Doksanlı yıllar ve öncesinde Ülkücü olmak, şimdikinden daha havalı bir şeydi. Mhp'nin oyu %3' lerde olsa da (1994'de barajı aşacağız diyen Türkeş'in dişçisini, doktorunu aday gösterip, teşkilatlarını küstürmesi sonucu %7' de kalmıştı) ortalıkta Ülkücüyüm diye dolaşanlar daha çoktu.
Bu sadece sokaklarda gezen Ülkücü çeteler ya da okullardaki Ülkücü yapılanma olarak algılamayın. Evet, o dönemin Ülkücü yapılaşması sokaklarda ve okullarda çok güçlüydü. Çoğu üniversitede Ülkücü yapılaşması yüzünden hiç bir eylem yapılamıyordu.
Esnaf ve bürokraside de Ülkücü yapılanması çok güçlüydü ama o zamanlar cemaat dediğimiz Fetöcüler yavaş yavaş bürokrasideki Ülkücü yapılanmayı yavaş yavaş kemiriyordu.
1950'den bu yana ülkeyi yöneten, çoğu kez de tek başına ya da Milliyetçi Cephe denen sağcı koalisyonlarla yöneten sağcı zihniyet, bürokrasiye CHP'liydi der. Oysa ben hayatımda pek az solcu bürokrat gördüm. O meşhur doksanlarda orta derece yöneticiler Ülkücü, daha üstü tarikatçı-Fetöcü falan olurdu.
Polis memurlarını ve komiserlerinin çoğu Ülkücüyken ve hatta Özel Harekat Polisliği seçmelerinin sonuçları herkesten önce Ülkü ocaklarına ulaşıyorken, üst düzey amirlerin fetöcülüğü, bıyıklarından belli olurdu.
İşin gerçeği, bu satırların yazarı dahil, gençliğinde Ülkücü takılan, Ülkü ocaklarına gidenler, hayatlarında bir yada iki kere MHP'ye oy verseydi, MHP şimdiye kadar en az bir kere tek başına iktidara gelirdi.
Bir de Muhsin Yazıcıoğlu'nun durumu var. Kendisi MHP'den ayrılıp, kendi partisini kurduktan sonra %1'i hiç geçemedi. Partisinin tek başarısı, ölümünden sonra Sivas il merkezi ve pek çok ilçe belediyesini almak oldu.
Solu her zaman aldığı düşük oy oranları ile değerlendirip, halka yabancı olmakla suçlayan sağcıların, Türkeş ve Yazıcıoğlu'nu bu övgüsünü incelemek gerekir.
Türk halkının oy vermediği, verse de emanet oy verdiği bu politikacıları böyle sevmesi nedendir? İktidarın kokusunu bile almamış bu politikacılara karşı bu hayranlık nedendir diye fikir yürütmeye karar verdim.
Muhsin Yazıcıoğlu BBP'yi (Büyük Birlik Partisi) kurduğunda, saf bir ergen olarak MHP'nin zaten %3 oyundan okkalı bir pay götüreceğini sandım. çünkü ortalık Türkeş ya da MHP'ye kızıp, artık BBP'li olduğunu söyleyenlerle doluydu.
Oysa Türkeş'e oy verdiğini söyleyenler de çoktu.
Gene de MHP, seksenler sonu, doksanlar başında bir yükseliş içindeydi. Geleneksel iç Anadolu (Yozgat, Çorum vs) oylarının yanında Bafra, Alanya gibi bu gün artık tarih olan ve neyin merkezi olduğu belli olmayan Merkez Sağın kalesi ilçeleri, hatta Tarsus gibi solun kalesi ilçelerin belediye başkanlıklarını kazanarak, yükselişinin işaretlerini veriyordu.
Türkeş 1994'de bu yükselişi doğru okumayıp, dişçisinin, dünürünün, doktorunun derdine düşünce, %7 ile baraj altı kaldı. 1997'deki o kalabalık cenazesinde de hüngür hüngür ağladılar. Başbuğum (Başbuğ, Türkeş'in unvanıydı. Şimdiki gençler bilmeyebilir. Adı anılmaz, kendisinden doğrudan Başbuğ diye bahsedilirdi. Tansu Çiller'in bile kendisine başbuğum diye hitap ettiği bilinirdi.), seni cumhurbaşkanı olarak göndermek vardı, böyle milletvekili bile olmadan olmamalıydı diye ağıtlar yaktılar.
Hem Türkeş, hem de Yazıcıoğlu'nun cenazelerine katılan kalabalık, hayatları boyunca aldıkları oya yakın ya da daha azdı.
Bu oyu da ölmeye hazırlanan merkez sağ, daha doğrusu sağ seçmenden emanet aldılar. MHP, 1994' de %7'de kaldı. 1999'da barajı geçer derken %18'e yakın oyla, en fazla oy alan 2., sağ cenahta da 1. parti oldu.
Lakin bu oy oranı da emanetti. 2002'de erken seçim için koalisyonu zorla bozan Bahçeli, 2002'de bir de Cem Uzan'ın Genç partisini sözleri ile destekleyince, %8,5 ile baraj altında kaldı. Seçime günler kala durumu anladı ama çok geçti. %7 oy alan Genç parti, DYP ve ANAP'ı tarihe, MHP'yi de meclis dışına gönderdi.
Burada asıl meseleye gelelim. Alparslan Türkeş'in ne gibi başarısı var da Ankara'nın ortasında anıt mezarı var, ya da Yazıcıoğlu ve Nuri Pakdil hangi sıfatla Tacettin dergahında yatmaktadır.
Türkeş seçim kazanmadığı gibi, iktidar olduğu koalisyonlarda da pek etkin olmamıştır. MHP'li belediyeler, kaleye benzeyen Estergon parkı, park ortasında bir kule ve kulenin tepesinde bir İskender kebapçısı haricinde öyle belirgin bir özellikleri yoktur.
Yazıcıoğlu'nda o başarı da yok zira partisi %2 bile olamadı. Nuri Pakdil ise bir avuç sağcı entellektüel haricinde adı bilinmeyen bir yazar olarak kaldı.
Türkeş'e ve Yazıcıoğlu'na oy vermemiş, vermeye niyet bile etmemiş bu insanlar, neden böyle sevgi gösterisinde bulunmakta?
Sebebini benzer bir durum olan Endonezya'da bulabiliriz. Endonezya'da 1965 solcu-komünist katliamına katılanlar, yıllar sonra bile kahraman gibi anlıyor ve katledilenlerin torunları halen cezalı.
Benzer bir durum Türkiye için de geçerli.
Türkeş ve Yazıcıoğlı, genelde seksen öncesi ya da 12 eylül öncesi dediğimiz dönemde sokaklarda sağı temsil ettiler.
Böylece merkez sağın ve İslamcıların eli temiz kaldı. Hepsi hem MHP ve Ülkücüleri övdü, hem de Ülkücülerin cinayetlerini zerrece sahiplenmedi.
Ülkücüler sayesinde CHP iktidardayken (14 kiralık Adalet Partisi milletvekili ile eğreti olarak olsa bile), CHP'nin ana oy deposu Alevileri Maraş şehrinde katletmiş, Alevileri toplumun dışına itmişlerdi. Uzun yıllar solu taşra şehirlerinde tutunmasını sağlamıştı.
12 Eylülden sonra da PKK terörü yüzünden batı illerine göç eden Kürtlerin çoğunun ploreleter kalmasını, doksanlar da yeni kurulan taşra üniversitelerine solun yerleşmemesini sağlamıştı.
Muhsin Yazıcıoğlu'da o yıllarda Ülkü ocakları başkanıydı. O da Sivas katliamı ve Hırant Dink katliamında ne devletin ne de sağın elini kana bulamamasını sağladı.
İnsanların bütün duygularını yüceltmeye eğilimleri var, nefret de buna dahil.
Geçenlerde, daha George Floyd olayları çıkmadan çok önce bir belgesel izlemiştim televizyonda. Siyahi hak arayışı yükseldikçe, yenilen güney ordusunun ve hükumetinin yeni heykelleri dikiliyordu şehrin meydanlarına.
Amerika halkı, bu insanları alt sınıf yapan ve kendi refahını sağlayanlara müteşekkirdi bu da bunun heykelleriyidi.
Türkeş ve Yazıoğlu'nun mezarları da aynı mantıkla yapılmış
Nuri Pakdil'i soracak olursanız, kozmik odaya girmeye sebep olan subaylar, Bülent Arınç'ı değil, şüpheli bir albayı takip ediyordu ve o albay, o gece, Nuri Pakdil'in evindeydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder