15 Mayıs 2022 Pazar

ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN HÜRRİYETİ



 Basının en uzun süreli genel yayın yönetmenlerinden Ertuğrul Özkök, nihayet Hürriyet gazetesinden ayrıldı ya da kovuldu. Kendisi görevde olduğu yıllar boyunca, Türk basınının amiral gemisi ünvanlı gazetesini istikrarlı bir şekilde tiraj, reklam ve itibar olarak küçülttü.  Bunu, patronu Aydın Doğan'ın arzusuyla ve adım adım yaptı.

Hürriyetten kovulması ile bir tarih sona erdiğine göre, biz de taze taze vakanüvistik yapalım ve bu şahıs ile Türk basınının yozlaşmasını anlatalım. Yeni nesil onu, Ahmet Kaya hakkında yaptırdığı yalan ve kışkırtıcı  haberlerle hatırlar. Bu onun yediği haltların en küçüğüdür. Halen solcular arasında bile onun yaptığı kışkırtmanın etkisinde olup, fotomontajları gerçek sanıp, ona düşman olanlar vardır.

Onun esas hikayesi, 1990'da Çetin Emeç katledildikten sonra, Erol Simavi'nin son icraatı olarak, Hürriyet gazetesinin Ankara temsilciliğinden, gazetenin genel yayın yönetmenliğine atanması ile başladı. Asıl saltanatı ise, gazetenin Aydın Doğan tarafından satın alınması ile başladı. O zamanlar süper güçlü biriydi, şah değildi ama basbayağı şahbazdı. Gazetesinin ve Doğan Medya grubunun gücü ile önce Tansu Çiller'i, sonrada Mesut Yılmaz'ı başbakan yaptı. Üstelik en yakın rakibi Sabah grubu, tam tersi adayları destekliyorken bunu yapabildi.

Kendisi ahlaklı biri olmadığı gibi, ahlaklı olduğunu da iddia etmemiştir. Bir yazsında kendisine beyaz bir maymun demiş, bunu da gayet güzel açıklamıştır.

Gazetenin ilk önce ekonomi servisini tasfiye edip, neoliberalist, özelleştirmeci köşe yazarlarını gazeteye doldurmuştur. Bu yazar güruhu, 5 Nisan kararlarına giden Çiller politikalarını desteklemiş, iflastan da Çiller sorumlu tutmuştur.

Gazetenin haber servisi de,  itibar suikastı için kullanıldı. Sadece Ahmet Kaya değil, pek çok kişi ve kuruma da yapıldı. Yeşil ve benzeri derin devlet elemanlarının katledeceği kişiler, önce Hürriyet gazetesi tarafından PKK ile ilişkilendirip, hedef yapılıyor, sonra da karanlık eller tarafından katlediliyordu. İnsan Hakları derneği ve Evrensel gazetesi , hep     Hürriyet'in hedefi oldu. Abdullah Öcalan tutuklandıktan sonra, tamamen uydurma bir Öcalan ifadesi ile Akın Birdal'ı hedef gösterip, öldürülmesine sebep olmuştur.

Ertuğrul Özkök  bunu hep yapmıştır ve bunu öyle başarılı yapmıştır ki, soldan bile pek çok kişi, Özkök'ün hedef gösterdiklerine karşı nefret doludur.

Yaptığı kötülükler, kendisi ve Aydın Doğan ve Doğuş medya ile sınırlı kalmamış, Doğan Müzik Company'in başına getirdiği,  bir dönem damadı olan (şimdiki neslin daha çok futbol yorumcusu olarak bildiği) Ercan Saatçi ile müzik piyasasından demokrat insanları silmek için de uğraşmıştır

Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesi, Doğan Medya Grubu ve Aydın Doğan Holding, aynı zamanda şimdiki iktidarı iktidar yapan ve yetmez ama evete giden yolda pek çok destek, Hürriyet'in manşetinden geldi.  Bunlardan en ünlüleri; muhtar bile olmaz, her iki kişiden biri ve camiler bombalanacaktı idi.

Son aşamada Özkök, demokrat ve vatansever köşe yazarlarını da gazeteden uzaklaştırıp,  gazeteyi yeni sahiplerine hazırlamış, yeni sahipleri de ona son yıllarda önce magazin, sonra da magazinden beter dandik konularda yazma hakkı vermiştir.

Kendisi ve patronu, Türk basınının önce amiral gemilerini, sonra da neredeyse tüm filosunu batırmıştır. Şimdi de saraydan kovulan bir beyaz maymun olarak ormana değil, çöplüğüne dönecektir.


12 Mayıs 2022 Perşembe

JANE DARC’A METHİYE (Canan Kaftancıoğlu'na)



JANE DARC’A METHİYE

 

1 YOLA ÇIKTI

 

Jane Darc yola çıktı,

Kendisi bilmese de kılıcı Zülfikar’dı

Atı da Kırat’tı artık

Ali de biliyordu  Zülfikar ona daha çok yakıştı

Köroğlu ’da biliyordu Kırat onu taşımak için dirildi

Orleans’ın surları

Hayber kadar önemliydi

Uluabatlı Hasan gibi oklandı

Ve Uluababatlı Hasan gibi surlara çıktı

Orleans’da İstanbu gibi çağ değiştirdi

Tanrıdan emir almıştı

Tanrıya karşı gelmek için

Bu yüzden de dünya yakıldı

Ya cehenneme gitmezse diye

Çünkü dünyayı erkeklere emanetti

Cesur kadınlar katledilmeliydi

Erkekliğin tacı ve tahtı

Orleans’tan kıymetliydi

Tüm Fransa’dan bile kıymetliydi

Ey sen sefil köylü kızı

Yolun sonu ateştir

Dünya ateşinden de

Evliya olarak çıkılır.

 

 

 


 

2 YAKILDI

 

Ve yakıldı Jane Darc

Madımak’da ölen canlar gibi yakıldı

İbrahim gibi yakıldı

Ne Nemrut ne de Yobazlar acımadı

Papa ve İngilizler de acımadı

Sonra İngilizler ve Papa yenildi

Fransızlar ve kadınlar için yüceltildi

Çünkü Fransa kazanmıştı

Çok sonra Aydınlanma için yüceltildi

Çünkü Papalık çok sonra yenildi

Ardından da erkekler yenildi

Henüz tam olarak yenilmedi

Papalık ve diğer mucize satıcıları

Halen aydınlıkla savaşmakta

Teslim olan Papalık

Jane Darc’ın küllerini yüceltti

Papa ve diğer mucize satıcıları

çok kişiyi yaktı

Ve o ateşler dünyayı aydınlattı

 (Bu şiiri bir kaç hafta önce yazmıştım ve yazarken Canan Kaftancıoğlu'nu düşünmemiştim ama tam denk geldi) 

 

 

 


 

6 Mayıs 2022 Cuma

TECRÜBENİN LANETİ GÜVENSİZLİKTİR

 


Geçenlerde internette şöyle bir söze rastladım: Tecrübe, hatırladıkça içinizi burkan anılardır. Bu söz aslında, çocukken (ya da ergenken) söylediğimiz, tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir sözünün kibarlaşmış hali. Aslında çok tecrübeli olmanın yolu, çok hata yapmaktan geçiyor.

Sorun çoğu kez hatalarımızdan hangi sonuçları çıkaracağımızdır. Özellikle ilk başlarda hatayı herkes yapar. Daha sonra olacaklar için yapmamız ve yapmamamız, en fazla da yapmamız gerekenler için tecrübelerimize başvururuz. İnsanın yaşama güdüleri kendisini korumaya yönelik olduğundan, ilk önce yapmamız gereken şeyleri öğreniriz. Bu yüzden zamanla bir şeyler yapma arzumuzu da yitirebiliriz. Bu bir şey yapmama arzumuz, özellikle başka insanlarla ilişkilerimizde başımıza gelir. Çünkü insan çok daha bilinmez, çok da tahmin edilmezdir. Bir insana ya da insan topluluğu ile ilgili olarak bu duyguyu sık yaşarız.

Öğretmenliğe yeni başlarken öğrencilere, subay ya da öğretmenliğe başlarken askerlere, vergi memurluğuna başlarken muhasebecilere ve vergi mükelleflerine karşı daha hoşgörülüsünüzdür.  Sonra bir sürü acı tecrübe yaşarsınız. O çok çalışkan öğrencilerin, iyi askerlerin, dürüst mükelleflerinin ne haltlar karıştırdığını öğrenir, hayal kırıklıklarına uğrarsınız. Lakin sonuçta bu sizin işinizdir ve mecburen yapacaksınızdır.

Bir de yapmaya heveslenip, hatta heveslendirilip, hayal kırıklığına uğradıklarınız vardır. Bir şeyler yapmaya heveslenir, hatta heveslendiriliriz. Sonra hayal kırıklığı yaşar, yeni projelere karşı hevesimiz giderek azalır. Sonuçta sadece ücretinizi hak edecek kadar kazanmayı düşünürsünüz. İşinizde girişimler yapmanın ödülü yoktur çünkü, varsa da o ödülü başkaları alacaktır. Sizi sadece ortalığı kalabalık etmek, bakın ne çok başvuru var demek için çağırmışlardır. 

Mesela ben uzun süredir edebiyat yarışmalarına eser göndermeyi bıraktım. Çünkü yarışmaya girecek eseri ya da eserleri her yarışma için, jüri üyesi sayısında çoğaltmam ve dosyalamam gerekiyordu. Her seferinde bu benim için ciddi masraf olmaya başlamıştı. Sonra böylesi bir yarışmalardan birinden, eserimi, kargo ücretini ben ödemem şartı ile, geri istedim. Sonuçta geri aldım ve gördüm ki, yazdıklarım paketinden bile çıkmamış. Sonrasında böyle yerlere bir şeyler göndermeyi bıraktım. 

Benzer süreçleri memurluğumda da yaşadım. Sürekli engellene engellene ve suçlana suçlana, hiç bir şey yapmamayı öğrendim. Madem ben bu kadar beceriksizim, siz de benden iş beklemeyin dedim kendi kendime. Çünkü ben de size güvenmiyorum.

Tecrübenin laneti güvensizliktir.


4 Mayıs 2022 Çarşamba

YETMEZ AMA YANILDINIZ, KENDİNİZ İÇİN



Yetmez ama evetçiler,  Balyozcular ve Kumpasçılar arasında pişmanlık dile getirenler var. Bu kadar kötü olacağını bilmiyorduk diyorlar.
Biliyordunuz, bal gibi biliyordunuz. Daha o zamanlarda. Darwin'in 100. doğum yılını kutlayan TÜBİTAK dergisi toplatılmış,  hayvanat bahçesi müdürünü TÜBİTAK'a başkan yapmıştı.
Tarikatlar, cemaatler birden coşmuş ve  AKP'yi desteklemek üzere birleşmişti. Bir zamanların komünizmle mücadele derneği başkanlarının demokrasi getireceğine o kadar mı inandınız? 
Zaten pek çoğunuz daha öncesinde de Tansu Çillerci olmamış mıydınız? 1970'lerde Doğu Perinçek'in peşine takılıp, Atatürk' küçük burjuva devrimcisi dememiş miydiniz?
Sivas katillerinden ne demokrasisi umuyordunuz?
Beklentiniz kendiniz üzerineydi. Kendiniz tek partinin, yardımcı partileri olacak, diktaya çok solcu destekle demokrasi süsü vererek müreffeh yaşayacaktınız.
Ahmet Yenilmez, Hasan Kaçan gibi onlarca dinci yazar-çizer gibi basit bir sohbet etkinliğinden 7-8 yüz bin lira kazanacaktınız. Cumhurbaşkanınca sık sık ağırlanacak ve eski Kemalist günleri yad edecektiniz.
Oysa tam tersi oldu, daha referandumun ertesi günü kıçınıza tekmeyi bastılar.
Oysa bir zamanlar sizi beslemek için büyük holding sahipleri gazeteler basıyordu.  Pek çok çok solcu gazete holding medyası tarafından basıldı.
Sonra bazılarınız batı tarafından, Avrupa tarafından yüceltileceğinizi sandınız. Oysa Türkiye'deki etkiniz bitince, onlar da size sırt çevirdi.
Şimdi pişmanlık duyuyorsunuz ve bu pişmanlık ülkeniz için değil, kendiniz için.
Tekrar fırsat bulsanız, tekrar yetmez ama evet diyeceksiniz.

3 Mayıs 2022 Salı

UMUT (ŞİİR)

 


UMUT

 

Yenilmiş, bitmiş ve yıkılmıştık

Kımıldayacak gücümüz kalmamıştık

 Düşman, emsali görülmemiş bir galibiyet almıştı

Tüm kalelerimiz yıkılmış, tüm ordularımız dağıtılmış

Tüm tersanelerimize de girilmişti.

İmkân ve şeraitimiz namüsait değil, yok gibiydi

Fakr-ü zaruret içinde kıvranıyorduk

Vazifeye atılmaya takatimiz yok gibiydi

Düşmanlarımız böyle bir zaferi hayal bile edemezdi

Umutsuzluğumuz bile kalmamıştı.

Film bitmek üzereydi

 

Tam o sırada Bold Pilot en dış kulvardan atak yapmış geliyordu.


2 Mayıs 2022 Pazartesi

ALEVİ TARİH MİTLERİNE CEVAPLAR-1 (DERSİM VE KOÇGİRİ)


 

Bence henüz siyasi veya dini bir nitelik kazanmadıysa ve belki de hiç kazanmayacaksa bile, tarihsel yorum açısından Alevicilik diye bir şey var ve hem Sünniler, hem Aleviler ve hatta hem de Alevilerden nefret edenlerin, üstelik kamuoyunu da aldatarak ortaya attığı yanlış tarih tezleri var. Bu açıdan ortaya attığım Alevici Tarih kelimesi, Alevilere seven ya da Alevi olandan çok, Alevi kavramı etrafında gelişen tarih paradigmalarını içerir. Bunlardan. adım adım bahsedeceğim.

1)Koçgiri isyanı Kürt isyandır. Aslında Koçgiri isyanı, Koçgirilerin lideri, bölgenin ayanı olan Alişir ağanın, İstanbul hükumetinin isteği ile çıkardığı isyandır. Bu açıdan Konya, Delibaş Mehmet, Yozgat, Çapanoğlu isyanlarından farklı değildir. Nuri Dersimi'nin yazdığı ve internette yayılması sebebi ile pek çok kişinin yanlış bildiği  gibi 17 aşiretten (aslında daha fazla) oluşma konfederasyon falan da yoktur. Aşiretlerden en büyüğü olan Koçgirilerin ve liderleri Alişir'in diktası vardır. İsyanın sebebi de Alişir ağa ve Koçgiri ağalarının güçlerini kaybetmek istememesidir. İsyana İstanbul'dan, padişahtan emir ve destek aldığı için başlamıştır. 

Üzgünüm ama Osmanlı düşündüğünüz kadar Türk bir devlet olmadığı gibi, düşündüğünüz kadar Müslüman bir devlet de değildi. Pek çok gayrı Müslüm ve Alevi kimseler, devletçe korunuyor ve şımartılıyordu. Çünkü Osmanlı'da devlet yoktu, padişahın mülkü vardı. Padişah kendi çıkarı için Alevi ve Kızılbaş bir toplum olan Koçgirileri de kolluyordu. Osmanlıda Hristiyan ve Yahudi bazı unsurlar da, çeşitli dönemlerde korundu ve hatta şımartıldı.

2)Osmanlıya hep asi olan Kızılbaşlar: Bir başka muhteşem tarih efsanesi daha. Çok aşırı bir genelleme ve bunu da yanlışlayan çok örnek var. Mesela Pir Sultan Abdal'ın da şiirlerinde adı geçen, Kırııkale'de kendi adını taşıyan kasabada türbesi bulunan Hasan Dede, birinci Viyana kuşatmasına katılmıştır. Balkan Alevileri-Bektaşileri, genel anlamda Osmanlıya itaatkar olmuştur. Çeşitli Alevi toplulukları da bazı uzun dönemler boyunca devlete sadık olmayı sürdürmüştür.

3)Aşılmaz-geçilmez kale Dersim: Cumhuriyetin ilk yıllarında, Şevket Süreyya Aydemir ve Kemal Bilbaşar gibi yazarların ortaya çıkardığı, faşizmce desteklenen, solcularca da köpürtülen bir efsanedir bu anlatılan. Tamam, dağlık bölge, hele de bilmeyenler için savaşılması zordur. Ancak bizzat Osmanlı devletinin arşivlerinin gösterdiği üzere, Anadolu'yu Celali isyanlarının sardığı 17.yüzyılda bile Osmanlı, askerini-vergisini almıştır. Cumhuriyet hükumeti, 1937 yılı vergilerini mecidiye ve koyun  olarak almıştır. 

Bu efsanenin çıkış nedeni, isyandan çok önce çıkan düzenlemeleri ve askeri harekat planlarını haklı çıkarmaktır. İşin doğrusu Osmanlı'nın son iki yüz elli yılı boyunca merkezi otoritenin zayıflaması sonucu ayan denen pek çok derebeyi türemişti. Tarihte merkezi otorite zayıfladıkça, yerel unsurların derebeyliği yapması, bu  derebeyliğini korumak için de ara ara devlete isyan etmesi sık görülen olaylardandır.

Mesela Ankara'nın Elmadağ ilçesinin eski adı, Asiyozgat'tır (Elmadağ kayak merkezi, Elmadağ ilçesinde değildir.). Elmadağlılar, devlete isyan ettikleri için bu unvanı almamıştır. Elmadağlılar, Yozgat'ın derebeyi Çapanoğlu ailesine isyan ettikleri için, Yozgat'tan sürülmüş ve Ankara'ya yerleştirilmişlerdir. Yani Çapanoğullarının deyimlere (bu işin altında bir Çapanoğlu çıkmasın) konu olması boşuna değilmiş.

İşin doğrusu Osmanlı, daha Kanuni döneminde bile pek çok derebeyine özgürlük tanımıştı. Hatta gene Kanuni döneminde çıkan Şah Kalender isyanı, Damat İbrahim (Pargalı) Paşa tarafından, isyana katılan Dulkadir beyinin oğulları olmak üzere, pek çok derebeyi ile anlaşması ile sona ermiş, Şah Kalenderin etrafındaki son iki bin kadar insan da kolayca katledilmişti. Osmanlıda asiler, özellikle Şah Kalender isyanından sonra isyanlarını genelde devletle anlaşarak ve hatta devletten yeni makamlar alarak son verme alışkanlığına sahipti. Son dönemlerinde ise fazlasıyla rahattılar ve Kurtuluş Savaşı-Cumhuriyet devri isyanlarının en temel sebebi, bu rahatlarının bozulmaması idi.

4)Batı Dersim olan Koçgiri: Koçgiriler ile Dersimliler arasındaki tek ortak nokta Alevilik-Kızılbaşlıktır. Koçgiriler Kürt (Kırmanç), Dersimliler Zaza'dır. Bu iki yörenin Alevilik anlayışları arasında da belirgin farklar vardır. Sosyal yapı da çok farklıdır. Dersim genelde bir aşiretler konfederasyonu iken Koçgiri belli bir ya da bir kaç ağanın krallığıdır. (Nuri Dersimi'de Koçgiri ile Dersim'i birbirine karıştırdığından bir konfederasyondan bahsediyor)

1 Mayıs 2022 Pazar

ÖZGÜVEN EĞİTİMİ PROBLEMİMİZ



 Z kuşağı deniliyor ya, harbiden  gençlik sanki z konumunda, oysa bizim alfalara ihtiyacımız var. Şimdilerde ergenlerin dilinde bir alfa lafı var. Hani kabadayıca ve umarsızca hareketler için, çok alfa hareketler diyorlar ya, işte o alfa kelimesinin aslı, davranış biyolojisinde, sürüde baskın karakterler anlamında. Örneğin kurt, sırtlan gibi hayvan sürülerinde çoğu kez ya alfa denen başat çiftin yavrusu olur ya da gelen kıt besin önce onlara verilir. Burada alfa olmanın bir anlamı da önderliktir.

Böylesi kişilerin yetişmelerini tesadüflere bırakmak, olacak iş değildir. Yıllar önce okuduğum bazı Avrupalı yazarlar, Osmanlı'da bir aristokrat sınıfının olmamasının ve bir harp okulu-akademisinin olmamasının, Osmanlı için eksiklik olduğunu yazmıştı. Osmanlı da Enderun vardı, sanırım batılı yazarlar Enderun mektebini tam olarak tanımıyorlardı. Enderun mektebinin sorunu ise, devşirmelerden oluşması, doğrudan saraya bağlı, kendi milletleri ile ilişkisini kesmiş, Türklerle de ilgileri olmayan kimselerdi. Her an kelleleri uçabilecek kimseler olduğundan, öyle topluma önderlik yapacak kimseler değildi.

Osmanlı son döneminde ya da saray-devşirme sistemi hepten çürüyünce bu soruna çözüm aradı. Harbiye'yi, Mülkiye'yi, Galatasaray'ı, Kabataş'ı falan kurdu, cumhuriyetin öncü kadrosunu da bunlar kurdu. Lakin değişen toplumsal ve sosyal yapı nedeni ile alfa insanları yetiştirme özelliğini kaybetti.

Bu sebepleri de bir yazmak gerekli (tabi bu benim fikirlerim). Harbiye'yi yıkan darbelere ve darbe teşebbüsleri oldu. Sadece 15 Temmuz değil, 27 Mayıs'ta buna dahil. 27 Mayıs darbecileri, seçilmiş bir başbakanı idam etmenin yanında, doğru dürüst yargılamama suçunu işlediler. Solcu biri olan babam bile, köpek davası, bebek davası diye astılar adamı diye hatırlıyor olayı (Ben daha doğmamıştım). Radyodan (o zamanlar televizyon yoktu) canlı yayınlanan mahkemelerde, neden yargılandığını bile halka anlatmadıkları kişiyi idam etmek günü kurtarsa da, itibarı yıpratır. Üstelik bu darbelerin ilk büyük günahıydı ve sonuncusu da olmadı.

Galatasaray, Kabataş ve benzeri kalbur üstü liselerin sonunu da 12 Eylül rejimi, onları Anadolu lisesi yaparak getirdi. İşin doğrusu o liseler, verdikleri eğitimden çok, kalburüstü ailelerin çocuklarını öğrenci yaptıkları için kalburüstüydü. Yoksa öyle kalburüstü bir eğitim verseler, sınavla öğrenci aldıktan sonra gerilemezlerdi.  Mülkiye Mektebi yani Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilimler Fakültesi ise, Turgut Özal ve sonrasındaki politikacıların Afaroz etmesi sonucu gözden düştü.

Şu anki iktidar partisi de, kendi elitini yetiştirmek için, proje okullar diye bir kısım liseyi ayırmış durumda.  Ben de öyle bir okuldayım. Okulum yeni olmakla beraber, ilk yüzde iki veya üçten öğrenci alıyor.

Bu öğrencilerden de şikayetçi olursam, öğretmenlik mesleğime yazıktır. Böylesi güzel bir okulun öğrencilerinin bile gelecek kaygısını çok yüksek düzeyde yaşaması, beni üzüyor. Notlar yüz değil de doksan olsa, çan eğrisi var, orta öğrenim başarı puanımız düşecek diye panik oluyorlar. Hangi meslekleri seçeceklerini bilmiyorlar. Son sınıfa geldiklerinde, tamamen test çözme makinesi oluyorlar. Hatta bu uğursa son sınıfa geldiğinde sevgililer birbirinden ayrılıyor.

Ama ben şu meslek olacağım, hedefim bu diyebilen yok. Pek çoğunun ailesi astsubay, hakim, savcı, öğretmen gibi devlet memuru, bazıları da esnaf. Yani genelde ailesi iyi durumda sayılabilecek öğrenciler. Bazıları gerçekten çok yoksulsa da, bazıları harbiden varlıklı. Varlıklı ailelerin çocukları da çok farklı değil, aynı özgüven problemi onlarda da var.

Gençlerde güvensizlik sadece kendilerine ait değil. Hani giderlerse gitsinler denildi ya! Tıp öğrencileri daha ilk yıldan Almanca ya da İsveççe çalışıyor. İyi öğrenciler daha lisede yabancı dil ve yurt dışını düşünüyor.

Oysa bizim, en düşük seviyedeki öğrencilere bile özgüven verecek yeni bir eğitime ihtiyacımız var. En kötü bilişsel seviyedeki öğrencinin bile, en az bir kere başarı duygusunu tadacağı, laf olsun diye değil, öğrenci kendisini geliştirsin diye, her öğrencinin en az bir şekilde, bir kere katılacağı etkinliklere ihtiyacımızı var. Alfa yada seçkin gençleri yetiştirecek proje okullar yerine, her gencimizi kendisini alfa hissedeceği bir eğitime ihtiyacımız var. Gençlerimiz kendisine ve ülkesine güvenmeli. Kahraman beklememeli, kahraman olmadı.

Zaten Atatürk'te kahraman beklemeyin, kahraman olun dememiş mi?