DOKSANLI YILLAR 9 O ZAMANLAR KUMPASLAR
Kumpas yaprak, dincilerin ve faşistlerin doğasıda
vardır. Faşizm, İngeborg
Bachmann’ın dediği gibi iki insanın ilişkisiyle başlar. Tarih boyunca hep
vardı, resmen adının konması için 20. Yüzyıl beklendi. İnsan bencilliğinin ve
hırsının doruğu olan kapitalizm, faşizmi bütün bahanelerinden ve örtülerinden
arındırdı, vicdanı da ameliyatla alınmışçasına yok etti. İnsanları tek
kullanımlık aletler gibi öldüresiye çalıştırıp, sonra katledip, cesedin
yağından sabun yapan bir manyaklık haline geldi. Nazizim ile doruğuna ulaşan
faşizan düşüncenin meşhur propaganda ilkeleri vardır. Nazi propaganda bakanı
Joseph Goebbels’in ilkeleri, aslında o da Hristiyanlıktan almıştır. Kökenleri
yazından da öncesine, putperest çağlara dayanır. Büyük yalan denen bu yöntemde,
adı üzerinde çok büyük bir yalan üretilir. O kadar büyüktür ki, uydurulmuş
olamaz dersiniz. Sonra bu yalanı sürekli ve aralıksız tekrar edersiniz. Hiçbir
delil sizi ikna edemez. Siz, sürekli tekrarlarla karşınızdakini ikna edersiniz.
Tartışma, ezberinizi karşınızdakine okumaktan ibarettir. Sıkıştıklarında yeni
bir yalan, yeni bir iftira üretirler. Delile gerek yoktur, bunu herkes
bilmektedir. Herkes dedikleri de kendileridir. Bu kadar şey yalan olamaz,
binde, hatta on binde biri bile gerçek olsa, çok korkunç dersiniz ama hiç, ama
hiç biri doğru değildir.
Mesela; Alevilerin mum söndü yaptığı,
Yahudilerde en büyük oğlan çocuğunun annesi ile evlendiği, gene Yahudilerin
horozlarının da yumurtladığı, Yahudilerin, yılda bir kez, bir Hristiyan çocuğu
kaçırdığı, iğneli fıçıya koyup, fıçıyı yuvarladıktan sonra, ölen çocuğun kanını
içtiği, dünyayı Yahudilerin yönettiği, Komünizmin ev Kapitalizmin Yahudilik
oyunu olduğu, 1. Dünya savaşında Almanlar yenildiği için yenilmiş sayıldığımız,
Koka Kola ve Pepsi’nin formülünün çok gizli olduğu ve bu iki içeceğin analiz
edilemez olduğu, yoğurtla balık yemenin zehirleyeceği, Kızılderililerin Türk
olduğu, domuz etinin kıskançlık duygusunu yok ettiği ve daha nice yalanlar….
Bu yalanlar ideolojiye göre değişir. Örneğin
Naziler, Yahudilerin erkeklerin adet görmesi, anneyle evlenme ve iğneli fıçıda
kan içmeleri gibi yalanlarla mücadele etmişlerdir. Zira toplama kamplarında
bunun yalan olduğunu fark edenler, Yahudilere sempati duyabilirdi. Bunun yerine
tüm dünyayı Yahudilerin yönettiği ve Almanların saf ırk olduğu yalanına
başvurmuşlardır. Oysa Almanya, Otuz Yıl Savaşlarını (1618-1648) en yoğun
yaşamış, savaşın sonundaki 1648 Vestfalya antlaşması sonucu pek çok Protestan,
Protestan eyaletlere, pek çok Katolik’de Bavyera başta olmak üzere Katolik
eyaletlere göç etmiştir. Almanya nüfusunun üçte birini kaybetmiş, eski nüfusu
ve ekonomik büyüklüğüne ulaşması yüz yıldan uzun zaman gerekmiştir. Balkan
yarım adası, Rusya ve Ukrayna’ya yüzbinlerce Alman göç etmiştir. Daha 18.
Yüzyılda Prusya devleti, binlerce Polonyalıyı Ruhr vadisine, sanayi
tesislerinde çalışsın diye yerleştirmiştir. Almanlar genelde sarışın olmakla
beraber, Joseph Goebbels gibi ünlü Naziler gibi pek çok Alman siyah
saçlıdır. Türkler de genelde siyah ya da koyu kestane saçlıdır ama Atatürk
başta olmak üzere pek çok ünlü Türk, sarışındır.
Belli yalanlar o kadar çok tekrarlanır ki,
yalanın içindeki mantıksızlığı anlamak zaman alır. Mesela Fatih Sultan Mehmet
başta olmak üzere, bir sürü ve pek çoğu
dünyayı titreten padişahın, hattat esnafın baskısı yüzünden matbaayı üç yüz yıl
kadar Osmanlı’ya, daha doğrusu Müslüman halka geç gelmesi durumudur. Dünyayı
titreten padişahlar, böylesi önemli konuda hattat esnafından mı çekinecekti.
Hurufilik tarikatı üyelerini cami avlusunda diri diri yakan Fatih, yeni
fikirlerin etkilerini biliyordu. Bilemediği, gayrı Müslüm tebaasına
etkileriydi. Ona göre yeni fikirler, zaten parçalanmış Hristiyanları daha da
parçalayıp, devletin işini kolaylaştıracağıydı. Milliyetçi fikirler, önce
Hristiyan tebaa içinde yayıldı. Müslüman tebaa arasında sadece Alevilik, o da
çok fazla yayılmadı. Matbaayı yasaklamakta kendince haklıydı. Katolik kilisesi,
İncili çoğaltmak için matbaayı destekledi ama matbaa, Protestanlığın
yayılmasına sebep oldu. İslam dünyası ise zaten ezelinden beri mezhep-tarikat
çatışmaları ile uğraştığından bu gerçeği erken fark etti.
Bazı yalanlar gene sık tekrar edildiğinden,
birileri gerçeği araştırmaz, araştırma zahmetine girmez. Mesela aya ilk ayak
basan insan Neil Amstrong ile, meşhur su altı belgeselcisi kaptan Cousteau’un
Müslüman olduğu haber. Ortaokul ve lise yıllarımda din dersi hocaları hemen her
derste bunu tekrarladı. Her iki haber de kocaman yalanmış. Cousteau sadece
İslam’a saygı duyuyorum demiş. Amstrong’da o da yok. Üstelik Kaptanın, anlı
şanlı, romanlara konu olmuş Notre Dame katedralinden kaldırıldı. Bu yalanlar
seksenlerin yalanlarıydı. Bu tür yalanları, batılılarda ara ara destekler.
Mesela Napolyon, Mısır seferi sırasında, gizli Müslüman olduğu dedikodusunu
özellikle yaydığını, övünerek anlatır. İtalya seferinde de Katolik olduğu
dedikodusunu çıkarmış. Yahudi bil ülkeyi işgal etseydim, Yahudi olduğum
dedikodusunu çıkarırdım, demiştir. Hindistan-Pakistan Müslümanları yıllarca
kraliçe gizli Müslüman olduğu, bütün İngiltere’nin de toptan Müslüman olacağı
dedikodusu yayılmıştır. Avrupalılar arasında da Fatih Sultan Mehmet’in gizli
Hristiyan olduğu dedikodusu yaygındır. Bunu da Osmanlının kasten yaymış olması
muhtemeldir.
Komplolar, dedikodu ile temellendirilir.
Eskiden komplo yapacak kadar güçlü tek örgütlenme, dini topluluklar ve dini
teşkilatlanmalardı. Tarikatlar, Katolik kilisesi gibi kurumlar, asılsız
dedikoduları yayarak, komploları ile çok kişinin canını yaktı. Doksanlarda önce
bir sürü eve giren Zaman gazeteleri ve Samanyolu televizyonları bunu
komplolarını arttırdılar. İlk başlarda Zaman gazetesinden, isim vermeden, her
şeyini tarif edip, sadece ismini vermeden birilerini linç ettirmeleri başladı. Asıl
linç, internetle oldu. Trol denilen ve grup hainde saldıran ilk internet trolü
ordularını fetö ve tarikatlar kurdu. MIRC denen sohbet programları çok modaydı
ve sohbet odalarında bolca fetöcü vardı. Söze cemaatçi değilim ama cemaati
sevmem ama deyip, sohbete başlar, Fettullah’ın aleyhine konuşursanız size
küfrederlerdi. Doksanların sonlarında ilk büyük komplolarını yaptılar.
Söylemezler çetesi ve deniz kuvvetleri
eski kuvvet komutanının (adını unuttum, google’da bulamadım) evinin tadilatı
yolsuzluğundan tutuklanması gibi davalar, Ergenekon kumpasına hazırlık
aşamalarıydı. Diğer bir olay da, Fetullah Gülen’in sızma v ele geçirme
konuşması videosunu açığa çıkaran Ali Kırca başta olmak üzere pek çok kişinin
gizli görüntülerinin ifşasıydı.
17-25 Aralık operasyonlarından sonra başlayan
ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Fetullah Gülen cemaatini, diğer
cemaatlerden ayırma durumu başladı. Fetö ve AKP işbirliği, aynı zamanda diğer
tarikatların da işbirliğidir. Bu tarikatların hepsi NATO beslemesidir. Türkiye,
NATO’ya üye olana kadar, Said-i Nursi’de, Süleyman Hilmi Tunahan’da, diğer tüm
tarikatlar da, kendi çapında, az bir cemaati olan şeyhlerdi. Boğacaksan solu,
yetiştireceksin sofu ilkesini çok önceden keşfetmişlerdi. NATO destekli, her
iki lafından biri Atatürkçülük olan 12 Eylül rejiminin, zorunlu din derslerini
getirdiğini, hatta bunu anayasaya koydurduğunu, Alevi köylerine camii
yaptırdığını, TRT’de Huzura Doğru diye dini program yaptırdığını unutmamalı. Fetullah
Gülen, darbeyi sevinçle karşılayan ve Kenan Evren’e övgüler düzenlerin başında
geliyordu. Polis teşkitarı ve emniyet genel müdürlüğündeki ilk tarikatçı
örgütlenmede o zamanlarda başladı. O zamanlar bu örgütlenmeler, diğer
tarikatların da işbirliğine katılması ile oldu. Fetönün, özellikle seksenlerde
o kadar insan gücü ve teşkilatı yoktu. Tarikatlar, 17 Aralıktan sonra fetöden
ayrıldı. Peki, o zaman 15 Temmuz neden başarısız oldu, neden fetödenayrıldılar.
onu da sonraki yazımda anlatacağım.