Yıllar geçtikçe daha fazla kişi gurbetçilere antipati besler, eskilerin deyimi ilke gıcık olur. Bunun sebeplerini kendimce tane tane ve gurbetçilerin türüne göre yazmaya karar verdim. En başta şunu söylemeliyim ki, gurbetçi dediğimiz çok kişi, artık göç ettikleri ülkenin vatandaşı-insanı ve Türklükleri ile Türkiye ilgili bağlarını kendi çıkarları için kullanıyor. Türkiye'de para kazanıp, egolarını tatmin edip, yurt dışında harcıyorlar. Bunları gruplara ayırarak inceleyelim;
KLASİK GURBETÇİLER: Aralarında akrabalarımın da olduğu gruptur ve çoğunlukla Almanya başta olmak üzere, sanayileşmiş batı ülkelerinde yaşar, yazın tatile memlekete gelirler. Memlekette evleri, hatta apartmanları vardır. Bunlardan muazzam kira geliri alırlar. Türkiye'deki akrabalarından kiracılarını gözetmelerini, mülklerini korumalarını, resmi muamelelerini yapmalarını; akrabalık namına isterler. Avrupa'dan getirdikleri hediyeler her sene daha da azalıp, ucuzlar. Buna karşılık akraba evine misafirlik diye çöküp, tatili bedava getirdikleri olduğu gibi, kendi evleri varsa bile tam yemek saatinde misafir olmayı da severler.
Alevi olanları hariç genelde dinci-milliyetçidirler. Ben Avrupa'daki Alevilerin önemli bir kısmının da gizlice sağcı partilere oy verdiklerine yemin edebilirim ama ispatlayamam. Zira bu sağ partiler sayesinde, aldıkları arazilerden imar geçiyor, döviz birikimleri Türk lirası karşısında sürekli değerleniyor, yabancılara mülk satışı özendiriliyor ve bu da mülklerinin kira ve satış gelirlerini arttırıyor. Bankaların yüksek faizi de cabası.
Yaşadıkları batı ülkelerinde sola, hatta en sola oy vermeye dikkat ederken, Türkiye'de en sağa oy vermeye dikkat ederler. Mesela bir Türk, Almanya'da, sosyal demokratlara oy verir, Yeşillerden milletvekili seçilir ama Türkiye'de oy vermek için daima sağ partileri seçer. Hatta sağ partilerin propagandasını yapar.
Dahası Avrupa ülkelerinde Kürtçe eğitimi, Cemevlerinin ibadethane olmasını savunacak kadar demokratken, Türkiye'ye gelip; her türlü ayrımcı-faşizan propagandayı yaparlar. Bunu bir de Türkçe konuşurken zorlanan son nesil gurbetçiler yapınca, hem komik, hem de sinir bozucu oluyor.
FETÖCÜLER: Bunlar bir de mazlum ayağına yatıyorlar. Aslında pek çoğu pasaport çıkarabilecek durumda ama sığınmacı olmak için yurt dışına illegal olarak çıkmaları gerekiyor. Pek çoğunun da ölüme giden hikayesi bu. Bu topluluk, halen Türkiye'den para toplamaya devam ediyor.
YETMEZ AMACILAR VE KUMPASÇILAR: Bu kişilerin çoğunun halen de cumhuriyet ve Atatürk değerleri ile pek barışmış değil. Bu kitlenin doksanlardan itibaren yazıp-çizdiklerine bakacak olursak, laikliğin ve demokrasinin yıkılması için özellikle uğraştıklarını görürüz. Bunlar bir kaç ay kadar önce Paris'te bir toplantı yaptılar. Siyasal İslamın ağzına doladığı Beyaz Türk lafının mucidi Nilüfer Göle, en çok ağlayan olmuş. Oysa Nilüfer hanım, pavyona gitmek yerine tiyatroya giden, kitap okuyan, birilerinin dördüncü karısı olmak istemeyen herkesi beyaz Türk ilan etmişti. Benzer bir tavrı Orhan Pamuk yapmış, Atatürkçüleri faşist ilan etmişti. Üstelik bunu doksanların ortalarında bile yapmıştı. Can Dündar'da, gene daha doksanların sonuna doğru ( 1997) Ergenekon kitabını yazdı. Kumpas davasından yargılananlara başka kapıya dedi. Bunları sadece 2010'lu yıllarda değil, daha eski yazdıklarını da incelemek gereklidir. Ben yurt dışına çıkmamış, yabancı dil bilmeyen, yüksek lisans ve doktorası olmayan lise öğretmeni ya da taşra öğretmeninin ve pek çok insanın gördüklerini, o kadar eğitim ve tecrübe ile görmedi? Son olarak, Orhan Pamuk ne cesaretle küçükken karga kovalamış, bıyıkları yukarı kıvrık kolağasını, kötü karakter olarak romanına ekliyor? Son nesilde türbanlı kızlar bile Atatürk resimli-imzalı tişört giyiyor, aynı şekilde telefon kabı falan kullanıyor. Sonra işte böyle bir zamanlar laf soktuğu Atatürkçü Fazıl Say'ın arkasına sığınırsın. Ayrıca: https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html
YURT DIŞINDA YAŞAYAN ŞEYHLER: Sadece darbe teşebbüscülerinin malum efendisi değil, onun gibi bir kaç şeyh daha var yurt dışında, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve özellikle Pennsylvania'da yaşayan. Biri zaten (Pensilvanya değil ama A.B.D'de bir şehirde) orada öldü, kendisini mehdi ilan etmişti. Bir de Nakşibendiliğin Kıbrıs kolu olan Kıbrısileri dergahının şimdiki şeyhi (adını hatırlamak istemiyorum) Önceki şeyhi Nazım Kıbrısi'yi seksenli yıllarda Erol ve Haldun Simavi medyası ( Bu iki kardeş, doksanlı yılların başlarında medya şirketlerini ya Aydın Doğan ve başkalarına sattı, ya da Günaydın gazetesi gibi iflas etti) öve öve bitiremiyordu. Bu Nazım Kıbrısi'nin özellikle havalimanlarında şöyle beş dakika sohbet edip, Müslümansa müridi, Gayrı Müslümse hem müridi hem de Müslüman yaptıklarını saya saya bitiremiyorlardı. Kıbrısi meşhur fesli tarihçinin de şeyhidir. Seksenler boyunca 12 Eylül ve Özal yönetimince özellikle korunmuştur. Kıbrıs Türk devleti istihbaratına göre de İngiliz istihbaratının elemanıydı. Kıbrıs mücahitlerine yardım etmediği gibi, İngiliz işgal yönetimini de desteklemiştir. (Burada 12 Eylül'ün gardırop Atatürkçülüğünün ne kadar iki yüzlü olduğunu görüyoruz.
POPÜLER KİTAP SATICISI AKADEMİSYENLER: Yurt dışı üniversitelerinde profesörlük yapıp, Türkiye adına değil de, o ülke adına bilim üreten, doğru dürüst Türk öğrencisi bile olmayan akademisyenleri kastediyorum. Rahmetli, Oktay Sinanoğlu, Doğan Cüceloğlu ve Said-i Nursi aşığı Şerif Mardin, ilk aklıma gelenler.
BUĞRA ATSIZ-FAŞİZMİN MİRASYEDİCİSİ: Buğra bey, meşhur Hüseyin Nihal Atsız'ın Kanada'da yaşayan oğlu. Çocukları da, torunları da Kanada'ya yerleşmiş durumda. Kendisi ve ailesi, Kanada'nın demokratik ortamında refah ve mesut içinde yaşarken, babasının hayranı ırkçıları kışkırtmakla meşgul. Zira babası öleli elli yıla yaklaşmış biri olarak çok satan bir yazar. Kanuna göre bir yazar ölünce, mirasçıları yetmiş yıl boyunca telif alabiliyor. Atsız, 1975 Aralık ayında öldüğüne göre mirasçıları da 2045 Aralık ayına kadar telif alacak.
Peki daha geçen gün yakılarak öldürülen üç Suriyeli işçinin canı değer mi tüm dünyanın parasına? İktidar, Alevilere ve Kürtlere karşı Atsızcılığı silah olarak kullanmak için, yedekte tutma çabasında. Zira milliyetçilik adına ondan başka idol-çok satan kuramcı yok (o da bildin Faşist kuramın tekrarı, o başka bir konu.). Milliyetçiliğin kahramanları 1980 öncesi sol örgütlerle, sonra da PKK ile mücadelede ölen gencecik insanlar. Diğer milliyetçi-ırkçı yazarlar da çok satmıyorlar, satsalar da tek atımlık barutları var Atsız gibi idol olamıyorlar. (Bunun sebebi bambaşka bir yazı konusu).
Atsızcılar, giderek daha fazla dinsizleşip (Atsız'ın kendisi de, iki oğlunun yazdıklarına göre dinsizdi ama pek çok eseri ilk önce, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu dergisinde (doksanların beşhur İBDA-C (İslam'ın Büyük Doğu Akıncıları Cephesi-terör örgütü adını bu dergiden almıştı) yayımlanmıştı. Bakmayın Atsız, ümmetçiliğe karşıyı deyip durmalarına, faşizm, faşizmdir. ), ana akım milliyetçilikten ayrılıyorlar. İzmir'de yakılan üç Suriyeli ve Ankara Altındağ'da olanlarda, giderek artan Atsızcılığın etkisi yok mu sanıyorsunuz? Yarın bir gün Amerika'daki gibi okul baskını olmayacak ya da bir otel dolusu Katarlı (Dubai ya da Suudi'de olabilir) zenginin de öldürülebileceğini öngörmüyor musunuz? Atısz, Boşnaklara, Çerkezlere, Pomaklara ve benzeri diğer unsurları (milliyet sorunları olmasa ve kaynaşmış olmasalar bile) düşman olarak görüyordu. (Oğlu Yağmur'a yazdığı meşhur mektuba bakın.)
Böyle cinayetler olduğunda da nereden biliyorsunuz demeyin. Pek çok insan, siyasi körlükten, odadaki fili görmüyor. Hem de artık yavru olmayan, gayet yetişkin bir fil.
Bazen siyasi telaştan odada T-Rex olsa görünmez, o da ayrı konu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder