Son yıllarda hızlanan beyin göçü
ile ilgili çok şey söylendi. Pek çok faktörden bahsedilse de, Türk
işverenlerinde iş ahlakı olmamasından bahsedilmedi. Türk çalışan için, hele de
beyaz yakalı için memur olmak, özel sektör cehenneminden bir kurtuluştur.
Olay
sadece düşük maaşlar ve yüksek çalışma süreleri değil. Asıl olay, Türk
işverenlerin bir işveren ahlakı ve geleneği olmaması.
Biz
maaşlı çalışanlar için (babam esnaf olmasına rağmen hayatım boyunca maaşlı
çalışan biri oldu, kendi işyerim olmadı) patronların genelde iyi olduğunu ve
olacağını söylemek ahmakça olur.
Kendisi de bir patron olan Bill Gates;
-Öğretmenlerin
kötü olduğunu düşünüyorsanız, bir patronla tanışmamışsınızdır, demiştir.
Türkiye’de
ise durum daha da vahimdir. Düşük maaş ve uzun çalışma saatleri bir yana,
patronlar sık sık çalışanlarını dolandırırlar, mesela özel sektör
çalışanıysanız, her ay sigortanızın yatıp, yatmadığını kontrol etmelisinizdir.
Askerdeyken
konuştuğum bir uzman çavuş, uzun süre çalıştığı marketin sahibinin, sigortasını
yatırmadığını, oğlunu tedavi etmesi gerekince öğrendiğini anlatmıştı. (O
zamanlar (iki bin yılıydı, uzman çavuş ise çok önce ayrılmıştı işinden)
Sadece
bu kadar da değildir; Sendikalı olmanız, işten çıkarılma nedenidir, patron
biraz para sıkıntısına girse, ilk iş maaşları geç öder, şirket iflas ya da
konkordato ilan ettiğinde, en son
ödenecek para, işçi ücretleridir, patron araba yeniler, çocukları instagramdan story
atar, maaşlara zam yapmaz.
Büyük
şirketlerde bile bu değişmez. Ülkemizde şirket Paris olsa da, maaşlar Muş,
Hakkâri’dir. Tek fark, küçük şirketlerde para yok derler, büyük şirketlerde
nakit sıkışıklığı var.
Ülkemiz
işverenleri, çalışanları kandırmanın ve sömürmenin çeşitli yollarını
geliştirmiştir. Örneğin Kürt işçilerine ödeme yapılmaya yakın birkaç faşisti
çağırıyor, bayrak yaktılar yalanı ile linç ediyorsunuz. İşçiler kaçıyor ve
parasını ödemiyorsunuz. Son birkaç yıldır çıkan haberlerin aslı bu.
Çalışanların
başka bir sömürülme yöntemi de zararı çalışana ödetmek. Firmanın adı
mahkemelerde sıkça duyulmasın diye ufak tefek hırsızlıklar polise
bildirilmeyip, masraf işçiden çıkarılıyor. Bazı porselen, ev eşyası, cam eşya
dükkânlarında da, müşterinin sakarlıklarının masrafları işçiden çıkarılıyor.
Pek çok sabıkalı hırsız da bu zincir mağazaların özelliklerini biliyor ve
kullanıyor. Buna benzer şeyler sadece mavi yakalı ya da vasıfsız işçiler için
değil, beyaz yakalı, hatta yönetici ünvanlı kişilere dahi yapılıyor.
-Senin
gibi bir sürü işsiz var, beğenmezsen gidebilirsin. Bunu ara ara devlet
kurumlarındaki amirler bile bol bol söylüyor.
Bir
başka konu da pek çok beyaz yakalının sadece gelişmiş kuzey ve batı Avrupa
ülkeleri yerine, orta Asya, Arap ve Balkan ülkelerini de tercih etmesi.
Özellikle Balkanlarda bir yabancı olarak o ülkenin siyasetinden uzak duruyor,
sosyal hayatın özgürlüğünden faydalanıyor. Romanya, Bulgaristan ve Moldova gibi
nispeten Türkiye’den daha yoksul ülkeler bile Türkiye’den beyin göçü alıyor.
Bu
göç, özellikle kalifiye beyaz yakalı alanında özel sektörü bunaltmaya başladı.
Piyasada yetenekli yazılımcı çok az kaldı. İngilizce eğitim veren devlet ve
özel sektör mezunları için yerli firmalar son tercih. Yerli firmalar da taşra
üniversitelerinin mezunlarına kalıyor.
Buralarda
bazı esnaf ve sanayicilerin, çalışanlarının, özellikle de doğuluların parasını
iç etmelerinin şöhreti artınca, işçi bulamıyorlar. Bazı söz verdikleri ve
parasını alıp, harcadıkları siparişleri de yetiştirememeleri söz konusu oluyor.
Bu durumda da, iş piyasasına göre aşırı yüksek maaşlardan bahsediyorlar. Kanıp
da giderseniz, vay halinize!
Bu
tip işverenin güvendiği en büyük dağ, ülkemizdeki yüksek doğum oranları ve
çevremizdeki mülteci-göçmen yığınıdır. Bu dağ, özellikle ileri kalifiye ve iyi
üniversite mezunu gençler anlamında sarsılmakta. Doğum oranları da her geçen
yıl düşüyor.
1992
yılında ben lisedeyken bir gün bir öğretmen kaç kardeş olduğumuzu sormuştu.
Yaklaşık kırk kişilik sınıfta (kendisi dâhil) dört ve daha az kardeş olan bir
tek bendim. Bir kere de üniversitede, istatistik dersi öğretmeni, örnek problem
olarak bize sormuştu. İkinci öğretim dâhil altmış kişiydik. Kardeş sayıları,
bir çan eğrisi çiziyordu. En fazla 4 ve 5 kardeş olan vardı ve galiba 2’er kişi
de 1 ve 8 kardeşti. Bu çan eğrisini 7 kardeş olanlar bozuyordu, galiba 4-5
arkadaş 7 kardeşti.
Ben
de garip bir alışkanlıkla, ara ara öğrenciler 4,5 veya daha fazla kardeş
olanların sınıf tamamına oranını merak ediyorum ve öğrencilere soruyorum.
Geçenlerde bir sınıfa sordum. Yaklaşık otuz kişilik sınıftan, bir tane bile
dört kardeş olan yoktu. Yani gelecekte o kadar da büyük bir işi gelmiyor
arkadan.
Öte
yandan, çalışanların bu kadar mutsuz olduğu bir ülkede, mülteciler de o kadar
çok durmayacaktır.
Beyin
göçü ve genç insan göçü konusunda devletin ve bu iktidarın yanlışları fazlası
ile varsa da bu, bu yazının konusu değildir. Bunları için ayrı bir yazı bir
yana, kitap bile yazmak gerekebilir.
Lakin
bu iktidarı da bizim halkımız seçtiği gibi, bu devlet de Türk halkından
oluşmaktadır. İktidar değişmeden evvel Türk işveren zihniyeti değişmeli.
Bir
arkadaşım var, küçük de olsa bir işletmesi olan. Sürekli Afganlıları çalıştırıyor
çünkü ortağı ile birlikte işçilere düşük maaş verdiği gibi, sigorta da
yaptırmıyor. Afganlıların da biri gidiyor, biri geliyor. Aynı şeyi kendim de
akrabalarımdan gördüm. Akraba yanında
küçükken çalıştığım zaman sigortam yatmış olsam, daha erken emekli
olabilirdirm.
Aslında
bu tür kurnazlıklar, işletmeleri küçük kalmaya ve krizlere karşı dayanıksız
olmaya mahkûm ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder