TRT'nin tek kanalı, sonraki bir kaç kanalı, devletin tam kontrolünde holdingler medyası, devletin zorunlu eğitim sistemi, halkı eğitmede başarılı olduğu bir konu da, hak aramayı suç gibi hissettirmekti. Tüm medya ve eğitim kanalları elinde olan askeri rejim, başarılı duygu eğitimini, sürekli bir 12 Eylül öncesi hatırlatması ile yaptı.
Yapılan grevler, yürüyüşler hep suç, hep anarşiydi. Lokavt ilan eden işverenler, saldırıları seyreden polislerin hiç suçu yoktu. Hak aramak, gösteri yapmak, bir siyasi görüşe sahip olmak hep bir suçtu. O yıllarda her türlü siyasi gerilimde veya olayda çok konuşulan söz, 12 eylül öncesine mi dönmek istiyorsun'du. Hatta, Kemal Gökhan Gürses, 12 Eylül Öncesine Dönmek İstiyorum diye bir kitap bile yazmıştı. Kitabı, kitapçı rafında şöyle bir karıştırdığımı hatırlıyorum ama itiraf edeyim okumadım. Asalında bir ara okusam iyi olur, bu da kendime not.
İlk üç buçuk yıl Kenan Evren ve cuntacılar yararlandı bu 12 Eylül öncesine mi döneceksin edebiyatından. Bu dönemde işçinin ve çalışanın hakları sessizce budandı. Pek çok sektörün grev yapması yasaklandığı gibi, bakanlar kurulu kararıyla grevler de ertelene bilinecekti ki pek çok grev de uzun süre ertelendi. Buna karşın işçilerin işten çıkarılması kolaylaştı, sendika kurması, kurulan sendikaların yetkili olması zorlaştı. Buna karşın işverenin işçi çıkarması, fabrikasını kapatması ya da başka bir ülkeye taşıması kolaylaştı.
Şunu belirtmek isterim ki aslında 12 Eylül rejimi halen devam etmekte. 12 Eylül'ün suçluluk duygusu eğitimi de devam etmekte. Bunu uzun uzun yazacak değilim. Yazdıklarımı son on yıldır olanlarla kıyaslayın.
Yalnız bu sefer şu fark var ki, o zamanlar sosyal medya yoktu. Yabancı müzik albümlerini bulmak bile zordu. Radyodan kasete kayıt çekilirdi. Bir kaç medya kanalı, tüm toplumu hipnotize edebiliyordu. Bu ayrı bir yazı konusu ve belki de bunu en başta yazmamakta hata ettim.
Bu dönemde sadece haklar budanmadı, aynı zamanda da pahalılaştı, ciddi anlamda yiyecek-içecek, özellikle de ekmek olarak çok pahalılaştı. Çünkü fırıncı esnafı, darbe gecesi ve sonrasında alternatifsiz olduğunu, halkınsa her şeyi kabullenecek durumda olduğunu görmüştü. Bu süreçte ekmekler de önce küçüldü, sonra bozuldu. Ben seksen öncesini hatırlamıyorum pek fazla, küçüktüm. Yalnız şunu söyleyeyim ki 1980-81 gibi bir ekmek, sekiz yüz gramdı. Küçüle küçüle, iki yüz gram civarına düştü.
Bu 12 Eylül Öncesine Dönme söylemine eşlik eden diğer bir söylem de anarşiyi mi azdıracaksın ya da hortlatacaksın sözüydü. Bütün bunlar olurken anarşi de hızla hortluyordu.
Diyebilirim ki devlet, özellikle de Turgut Özal'ın ilk başbakanlığı döneminde, PKK'yı sadece seyretti. Hatta, Eruh ve Şırnak karakol baskınları olduğu gün Özal, havuzdan çıkmadı. ( Burada bir de badem gözlü körler serisi yapmayı düşünüyorum. Ölen körü badem gözlü, keli de sırma saçlı yapma huyumuz çok kötü) PKK terörü tarihi yapmayacağım burada ama bu terör, sadece güney doğu ile sınırlı kalmadı., bir ara İstanbul haline giren kamyonlar, PKK'ya %3 haraç veriyordu.
Ülke önce yavaş yavaş, sonra hızla seksen öncesinin anarşi ve terör ortamına girdi. Sadece PKK değil, dinci örgütlerin Atatürkçü aydınlara (Uğur Mumcu başta olmak üzere ve diğerlerini de unutmadan) suikastlar, Dev Sol'un bazı emekli subay, hakim, savcı ve devlet görevlilerine suikastları, derken Dev Sol'un DHKP-C olma süreci ve iç savaşı (Dayıcı-Bedrici savaşı), Hizbullah'ın ölüm odaları derken, doksanlarda da durum seksen öncesinden farklı değildi. Sonra 1997'de 28 Şubat muhtırası yaşandı.
Tüm bu süreçte, özellikle biz seksenli yıllarda büyüyen gençlere ki malum suç örgütü liderinin dediği gibi kırk yaş üstü kişiler oluyoruz, devlete karşı yoğun bir suçluluk duygusu kaldı. Bu da iktidarların elini çok kolaylaştırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder