çok kişi de israil2e göç etti. Sovyetler Birliğin'den İsrail'e göç edenleri üçte biri Yahudi değildi) göçmeni başarı ile asimle etti.
demokrasi ile ilgili görsel sonucu           Benzer ideoloji kaybı, hem de fazlası ile Sovyetler Birliği dağılınca oldu. Sadece Sosyalist veya komünist değil, tüm sosyal demokrat ve sol görüşlü ideolojiler yıkım yaşadı. Bunda da kapitalizmin kara propagandasının etkisi büyük oldu.
               Dikta yıllarında korumamız gereken şey demokrasinin gerekliliği fikridir. Yeni bir diktatörü iktidara hazırlayanlar, sık sık demokrasinin artık çöktüğünü söyler ya da ima eder. İki dünya savaşı arasındaki dönemde bu açıkça söyleniyor, demokrasilerin çöktüğü bile söyleniyor. Lenin yönetimine proleterya diktatörlüğü  diyordu. Hitler, Mussolini, Franco, Salzar açık açık ben diktatörüm diyordu. Nazi işgalinden az evvel bazı Fransızlar, Fransa'nın diktatörü kim olsun diye anketler yapıyordu.
       Şimdilerde ise o diktatör olsaydı böyle konuşamazdın falan diyorlar. En acımasız diktatörler bile diktatörlüğünü ret ediyor. (Az önce bahsettiğimiz ideoloji kaybı durumu)
         Gene de sorunun sadece o diktatör, kişiliği, ideolojisi ve çevresi gibi gösterilebilir. Aslında halen de diktatörlerin var olması ve belki sonsuza kadar var olacağının sebebi de budur.
        Yetkilerin tek kişide ya da bir zümrede olduğu totaliterizme karşı çıkmalıyız. Demokrasiyi tekrar ve tekrar anlatmalıyız.
     Son olarak. Diktatörden sonra bir daha asla demeliyiz. Hitler'den sonra en çok tekrar edilen söz bu oldu.