Doksanlardan beri çok şey değişti. O dönemin ünlü olan bazı kurumlarını unutmuş gibiyiz. Bunlardan biri de TEMA'ydı. Erozyon dede diye bilinen Hayrettin Karaca, o yıllarda pop şarkıcıları kadar ünlüydü.
Tema'ya göre ülkeyi acele ormanlaştırmak gerekliydi, yoksa Türkiye, elli seneye kadar çöl olacaktı. Bayırlar taraçalandırılmalı, ağaç dikilmeliydi.
Vakıf (Şimdilerde o kadar sessiz ki, bu kurumun vakıf olduğunu bile bilmeyenler olabilir), arazileri taraçalandırıyor, otlak ve meraları ıslah ediyordu. Arazileri suluyor ve yeni ot türleri ekiyordu.
Vakıf herkese çevre konusunda sataşıyordu, Koç holding hariç.
Erozyon dedemiz Hayrettin Karaca, bir kere bizim üniversiteye de konferans için gelmişti. Konferanstan sonra ben de ona bu Koç üniversitesi meselesini sormuştum. Cevap vermek yerine beni dümdüz azarlamıştı.
Oysa Koç üniversitesi, İstanbul'un kuzey ormanlarına vurulan ilk hançerdi. O ormanlara önce üniversite için dokunuldu, şimdi de üçüncü hava alanı yapıldı. Kuzey ormanlarına bir sürü üniversite ve üniversite çevresine de önce villa dedikleri müstakil evler, apartmanlar yapılmaya başlandı.
Ardından da erozyon dedemizin o çok övündüğü mera yasası geldi.
Mera yasası ise tam bir felaketti. Düpedüz yeşil alan katliamını, üç kuruşluk ot parası ile serbest bırakılmasını sağlamaktan başka bir şey değildi. Önceden çivi çakılmayan meralar, ithal saman parası ile işgal edilmeye başlandı.
Önce villa, müstakil ev, sonra turistlik tesis derken, hayvan otlatılacak mera sayısı azalınca, Türkiye ciddi anlamda saman ithal eden bir ülke oldu.
Vakıf, pek çok çevre düşmanı fikri, bir çevre düşüncesiymiş gibi aktarmayı çok iyi biliyordu. Örneğin Akdeniz ikliminin doğal bitki örtüsü makiliğe kara çalı dedi. Makilik alanlara, kolayca yanacak ve gölgesinde pek az ot bitecek olan çam ağaçları ekti. Çamların gölgesi de, makileri kuruttu. O çamlar da, daha büyümeden en ufak ateşte cayır cayır yanarak, otellere alan açtı.
Tema, çevreyi yağmalayan kanun ve uygulamaların önünü açtıktan sonra, ustalıkla görünmez olarak, kendisini yok etti. Önce halen yaşadığını bu yazı için araştırma yaparken öğrendiğim (97 yaşında) erozyon dedemiz Hayrettin Karaca yaşlılık bahanesi ile ortalıktan kaybolup, kendisini unutturdu.
Ardından da anlı şanlı vakfımız, bir yerlere ağaç dikmeyi, taraçalandırmayı bıraktı ve giderek görünmez olmayı, ortadan kaybolmayı tercih etti.
O kadar görünmez oldu ki, milyonlarca insan Gezi parkındaki ağaçlar için ayağa kalktığında ortada gözükmedi. Sadece Gezi Parkı değil, ülkenin her yerinde köylüler ve halk, ormanlarını, tarlalarını, meralarını; inşaat şirketleri, taş ve maden ocakları, barajlar ve pek çok şeye karşı savunurken ortada görünmedi.
Ben de bu vakfı neredeyse unutmuştum. Erozyon dedeyi ölü, Tema'yı da kapandı, gitti diye biliyordum.
Geçen dönem, tam da dönemin ortasında, ilçedeki başka bir liseden hepi topu dört saat ders için teklif aldım ve kabul ettim. 2. dönem de oraya yeni bir öğretmen atanınca, dersleri bıraktım.
O okulda da bolca Tema broşürü ve afişi gördüm. Meğer oradaki öğretmen arkadaşlardan biri vakfın gönüllüsüymüş.
Vakıf şimdilerde gençlere toprak işleme eğitimi veriyor ve bunun için de bağış dileniyormuş.
Tema sayesinde işlenecek toprak kalmadığını da söylemiyor tabi.
Ardından da erozyon dedemizin o çok övündüğü mera yasası geldi.
Mera yasası ise tam bir felaketti. Düpedüz yeşil alan katliamını, üç kuruşluk ot parası ile serbest bırakılmasını sağlamaktan başka bir şey değildi. Önceden çivi çakılmayan meralar, ithal saman parası ile işgal edilmeye başlandı.
Önce villa, müstakil ev, sonra turistlik tesis derken, hayvan otlatılacak mera sayısı azalınca, Türkiye ciddi anlamda saman ithal eden bir ülke oldu.
Vakıf, pek çok çevre düşmanı fikri, bir çevre düşüncesiymiş gibi aktarmayı çok iyi biliyordu. Örneğin Akdeniz ikliminin doğal bitki örtüsü makiliğe kara çalı dedi. Makilik alanlara, kolayca yanacak ve gölgesinde pek az ot bitecek olan çam ağaçları ekti. Çamların gölgesi de, makileri kuruttu. O çamlar da, daha büyümeden en ufak ateşte cayır cayır yanarak, otellere alan açtı.
Tema, çevreyi yağmalayan kanun ve uygulamaların önünü açtıktan sonra, ustalıkla görünmez olarak, kendisini yok etti. Önce halen yaşadığını bu yazı için araştırma yaparken öğrendiğim (97 yaşında) erozyon dedemiz Hayrettin Karaca yaşlılık bahanesi ile ortalıktan kaybolup, kendisini unutturdu.
Ardından da anlı şanlı vakfımız, bir yerlere ağaç dikmeyi, taraçalandırmayı bıraktı ve giderek görünmez olmayı, ortadan kaybolmayı tercih etti.
O kadar görünmez oldu ki, milyonlarca insan Gezi parkındaki ağaçlar için ayağa kalktığında ortada gözükmedi. Sadece Gezi Parkı değil, ülkenin her yerinde köylüler ve halk, ormanlarını, tarlalarını, meralarını; inşaat şirketleri, taş ve maden ocakları, barajlar ve pek çok şeye karşı savunurken ortada görünmedi.
Ben de bu vakfı neredeyse unutmuştum. Erozyon dedeyi ölü, Tema'yı da kapandı, gitti diye biliyordum.
Geçen dönem, tam da dönemin ortasında, ilçedeki başka bir liseden hepi topu dört saat ders için teklif aldım ve kabul ettim. 2. dönem de oraya yeni bir öğretmen atanınca, dersleri bıraktım.
O okulda da bolca Tema broşürü ve afişi gördüm. Meğer oradaki öğretmen arkadaşlardan biri vakfın gönüllüsüymüş.
Vakıf şimdilerde gençlere toprak işleme eğitimi veriyor ve bunun için de bağış dileniyormuş.
Tema sayesinde işlenecek toprak kalmadığını da söylemiyor tabi.