5-Ülkücü polisler ve Ülkücü bürokrasi: Seksenli ve doksanlı yıllarda, özellikle içişleri ve sağlık bakanlığında ülkücülerin bürokratik bir ağırlığı vardı. Özellikle polis teşkilatı düpedüz ülkücülerin elindeydi. O kadar ki ülkücü reisler, solcu militanların sorgularına girer, polis operasyonlarının olduğu yerlere dolmuşlarla gidip, operasyın sırasına polise destek gösterisi yapardı. (Operasyon gece üçte bile olsa) Özel harekat timlerine seçilecekleri adının önce Ülkü ocaklarına gittiği hep söyleniyordu. Hatta Alparsaln Türkeş bir keresinde, özel harekat ülkücüyse ülkücü, ne olmuş ulan demişti. Sağlık bakanlığı da düpedüz ülkücülerin elindeydi. Sadecd bu iki bakanlık değil, doksanlarda yeni açılan üniversitelerin, kredi ve yurtlar kurumunun yurt yöneticilerinin de çoğu ülkücülerin elindeydi. Genelde kamuda ciddi bir ülkücü ağırlığı vardı.
Akp iktidarda ülkücü kadrolarla önce yavaş yavaş, sonra hızla uğraşmaya ve onları tasfiye etmeye başladı. Solcu bürokrasi yok gibi bir şeydi, şimdi o gibi bir şey de bitirilmekte.
6)Sağ cenahı sokaklarda-okullarda temsil etmek: Sağ adına solla çatışmak, ülkücülerin işiydi. Ancak bu yapılan, önce DYP ve ANAP'ın üniversite kurulan illerdeki oyların eritmesi, sonra da paralı gençleri bu taşra üniversitelerinden kaçırması sebebi ile ülkü ocakları yavaş yavaş tasfiye edildi. Doksanlarda adam bıçaklar, binanın üçüncü katından aşağıya adam atar, savcıya ifade bile vermezdi. O yıllarda Ülkü Ocaklarının kapısına dayanmaya hangi CHP ya da solcu parti-örgüt cesaret edebilirdi?
7)Tuğrul Türkeş ve Türkeş'in çocukları: Ülkemizde siyasette hanedan işi pek yürümüyor. Politikacıların çocukları, politikada başarılı olamıyor. En başarılı olanı, Erdal İnönü'ydü. 12 Eylül sonrasında, o baskı ortamında sosyal demokratları topralamayı becerdi. Onun dışında, Adnan Menderes'in oğulları, talihsizliklere uğradı (Hatta Amerika'da Kenedi, Türkiye'e Menderes ailesi lanetli dendi.) Fatih Erbakan, babasının kurduğu partilerdeki maceralarını anlatmayacağım. Şu anda da bir partinin başında olsa da, partisi çok parlak durumda değil. Turgut Özal'ın oğulları ise, sosyal medayada alay konusu.
Bunun sebebi, lider çocuklarının genelde parti bittikten sonra ya da darbeler sonrası kara günlerinde ve hemen hemen hiç bir siyasi deneyimleri yokken siyasete atılmaları ya da atılmak zorunda kalmalarıdır. Pek çoğu, dağılan partiyi toplaması için, parti tarafından zorla davet edilmişlerdir. Oysa Alparslan Türkeş öldüğünde, ülkücülük en parlak çağındaydi. İçişleri bakanlığı (özellikle polis teşkilatı), Sağlık bakanlığı başta olmak üzere pek çok kamu kuruluşunda işe girmenin ve yükselmenin yolu, ülkücü olmaktan geçiyordu. Doksanların yeni kurulan taşra üniversiteleri başta olmak züere üniversitelerin çoğu ve yatılı liselerin çoğunda ülkücü teşkilatlar egemendi.
Sadece kamu kuruluşları değil, sivil toplum kuruluşlarında da ülkücülük egemendi. MHP, bugünkünden (ya da son seçimde aldığından diyeyim) çok daha az oy almıştı ama ülkücü olmak, bugünkünden çok daha havalı bir şeydi. Ankara'daki cenazeye sırf Süleyman Demirel Üniversitesinin öğrenci yurdundan yirmiden fazla otobüs gitti. Resmi açıklamalara göre iki buçuk milyondan fazla insan cenazeye katıldı. (Geçenlerde ölen bir şeyh için üç milyon dediler ama inanmayın. Türkeş'in cenazesindeki kalabalığın dörtte biri yoktu.
İşte bu konumdaki MHP'nin başına, Alparslan Türkeş'in oğlu, Tuğrul Türkeş geçmek istedi. Aslında ilk tur başarılı sayılırdı. Tuğrul bey en fazla oy alan adaydı. Olsaydı ile, bulsaydı ile tarih yazılmaz ama bana kalırsa, diğer adaylar, Devlet Bahçeli lehinde adaylıktan çekildikten sonra, dönemin ülkü ocakları genel başkanı Azmi Karamahmutoğulları, kongre kürsüsünü devirip, kongre salonunu savaş alanına çevirmeseydi, kongreyi kazanabilirdi. Kazanamasaydı bile, Deniz Baykal gibi inatla kongrelere gidip, en sonunda CHP genel başkanı olması gibi seçilebilirdi. Sonrasında Alparsaln Türkeş'in soyundan gelenlerin neler yaptığını ise yazmaya gerek yok.
(Yazı 3'e kadar uzadı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder