Lokanta, otel ve benzeri mekanda hizmet için size ayrılmış görevler vardır veya çağrılmayı beklersiniz. Oysa ev hizmetinde bir zaman sonra sizin düşünmeniz ve efendiniz söylemeden yapmanız gerekir.
Ev hizmetini çekilir yapan, efendilerin hizmetçilerden duygusal bağlılık da beklemesi ve bu yüzden arada sırada da olsa hizmetçilerini şımartmalarıdır.
İyi ev hizmetçisi, efendisini iyi tanımalı ve bu yüzden çocukluğundan itibaren aileden yetişmelidir.
Ev kölesi genelde kız olmalıdır. Çünkü erkek hem evin kızlarını hamile bırakarak genlerin bozulmasına sebep olur, hem de fiziksel güç sahibi olarak tehlikelidir.
Filozof Emerson, esaret her toprakta yetişen bitkidir demiştir.
Gerçekte kölelik, her iklimde yetişen, özellikle lağım ve çöplük yakınlarında bolca bulunan acıkavun gibi kendiliğinden yetişen zehirli ve dikenli bir bitki; özgürlük pahallı, narin ve sürekli bakım isteyen bir orkidedir.
Kız çocuklarının aileden koparılıp, besleme yapılması çok yaygın bir gelenektir.Dünyanın en ünlü besleme kızı, İsviçre edebiyatına konu olmuş Heidi'dir.
Osmanlıda çok yaygındı beslemelik. Adı bile kız çocuğunu aşağılamaya yönelik, beslenmekten gelmektedir. Beslenen, yani karnı doyurulan demektir.
Osmanlıda beslemeliğin kurumsallaşması, Balkanları ve pek çok sömürgeyi kaybetmesiyle beraber, ev işleri için İstanbul'un genelde Paşa unvanlı yüksek memurlar (Osmanlıda Paşa ve benzeri unvanlar sadece askerler için kullanılmazdı) arasında yaygınlaştı.
Osmanlının bitmesi ile beslemelik bitmedi. Son besleme kızlar Dersimlilerdi.
Dersim'in kayıp kızlarının konusuna gelmeden evvel. beslemelik ile ilgili olarak doğru bildiğimiz bir genel kanının yanlışlığına değinelim.
Bu besleme kızlar çoğunlukla öksüz, yetim falan değildir. Genelde tamamına yakını, ailesinden zorla kopartılmış kızlardır. Özellikle Dersim olayında da göreceğimiz gibi pek çok aile, böylesi bir köle besleme edinmek için mücadele etmiştir.
Bunu Halime Avar'ın Dağ Çiçeklerim adını verdiği anı kitabından öğreniyoruz. Dersimi'in Kayıp Kızları adlı kitapta ve Tunceli ile ilgili pek çok kitapta, Halime Avar'dan bahsediyordu. Ben de onun bir zamanlar ilkokul üçüncü sınıf Türkçe dersi kitabında yer alan okuma parçasındaokudum.n dolayı ünlü olan amanedense zor bulunan (ben bayağı aramıştım )Dağ Çiçeklerim adlı kitabını okudum. Orada bu Dersimlilerin kızlar tertelesi denen şeyin, 1950 Demokrat parti iktidarında da uzun süre devam ettiğini öğrendim.
Dersim'in Kayıp Kızları ve Dersimli diğer kaynaklardan öğrendiğime göre kızlar tertelesi, askeri harekattan çok önce başlamış.
Dersim harekatı ve sürgünü ile ilgili çok sebep-bahane üretilmiştir.
Harekat planlarının isyandan önce hazırlandığı bellidir. Bunu bir kenara koyarsak, Dersim isyanı ne ilk, ne son isyan olduğu gibi, bu özellikleri taşıyan tek Kürt isyanı değildir. Kurtuluş savaşı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkmış onlarca isyandan bir tek Dersim isyanında sürgün kararı çıkmıştır.
Ağrı isyanı daha büyüktür ve Ağrılılar üç kere isyan etmiştir. Bu isyanı bastırmak adına Sovyet ordusundan yardım alınmış ve toprak değişimi antlaşması yapılmıştır. İlin Doğu Beyazıt olan adı Ağrı yapılmış, Karaköse adlı köyün olduğu yere askeri garnizon kurulup, valilik de buraya alınarak il yapılmıştır.
Buna rağmen Ağrılılar sürgün edilmedikleri gibi, kız çocukları da besleme yapılmadı. Ağrılılar genel anlamda da devletle barışık bir halk oldular.
Tehcir, ya da göç olgusu, 1920 Koçgiri isyanında da meclise teklif edilmiş. O dönemin Erzincan milletvekili Şeyh Fevzi Efendinin yoğun muhalefeti sonucunda bundan vazgeçilmiş.
Kurtuluş savaşında, tam da batı cephesinin dibinde, güney Marmara bölgesinde isyan eden Çerkezler için, hatta Çerkez beyleri için böyle bir konu açılmamış.
Koçgiri isyanında hep Kürtçülük tarafına vurgu yapılır. Oysa isyan doğrudan Padişahın fermanı üzerine çıkmıştır. Koçgiri ağaları sarayla son derece içli-dışlıydı. İsyanın bu yönü bu gün hiç anlatılmaz.
Tehcir, kamuoyunun zannettiği gibi tüm Dersim'i kapsayan bir şey değil. Bölgedeki 52 (bazı kaynaklara göre 54) aşiretin sadece 4'ü fiilen isyana katılmış. Onlar da Pülümür ile Ovacık arasında, bu gün adı halen yasak bölge olan yörenin halkı.
Sürgünün daha da genişlememe sebebi 1939 Erzincan depremi olabilir. Deprem her açıdan cumhuriyet tarihinin en büyük depremidir ve bölgedeki Sünni-Türk halkının da büyük bir bölümünün göçüne sebep olmuştur.
Tehcir ya da yöre halkının deyimiyle tertele bölgenin bir kısmını etkilemiş, yasak bölge denen alandaki bir ya da bir kaç Ermeni köyü de terteleye dahil olmuştur. Bu Ermeni köylerinden özellikle besleme yapılanlar ve diğer bazılarının yıllar sonra vaftiz olmaları, bazı Faşist odaklarca önce Dersimlilerin, sonra da tüm Kürtçe konuşan Alevi nüfusun Ermeni olduğunu iddia etmelerine sebep olmuştur.
Bölgedeki Ermeni halkı 1915 büyük tehcirden kurtulmuş ama Tunceli tertelesinden kurtulamamıştır.
Bölge halkı kızlar tertelesi denen zorla besleme ev kölesi yapılmasına karşı savunmayı, kızları okutmakta bulmuş, Sıdıka Avar'da yöre halkına yardım etmiştir.
Meşhur okuma parçasındaki ''Kızımı da götür Avar'' çığlığının sebebi, kızların besleme olmaktan kurtarılması amacını taşımaktadır. Avar, kızları besleme yapmak için çok isteyen olduğunu, buna direndiğini ama bazende (özellikle Demokrat Parti döneminde) taviz verdiğini anlatıyor.
Avar ilginç bir figür. Atatürkçülüğün kadın misyonunu tamamlamak görev ve bilinci ile Elazığ kız meslek lisesine müdür oluyor. Pek çok kızı da okutarak terteleden kurtarıyor. Yöre halkına sempati duyuyor ama yerelleşmiyor. Normalde böyle görevlerde misyon sahipleri ya yerel halka antipati ile bakar ya da sempati duyarak yerelleşir ve görevini yapamaz olur. Oysa Avar hem Zazaca ve Kürtçeyi öğrenmiş. sürgünden geri dönenler için Tunceli valisinin makamına gidip, yiyecek istemiş, yöre geleneklerini benimsemiş, hem de bölgeyi Türkleştirme misyonundan vazgeçmemiş.
Tunceli yöresindeki başarısı İsmet İnönü'yü de etkiliyor ve İnönü ondan, Bingöl-Bitlis yöresinden de kız çocuklarını okutmasını istiyor. O yörede tertele korkusu olmadığından, yöre halkı kız çocuklarını 12 yaşında evlendirip, öğrenci falan vermemekte direniyor.
Kızlar tertlesi öyle ani bir kararla bitmemiş anlaşılan, yöre halkının tepkileri ile azalarak bitmiş.
27 Mayıs darbesi ve dönemine ait az da olsa besleme kız alındığına dair tanıklıklar var.
Bu konuda anılarını anlatan kızların hiç biri öksüz ve yetim değil. Pek çoğu da yıllarca nasıl dayak yediklerini, Seyit Rıza'nın piçleri diye küfür ve hakaretler dayak yediklerini anlatıyor.
Kızlar dışında diğer aile bireyleri, bu hizmetçi-besleme kardeşlerinden pek bahsetmemişler. Türk edebiyatında sadece Firuzan'ın Kırk Yedililer kitabında yan karakter Kiraz olarak var. Kitapbın adı aslında çoğu Nobel ödüllü (Günter Grass. Heinrich Böll, Ingeborg Bachman vs) Gruppe 47'e bir atıftır ama Türkiye'de bu atıf pek anlaşılamamıştır.
Kitapta yan karakter Kiraz, kendisine pek az yer bulmuştur. Roman kahramanı Emine'nin ailesi bürokraside yükselme ve zengin damatlar sayesinde sınıf atlamış öğretmen ailesi. Kiraz, evin diğer bireylerinin (kardeşleri diyemiyeceğim) eski elbiselerini giyiyor. Herkesten evvel kalkıp, diğerlerine hizmet ediyor. Romatik sosyalist olan Emine, ezilen halk için savaşırken, Kiraz'ın nasıl ezildiğini görmüyor.
Diğer çocuklar üniversiteyi bitirirken, Kiraz ilkokuldan (eskiden beşinci sınıf) sonra okutulmuyor. Romanın sonlarına doğru Kiraz evden kaçıyor çünkü babası, belki de dedesi yaşında birine daha on beşine gelmeden evlendirilmek üzere. Emine'nin annesi ona nankör diyor. Kiraz nankördür çünkü ailesinden zorla kopartılıp, karnı doyurulduğu, evin eskileri giydirildiği, evin her işini yapıp, ilkokuldan sonra okutulmadığı halde babası-dedesi yaşta erkekle evlenmeyi kabul etmemiştir.
Oya Baydar'ın O Muhteşem Hayatınız adlı romanında evlatlık alınan ve evlatlık alındığını, kökenlerini yıllar sonra öğrenen bir kız vardır.
Zülfü Livaneli'de son bir kaç yıldır yazdıklarında evde Halime diye bir evlatlıktan bahsetmeye başladı (daha önce adını anmıyordu.). Dört kardeş ve evlatlığımız Halime diyor, kardeşimiz demiyor.
Kızların en fazla alı konulma bahanesi yaşlı bakımı. Koca korgeneraller, müfettişler; bölge mülki amirlerine ve Halime Avar'a bunun için baskı yapıyorlar.
Kızlar genelde babaları yaşta ve eğitimsiz kişilerle evlendiriliyorlar. Aralarında Kenan Evren'in karısı gibi subaylarla evlenenler de var. Bazıları kökenlerini arayıp, buluyor.
Terteleye tabi olan halktan geri dönmeyenlerin önemli bir bölüm, asimile oluyor. Bir kısmı geri dönüyor, çok az bir kısmı da göç ettikleri yöredeki Alevi topluluklarına karışıyor.
Kızlar tertelesi ise yöre halkında daha büyük yara iken, tertele kadar konuşulmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder