Yeni sinema yasamız, malumunuz düpedüz sansür yasası ve sinemamızın meşhur yapımcıları, ünlü ve ünsüzleri reislerine çıkıp, biletlerin mısır-fıstık ile satılmaması karşılığında bunu kabul etti. İşin doğrusu bunu boşuna yaptılar, en fazla iki yıl kazandılar.
Film gösterimi, salon sahipleri, dağıtıcılar ve sinema yapımcıları arasında sözleşme olmasını öngörüyor. Oysa ülkede tek film dağıtıcısı MARS ve salonların çoğuna sahip olan ‘da MARS’a ait. Bu oluşum birkaç ay öncesine kadar İş Bankasına aitti ve İş Bankasıda ya youtube’da Foks takma adı ile yayın yapan seslendirme sanatçısından öğrendim.
Foks bunları kendi kanalında değil, Babala tv adlı kanalda, bu yasanın çıkmasından çok önce, Mars-Cem Yılmaz kavgasını eleştirirken anlattı.
Yazının burasında araya gireyim.
Yıllarca koca ülkede tek televizyon kanalı olması ve radyo televizyon için devletin yasal olarak tekel olmasını eleştirdik. Oysa şimdi koca ülkede tek sinema filmi dağıtıcısı ve tek yazılı (kağıda basılı gazete-dergi) dağıtıcısı var.
Son birkaç aydır pek çok derginin sessizce yayımdan kalkma sebebi kağıda zam değil, artık tekel olan dağıtıcı ile anlaşamamalarıdır.
Tekel olan MARS ve Cine maksimum için film yapımcıları önemli değil artık. Bunun iki sebebi vardır.
Birincisi Türkiye’de sinema artık futbol değil, plaj voleyboludur. Şimdi bu mecazı açıklayayım.
Futbol maçına gitmek için stada özellikle gider, ona göre hazırlık yaparsınız. Takımın formasını giyer, bayrağınızı, davulunuzu ve benzeri şeylerinizi alır, takımınızın formasını, o formanın renklerinden oluşan şapkanızı, atkınızı falan giyersiniz. Stadın olduğu yerde de yapacak başka etkinliğiniz yoktur.
Plaj voleybolunu da, zaten plaja gittiğiniz için izlersiniz. Türkiye’de plaj kültürü pek yoktur. Avustralya, İspanya, Havai gibi plajın günlük yaşamın bir parçası olduğu ülkelere plaj voleybolu yaygındır.
Eskiden sinemaya özellikle film izlemeye gidilirdi.
Oyda şimdi, özellikle çocuklu aileler hafta sonları Alış veriş merkezlerine gidiyor. Buralarda hafta sonları çocuklar için her hafta sonu özel etkinlikler düzenliyor. Sadece aileler değil, genel anlamda pek çok kişi boş vaktini orada geçiriyor, oraya gittikçe de film izliyor.
Yurt dışında yaşayan bir Türk voleybolcu, Tayland’da Alış Veriş merkezinde yaptıklarını söylemişti. Alış Veriş Merkezi yöneticilerinin tiyatroları da keşfedebilir.
Bu tekelin ilk ve en büyük destekçisi Cem Yılmaz’dı. Kendisi Türkiye’nin en siyasi dergisi Leman’ın, en siyasi olmayan çizeriydi. Sonra bar-kafe işletmeyi de aklı eden derginin kafeteryasında meddahlığın modern versiyonu olan Stand-up gösterileri yaptı.
Bu gösteriler sırasında sonradan, Yetmez ama Evet kampanyasının önderi olacak Sezen Aksu tarafından keşfedildi ve şöhreti katlanarak büyüdü. Sonra tek kişilik gösterileri bırakıp, sinemaya yöneldi, filmleri gişe rekorları kırdı.
İşin sırrı şu ki bu gişe rekorlarının tek sebebi, daha doğrusu büyük sebebi sinemaların, özellikle Mars grubunun salonların çoğunu, özellikle şubat tatili, dokuz günlük bayram tatilleri, yılbaşı tatili gibi özel günlerde Cem Yılmaz’a ayırması, diğer iyi filmleri bekletmesidir.
Diğer süper gişe filmlerinin çoğunun (Recep İvedik, Düğün Dernek serileri vesair için de geçerlidir.)
Mesela sol yayımların çok bahsettiği Roma filmini Ankara şehrinde sadece 2 ayrı sinemada, 2 ayrı salonda, günde sadece iki seans gösteriliyor. Benim izlediğim salon, hafta içi ve öğle vakti olmasına rağmen doluydu. Gene de başka salonları bu filme açmıyorlardı.
Buna karşın Cem Yılmaz’da bol bol Cinemaksimum reklamlarında oynadı. İyi filmlere neden salon verilmiyor, benim filmime bilet alanlar neden kırk dakika reklam izliyor, Müjdat Gezen ve Metin Akpınar gibi sanatın çınarlarına bu zulüm nedir, Levent Üzümcü gibi muhalif sanatçılara da kapılarını açmadı. Son on yıldır da aynı ekiple kendisi de ikişer saatlik reklam olan kötü filmleri çekti.
Derken güzel günler bitti. İş Bankası ekonomik krizin derinleşeceğini anlayınca tüm bu sistemi dolar milyarderi bir Güney Koreliye sattı. Koreli de gelen krizi fark ediyordu.
Hafta sonu bir teknoloji marketinde geziyordum. Bir ara bir kasiyer ile bir tezgâhtarı kendi aralarında mart ayından sonra ekonominin daha da zorlanacağını konuşuyorlardı. Böyle sıradan insanların bile konuştuğu şeyi, koca sistemi alan dolar milyarderi haydi haydi biliyordur.
Sonuçta top Korelinin ve o da oynatmıyor. Reis, sınıflandırma adı altında sansür yasasını bu bahane ile sinemacılara kabul ettirdi. Gel gelelim Koreli, artık öyle bir Recep İvedik ya da benzeri filme salonlarının yüzde seksenini, hele de yılbaşı-şubat tatili döneminde ayırmayacak.
Artık film çekmek pahalı bir şey değil.
İnstagram, Youtube veya başka bir sosyal medya ünlüsü, basit bir cep telefonu kamerası ve internette bedava da elde edilebilecek programlarla film yapabilir. Cinemaximum da onlara birkaç salon ayırabilir, bolca mısır-fıstık falan da satabilir.
Yani Reisin dizinin dibindeki yapımcılar resmi sansüre destek verip, çok az şey aldılar. Gerçi Türk sinemasında Yılmaz Güney gibi cesur insanlar çok az çıktı ve her zaman için bir oto sansürü vardı. Ekşisözlük yazarları yabancı filmlere sansür geleceğinden bahsediyorlar. İnternet sayesinde birkaç gün, en fazla bir kaç hafta (ay bile değil) sonra sansürsüz izlenebilecekken, kimse sansürlü filme izin vermez.
Dolaysı ile yüzlerce, hatta galiba binlerce salonu alan yabancı yatırımcı da böyle bir sansüre, hele de insanları alışveriş merkezleri ve sinemadan kaçıracak bir sansüre katlanamaz. Devlet de böyle güçlü bir yabancı yatırımcıyı kaçırmak istemez.
Pratikte de işlevi yok.
Amir Khan, Türkiye’de hiçbir filmi gösterime girmeden, Türkiye’de şöhret oldu. Yani saraya çıkmaları, kendilerine zulüm oldu.
Peki, bu canavara daha yavru iken can ve kan veren Cem Yılmaz? Onun saraya çıkmamış olması, onun saraylı olmadığı anlamına gelmez. Arada twitter’da yaptığı ve ergenlerin gönlünü alma amaçlı Atatürkçülük şovlarını, reisin has Recep İvedik’i de yapıyor.
Kendisi çadır tiyatrolarında filmini gösterecekmiş. Bunu yapman için çok geç. Sen o villanı, lüks arabalarını terk edemezsin. Daha en başında övgülere mazhar oldun. Şimdi sana saldıracak bir basınla uğraşamazsın.
Ben en ucuza bilet verenden yanayım. Sonuçta Cem Yılmaz da o Koreli kadar kapitalisttir.