18 Ocak 2017 Çarşamba

PROPAGANDA DEVRİ- ZAFER TWEETİN UCINDADIR

      Zafer namlunun ucundadır.  Hem İsmet İnönü, hem de Mao’ya atfedilen bu kelime, bu gün bu şekilde okunabilir. Buna tweet demeyelim de mesaj, ileti diyelim. Onur Öymen, Bir Propaganda Silahı Olarak Basın adlı kitabında, savaş bitince, propagandanın esas güç olduğunu, savaştaki çatışmalarını yerini aldığını yazar.  Savaş sürerken, propaganda ne derse desin, silahların dediği olur. Propaganda yardımcı güçtür.
        Bu da propagandanın sıcak çatışmadaki gücünü küçümsememize sebep olmamalıdır. Atatürk’te İstanbul’daki pek çok gazetecinin (mesela Falih Rıfkı Atay’ın) Anadolu’ya geçişini yasaklamıştı. Anadolu Ajansının, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir gün önce kurulmuştur. Napolyon, eğer gazeteleri kontrol edemezsem, altı aydan fazla iktidardan kalamam demiştir. NAZİ devletinin propaganda için bakanlığı vardı. İlk çağ filozoflarından Protogoras, Georgias ve Hippias gibi sofistlerin esas para kaynağı, hitabet dersleriydi. Cengiz han, ordularının önünden, halkı Moğollara karşı korkutucu propaganda yapan casuslarını yolluyordu. Senegal yerlileri ile ilgili bir kitap okumuştum kabile şefleri savaştan sonra yenilenleri kılıçtan geçse de üç sınıfa dokunmuyordu. Din adamlarına, demirci (silah) ustalarına ve ozanlarına. Çünkü bir ozan öldürüldüğünde diğer tüm ozanlar, o şef aleyhine destanlar yazıyordu. Sözün özü, propaganda her çağda önemliydi. Kitle iletişimin yaygınlaştığı çağımızda ise daha da önemli oldu.
        Ekim devriminden sonra Lenin, komünist ihtilallerin önce tüm Avrupa’yı, sonra tüm dünyayı saracağından emindi. Hatta Polonya savaşı sonrası toprak kaybı için, zamana karşı toprak veriyorum demişti. Ona göre nasıl olsa ardı ardına ihtilaller patlayacak ve Polonya dâhil tüm Avrupa, Sovyetlere dâhil olacaktı. Ama olmadı, Lenin 1924’de İngilizlerle ticaret antlaşması yaptı. Antlaşmaya göre İngiliz sömürgelerinde Sosyalizm ve Komünizm propagandası yapmayacaktı. İlk işte Hindistanlı komünistleri ihbar etmek oldu. Ben şahsen komünist devrimlerin yayılmama sebebi olarak radyoyu ve caz müziği görürüm. Lenin ve yoldaşları devrimi, Almanlardan aldıkları para ile kurdukları matbaa sayesinde propaganda yapmışlardı. Rus iç savaşı sürer, kızıllarla beyazlar savaşırken, dünyada radyo yaygınlaştı. Diğer ülkelerdeki komünistler, radyodan mahrumdular. Gene o yıllarda, yıllarca sürecek caz müzik modası başladı. Komünistler ise halen marş söylüyor.
        Marksist felsefecilerden Althause, devletin idolojik aygıtları adlı eserinde, milli bayram ve törenlerin, sinema filmleri ve şarkıların bile özünde propaganda amacı olduğunu söyler. Sadece derslerin içerikleri değil, okulun, hatta tüm şehrin mimarisi bile bu propagandanın bir parçasıdır. Kapitalizmin zaferini bu propagandaya bağlar. Günümüzde ise sıradan bir birey en az üç bin kadar reklam ve benzeri mesaja maruz kalıyor.
          Şu anki AKP iktidarının da gücü, propaganda gücüne dayanıyor.  Bu propaganda gücü de televizyona dayanıyor.  Türk insanı, Amerika’dan sonra en fazla televizyon izleyen halkı.  Amerika ve diğer pek çok ülkeden farkı,  ülkemizde hemen her sınıftan insanın televizyon izliyor olması. Bunu da özellikle 12 eylül öncesi dönemde, gerek sıkıyönetimler, gerek sokak çatışmaları yüzünden akşam bir yere gitme alışkanlığının gelişmemesi, iş çıkışında insanların doğrudan evine gitmesi, kadınların çoğunun ev kadını olması ve genelde evden çıkmaması olarak görülebilir. Sebep ne olursa olsun, ülkemizde popüler kültürün merkezi televizyon, özellikle de televizyon dizileridir. Türk sineması, 1976-81 arasında furya filmleri denen seks filmleri ile kredisini harcamıştır ve iki binli yıllarda AVM’ lerde sinemalar yaygınlaşana kadar sinemaya gitmez olmuştur.  Amerika’da popüler kültürün merkezinde sinema vardır. Japonya’da manga denen çizgi roman kitapları.  Hatta Türk turizmciler, kulis yapıp, para verip, konusu Türkiye’de geçen hikâyeler çizdiriyorlarmış.  Bizde ise, çizgi romancılık uzun süre tu-kaka edildi. Öğrencilerin derslerde geri kalma sebebi olarak gösterildi. İki binlerde televizyon yaygınlaşınca, unutuldu ve silindi. Oysa Gezi zamanı çizgi romanı çok güzel kullanabilirdik. Benzer bir şekilde Şehriban Coşkunfırat cinayetinden sonra tün metal-rack müzik dinleyen gruba ve fanzin denen, yeraltı edebiyatı yapan, fotokopi-teksi ile üretilen dergilerin de sonunu getirdi. Gene gezi de çok işe yarardı.  Türkiye’de gazetecilikte kendi kendisin harcadı.  Erol Simavi’ye kadar İstanbul’dan başka illerde matbaa kurup, dağıtımı hızlandırmayı akıl eden olmadı. Bu sebeple Ankara gazeteleri Ankara’ya öğleden sonra gelmeye başlardı. Uzan ailesi, Star gazetesini kurana kadar da gazetelerin bayi katı %4’dü. Uzan holding %10’a çıkardı, çünkü YAYSAT ve YAYDAĞ, bu yeni gazeteyi dağıtmak istemiyordu. O da kendi dağıtım şirketini kurdu, bakkallar ve bayiler, Yaydağ ve Yaysat’ın baskısına rağmen satsın diye de bayi karını yükseltti.  Günlük gazete dağıtımı bu sayede yaygınlaştıysa da, dergi dağılımı halen istenildiği gibi değil. Kırıkkale gibi koca bir şehirde bile pek çok dergiyi bulmaz, almaya Ankara’ya giderdim. Çalıştığım ilçede de halen aynı sıkıntıyı çekiyorum. Dergilerimi almaya Kızılay’a gidiyorum.
          Sonuçta halkımızın ana haber alma kaynağı televizyon. Radyo ise sadece arabada gidenlerce dinleniyor. Artık yeni nesil cep telefonları FM (kısa dalga) radyo olmadan üretiliyor. Radyolar, son altın çağını doksanlarda, RTÜK kurulmadan evvel, biraz da illegal olarak yaşadı. Afrika’da halen popüler kültürün merkezinden radyolar var. Pilli radyoların en uzak köylere bile haber getirmesi yüzünden popülerliğini sürdürmekte. Ülkemizde ise elektriğin her yere yayılması ve uydu antenlerin ucuzlaması sayesinde televizyon yaygınlaştı.  Gene doksanlarda 24 saat yayın yapılmaya başlanması ve özel televizyonları yaygınlaşması, televizyonları iyice yaygınlaştırdı. Şimdi ülkemiz halkı, televizyon merkezli düşünüyor ve bu yıllardır böyle.
        Üniversite yıllarım pop müziğin doksanlar fırtınasında geçti. Yurt odasında radyomuz olur, oradan, şehrimizin yerel radyolarını dinlerdik. O sıralarda bir şey dikkatimi çekmişti. Radyolar, klipi yayımlanmayan şarkıyı çalmıyordu. O zamanlar yerel radyolar, genelde uzun uzun istek programları yayımlardı. Pek az dinleyici klipi olmayan şarkıları istiyordu. Youtube’da da dizi müzikleri çok dinleniyor. Tutmadıkları için yayından kaldırılan dizilerin müzikleri bile nette çok tıklanan oluyor.
          Akp iktidarı da bunu biliyor. Bu yüzden ilk yıllarından itibaren BDDK (Bankacılık devlet devlet denetleme) kurulunu kullanarak, pek çok özel televizyonun, ardından da gazete ve radyonun yandaşların eline geçmesini sağladı. Yandaş iş adamlarına, özellikle yeni televizyon kanalları kurması için teşvik etti ve zorladı. Televizyon kanallarını, radyo, gazete ve internet siteleri ile besledi. Sonuçta elinde yoğun propaganda ile hipnotize edilmiş bir seçmen kitlesi var. İşin kötüsü bu kitlenin, en azından çekirdek kitlesinin hipnotizasyonu çok eskilere dayanıyor.  En yakın tarih olarak 12 Eylül dönemini alabiliriz. Kenan Evren’in, boğacaksan solu, yetiştireceksin sofu dediği çokça rivayet edilir. 12 Eyül Atatürkçülüğü, ikiyüzlü Atatürkçülüktür. Her odaya Atatürk resmi, her bahçeye Atatürk büstü, her derse Atatürkçülük anlatılacak emredilirken;  zorunlu din dersleri, her ilçeye, semte imam hatip lisesi, Alevi köylerine cami yapımı, Atatürk’ün kurumlarını (dil kurumu, tarih kurumu, THK vb) bozmak gibi işlere giriştiler. Daha evvelinde ise tarikatlar ve cemaatler, birebir ev sohbetleri ile Atatürkçülük ve sola düşmanlık propagandası yaptı. Bu topluluklar, seksenlerde televizyon ve radyo kurmak devlet tekelinde iken, televizyon izlemek, radyo dinlemek günah diyordu. Türkiye Gazetesi takviminde, televizyon izlemek beyni durdurur diye yazardı. Şimdi hepsinin üç, beş televizyon kanalı var.
            Bütün bu propaganda silahları ile donanmış rakiplerimize karşı mücadelede hepimize iş düşüyor. Onlarca maaşlı trollerine rağmen halen internette, özellikle de sosyal medyada zayıflar.  Televizyonları artık kaliteli içerik üretmiyor. Yerli diziler yersiz uzun ve sıkıcı.  Adil kullanım kotası olmasa, televizyonculuk çöker diyen gençler var. İnternetten yabancı dizileri alt yazılı izliyorlar. Televizyon, modası giderek daha çok geçmeye başlayan bir alet.  İnternet, iktidarın ve tüm otokratların çabalarına rağmen geleceği açık.
       Propaganda alanında her Atatürkçünün yapacağı görevler vardır. Dev gibi bir orduyla, propaganda ordusu ile savaşıyoruz. Parti ya da kanaat önderleri kadar, sıradan bireylerin de bu mücadelede rolü var. Cephede tek bir tüfeğin, süngünün yeri olduğu gibi.  Yer yer propaganda mücadelesi, cephe mücadelesi kadar tehlikelidir. Türkiye’de suikasta uğrayan gazeteci sayısı, politikacıdan fazladır. İktidar partisinin sosyal medyada muhalefet edenleri nasıl sıkı takip ettiği de ortadadır. Propaganda ordusuna katılmak veya propaganda için çalışmak kolay veya tehlikesiz bir şey değildir. Akp, propaganda savaşında son derece gayretlidir. Sosyal medyayı bırakın, sosyal ortamlarda bile aleyhine konuşulanlara karşı dikkatli.  Bu durumda sıradan Atatürkçülerin yapması gerekenleri kendimce maddeler halinde sıraladım:
1)      Bol bol Tweet ya da gönderi yazmak, yapamıyorsa rtweet, paylaş düğmesine basmak. Sosyal medyada icabında sahte ya da takma isimli hesaplarla paylaşım yapmak.
2)      Paylaşım yapmaktan çekiniyorsak, aktrolleri spamlamak.
3)      Özellikle yurt dışında yaşayanlar, youtube kapatıldığında, videoları vimjo, dalymation, izlesene.com gibi sitelere ekleyebilir. Bunların yayılmasını sağlayabilir.
4)      Propaganda çabalarımızı internetle sınırlı tutmayalım. Muhalif gazete ve dergileri, internetten okusak bile bayiden satın alalım. Otobüs, metro, kahvehane, lokanta, uçak ve benzeri yerlerde masumca unutalım.
5)      Tüketici olarak gücümüzü kullanalım. MADO pastaneleri, muhafazakâr sayılabilecek yerlerde bile kapanmaya başladı.  Akp tabanı, pek gazete-dergi almayan, gezmeye pek çıkmayan bir kitle. MADO gibi bir mekânı bile yaşatamıyorlar. Doksanlı yıllarda Fetullah Gülen cemaati bir sürü film çekmişti. Daha geriye, Milli Görüş muhalifken, Minyeli Abdullah gibi filmler ciddi gişe yapmıştı. Sonra o furya,  meşhur Eşkıya filmi ile dindi.
Aslında bunu demokrat ve Atatürkçü tüm insanlar yapıyor. Mesela Metro başta olmak üzere pek çok seyahat firması bürolarında Atatürk portresi asmaya başladı. (En azından bazı şubelerinde) Demek ki ciddi bir müşteri azalması yaşamışlar. SÜTAŞ’ın, grev yapan işçilerin toplanma alanına gübre dökmesi olayından sonra bireysel olarak boykot ettim, halen de ediyorum.  Bir süre sonra sadece SÜTAŞ satan bazı bakkal ve marketlerin başka markalar da getirdiğini gördüm. Oysa yaşadığım ilçe iktidar partisinin belediyeyi aldığı bir yer.  Demek ki işe yarıyor. Atatürk resmi olmayan, o sevmediğimiz kişilerin resmi asılı yerlere girmeyelim.
6)       Kitap, dergi okumayan kişiler,   sağcı ve muhafazakâr olmaya daha meyilli. Savaşacaksak, paramız ve malımızı da feda edelim. Özellikle genç insanlara kitap, dergi hediye etmekte cimdi olmayalım. 
7)      Televizyon ve radyo konusunda iktidar ile rekabet edemeyiz. Muhalif bir kanal, biraz güçlense RTÜK’ün dikkatini çekiyor. Halkın şikâyete boğduğu evlenme programlarına karşı duyarsız olan mahkemeler, en ufak muhaliflikte kanalları kapatıyor ya da  TÜRKSAT uydusundan çıkarıyor. Kürtler haricinde de kimsenin 2. çanağı almıyor. Öyle bile olsa televizyonların ana ürünü diziler ve dizilerle rekabet edemeyiz. Bu durumda televizyonlardan uzaklaşıp, etrafımızdaki kişileri televizyon yerine internete çekmeye çalışalım.

8)      Asla umutsuzluğa düşmeyelim. Mücadeleye devam edelim. Propagandayı da küçümsemeyelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder