9 Mart 2024 Cumartesi

NARAYAMA TÜRKÜSÜ VE EMEKLİLERİMİZ



 Narayama Türküsü, 1958 yapımı, fantastik bir Japon filmi. 1983'de tekrar çekimi olarak yenisi yapılmış. 1956'da Shiriciro Fukazawa adlı bir yazarın, çok satan romanından uyarlanmış. Bir yayınevi romanı da  Türkçe'ye çevirse güzel olur. Ben 1958 yapımı filmi izledim ve nedense ülkemizdeki emekliliğin düştüğü hale benzettim.

Film, aşırı disütopik ve zamansız. Ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal ürünü yada kurgu, bir Japon'a sormak gerekli. Filmi izlerken insan, kendi kendine gerçekten Japonya böyle bir yer miymiş, roman yazarı nelerden ilham aldı, f,ilm, ne kadar romana uyuşuyor, ve daha bir sürü soru insanın aklına geliyor. Japonya'da ubasue  yada (yaşlı kişiyi ölüme terk etme) obasute (yaşlı kadını terk etme) yada oyasute (yaşlı ebebeyni terk etme)diye halk adeti varmış ama ne kadar yaygınmış, belli değilmiş.Aslında sadece bir efsane olması da muhtemel. Gene de anladığım kadarı ile bir zamanlar Japonya'da, fakir ailelerin, yaşlı ebebeynleri ıssız ormanlara terk ederek öldürmesi, sık görülen bir suçmuş.Hatta Fuji dağının kuzeyinde sık ormanlar, bu iş için sık sık kullanılmış.

(Filmde sadece yaşlılar değil, bebekler de öldürülüyor. Aile üye sayısından fazla bebeğin evde yeri yok. Kızları, tuz karşılığında (eskiden tuz, değerli bir ticari malzemeydi) satılıyor (muhtemelen geyşa olmaları için), erkeklerse sessizce öldürülüp, gömülüyor. Yaşlıların ise yetmiş yaşına kadar yaşama hakkı var. Filmin ana hikayesi, Orin ananın yaşama ve oğlunun annesini yaşatma mücadelesi. Bu mücadelede köy halkının salıdırılarına karşı oluyor. Çünkü ana-baba törelere karşı geliyor.

Pek çok okuyana tuhaf gelecek ama töre-gelenek ve görenek ile ahlak, aynı şeyler değildir. Töreler yada doksanlı yılların meşhur söylemi ile, mahalle baskısı ile, toplumsal ahlak da başka şeylerdir. Nasıl ki bir ülke hukukunda, kımarhanelerin yada genelevlerin olması, onları hukuki ama ahlaksız yapıyorsa; ailesinin değil, sevdiği erkekle evlenmek istemesi yüzünden, erkek kardeşleri, babası yada akrabaları tarafından öldürülmesi de, töreye uygun ama ahlaksızca yapar. Töreleri bir sonraki nesle taşıyanlar genelde yaşlılardır, bu sebepledir ki törelerin hakim olduğu toplumlarda, yaşlıların otoritesini hissederiz.. Gençler, tanımıyor bile olsa, yaşlılara saygı duyar.

Gene de bu, yaşlı bakımının toplumu zorladığı gerçeğini değiştirmez. Eskimo-İnuit kabileleri başta olmak üzere bazı ilkel toplulukların, yürüyemeyecek duruma gelmiş yaşlıları ölüme terk ettikleri biliniyor. Gene de bu çok açıkça dillendirilmeyen bir durum oldu. Zira eskiden bir neslin en fazla yüzde beş kadarı yetmiş yaş ve ötesini görebiliyordu. Türkler, Araplar, Vikingler ve diğer pek çok savaşçı kabilede, hasta yatağında ölmenin ayıp sayılmasının bir sebebi de yaşlı nüfusundan kurtulma çabasıdır. Kasları, duyuları ve diğer organları zayıflayan ihtiyarların, savaşlardan sağ çıkmaları daha da zordur.

Günümüzde bir neslin yarıdan fazlası, hatta çok daha fazlası,  yetmiş yaş ve ötesini görüyor. Pek çok ülkede nüfus artışının sebebi, doğum artışından çok, ömrün uzaması. Yani aslında gizli bir azalma var. (https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/nufus-istatisliginincocuk-kaydiragi.html) Corona salgınında pek çok ülke, bunu hissetti. Büyük Britanya'nın (İngiltere), salgın sonrasında emekli maaşı ödemelerinin üçte bir oranında azaldığını okumuştum. Yani ciddi bir nüfus kaybı. Bu salgınla ilgili komplo teorilerindne biri de, yaşlı nüfusu azaltma projesi olduğuydu. Böyle bir şey varsa bile ters tepti. Zira bu salgın, geri kalmış ülkelerden çok, gelişmiş ülkelerin, özellikle zaten yaşlı kıta diye anılan Avrupa'nın nüfusunu etkiledi. Sebebi de gelişmiş ülkelerin, siteril şartlarda yaşayan halkının yaşlılarının, yepyeni bir virüs olan coronaya karşı deyanıksız olmasıydı. Bu hastalık, hep de altmış yaş ve üzerini vurmadı. Yaşlandıkça ölme ihtimaliniz artmakla beraber, pek çok genç insan da coronadan öldü. Kırk yaş üeri beyaz yakalı, özellikle doktor çok kaybeden Avrupa ülkeleri, beyin göçüne kapılarını açtı ve birileri de giderlerse gitsinler dedi.

Diğer yandan hem düşen doğumlar, hem de artan ortalama ömür, gelişmemiş ülkeler için de dert. Başka bir dertte, emekli maaşları. Türkiye'de uzun yıllar popülist politikalarla düşük tutulan emeklilik yaşları da bu derdi daha çok arttırıyor. Bu iktidar, seçimi kazanma uğruna 9 Kasım 1999 öncesi sigortalı çalışmaya başlayanların emeklilik hakkını vermedi, diğer emeklilerden kesti.

Kapitalizm, emekçi hakkını almayı unuttukça, emekçi tepki vermeyi unuttukça, ilkel haline dönüyor. Nasıl ki bir zamanlar, küçücük çocukları, günde on, on iki saat madenlerde çalıştırıp,  raşitizm hastalığının yaygınlaşmasına sebep olmuşlarsa;  aynı tepkisizliği gördüklerinde, emeklileri de Narata Türküsü filmindeki gibi dağ başına bırakabililirler.

1 yorum:

  1. İlginç bir konu ve gelenekleri için teşekkürler

    YanıtlaSil