1 Haziran 2021 Salı

12 EYLÜL''ÜN SUÇLULUK DUYGUSU EĞİTİMİ 1-HURAFELER VE DİN



Benim gibi kırklı, ellili yaşlardaki nesli (artık hangi harfi-adı veriyorsak) anlamak için 12 Eylülün  medya  (radyo-tv-gazete) politikalarını ve eğitim politikalarını bilmeliyiz. Bu politikaların uygulandığı nesilden gelen biri olarak da, bunu anlatmam gerektiğini hissettim. Benim nesil ve daha doğrusu o dönemde olan herkes, bu eğitimden geçti ve alt nesli de bununla yetiştirdi. Bu eğitim bir duygu eğitimiydi. Darbe öncesi terör ve kargaşa için, halkın kendisini suçlu hissetmesini sağlama eğitimiydi. Çocuk kitaplarına varıncaya kadar, bunun için uğraşıldı.

Mesela yıllar önce bir araştırma yapılmış, o dönem, yani 1980-90 arası dönemin çocuk edebiyatı incelenmiş. O dönem çocuk edebiyatının %80'den fazlasının konusu, ebebeynlerin sözünü dinlemeyip, başını belaya sokan çocuklar. Doksanlardan sonra bu azalıyor.

Bu büyük operasyonun, mini bir laboratuvarı  bile kuruldu ve başında da kamuoyunun çok sevdiği ve halen gebermeiş biri var. Yüz yaşını aştı ve ortada sevgi yumağı gibi dolaşıyor. Son Sümer kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ hanım, kardeşi ile beraber Turan İtil ile kurduğu ve yönettiği, HZI vakfı. Vakıf adını, görünüşte bu iki kardeşin annesi Hatice  Zahit İtil'den almış gibi de göründe, aslında Amerika meşeli HZI vakfının Türkiey uzantısından başka bir şey değildi. Bu vakfın İstanbul-Gayrettepe'deki laboratuvarlarında, sol örgüt üyesi gençler ağır işkencelere ve deneylere tabi tutuldu. 

Kendisi ise, 12 Eylül rejiminin medyası sayesinde kendisini unutturup, bir demokrasi mücahidi gibi kendisini gösteriyor. Ortalıkta bir Atatürkçülük şövalyesi gibi dolaşıp, gençlik anılarını anlatıyor. Kuran, İncil ve Tevrat'ın Sümerlerdeki Kökeni adlı kitabı, Türk dinsizliğinin ana kitabı.

Muazzez'i 12 Eylül'den ayıran, dinsizliğidir. 12 Eylül topluma, bol bol Atatürk resmi, Atatürk dönemi kadın-erkek elbiselerinden oluşan bir gardırobun yanında, din duygusu pompaladı. Bunun için sadece zorunlu din dersleri, imam hatipler, Alevi köylerine özellikle yapılan camilerle falan değil, o zamanın tek kanallı televizyonundan,  radyolardan ve gazetelerden de yapıldı. Televizyonda her perşembe inanç dünyasının yanında, gazeteler de bir sürü üfürükçü yalanını tekrarlayıp durdu. Yok Kızıldeniz'de namaz kılar şekilde ölmüş halde bulunan Firavun (Firavunlar çağından çok öncesine ait bir mumya), yok kuran yırttığı için çarpılan kız (plastik bir heykel), yok baldan Allah yazan arılar (önceden peteğe şekerli su sürerek, Allah yok, din yalan da yazabiliyorsunuz) falan da filan diyerek bir neslin kafasını bu hurafelerle doldurdular. Barış Manço programında ortaya atılan meşhur La İlahe İllallah yazılı ağaç (vardır onun da bir hilesi) ile hurafelerin zirvesine çıkıldı. Küçük gazetelerde sürekli yayın yapan, sözüm ona NASA'da çalışmış, Danimarkalı Müslüman bilim adamı Hans von Aiberg 'de bu hurafeler furyasının bir temsilcisiydi. Basındaki bu hurafeleri, din öğretmenleri de itina ile anlattı. Bunlardan en komiği, saçmalığı bambaşka bir yazı konusu olan ve Bahailiğin iddiası olan 19 mucizesiydi.

Bu hurafelerin önemli bir kısmyla anlatırdı.ı da Çanakkale savaşı ile ilgilidir. Nusrat mayın gemisine evliyaların yol gösterdiği, bulutların yok ettiği tümen gibi tuhaf hurafeler de bu dönemde yayıldı. Oysa Nusrat'a Karanlık Liman'a mayın dökmesini Alman komutanlar emretmiş, o tümen de yolu kaybedip, Türk birliğine denk gelinince, diğer düşman birlikleri fark etmesinler diye oracıkta öldürülüp, gömülmüş. Bence o zamanlar bu hurafe saldırısının en ilginç olanı da, o zamanlarda yeni yasallaşan faizsiz finans şirketinin, Atatürk'ten bahsetmemek için hiç bir komutanı almadığı, sadece Ezineli Yahya Çavuş'tan bahsettiği belgeseldi. Atsız'ın Çanakkale'ye Yürüyüş (http://onbinkitap.blogspot.com/2021/05/atsizin-canakkale-gezisi-ve-turkculugu.html) kitabını okuduğumda,  Çanakkale savaşlarını anlattığı bölümü, aklıma bu belgesel geldi.

Bizim kuşağı haftada bir saat din dersi ile dindar yaptılar. Bu dönemin din öğretmenleri de bir garipti. Pek çoğu açıkça Alevi düşmanlığı yapıyor, pek çoğu sınıftan Alevi öğrencileri çıkarıp, biz Sünni çocuklarla özel şeyler konuşacağız diyorlardı. Bu dönemde Aleviliğe karşı din derslerinde özellikle bir sözel şiddet vardı. Gene o yıllardan başlayarak, okul yöneticilerinin çoğu, din öğretmenlerinden seçilmeye başlanmıştı. Öğretmen olunca da, din öğretmenlerinin en fazla denetlenen branş olduğunu ve davranışlarının o kadar tesadüfi olmadığını öğrendim.

2 Temmuz 1993 Sivas katliamı, bu uzun süreli işlenmiş kitlesel nefretin bir parçasıydı. Sonraki yıllar Güner Ümit ve Mehmet Ali Erbil'in televizyon önündeki sözüm ona gafları da, bu şiddet fırtınasının bir parçasıydı. Bu yıllarda gardırop Atatürkçülüğüyle beraber, bu dinsel şiddet ve dinsel baskınlık kültürü, her adımı ile, Hans von Aysberg'den, Gazi Mahallesi'ne, Sivas'tan, kışkırtıcı din öğretmenlerine, 19 mucizesine kadar,  Türk toplumunu bir din suçluluğuna itme çabasıydı ve büyük ölçüde başarıldı. Bu aslında bayağı sistemliydi. Hatta esas olarak çıplak kadın fotoğrafları satan Tan ve Bulvar gazetelerinin cin hurafesi hikayesi ile dolması da bunun bir parçasıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder