Olayların görünüşte iki nedeni vardı. Biri dağlıca baskını, diğeri de Kürtlerin genel seçimlerde artık iktidar partisine oy vermemesiydi. Oysa gerçek başkaydı.
O başka gerçek, bir kaç gün sonra ilçeye gelen Suriyelilerle ortaya çıktı. O zamanlarda Beypazarı civarında temel tarım ürünü olan havucu toplamak üzere yerleştirilmişti . O zamanlar bu iş işin gündeliğe 60 lira (dolar 2 tl civarıydı o zamanlar, gene de küçük paraydı) alıyordu. Mesele para değildi. Kürtler, bu düşük ücretlere rağmen Beypazarı'nda ev ve dükkan sahibi olmuştu.
Faşizmin affedemeyeceği şey işte budur.
Tanıdığım hemen her Maraşlı, 1978'deki katliamın sebebinin, Alevilerin, özellikle de Pazarcıklıların ev ve dükkan sahibi olmasını açıkça söylerler.
Maraş olayları demişken; O olaylarla ilgili olarak kurbanların anıları okurken, hemen herkesin, çok güvendikleri bir Sünni komşusunun ihanetine uğramıştı. Bunu en son İrfan Değirmenci'nin, bir uyuyup, uyanalım romanında okurken zihnimde bir aydınlanma anı oldu.
O zamana kadar ben, her gittiğim yerdeki Ülkücülerin ve diğer sağcıların, Alevi olduğumu öğrenince ayrıca bana yakınlık kurmalarını hep iyiye yormuştum. Romanda da, katliam gününe kadar Alevilerle anlaşan, hatta iyice yakınlaşan Ülkücülerden bahsediyordu.
O an birdenbire içime bir ürperti geldi. Acaba hepsi vuracakları o hassas anı mı bekliyordu? Ya da yukarıdan emir gelmesi mi gerekiyordu?
Fatsa olaylarında, askere ve polislere rehberlik yapan Ülkücüler, Terzi Fikri'nn yakın arkadaşlarıydı. Nikos Samson'da Kıbrıs'ta Türk köylerine, elinde Türk bayrağıyla ve sizi kurtarmaya geldim diye seslenerek vuruyordu.
Çözüm süreci zamanında Mehmet Ağar'ı hapse atan iktidar, bu gün onun oğlunu kendi partisinden milletvekili yapmıştır.
Faşizmin bu iki yüzlülüğü istatistiklere ve hatta sosyoloji teorilerine bile girmiştir. Amerika'da bile, siyahilere saldırlar ile pamuk rekoltesi arasında doğrudan ilişki vardır.
Amerikalı sosyologlar, hizmet sektörü çalışanları arasında önce ırkçılık araştırması yapmış, sonra da Amerikalıların hoşlanmadığı zenci, çekik gözlü (Asyalı), Latin vb müşteri gönderir. Çok az kişi, ankette ifade ettiği ırkçılığı müşterilerine göstermiştir.
İlk atandığım ilçenin bir özelliği de çoğunlukla giden memuru ezerek ve hatta jandarma astsubayı ise döverek göndermesiydi. İlçenin halk eğitim merkezi müdürü, her eğitim yılı sonunda il merkezinden geçici görevle gelen öğretmeni aşağılayarak gönderirdi. Eğer il merkezi ya da o dönemim (2002 öncesi)
Bendeniz bu kötü muameleyi, dayak değil ama kötü davranış anlamında, lojmanı paylaştığım, açık faşist ev arkadaşımdan gördüm.
Beni dövmemelerinin sebebi, o sıralarda biri astsubay, biri de ücretli öğretmen olmak üzere memur dövmekle ilgili sicillerinin kabarık olmasıydı.
İlçeye de ilk geldiğinizde, bildik Anadolu misafirperverliği görürdünüz, hatta çoğu kez son ana kadar öyle görürdünüz.
Bunun istisnası genelde genelde torpil dediğimiz üst düzey yakını sayesinde ilçeden gidenler ya da ilçedeki DYP-ANAP çekişmesine çok açık taraf tutup, çevre edinenler. Mesela okulun ben gelmeden evvel çalışmış öğretmenlerinden biri, oy vermek için bir günlüğüne ilçeye gelmişti. Lakin onun gibiler çok azdı. Genelde ayrılmaya yakın ya dayak yiyordunuz, ya da bir şekilde sizi aşağılıyorlardı.
Faşizmin iki yüzlülüğünü kendi aşk yaşantımda da gördüm. Yıllar önce türbanlı bir sevgilim vardı ve çevremdeki insanlar ona, benim hakkımda inanılmaz şeyler anlatıyorlardı. Gene aynı kişiler, beni oradaki bazı kızlarla evlendirmek istiyorlar ve bana çöpçatanlık yapmak istiyorlardı.
Olay şuydu ki Esra, hem genç ve güzel, hem de kadrolu devlet memuruydu. Beni ise, yaşı bayağı ileri ve ücretli-sözleşmeli ya da ev kızı ile evlendirme çabaları vardı. Zira devletten aldığım düzenli maaş, heba olmamalıydı. Bu yüzden her ne kadar beni, Esra'ya kötülüyordu iseler de, yüzüme bir şey diyen yoktu.
Hayatım boyunca zengin biri olmadığım gibi, öyle fazlaca bir yoksulluk da çekmedim. Biraz da bu yüzden olsa gerek, öyle çok fazla açık faşizme maruz kalmadım. Esra olayına kadar da kendimi azınlık hissetmedim. Esra olayından sonra da azınlık olma duygusundan kurtulamadım.
Hitler'in iktidara gelmesine, bazı süper zengin Yahudilerin yardım ettiği söylenir ki, buna inanırım. Kimse süper zengini bırakın, birazcık serveti olan birisine bile kolay kolay hakaret etmez. Onlar da, Hitler'in daha önceki antisemitist siyasiler gibi bunun da birazcık yağma ve tecavüz, bolca da ülkeden atma ile sona ereceği ve varlıklı Yahudilerin biraz para kaybetme ile (daha sonra çok daha fazlasını kazanmak üzere) kendini kurtaracağını sanmışlardı. Ya da en azından Nazizmin sınırlarının Almanya ile sınırlı olacağını, Versay antlaşmaları ile iyice budanmış Almanya'nın tüm Avrupayı yakacağını da hesap edememişlerdi. Hitler de onları ferahlatacak bir şeyler demiş olabilir.
Faşizan partiler, azınlık oyunu ve desteğini alabilmek adına çözüm süreçleri üretirmiş gibi yapıp, o topluluğun politik önderlerini de satın alabilirler. O azınlığın çok olduğu yerde seçimi kazanmak için veya daha demokrat görünmek için, azınlık üyelerinden vekil, hatta bakan yapabilir.
Nitekim 6-7 Eylülü planlayan Demokrat patinin onlarca gayrı müslüm milletvekili vardı. Seksenlerde ve doksanlara Yunanistan'ın Batı Trakya'da Türk milletvekilleri olurdu. Yunanistan, Batı Trakyayı Gürcistan ve Rusya'dan aldığı göçmenlerle doldurdu, Türkler ise Almanya'ta, ülkedeki en ağır sanayi olan gemi söküm işinde çalışmaya gitti. Şu anda da Yunanistan'da hiç bir parti Türkleri aday göstermiyor.
Faşizan iki yüzlülüğü son olarak faşizmin kendi içinden göstereyim. Mansur Yavaş, ömrü boyunca Ülkücü siyasetin içinde oldu ve sonunda Beypazarı'nda uzun süre başarılı belediye başkanlığı yaptı. Sonra Ankara büyükşehir belediye başkalığına adayı olmak istedi. Devlet Bahçeli'de, muhtemelen kendisine rakip olur düşüncesi ile engel olak istedi.
İşte burada nedense Yavaş'ın Makedonya göçmeni olduğu lafı dolaştı. Bunda ne vardı? Pek çok Balkan göçmeni MHP'nin içindeydi. Ardından da Yavaş'ın Bektaşi-Alevi olduğu iddia edildi.
Yavaş'ın belki bir kaç nesil ataları öyleydi. Oysa Yavaş, Beypazarı'nda cadde, sokak ve parklara, Ülkücü önderlerin ve yazarların adlarını vermişti.
Not: Tam da yazıyı bitirmek üzereyken, teröristbaşının mektunun devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı yayımladı. Bu da başka türlü bir BEKA sorunu.
Maraş olayları demişken; O olaylarla ilgili olarak kurbanların anıları okurken, hemen herkesin, çok güvendikleri bir Sünni komşusunun ihanetine uğramıştı. Bunu en son İrfan Değirmenci'nin, bir uyuyup, uyanalım romanında okurken zihnimde bir aydınlanma anı oldu.
O zamana kadar ben, her gittiğim yerdeki Ülkücülerin ve diğer sağcıların, Alevi olduğumu öğrenince ayrıca bana yakınlık kurmalarını hep iyiye yormuştum. Romanda da, katliam gününe kadar Alevilerle anlaşan, hatta iyice yakınlaşan Ülkücülerden bahsediyordu.
O an birdenbire içime bir ürperti geldi. Acaba hepsi vuracakları o hassas anı mı bekliyordu? Ya da yukarıdan emir gelmesi mi gerekiyordu?
Fatsa olaylarında, askere ve polislere rehberlik yapan Ülkücüler, Terzi Fikri'nn yakın arkadaşlarıydı. Nikos Samson'da Kıbrıs'ta Türk köylerine, elinde Türk bayrağıyla ve sizi kurtarmaya geldim diye seslenerek vuruyordu.
Çözüm süreci zamanında Mehmet Ağar'ı hapse atan iktidar, bu gün onun oğlunu kendi partisinden milletvekili yapmıştır.
Faşizmin bu iki yüzlülüğü istatistiklere ve hatta sosyoloji teorilerine bile girmiştir. Amerika'da bile, siyahilere saldırlar ile pamuk rekoltesi arasında doğrudan ilişki vardır.
Amerikalı sosyologlar, hizmet sektörü çalışanları arasında önce ırkçılık araştırması yapmış, sonra da Amerikalıların hoşlanmadığı zenci, çekik gözlü (Asyalı), Latin vb müşteri gönderir. Çok az kişi, ankette ifade ettiği ırkçılığı müşterilerine göstermiştir.
İlk atandığım ilçenin bir özelliği de çoğunlukla giden memuru ezerek ve hatta jandarma astsubayı ise döverek göndermesiydi. İlçenin halk eğitim merkezi müdürü, her eğitim yılı sonunda il merkezinden geçici görevle gelen öğretmeni aşağılayarak gönderirdi. Eğer il merkezi ya da o dönemim (2002 öncesi)
Bendeniz bu kötü muameleyi, dayak değil ama kötü davranış anlamında, lojmanı paylaştığım, açık faşist ev arkadaşımdan gördüm.
Beni dövmemelerinin sebebi, o sıralarda biri astsubay, biri de ücretli öğretmen olmak üzere memur dövmekle ilgili sicillerinin kabarık olmasıydı.
İlçeye de ilk geldiğinizde, bildik Anadolu misafirperverliği görürdünüz, hatta çoğu kez son ana kadar öyle görürdünüz.
Bunun istisnası genelde genelde torpil dediğimiz üst düzey yakını sayesinde ilçeden gidenler ya da ilçedeki DYP-ANAP çekişmesine çok açık taraf tutup, çevre edinenler. Mesela okulun ben gelmeden evvel çalışmış öğretmenlerinden biri, oy vermek için bir günlüğüne ilçeye gelmişti. Lakin onun gibiler çok azdı. Genelde ayrılmaya yakın ya dayak yiyordunuz, ya da bir şekilde sizi aşağılıyorlardı.
Faşizmin iki yüzlülüğünü kendi aşk yaşantımda da gördüm. Yıllar önce türbanlı bir sevgilim vardı ve çevremdeki insanlar ona, benim hakkımda inanılmaz şeyler anlatıyorlardı. Gene aynı kişiler, beni oradaki bazı kızlarla evlendirmek istiyorlar ve bana çöpçatanlık yapmak istiyorlardı.
Olay şuydu ki Esra, hem genç ve güzel, hem de kadrolu devlet memuruydu. Beni ise, yaşı bayağı ileri ve ücretli-sözleşmeli ya da ev kızı ile evlendirme çabaları vardı. Zira devletten aldığım düzenli maaş, heba olmamalıydı. Bu yüzden her ne kadar beni, Esra'ya kötülüyordu iseler de, yüzüme bir şey diyen yoktu.
Hayatım boyunca zengin biri olmadığım gibi, öyle fazlaca bir yoksulluk da çekmedim. Biraz da bu yüzden olsa gerek, öyle çok fazla açık faşizme maruz kalmadım. Esra olayına kadar da kendimi azınlık hissetmedim. Esra olayından sonra da azınlık olma duygusundan kurtulamadım.
Hitler'in iktidara gelmesine, bazı süper zengin Yahudilerin yardım ettiği söylenir ki, buna inanırım. Kimse süper zengini bırakın, birazcık serveti olan birisine bile kolay kolay hakaret etmez. Onlar da, Hitler'in daha önceki antisemitist siyasiler gibi bunun da birazcık yağma ve tecavüz, bolca da ülkeden atma ile sona ereceği ve varlıklı Yahudilerin biraz para kaybetme ile (daha sonra çok daha fazlasını kazanmak üzere) kendini kurtaracağını sanmışlardı. Ya da en azından Nazizmin sınırlarının Almanya ile sınırlı olacağını, Versay antlaşmaları ile iyice budanmış Almanya'nın tüm Avrupayı yakacağını da hesap edememişlerdi. Hitler de onları ferahlatacak bir şeyler demiş olabilir.
Faşizan partiler, azınlık oyunu ve desteğini alabilmek adına çözüm süreçleri üretirmiş gibi yapıp, o topluluğun politik önderlerini de satın alabilirler. O azınlığın çok olduğu yerde seçimi kazanmak için veya daha demokrat görünmek için, azınlık üyelerinden vekil, hatta bakan yapabilir.
Nitekim 6-7 Eylülü planlayan Demokrat patinin onlarca gayrı müslüm milletvekili vardı. Seksenlerde ve doksanlara Yunanistan'ın Batı Trakya'da Türk milletvekilleri olurdu. Yunanistan, Batı Trakyayı Gürcistan ve Rusya'dan aldığı göçmenlerle doldurdu, Türkler ise Almanya'ta, ülkedeki en ağır sanayi olan gemi söküm işinde çalışmaya gitti. Şu anda da Yunanistan'da hiç bir parti Türkleri aday göstermiyor.
Faşizan iki yüzlülüğü son olarak faşizmin kendi içinden göstereyim. Mansur Yavaş, ömrü boyunca Ülkücü siyasetin içinde oldu ve sonunda Beypazarı'nda uzun süre başarılı belediye başkanlığı yaptı. Sonra Ankara büyükşehir belediye başkalığına adayı olmak istedi. Devlet Bahçeli'de, muhtemelen kendisine rakip olur düşüncesi ile engel olak istedi.
İşte burada nedense Yavaş'ın Makedonya göçmeni olduğu lafı dolaştı. Bunda ne vardı? Pek çok Balkan göçmeni MHP'nin içindeydi. Ardından da Yavaş'ın Bektaşi-Alevi olduğu iddia edildi.
Yavaş'ın belki bir kaç nesil ataları öyleydi. Oysa Yavaş, Beypazarı'nda cadde, sokak ve parklara, Ülkücü önderlerin ve yazarların adlarını vermişti.
Not: Tam da yazıyı bitirmek üzereyken, teröristbaşının mektunun devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı yayımladı. Bu da başka türlü bir BEKA sorunu.
Bunun istisnası genelde genelde torpil dediğimiz üst düzey yakını sayesinde ilçeden gidenler ya da ilçedeki DYP-ANAP çekişmesine çok açık taraf tutup, çevre edinenler. Mesela okulun ben gelmeden evvel çalışmış öğretmenlerinden biri, oy vermek için bir günlüğüne ilçeye gelmişti. Lakin onun gibiler çok azdı. Genelde ayrılmaya yakın ya dayak yiyordunuz, ya da bir şekilde sizi aşağılıyorlardı.
YanıtlaSilFaşizmin iki yüzlülüğünü kendi aşk yaşantımda da gördüm. Yıllar önce türbanlı bir sevgilim vardı ve çevremdeki insanlar ona, benim hakkımda inanılmaz şeyler anlatıyorlardı. Gene aynı kişiler, beni oradaki bazı kızlarla evlendirmek istiyorlar ve bana çöpçatanlık yapmak istiyorlardı.
Olay şuydu ki Esra, hem genç ve güzel, hem de kadrolu devlet memuruydu. Beni ise, yaşı bayağı ileri ve ücretli-sözleşmeli ya da ev kızı ile evlendirme çabaları vardı. Zira Bıkkın Panda devletten aldığım düzenli maaş, heba olmamalıydı. Bu yüzden her ne kadar beni, Esra'ya kötülüyordu iseler de, yüzüme bir şey diyen yoktu.