27 Temmuz 2025 Pazar

İSMAİL AMCAM GERÇEK BİR BURJUVAYDI



Rahmetli İsmail amcamla annemin arası iyi değildi, dolayısı ile de benimle de değildi. Diğer yandan İsmail amcam, hakkı yenecek biri de değildi. Başımız sıkıştığında yardımcı olur, bayramda -seyranda uğrardı. Onun ve onu sevenlerinin hayatını değiştirecek olay, 1986'dai trafik kazasında, belden aşağısının felç kalmasıydı. Muğla'nın ilçelerinden birinde, son odel AUDİ'siyle, gece vakti ve tahminen saatte 100 kiloömetrenin üstünde bir hızla giderken, önündeki mıcır yada kum birikintisini görememiş veya geç görmüş, taklalar attıktan sonra durabilmişti. Ertesi gün de bizi aramıştılar. Bizi arayanlar yengem miydi, yoksa Muğla'da şantiyeden birileri miydi, hatırlamıyorum ve anneme sormak istemiyorum. Çok da önemli olmayan bir ayrıntı. Babamgil altı kardeşti, temmuz 2025 itibarıyla dördü hayatta. Mehmet amcam ile İsmail amcam öldü. Babam en küçükleri, İsmail amcam bir büyüğü. Beş erkek, bir kız kardeşler, dedelerim ve nenelerim öleli de çok oldun. 1986'da hepsi hayattaydı ama sadece İsmail amcam ve biz Ankara'da yaşıyorduk. Diğer amcalarım ya Almanya'da, ya da İstanbul'daydı. Bir de Hasan ve Mehmet amcalarımın otuz yaşından yukarı kardeşleri, yani kuzenlerimizin evleri vardı. Yengem ev hanımı, kuzenlerim henüz ilkokul öğrencisiydi. En yakın ev de bizimkiydi.

Babam o zamanlar halen harfiyat kamyonculuğu yapıyordu. Aslında her sene Ankara dışında şantiyelere giderdi,  en fazla da Kütahya, Tavşanlı'ya. O yıl ise, Ankara şehir içinde harfiyat işleri kovalıyordu. Saat daha öğle olmamıştı. Annem, İsmail amcamın kaza geçirdiğini, bunu babamın duyması için, Dikmen'de, Dikmen caddesi ile Sokullu Mehmet Paşa caddesi arasında uzanan Mimar caddesinde, kamyoncuları durdrup, babama haber vermesini söylememi söyledi.  Daha cep veya ev telefonu icat edilmemişti. Evlerde telefon yeni yeni yaygınlaşıyordu ve bizim eve telefon geleli de çok olmamıştı. O zamanlarda bir şeylerin inşaatı için oradan harfiyat kamyonları vızır vızr işliyordu. Bir kaç tanesini durdurup, babama haber gönderttim. Öğleye doğru babam eve geldi.

Sonra zor günler, haftalar, aylar, yıllar geldi. Bazı şeyler için gereksizce keşke denildi. Amcamın zaten sağ ayağında platin denen, kemik destek protezi vardı. Yengem araba kullanmasın diye otobüs bileti almıştı. Bütün bunlar için üzülmeye çok geçti ama üzülünecekti. Sonra amcamın umutsuz tedavi çabaları oldu. Eğirdir Kemik Hastalıkları hastanesinde uzun süre kaldı.Daha ilkokul öğrencisi olan kuzenlerim, babamız Eğirdir'den  yürüyerek gelecek dediler.  Ardından gene uzun sürecek Almanya tedavileri başladı. Bunlar sadece ümitsizliğin, ümitlerinin son çırpınışları, kabullenme öncesi son avuntulardı. Böylesi bir olay, psikolojik bir yıkımdı ama iki küçük oğlu olan amcam, kendini toparlamak zorundaydı. Asıl sorun amcamın harfiyat şirketinin bir süre işletilip, sonra kapatılması, elde edilinecek gelirin, banka faizi gibi pasif gelire; arsa, hazine bonosu gibi kalıcı varlıklara dönüşmeliydi. Burada da işler büyük ölçüde babama kaldı.

Amcamla asıl yoğun ilişkim, 1990 yılında, lise bir yani şimdiki dokuzuncu sınıfta, sınıfta kalmıştım ve kuzenimin Ankara, Kazım Karabekir caddesindeki, Tuna Han'daki dükkanında çaışmaya başlayınca yoğun oldu. Aile, banka faizi ile geçinse de amcam, evde sıkıldığı için haftada en az dört gün dükkana geliyordu. Dükkanda şimdilerde ofis-boyluk denen, getir-götürcülük yapıyordum. Dükkanda kuzenim (o zamanlar ben 16-17, o ise kırklı yaşlardaydı) Rıza'nın yanında genel anlamda alım-satım muameleleri yapan Mehmet diye başka bir eleman ve ben vardım. (Mehmet daha sonra kendi alım-satım muamelecisi dükkanını açtı) Kamyon ve lüks otomobil satıyorduk. Sattığımız kamyonların çoğu, şimdilerde piaysada olmayan Chrysler'in As 600 ile 950 arası harfiyat kamyonlarıydı. Arada Rıza abimin (ona abi diye hitap ediyordum) kullandığı lüks araçları veya haciz koyduğu araçları da satıyorduk. Rıza abim, faizcilik de yapıyırdu. Bneim işim dükkanı temizlemek, lokantaya-bakkala gitmek, araçları yıkamak falandı. Yaptığım en ağır iş, İsmail amcamı, hanınn üst katındaki tuvalete götürmekti. Amcam o zamanlar nedense akülü tekerlekli sandalye almamıştı, oysa akülü sandalyeler o zamanlar da vardı ve amcamın alacak durumu da vardı. Amcam her geldiğinde günde en az iki kere tuvalete giderdi. Bizim dükkan binanın yanında, en arkasındaydı, Bahçeler Arası sokak diye  geçiyordu. Tekerlekli sandalyede, tahminen seksen kilo olan amcamı, önce iki yüz metre kadar düz sürüp, Kazım Karabekir caddesinin kaldırımına getiriyordum. Sonra sola dönüp, binanın tam önünde, bayağı büyük kamyonetlerin üst katlara çıkmasını sağlayan dik yokuşun önüne geliyordum. Sonra o dik yokuşu, tekerlekli sandalyeyle güvenli olarak çıkarma ve indirme çabası geliyordu. Çıkardıktan sonra, tuvaletin önüne kadar geliyordum. Amcam kendine has sondasıyla, kendi işini görüyordu. İndirmek çok daha zordu. Rıza abimin hanın üst katında, tuvaletin yanında ve kendi dükkanının tam üstünde başka bir dükkanı vardı ve oradan bazı malzemeleri ben getirip, götürüyordum. Amcamın ilk ziyaretinden evvel oradan bir kamyon tekeri indirirken kontrolden çıkmıştı da, neyse ki başka bir şeye çarpmadan, devrilmişti. Henüz orta okul öğrencisi olan iki kuzenimin babası amcamın kontrolden çıkması ve devrilmesi diye bir sorun olmamalıydı. Dükkanda kaslarımı en çok yoran, hatta ağrıtan iş, buydu. 

1993'de üniversiteye giriş sınavını ilk girişimde kaybettim. O yıl Ülkü Ocaklarına da gitmiş olmama çok kızan babam, beni dershaneye göndermedi. Ben de o yıl, evde ders çalışıp, gündüzleri de çeşitli işlerde çalıştım. Sınav sonucum belli olur olmaz, önce bir matbaada, sonra da mahallemde bir markette çalıştım. Bir ara markette çalıştım, telefonla istenen siparişleri, evlere götürüyordum. Oradan da ayrılıp, iki ay kadar evde yattım. Sonra başka bir kuzenim olan, nüfustaki adı Nazım olan ama bizim Aziz dediğimiz Aziz abim, kendi dükkanında çalışmayı teklif etti. Mecburen kabul ettim ve amcam oraya da uğruyordu. Bu sefer akülü tekerlekli sandalyesi vardı. 1994'ün Martından, Ağıustosuna kadar orada çalıştım. Amcam her zaman sivri dilli biriydi ve bu özelliği her zaman insanları kendisinden uzaklaştırırdı. Bu dönem, benim çok  zor zamanlardı. İki defa (8. ve 9. sınıflar) sınıfta kalmış, ilk girişte de sınavu kaybetmiş, ileri derecede disleksi ve hatta belki biraz otistik, 20 yaşından gün alan gençtim. Dershaneye gitmiyor, gün boyu dükkanda duruyor, dükkandaki boş zamanlarımda sosyal bilimler konu anlatımını, akşam da Türkçe konu anlatımını okuyordum. Durumum çok umutsuzdu. Mart ayında yapılan, o zamanlar ÖSS olan ilk sınav, pazar günüydü ve ben cumartesi akşam beşe kadar dükkandaydım. İsmail amcam beni göndermişti.  Bütün bu olumsuzluklara rağmen ÖSS puanım, geçen seneye göre mikroskobik de olsa artmıştı. 1993'de 139,9 yüz küsur olan puanım, 141,5 yüz küsur puan olmuştu.  Bu mikroskobik de olsa artış, büyük moraldi. Rakiplerim haftada bir soru bankası bitirir,  dersahne bir yana, özel ders alırken, ben hem işte çalışıyor, hem de ders çalışıyordum. Amcamın ve kuzenimse her geçen gün daha fazla benimle uğraşıyordu. Aziz'in dükkanına gelen-giden pek azdı. Haziran ortasında, ikinci basamağa kadar, sarı renkli sosyal bilmler kitabını tekrar tekrar okudum. İkinci sınavda, cuma akşam beş gibi çıktım.

İkinci basamak olan ÖYS sınavından sonra hem Aziz abimin, hem de İsmail amcamın bana karşı tacizleri giderek sertleşti. Sürekli bana ve aileme laf ediyorlardı. Ben de altta kalmıyordum. Yaz ayları boyunca onlara tahammül etmek giderek zorlaştı. Onlara göre benim sınavı kaybettiğim kesin gibiydi. Ağustos ayının sonlarına doğru, özellikle Aziz abimle ciddi ciddi kavga etmeye başlayınca, işten ayrıldım. Sonra büyük bir süpriz yapıp, sınavı kazandım. O yıllarda sınava girmeden tercih yapıyorduk. Geçen yıla göre göre netlerim beş yada altı tane artmıştı ve sonuç, kazandım.

1994 yılında amcamın büyük ama benden üç yaş küçük oğlu Cem'de sınava girdi. Cem, kardeşi  Can'la beraber, Ankara'da, özel bir lisede okuyor, üzerine de iki ayrı dershaneye gidiyordu. Amcam  kazanacağından çok emindi ve her sohbette adını anıyordu Cem'in. Kendisi inşaat mühendisi olmak, bunu da ODTÜ, İTÜ yada Hacettepe'de falan yapmak istiyordu. Tercihlerini de ona göre yaptı ve kaybetti. Her iki kardeş te 1995'de üniversiteye girdi. Can, dört yılda (özel okulda olduğu için İngilizce'si iyiydi) Bilkent İktisat'ı bitirirken Cem, Dokuz Eylül İnşaat'ı yedi yılda (hazırlığı atladığı halde), amcamların İzmir'e taşınıp, zorlamasıyla bitirdi. Ben, Süleyman Demirel, Sosyoloji'yi dört yılda bitirip, KPSS'nin hemen öncesinde Felsefe öğretmeni olarak atandım. Amcamın gerçek yüzüzünü görmeme daha yıllar vardı.

Amcamı asıl, yazlığına misafir olunca tanıyacaktım. Çocukluk, lise, üniversite ve onlarca yıl boyunca ne amcamın, ne de diğer akrabalarımın yazlığına misafir olmadım, misaifr olmayı da düşünmedim. 2010  yılında, psikoterapi almaya başladım. Psikologum bana tatile gitmemi önerdi. Annem de amcamın yazlığında tatil ayarladı. Ben ve annem, beraber Didim'e gittik. Bizi otogardan yengem aldı. Yazlık ev, bir site içinde iki katlı, müstalik bir evdi. İlk günler, sıradan ve rutindi (zaten on gün anca kaldık.) Amcam gene sivri dilliliğe devam ediyordu. 

Amcam, ilk gün bana, beni çok şaşırtacak bir soru sordu. Sinan, sen Rıza'nın dükkanda çalıştın mı? Ben de hatırlamıyor musun, sen dükkana gelrdin, ben seni iterek, tuvalete götürdüm ya, dedim. Amcamın bunu unutöasına çok şaşırmıştım. Sonra anlayacaktım ki aslında unuttuğu falan yoktu, bizi burada istemiyordu.Amcamında dahil olduğı yazlıkçı bir grupla sohbet ediyorduk. Dördüncü yada beşinci gündü,  ben, yazlık almaktanda her sene başka bir yere otele gitmek daha iyi dedim. Amcam da öyleyse kalk, git dedi. O akşam eve dönmek istedim, annem engel oldu. Ertesi gün yada bir sonraki gün, amcam durduk yerde bana sataştı, baban seni evlendirmiyor mu, diye. O tarihlerde 65-36 yaşlarında ve bekardım. Bu sefer laf sokma sırası bana geldi. Cem'le Can'da otuzunu aştı, sen onları evlendirmiyor musun, dedim. O da Sinan, bu dediğin çok zoruma gitti dedi. Yeğen olaak cevap veremeyeceğimi sanmıştı. Ertesi gün annem beni birden ısrarla Didim merkeze, dolaşmaya götürdü. Benim laflarım çok zoruna gidince, hemen oğlunu aramış, kız arkadaşı ile evlenme işlerini hızlandırmış, Devlet Su İşlerinde ihale kovalayan Cem, acele Didim'e geldi, o günlerde yakınlarda olduğu için kızın ailesini, kendi ailesiyle tanıştırdı.  Biz de o arada Didim'i gezdik ve dönüş biletleri aldık. Son akşam da amcam, bizi zaten kovmuştu ama hepten de s.ktiri çekmemiş olmak için bizi Didim (yada Kuşadası olabilir. Bu iki yer, birbirine yakındı.) Tam o gün, Hasan amcam, kendi yazlığına çağırdı. O da Almanya'dan yeni gelmişti. Annemin dediği gibi hizmetçiliğe çağırıyordu, başka bir şeye değil. Bir kaç gün sonra ev temiz oluca, onlar da bizi kovacaktı.

Annemin saçmalamasıydı bu olanlar, bir de tatile benimle gelme isteğinin sonucuydu. Belki de sayamayacağım kadar çok amca ve amca çocuğunun Ege-Akdeniz kıyısında yazlığı falan vardı ve onca çocukluk- gençlik geçmiş, yarım ağızla olsa davet etmemişlerdi. Amcam, Cem ve Can'ın okul arkadaşlarını misafir etmişti. Onlara da böyle laflar sokup, onları da böyle aşağılamış mıydı acaba? Ben ortaokul ve lise yıllarım boyunca Almanca'dan kaldım, Almanca'dan zerre anlamıyordum. Pek çoğu yıllarını Almanya'da geçirmiş, Almanya'da çalışan kişilerdi ama yarım ağızla bile olsa, Sinan, gel sana Almanca gösterelim dememişti. Sonraki yıllarda birisi, Kuşadası'nda pansiyon işletiyormuş, beni davet etti. Hem para vereceğim, hem de her olayım dedikodu malzemesi olacak, hiç akıllıca değildi. 

Amcamsa gerçek bir burjuvaydı. Görünüşte iyiliksever biriydi ama her iyiliğinde bir çıkar hesabı vardı. Babam yada başka birilerinin yaptıklarını iyilik değil, görev biliyordu. Disleksi ve öğrenme güçlüğü yaşayan bir devlet memurunun, asla onun sınıfına çıkamayacağı için beni de zerre kadar sevmiyordu. Her şey bir yana, Alevi ve Kürt olmasına rağmen, genel anlamda sağcı ve Tansu Çiller hayranıydı. Tam bir burjuvaydı.

Amcamla aramızda geri kalanların anlatılmaya bir değer yanı yok. Kendisi 2020 yılında vefat etti.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder