AZU FİLMİ (2013 VENEZUELA)
Siyah derili insanların köleliği öyle sadece Amerika Birleşik devletleri ile sınırlı değildir. Hatta A.B.D, en büyük ve en uzun süreli köle alıcısı da olmamıştır.
Siyah derili insanların köleliği öyle sadece Amerika Birleşik devletleri ile sınırlı değildir. Hatta A.B.D, en büyük ve en uzun süreli köle alıcısı da olmamıştır.
Bu rekor, köleliğe ilk başlayıp, son bırakan, Afrika'dan en fazla köle ithal etmiş, yazılı tarihi boyunca bir tarım devi olmuş Brezilya'ya aittir.
Bu film ise Venezuela yapımı. Filmi, Venezuela büyük elçiliğinin, Çankaya belediyesine ait bir mekanda, ücretsiz Venezuela filmleri göstermesi sayesinde izledim.
Bu filmlerden üçünü izleyebildim. Üç hafta sonu bu filmler yayımlandı ve aksi gibi üç cumartesi nöbetim oldu. Bence filmlerden biri anlatmama değerdi.
O da 2013 yapımı Azu filmiydi. Film, köleliğe, kölelikten kaçanlar açısından bakan bir film. Yıllar önce Amazonlar ile ilgili bir belgeselde, böyle bir köyden bahsediyordu. Siyahi köleler, sahiplerinin ellerinden kaçıp, Amazon ormanlarının ve And dağlarının, Kızılderili denen Amerika yerlilerinin bile yaşamadığı köşelerine köylerini kurmuş.
Yani bu oldu, tüm kıta boyunca yaygın bir olgu. Pek çok yerde köleler, ıssız yerlere kaçıp, bir şekilde kendi köylerini kurmuş, film de onun hikayesini anlatmakta.
Filme beş dakika kadar geç geldim. Bu yüzden başını net göremedim. Kaçtıktan sonra yakalanan, işkence gören ve işkenceden ölen bir köle vardı. Kaçan köleleri kovalayan ve yakalayan da başka bir siyahi.
Bu karakter tanıtımında, siyahilerin kendi aralarında efsanevi bir sığınma köyüne inandıklarını öğreniyoruz. Hepsinin hayalinde bu köye ulaşmak var ve yaşlı bir siyahi de, buna inanların lideri konumunda.
Hikayede çiftlik sahibinin bolca kölesi, şeker kamışı tarlaları, küçük bir evi, frijit, cinsellikten nefret eden şişko bir karısı var. Adam da cinsel arzularını, eli yüzü düzgün, köle kızlardan çıkarıyor. Bu amaçla kullandığı bazı kızları şımartıyor, kızlar birbirini kullanıyor vs.
Hikayenin dönüm noktası, Afrika'dan yeni ve güzelce bir köle kızın gelişi ile değişiyor. İhtiyar, bu kızın bekledikleri ilahi işaret olduğunu söylüyor.
Böylesi film eleştirilerinde, filmi anlatırken, izlenme arzusunu kıracak kadar öyküsünü anlatma ve ne olduğunu tam anlatmayacak kadar az anlatma tehlikesi hep vardır. Filmin köleliğe, Amerikan filmlerinden bambaşka bir açıdan bakmış. Olayın merkezinde siyahiler var, beyazlar tamamen kölelik yanlısı ve öyle yardımcı olan kahraman ve iyiliksever beyaz karakterler yok. (Amerikan filmlerinde hep olur)
Beyazlar olması gerektiği gibi, kölelik yanlısı ve kölelerine karşı gaddar. Köleleri Hristiyan yapmakla uğraşan kardinal de böyle. Kardinal de, köleliğe değil, çiftlik sahibinin köle kızlarla oynaşmasına kızıyor.
Not, Amerikan filmlerinde papazları pek nadiren kötü rolde görürüz. En azından ben hatırlamıyorum. Bir de Amerikan filmlerinin final sahneleri genelde bir kilise ya da Las Vegas'da kumarhanede olur.
Burada ise, tahtırevan ile, dört kölenin omuzları üzerinde gezinen kardinalin, kölelerin yaşam koşulları ile ilgili her hangi bir derdi yok.
Ben filmin yönetmeni(Luís Alberto Lamata) zenci sandım. İnternetten baktım, beyazmış. Olayda beyazlar sadece kötü efendiler olarak var.
Kaçış öyküleri ise gizem, metafizik ve efendiye karşı aşk-nefret ilişkileriyle karışık olarak, gayet heyecan verici şekilde sürüyor.
Filmin finalinin çok iyi bağlandığını söyleyemem. Başkaları beğenebilir ya da sonu o kadar çok mükemmel bağlanmamış olsa bile, beyaz adam düşüncesini ve Naom Chomsky'in deyimiyle İnsan Yerine Konmayan' lara bakışını görmemizi sağlayacaktır.
Bu filmlerden üçünü izleyebildim. Üç hafta sonu bu filmler yayımlandı ve aksi gibi üç cumartesi nöbetim oldu. Bence filmlerden biri anlatmama değerdi.
O da 2013 yapımı Azu filmiydi. Film, köleliğe, kölelikten kaçanlar açısından bakan bir film. Yıllar önce Amazonlar ile ilgili bir belgeselde, böyle bir köyden bahsediyordu. Siyahi köleler, sahiplerinin ellerinden kaçıp, Amazon ormanlarının ve And dağlarının, Kızılderili denen Amerika yerlilerinin bile yaşamadığı köşelerine köylerini kurmuş.
Yani bu oldu, tüm kıta boyunca yaygın bir olgu. Pek çok yerde köleler, ıssız yerlere kaçıp, bir şekilde kendi köylerini kurmuş, film de onun hikayesini anlatmakta.
Filme beş dakika kadar geç geldim. Bu yüzden başını net göremedim. Kaçtıktan sonra yakalanan, işkence gören ve işkenceden ölen bir köle vardı. Kaçan köleleri kovalayan ve yakalayan da başka bir siyahi.
Bu karakter tanıtımında, siyahilerin kendi aralarında efsanevi bir sığınma köyüne inandıklarını öğreniyoruz. Hepsinin hayalinde bu köye ulaşmak var ve yaşlı bir siyahi de, buna inanların lideri konumunda.
Hikayede çiftlik sahibinin bolca kölesi, şeker kamışı tarlaları, küçük bir evi, frijit, cinsellikten nefret eden şişko bir karısı var. Adam da cinsel arzularını, eli yüzü düzgün, köle kızlardan çıkarıyor. Bu amaçla kullandığı bazı kızları şımartıyor, kızlar birbirini kullanıyor vs.
Hikayenin dönüm noktası, Afrika'dan yeni ve güzelce bir köle kızın gelişi ile değişiyor. İhtiyar, bu kızın bekledikleri ilahi işaret olduğunu söylüyor.
Böylesi film eleştirilerinde, filmi anlatırken, izlenme arzusunu kıracak kadar öyküsünü anlatma ve ne olduğunu tam anlatmayacak kadar az anlatma tehlikesi hep vardır. Filmin köleliğe, Amerikan filmlerinden bambaşka bir açıdan bakmış. Olayın merkezinde siyahiler var, beyazlar tamamen kölelik yanlısı ve öyle yardımcı olan kahraman ve iyiliksever beyaz karakterler yok. (Amerikan filmlerinde hep olur)
Beyazlar olması gerektiği gibi, kölelik yanlısı ve kölelerine karşı gaddar. Köleleri Hristiyan yapmakla uğraşan kardinal de böyle. Kardinal de, köleliğe değil, çiftlik sahibinin köle kızlarla oynaşmasına kızıyor.
Not, Amerikan filmlerinde papazları pek nadiren kötü rolde görürüz. En azından ben hatırlamıyorum. Bir de Amerikan filmlerinin final sahneleri genelde bir kilise ya da Las Vegas'da kumarhanede olur.
Burada ise, tahtırevan ile, dört kölenin omuzları üzerinde gezinen kardinalin, kölelerin yaşam koşulları ile ilgili her hangi bir derdi yok.
Ben filmin yönetmeni(Luís Alberto Lamata) zenci sandım. İnternetten baktım, beyazmış. Olayda beyazlar sadece kötü efendiler olarak var.
Kaçış öyküleri ise gizem, metafizik ve efendiye karşı aşk-nefret ilişkileriyle karışık olarak, gayet heyecan verici şekilde sürüyor.
Filmin finalinin çok iyi bağlandığını söyleyemem. Başkaları beğenebilir ya da sonu o kadar çok mükemmel bağlanmamış olsa bile, beyaz adam düşüncesini ve Naom Chomsky'in deyimiyle İnsan Yerine Konmayan' lara bakışını görmemizi sağlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder