Şimdi sen sahaflardan bulduğun kitaplara yazı yazıyorsun diyeceksiniz ama bazı kitapların hakikatten keşfedilmesi gerekiyor.
Bu kitap ise bir sahte kitap, üstelik ünlü bir din adamının, ünlü bir kitabının sahtesi.
Önce bu kitabın elime nasıl geçtiğinden bahsedeyim. Malumunuz kitap düşmanı bir iktidarımız var ve kendisi pek çok belde-köy kütüphanesini kapattı. O kapanan kütüphanelerden biri çalıştığım ilçedeydi. Personel kadrosu sebebi ile kapanan kütüphanenin kitapları, ilçe merkezindeki kütüphaneye taşındı. Devletin aldığı kitaplar, ilçe kütüphanesine katılırken, halkın kütüphaneye bağışladığı kitaplar da hurda kağıda gidecekti.
Bunu tesadüfen öğrendim. Önce kendim, sonra okuldaki öğrencilerimle beraber, mümkün olduğunca çok kitabı kurtardık. Önemli bir kısmını da okul kütüphanesine bağışladık.
Lakin giden de gitti.
Kitabı neden bu şekilde edindiğimi anlatmamın sebebini, kitabın içeriğinden bahsedince anlayacaksınız.
Kitaplar çeşitli tarihlerde, çeşitli kişilerce kasaba kütüphanesine bağışlanmış. Galiba çoğunluğu öğretmen. Bir de bazı kurumlar, kitapları tüm kütüphanelerde olsun diye doğrudan kargo ile göndermiş.
Sık sık da çeşitli sebeplerden tek tek ya da topluca kitap alan birisi olduğumdan, pek çok kitaba uzun süre sıra gelmedi. Aralarında İmam Gazali'nin bir kaç kitabı da vardı. (Ayrıca başka bir İmam Gazali kitabını da başka bir yerden bulup, okumuştum.)
Derken korona hastalığı, karantina süreci derken, yeni kitap almaktansa, bu kitapları okumaya karar verdim.
Sıra nihayet İmam Gazali'nin Hüccet-ül İslam adlı eserine geldi.
Bu arada not, tam da bu kitapları aldığım zaman bir yerde Gazali'nin lakabının Ulum-u Din olduğunu ve Sünni İslam'a göre peygamberden sonra en yetkin din otoritesi kabul edildiğini okumuştum.
Peygamberin ölümünden dört yüz yıl kadar sonra doğmuş bir kişiye böyle bir unvan verilmesi çok garibime gitti.
Son okuduğum Gazali'ye ait kitabın şok eden özelliği ise Hüccet-ül İslam olmaması, hatta Gazali'ye ait bile olmaması.
Benim bir tezim vardır, özellikle Türkiye'de dini kitaplar çok satılır, az okunur. Bu kitap da onun delili gibi.
Kitap 1967 yılında, Salah Bilici Kitabevi tarafından, 1967'de İstanbul'da basılmış. Tercümeyi Işıkçılar tarikatının kurucusu, İhlas Holding Ceo'su Enver Ören'in kayınpederi Süleyman Hilmi Işık yapmış.
Kitabı kaydeden kütüphaneciye göre ( artık her kimse) yazarı da Süleyman Hilmi Işık (bence de öyle).
Kitap, arka iç sayfasında yapıştırılan ve muhtıra denen kağıda göre 1981'de bir kere ödünç alınmış. Kütüphaneye ne zaman bağışlanmış bilmiyorum ama benim elime 2013'de geçti. (Yüz civarı kitapla beraber)
Sorun kitabın Hüccet-ül İslam olmaması ve hatta Gazali ile alakasının olmaması.
İlk önce vapurda ve trende de kıbleye dikkat etmelidir sözleri kafamı karıştırdı. Hadi gemi kelimesini Türkçe'ye vapur diye çevirdi, Gazali zamanında tren mi vardı?
Sonra kitapta ilerledikçe, kitabın Gazali tarafından yazılmadığını, 20. yüz yılda, tahminen de 1960'lı yıllarda bir Türk tarafından yazıldığı çok belliydi. O yazan da muhtemelen Süleyman Hilmi Işık'dı.
Bir kere Gazali, benim bildiğim Şafi'ydi, kitapta size Hanefiliğin kurallarını anlatacağım diyordu. Sonra Mevlana müzik ve raks etmezdi, bunlar sonradan uydrululmuş deyip, kendince Mevleviliği anlatıyor. Anlattığının Mevlevilikle alakası yok. Sonra bir yerde Vahabilik aleyhine bir şeyler yazıyor.
Sonra birbirini tutmayan bir sürü saçmalığı din adına anlatıyor. Sonra iki yerde Kimyayı Saadet'ten (Gazali'nin başka bir kitabı) alıntı yapacağım diye Gazali ile alakası olmayan şeyler yazıyor.
İhlas suresine kafayı takmış, her halde ezbere bildiği tek sure olmasından dolayı.
Peki bu kadar saçmalığı yazıp, İslamın ünlü aliminin adına yayımlayan Süleyman Hilmi Işık'a sen ne yapıyorsun diyen olmamış mı?
Aksine, aslında bir kimya mühendisi olan Süleyman Hilmi Işık, ışıkçılar diye bilinen tarikatı kurmuş ve etrafına pek çok mürit toplamış.
Ben de bir yandan daha önce okuduğum diğer Gazali kitapları da böyle miydi diye düşündüm. Ne kadarı gerçekten Gazali'ye, ne kadarı Gazali'nin omuzundan tüfek atışıydı.
İslam filozoflarından Meşailerin (İbni Rüşt, Farabi, İbni Sina, El Kındi vs) kitapları piyasada bulunuyor. Az da olsa felsefe meraklıları için basılıyor.
Tasavvuf kitapları ile, din ve mezhep liderlerinin (Ebu Hanife, İmam Şafi, Bayezid-i Bistami, Abdülkadir Geylani vs) kitapları ya bulunmuyor ya da tarikatlar tarafından basılıyor.
Halkı din konusunda bilgilendirmek olan Diyanet İşleri başkanlığının koca bir yayınevi ve gene devasa matbaası var. Böyle kitapları kendisi basabilir veya hemen her ile yayılmış ilahiyat fakülteleri bunu yapabilir.
Öte yandan da asıl sorun, halkımızın kitap okumaması. İşin ilginç yanı, dini kitapları da satın alıyor ama okumuyor.
Ancak içine şüphe duymaya başladığında okuyor. Yoksa dinliyor. Zaten çoğu din kitabı (bu yazıda anlattığım da dahil) şeyhlerin konuşmalarının kağıda aktarılması.
Oysa baştan sona okuduğunuzda, Süleyman Hilmi Işık gibilerinin bir lise öğrencisi kadar dini bilgisi olmadığını görüyorsunuz. Oysa ortamda sohbeti dinlerken ağlamalar ve şeyhin yardakçılkarı yüzünden bambaşka bir psikolojiye kendinizi kaptırıyorsunuz.
Oysa altı bin yıldır insan öğrenmesinin temeli okumadır. Din konusunda da okuma yaygınlaşmalıdır. Dini kitapların orijinal kaynaklarından sorumlu akademisyenlerce ya da iyi Arapça bilenlerce çevirileri yapılmalıdır.
Kütüphane üzerine de not. Milli Kütüphaneden de yirmi bin civarı kitap kayıp.
Bunu tesadüfen öğrendim. Önce kendim, sonra okuldaki öğrencilerimle beraber, mümkün olduğunca çok kitabı kurtardık. Önemli bir kısmını da okul kütüphanesine bağışladık.
Lakin giden de gitti.
Kitabı neden bu şekilde edindiğimi anlatmamın sebebini, kitabın içeriğinden bahsedince anlayacaksınız.
Kitaplar çeşitli tarihlerde, çeşitli kişilerce kasaba kütüphanesine bağışlanmış. Galiba çoğunluğu öğretmen. Bir de bazı kurumlar, kitapları tüm kütüphanelerde olsun diye doğrudan kargo ile göndermiş.
Sık sık da çeşitli sebeplerden tek tek ya da topluca kitap alan birisi olduğumdan, pek çok kitaba uzun süre sıra gelmedi. Aralarında İmam Gazali'nin bir kaç kitabı da vardı. (Ayrıca başka bir İmam Gazali kitabını da başka bir yerden bulup, okumuştum.)
Derken korona hastalığı, karantina süreci derken, yeni kitap almaktansa, bu kitapları okumaya karar verdim.
Sıra nihayet İmam Gazali'nin Hüccet-ül İslam adlı eserine geldi.
Bu arada not, tam da bu kitapları aldığım zaman bir yerde Gazali'nin lakabının Ulum-u Din olduğunu ve Sünni İslam'a göre peygamberden sonra en yetkin din otoritesi kabul edildiğini okumuştum.
Peygamberin ölümünden dört yüz yıl kadar sonra doğmuş bir kişiye böyle bir unvan verilmesi çok garibime gitti.
Son okuduğum Gazali'ye ait kitabın şok eden özelliği ise Hüccet-ül İslam olmaması, hatta Gazali'ye ait bile olmaması.
Benim bir tezim vardır, özellikle Türkiye'de dini kitaplar çok satılır, az okunur. Bu kitap da onun delili gibi.
Kitap 1967 yılında, Salah Bilici Kitabevi tarafından, 1967'de İstanbul'da basılmış. Tercümeyi Işıkçılar tarikatının kurucusu, İhlas Holding Ceo'su Enver Ören'in kayınpederi Süleyman Hilmi Işık yapmış.
Kitabı kaydeden kütüphaneciye göre ( artık her kimse) yazarı da Süleyman Hilmi Işık (bence de öyle).
Kitap, arka iç sayfasında yapıştırılan ve muhtıra denen kağıda göre 1981'de bir kere ödünç alınmış. Kütüphaneye ne zaman bağışlanmış bilmiyorum ama benim elime 2013'de geçti. (Yüz civarı kitapla beraber)
Sorun kitabın Hüccet-ül İslam olmaması ve hatta Gazali ile alakasının olmaması.
İlk önce vapurda ve trende de kıbleye dikkat etmelidir sözleri kafamı karıştırdı. Hadi gemi kelimesini Türkçe'ye vapur diye çevirdi, Gazali zamanında tren mi vardı?
Sonra kitapta ilerledikçe, kitabın Gazali tarafından yazılmadığını, 20. yüz yılda, tahminen de 1960'lı yıllarda bir Türk tarafından yazıldığı çok belliydi. O yazan da muhtemelen Süleyman Hilmi Işık'dı.
Bir kere Gazali, benim bildiğim Şafi'ydi, kitapta size Hanefiliğin kurallarını anlatacağım diyordu. Sonra Mevlana müzik ve raks etmezdi, bunlar sonradan uydrululmuş deyip, kendince Mevleviliği anlatıyor. Anlattığının Mevlevilikle alakası yok. Sonra bir yerde Vahabilik aleyhine bir şeyler yazıyor.
Sonra birbirini tutmayan bir sürü saçmalığı din adına anlatıyor. Sonra iki yerde Kimyayı Saadet'ten (Gazali'nin başka bir kitabı) alıntı yapacağım diye Gazali ile alakası olmayan şeyler yazıyor.
İhlas suresine kafayı takmış, her halde ezbere bildiği tek sure olmasından dolayı.
Peki bu kadar saçmalığı yazıp, İslamın ünlü aliminin adına yayımlayan Süleyman Hilmi Işık'a sen ne yapıyorsun diyen olmamış mı?
Aksine, aslında bir kimya mühendisi olan Süleyman Hilmi Işık, ışıkçılar diye bilinen tarikatı kurmuş ve etrafına pek çok mürit toplamış.
Ben de bir yandan daha önce okuduğum diğer Gazali kitapları da böyle miydi diye düşündüm. Ne kadarı gerçekten Gazali'ye, ne kadarı Gazali'nin omuzundan tüfek atışıydı.
İslam filozoflarından Meşailerin (İbni Rüşt, Farabi, İbni Sina, El Kındi vs) kitapları piyasada bulunuyor. Az da olsa felsefe meraklıları için basılıyor.
Tasavvuf kitapları ile, din ve mezhep liderlerinin (Ebu Hanife, İmam Şafi, Bayezid-i Bistami, Abdülkadir Geylani vs) kitapları ya bulunmuyor ya da tarikatlar tarafından basılıyor.
Halkı din konusunda bilgilendirmek olan Diyanet İşleri başkanlığının koca bir yayınevi ve gene devasa matbaası var. Böyle kitapları kendisi basabilir veya hemen her ile yayılmış ilahiyat fakülteleri bunu yapabilir.
Öte yandan da asıl sorun, halkımızın kitap okumaması. İşin ilginç yanı, dini kitapları da satın alıyor ama okumuyor.
Ancak içine şüphe duymaya başladığında okuyor. Yoksa dinliyor. Zaten çoğu din kitabı (bu yazıda anlattığım da dahil) şeyhlerin konuşmalarının kağıda aktarılması.
Oysa baştan sona okuduğunuzda, Süleyman Hilmi Işık gibilerinin bir lise öğrencisi kadar dini bilgisi olmadığını görüyorsunuz. Oysa ortamda sohbeti dinlerken ağlamalar ve şeyhin yardakçılkarı yüzünden bambaşka bir psikolojiye kendinizi kaptırıyorsunuz.
Oysa altı bin yıldır insan öğrenmesinin temeli okumadır. Din konusunda da okuma yaygınlaşmalıdır. Dini kitapların orijinal kaynaklarından sorumlu akademisyenlerce ya da iyi Arapça bilenlerce çevirileri yapılmalıdır.
Kütüphane üzerine de not. Milli Kütüphaneden de yirmi bin civarı kitap kayıp.