Daha önce kötülüğün yüceliği ile ilgili bir yazı yazmıştım (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/turkes-ve-muhsin-kotulugun-yuceligi.html ). Ancak sonra bu yüceltmenin karşılıklı olduğu ve kötülüğe karşı intikam almanın da bir yüceliği olduğunu fark ettim. Zulmü yaşayanlar da, yaşadıkça acımasızlaşıyor ve ezilenler de ezildikçe acımasızlaşıyor.
Bir süredir kendimi hümanist olmaktan zorlandığımı fark ettim ve içimdeki duyguları salmaya karar verdim
Mesela pek çok Maraşlı tanıdım, Alevilerle arkadaşlık etmeye pek meraklılar. İşin ilginci pek çoğu da katliamın sebebinin siyaset değil de, Alevilerin işletmelerine, mallarına el koymak olduğunu söylüyorlar. Lakin hemen hemen hiç biri de pişman değil ve kendisini suçlu hissetmiyor.
Sık sık acaba Maraş-Çorum- Sivas, Hiroşima-Nagazaki gibi bir atom bombası ile bombalansa ya da Drasden, Tokyo gibi bombalansa bu kadar rahat olabilir mi diye düşünürken yakaladım kendimi.
Japonlarda, Almanlarda olduğu gibi bir pişmanlık edebiyatı, bir 47'liler grubu yoktu. (Firuzan'ın 47'liler romanı ile karıştırılmamalı.) Japonlar, zorla fuhuş yaptırdığı Koreli ve Filipinli kadınlar dahil, kimseye ne tazminat vermek istiyor, ne de özür diliyor.
Japonların, Almanlardan farkı; Japonya'nın ada olması, buna Amerikan işgalinin de eklenmesi ile genelde yalnız olmaları, ülkelerinde pek göçmen olmaması. Almanya ise, her zaman komşularının, vatandaşları ile ilişkide olduğu bir ülke oldu, hem de Türkler başta olmak üzere, milyonlarca göçmen aldı.
Keşke dünyadaki her zalim ülke, Japonya ve Almanya kadar çabuk ve hızlı cezasını görebilse. Pek çok zalim, ceza almadan, yargılanmadan öldü. Bunu yapan kitleler, yıllarca bununla öğündü.
O zaman Almanlar ya da Japonlara neden acıyalım? Almanlar, altı milyonu Yahudi, on beş milyon civarı insanın katledilmesinden habersiz miydi? Nanking'deki katliamları, Japon askerlerin öldürme yarışmalarını Japon gazeteleri övünerek anlatıyordu. Yani Japonların, bilmiyorduk diye yalan söyleme hakları da yok.
Üstelik o muhteşem karizmatik liderleri de halklarına acımadı, biz niye acıyalım. Hitler açıkça söyledi. Japonların ise asıl teslim olma sebebi atom bombası değildi. Ruslar, Mançurya'da süratle ilerliyordu. Zaten Almanlarla savaşta milyonlarca kayıp vermiş Rus ordusu, Amerikalılar gibi Japon adalarına olası saldırının kayıplarından korkmuyordu. Ana Japon adalarında çöken Japon sanayisi, Amerikan denizaltıları ve uçakları yüzünden Mançurya'ya destek gönderemiyordu. Çin anakarasında da, Çin direnişçileri yüzünden bunalıyorlardı. Stalin'in planı, Japonya'yı, Almanya, Yemen ve Kore gibi ikiye bölmekti. Japonya, kayıtsız-şartsız teslim olunca; 1904-5 savaşı sonrası Japonların işgal ettiği Sahalin adasının güney yarısını geri almakla yetindi.
Yani aslında Japon imparatoru ve etrafındaki soylular da o kadar Japon halkına acımamıştı. Ülkelerinin bir yarısının Rus egemenliğine geçme korkusu ile Amerikalılara teslim olmuşlardı.
Yıllar önce askerlik yaparken (kısa dönem) bir astsubay sık sık acıyana acırlar derdi. Bu sözü de acıyan, acınacak duruma düşer anlamında söylerdi. Bu kelimeyi acımayana acımazlar diye de anlayabiliriz.
Sahi, biz ne diye acımayanlara acıyalım? Ceza ise, intikam ise, ciğerimiz soğuyana kadar alalım., alanlara da niye kızalım. Hiroşima'da ,Nagazaki'de, Drasden'de ve 2. dünya savaşında kaybedenlerin şehirlerinde sadece ölen börtü böceğe, ağaçlara falan üzülürüm.
Faşizan ve gaddar liderler kadar, onların peşinden gidenler de suçludur, onlara destek verenler de suçludur. Zira bu faşist liderler ve partiler, amaçlarını hiç saklamamışlardır. Hitler'in Kavgam adlı kitabını okudum (ve bir seri yazı yazdım, yazı dizisinin başlangıcı:
https://onbinkitap.blogspot.com/2018/04/gonulsuzce-bir-hitler-kavgam-kitabi.html ) . Kendisi daha 1923-24 yıllarında açıkça Rusya'yı ve Avrupa'nın doğusunu sömürge yapacağım demiş. Yahudilere ve Slavlara tüm nefretini de kusmuş. Stalin ve Rusya'da da bir aklı başında kişi de, şu adam ne yazmış diye okumamış mı acaba; bu da ayrı konu. Sonuçta Alman halkı, Hitler'in savaşı başlatacağını ve Yahudilere acımayacağını biliyordu. Zira Kavgam, 1920-40 arasındaki kırk yılda Almanya'da en çok satan kitap olmalıydı. Sonuçta ne Drasden bombalanmasına, ne de Sovyet askerlerinin tecavüzüne uğramasına üzülecek değilim. İnsan zamanla taşlaşıyor.
Siz faşizan eylemlerin, öfkeli halkın kendiliğinden isyan etmesi ile mi olduğunu sanıyorsunuz? Oysa her şey tahmin ettiğinizden önce planlanmıştır. Bunu, tesadüfen şu kitabı: (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/07/ifrit-avi-tarzievittachi-endonezya.html ) , daha doğrusu önsözünü okuyunca öğrendim. İslamcılığın teorisyenlerinden Mehmet Şevki Eygi, önsözde düpedüz Türkiye'yi neden Endonezya yapmıyoruz diyor. Maraş-Çorum falan, çok önceden planlanmış anlayacağınız. Alevilerin solcu oldukları için öldürüldükleri sadece kendilerini avutmak ve kamuoyunu aldatmak için uydurdukları bir masal. Aleviler solcu olmamış, solcu olmaya zorlanmıştır. 1969 CKMP'nin MHP OLDUĞU Adana kongresinden sonra, Alevi düşmanlığının bayaktarlığını MHP üstleniyor. 1973'de, hem Ülkücü, hem de Alevi Ali Balseven'in katli ile MHP, düpedüz Alevi düşmanlığının bayraktarlığını yapmaya başlıyor.
Aklıma gelmişken, 1965 Endonezya katliamının da (olaylar deyip, masumlaştırmayalım), çoğu esnaf Çinli azınlığa karşı saldırı olma özelliği var. Öldürülen milyonlarca insanın çoğu Endonezya Komünist partili olmaktan çok, Çinli azınlık olma suçundan ölmüş. Endonezya'da da Çinli azınlık ağırlıklı olarak komünist partiye oy veriyormuş. Yani planlar birbirinin kopyası.
Nerden okuduğumu tam hatırlamıyorum, Japonlar, Nazi yönetimi incelemek üzere Almanya'ya gitmiş ve bu sistemin Japonya'da işlemeyeceğine karar vermişler. Çünkü Japonya'da Yahudi ya da ona benzer bir toplum yokmuş ve Japon Naziliği olmazmış. Gerçekten de gerçek faşizm için bir iç düşmana, ezilip, hor görülecek bir azınlığa ihtiyaç duyar. Güney Doğu Asya ülkelerinde bu azınlık, Çinliler oldu. Tabii Çin, bu günkü kadar güçlü değildi. Doksanlı yıllarda (Tabii Müslüman olmayan ülkelerde) Müslüman azınlığa döndü bu vahşet. Endonezya'da ise Doğu Timpr işgal edildi ve aynı kıyım ve zorbalık, Katolik Doğu Timor halkına yapıldı. Bu işgal ve kıyımı Papalık makamı da destekledi çünkü Doğu Timorlular arasında komünizm yayılmıştı.
Şimdi daha diyeceklerim var ama yazı çok uzayacak. Diyeceğim o ki, faşizme destek verenler, saf ve masum kitleler değildir.
Öte yandan faşistlerden demokrasi umanların, kapitalizmin demokrasi getireceğini söyleyenlerin, yetmez ama evet diye onları destekleyen aydınlar da, kullanışlı aptallar değil, hayal kırıklığına uğramış hainlerdir. Onlar demokrasi hainleridir.
Diyelim ki Ali Kırca'nın ortaya çıkarıp, ATV'de yayınladığı (Fetö'nün Amerikaya kaçmasına, Kırca'nın da seks kasetinin yayınlanmasına sebep olan) videoyu izlemediniz, Fetö'nün kitaplarını da mı okumadınız?
Bir de Fetö ile Said-i Nursi'yi ayıranlar, diğer Nurcu grupları farklı zannedenler var ki, ben onlara da, Risale-i Nur'u okumalarını öneririm.
17-25 aralığın gelişi belliydi ama sanki erken oldu. Belki de ilk darbeyi vurmak için acele etti. O zamana kadar ülkenin dörtte biri fetöcüydü, esnaf, Zaman gazetesini tezgahın önüne koyar, gözümüzün içine sokardı. İki haftalık kararsızlıktan sonra, sözüm ona reisten yana oldular. Oysa önemli bir kısmı, Bankasya'dan parasını, tarikat okullarından çocuklarını almadı. 15 temmuz da bağıra bağıra geldi.
Şimdi darbe teşebbüsünden bu yana beş sene geçmiş, halen ankesörlü arama, bylock, gaybubet evleri, mahrem imamlar operasyonları devam ediyor. Oysa Talat Aydemir asıldıktan ve tüm Harbiyeliler, Harbiye'den atıldıktan sonra ordu içinde Talatçı subay operasyonları devam etmedi. 12 Marttan altı ay sonra, sözüm ona soldan darbe yapacak 9 mart cuntasından kimse kalmamıştı. Hatta İzmir suikastı soruşturmasından sonra İttihatçı avı yapılmadı. Şimdi ise Fetöcü tutukla tutukla bitmiyor. Yeni atanmış istihbarat generali fötöcü çıkıyor.
Şimdi bu fetöcülere acımamız mı gerekiyor ya da yıllarca yaptıklarının acısını çeken sağcı güruha? Tek adam rejimleri, hangi tarihte, hangi topluma refah getirdi ki, ülkesine getirsin, ne çekiyorsa hak ettiğindendir.
İçimdeki kötülüğü bastırmak için, onun varlığını kabul etmem gerekti. Ben de bir insan olarak, incitildiğim, hatta ezildiğim için öfkelenme, nefret etme ve hatta intikam alma arzusu duyma hakkım olmalıydı. Öfke de nefsin bir parçasıdır ve onu yok edemeyiz, sadece kontrol edebiliriz. Kendimize ait bir şeyi sevmeden, onu kontrol edemeyiz. Bize kötülük edenler, bundan pişman mı da, bunun cezasını çektiklerinde, onlar için üzülelim?
Biz nasıl azınlık olmanın, muhalif olmanın bedelini ödedik ve ödeyeceksek, onlar da faşist olmanın, zulmetmenin bedelini ödeyecek. Onların bize karşı nefretine, nefret duyguları ile karşılık vermek, hakkımız. Bundan utanmamıza ya da bunu saklamamıza gerek yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder