15 Mayıs 2021 Cumartesi

HARPER LEE'NİN İKİ ROMANINDA FAŞİZM

 



Amerikanlı yazar Harper Lee, tüm yazı hayatı boyunca sadece iki roman yazmış, özellikle de ilk olan Bülbülü Öldürmek (1960) ile anılmıştır. Bu romanı yazdıktan sonra hemen hemen hiç  çalışmamış,  halen de sürekli olarak, hem A.B.D, hem de Dünya çapında çok satan roman, yazarı ömür boyu geçindirmiştir. Ölümüne aylar kala 2015'de aynı romanın devamı olan ve Türkçe 'ye Tespih Ağacının Altında diye çevrilen ikinci  romanını yayımlamıştır.

Konuşulması gereken ikinci romandır ama birinci okunmadan hiç bir şey anlaşılmaz. İlkinin konusu basittir ve bana Fransa'nın meşhur Dreyfus davasını hatırlatmaktadır. Yahudi kökenli bir Fransız olan Yüzbaşı Albert Dreysfus, 1894'de, Almanya için casusluk yaptığı  gerekçesi ile tutuklandı. İçinde gene Yahudi kökenli Fransız romancı Emile Zola gibi ünlülerinde olduğu ve çok tartışılan olaylar sonrasında  Yüzbaşı Dreyfus  1906 yılında sürgünden ve hapisten kurtulup, rütbelerine geri kavuştu. Olay tüm Avrupa'da ve dünyada yankılandı. Çünkü olayın bir yerinde Fransız faşizmi, ne olmuş yani masumsa, bir Yahudi olarak Fransız ordusunda ne işi var demeye başladılar. Bülbülü öldürmek dahil pek çok romana-filme ilham kaynağı olmuş.

Bülbülü Öldürmek de,  bir genç kıza tecavüzle suçlanan bir siyahi (tamam zenci demiyoruz) vardır ve onları savunacak siyah bir avukat yoktur. Romanın anlatıcısı o zamanlar okula bile gitmeyen 5-6 yaşlarında  bir kızdır ve babası da bu siyahileri, ırkçı halkın tüm baskısına kadar savunan cesur bir avukattır. Roman, küçük kızın gözünden dava sürecinin anlatılmasıdır. Babası bir kere bile pis zenci dememiş, zenci özel mülküne girmemiş,  zenci tavuğuna kışt dememiştir. Dava başarı ile biter, siyahiler kurtulur.



Yazarın ,elli beş yıl sonra yazdığı devam kitabı, olaylardan yirmi sene kadar sonrasında geçer. Genç kız, yıllardır yaşadığı New York kentinden, baba ocağı Maycomp kasabasına geri döner. Irkçılık gene vardır, hem de daha şiddetli olarak. Fakat siyahiler artık zavallı zenciler değildir. Artık ceplerinde ikinci el de olsa araba alacak ve yüksek sesli müzikle şehri turlayacak para vardır. Artık bir suç işlediklerinde onları savunmaya hazır siyahi avukatlar vardır ve her davada siyahi jüri üyesi olması için diretmektedirler. 

Epey bir aradan sonra Maycomp'a geri denen kahramanımız, hakikati görünce şok geçirmeye başlar. Babası o kadar da demokrasi kahramanı değildir çünkü. Suçsuz siyahileri, hem de avukatlık ücreti almadan savunmaya taraftardır ama ortalık siyahi hakim, savcı ve avukat olarak görmeye tahammül edememektedir. Ku Klux Klan'ın gürültü yapmasına, toplanmasına taraftardır ama siyahileri katletmesini, siyahi mülklere zarar vermesini istemez.

A.B.D ile ilgili pek çok yanılgımızın sebebi, film sanayisi sayesinde dünyaya onların gözünden bakmaya başlamamız. Örneğin ikinci dünya savaşında Alman askerlerinin yüzde sekseninden fazlası doğuda savaştığı halde, bize savaş daha çok Fransa'da olmuş gibi gelir.  Doğu cephesine Alman ordusunun en az yüzde onu partizan denen direnişçilerle uğraştığı halde ve Fransa'da Normandiya çıkarmasında De Goule'ün radyo konuşmasına kadar hemen hiç direniş olmadığı halde, direniş diye aklımıza Fransızlar gelir. O kadar ki, pek çok Alman subayı, cepheden sonra dinlenmek için Fransa'ya gidiyordu, çünkü müttefikler Fransa'yı bombalamıyordu. Ya da Vietnam savaşında Amerikan ordusunu  sivil halka acımasızlığından ziyade Vietkong militanlarının acımasızlığını hatırlarız.

Amerikan iç savaşı bittiğinde kölelik kalkmadı. Beyaz polisler, siyahileri özellikle pamuk hasadı döneminde toplayıp, mahkum olarak tarlalarda zorla çalıştırmıştır. A.B.D'de halen hapisteki siyahi sayısı, üniversite okuyan siyahi sayısının iki katı. A.B.D, dünyada hem en fazla mahkum olan ülke, hem de nüfusuna göre en fazla mahkum olan ülkedir. Diktatörlük olan Çin'in üçte birinden daha az nüfusu olduğu halde, Çin'in iki katı mahkumu vardır. Üstelik A.B.D, elektronik kelepçe, şartlı salıverme gibi uygulamaları ilk yapan ülkesidir.

Sadece bu kadar değil. Jim Crow yasaları ile siyahlar, özellikle yoğun oldukları güney eyaletlerinde oy veremediler, okula gidemediler,  otobüslere bile binmediler. Bütün bu hakları isyan ede ede teker teker aldılar. Merkezi yönetim ancak 1965'e Jim Crow yasalarını yasakladı.

Gerçekte faşizm, Nazizm ya da benzeri ideolojiler kadar saf değildir. Yugoslavya iç savaşı öncesinde milletler arasında evlilik çok yaygındı. Pek çok Sırp'ın annesi ya da ninesi Müslümandı. Boşnak ordusunun da dörtte biri Sırp'dı ve Boşnaklar asi Sırplara, Çetnik diyordu. 

Pek çok faşiste göre öteki, göçmen  ya da azınlık olan haddini bilmelidir. Ucuz işçi ya da küçük esnaf olarak sempati ile bakar ya da en fazla küçük memur olarak diyelim. 

Bülbülü Öldürmek'de saf faşizm ve ona karşı çıkışı görüyoruz. Bu tür faşizm saf ve nettir, gerçek düşmandır. Tespih Ağacının Altında romanında ise daha bulanık, daha iki yüzlü bir faşizmle karşılaşıyoruz. Aynı yazarın iki romanı arasında yarım yüz yıldan fazla zaman var ve birbirini bu kadar tamamlayan iki roman çok az.

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder