Görmezden gelmek, yok saymak (Red Kit tavrı): Red Kit çizgi filmi-romanı çok demokratik görünür. Yanıldığımız şu ki, nasıl ki bazı Türk faşistlerinin zenci-siyahi sempatisi, onları faşist olmaktan çıkarmazsa, Belçikalı çizerlerin Kızılderilerine sempatisi, onları faşistlikten kurtarmaz. Çizgi romandaki her kişi (Daltonlar, Kalamiti Ceyn, Bily Kid vs), Amerikanın vahşi batı dedikleri dönemde gerçekten yaşamı kişilerdir. Ancak ilginçtir ki, hiç bir Red Kit macerasında siyahi kahraman yoktur. Onlar sadece garson ya da uşak olarak, kıvırcık saçları ve köfte dudakları ile, botokslu kadınlar gibi şaşkın gözlerle bakar. Çizgi roman her ne kadar vahşi batıyı anlatsa da, Belçika yapımdır ve Belçika yapımı pek çok çizgi romanda ırkçılık görülebilir. Tenten Kongo'da bu çok nettir. Kongolular geri zekalı gibi gösterilir. Şirinlerin bir bölümünde Şiirinler simsiyah olur ve aptallaşır. Daha sonra o siyahlığı, morluk yaparak düzeltirler.
Hizmetçilik yaptırmak: Hizmet sektörü, genel anlamda düşük maaşlı ve kariyer imkanları düşüktür. Bu yüzden de genelde göçmenler ve hor görülen azınlıklar yapar. Gene Red Kit çizgi romanına dönecek olursak, çizgi romanda siyahiler sadece garson olarak görülür.
Hizmetçiyi, özellikle ev hizmetinde bulunanları azınlıktan seçmek, bir tarafı ile mecburiyet (zira pek arzu edilen iş değildir), diğer taraftan da faşizan bir tavırdır.

Benzer bir faşizan tavır, orta çağa özgü Saray Yahudiliği kurumudur. Hitler, meşhur Kavgamında buna fazlası ile değinir. Kutsal Roma (Cermen) imparatorluğunda, imparatorluğu oluşturan devletciklerin her birinin sarayında, sarayın mali pis işlerini halleden Yahudiler olurmuş. Bunlara da Saray Yahudisi denilirmiş. Daha ilginci, aynı saray Yahudiliği kurumu, Osmanlıda da varmış. Kira kadını denen ve genelde haremin alışverişini yapan bu kadınlar, sarayla, tüccarlar arasında aracılık ederek, büyük servetler kazanırmış. Hatta Ernest Kira diye bir kadın, bu ilişkiler sayesinde İstanbul gümrük mültezimliği (vergi toplayıcılığı) de yapıp, büyük servet edinilmiş. Lale devrini bitiren Patrona Halil isyanından sonra, Ernest öldürülüp, bedeni parçalanmış, parçaları da ona rüşvet veren zenginlerin kapısına çivilenmiş.
Bu iş, özünde saray görevlilerine, özellikle harem ahalisine rüşvet taşıma işi olduğundan, son zamanlarına kadara Yahudilere veya Ermenilere yaptırılmış.
Bir ara youtube'da Efe Aydal'ı dinliyordum (postcast). Birinde de Kelebeğin Rüyası filmini eleştiriyordu. Film, Zonguldak'ın genç yaşta kaybettiği iki büyük şairi (Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur) ve öğretmenleri, şair Behçet Necaatigi'in öyküsü anlatılıyor. File dönemin Zonguldak'ı ve o dönem madende zorla çalıştırılma kanunu olan mükellefiyet kanununa da değinilmiş. Efe Aydal'da konuyu bir şekilde illa filmin yapımcısı, yönetmeni ve oyuncusu Yılmaz Erdoğan ve çözüm süreci tavrına getiriyor. Bundan sonra Efe Aydal'ı takibi bıraktım ve kendisinin gerçek bir faşist olduğuna inandım.
Dilenciye para verme ile faşizan tavır arasındaki ilişkiyi, Ankara metrosunda edindim. Ben metroda her gün illa karşılaştığım dilencileri kovarken, birileri illa koruyordu. Bir de üstelik bu dilencilerin sözüm ona sattıkları kağıt mendilleri onlara iade ediyorlardı.
Sonra bir adam dikkatimi çekti. Verme, onlar senden-benden zengin dediğimde, Saydın mı diye beni tersledi. Sonra adam dikkat ettim, hemen her dilenene 10-20, eline geçen banknotu veriyordu. Hesap ettim, yol boyunca en az 60 lira verdi. O parayla taksi tutarak da gidebilirdi. Bu şekilde davranan bir kaç kişi vardı. Sanki metroya, o saatlerde, o dilencilere sadaka vermek için, o saatlerde (kalabalık saatlerde müzisyenler ve dilenciler olmuyordu) metroya biniyor gibiydiler.
Bu dilenci finansörlerinin ilginç bir özelliği de çocuklar hariç (bunlar okul harçlığı yalanını söyleyip, okul saatini metroda dilenerek geçiren ve İzmir'in dağlarında hariç her hangi bir şarkıyı düzgün çalamayan dilencilerdi.) müzisyenlere para vermemeleriydi.
Sokak müzisyenleri dilencilerden daha az para kazanır. Bu yüzden de bazıları sokak müzisyenliği ile dilenciliği birleştirmiştir. Yırtık, pırtık, hırpani giyinir ve yanlarında benzer şekilde dolaşan çocuklarını getirirler.
Reşat Nur Güntekin'de Harabelerin Çiçeği aldı kısa romanında, yüzü mahvolmuş bir gencin, iş istemeye iş bulamayıp, ; iş vermeyen kişilerce eline bolca para sıkıştırılmasını anlatır.
Dilenciye para vermenin iki faşist yönü vardır. İlki dilenen kişi, bizim üstünlük ve güçlü olma egomuzu okşar.
İkincisi ise dilenciler çok para kazansa da hep dilencilik yapar. Parasını biriktirir ve gayrı menkul yapar, ama asla harcamaz. Sokaklarda, hırpani şekilde yaşar. Bence bir meslekten çok, bir hastalıktır. Dilenen bir çocuğa para verirseniz, ailesi ya da onu dilendirenler her kimse, o çocuğu dilenirmeye devam edecektir. Dilencilere para verenler, biraz da bu bilinçle para verir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder