12 Ağustos 2020 Çarşamba

DİN VE İKİ YÜZLÜLÜK




Bu iktidarın en azından bir sonu olduğu belli oldu dostlarım. İnsanların ölümlü  olacaklarını sık sık unutması gibi, iktidarlar da biteceklerini unuturlar.

Hayatın ve iktidarın diğer bir özelliği de bitişinin çoğu kez ani ve beklenmedik olması (en azından hayatın ve iktidarın sahibi tarafından)

Koronadan bir kaç ay önce makamından istifa eden müdürümüz, istifasından bir hafta öncesine kadar ben beş sene daha buradayım, ona göre vaziyet alın demişti. Gene okullar tatil olmadan bir kaç gün önce bir arkadaş, 26 yaşında gripten ölen akrabasından bahsetti.
İktidar ve hayat bittikten sonra soru, ne olarak anılacaksınız, nelerle anılacaksınız olmalıdır.
En kötü anılma, iki yüzlülükle anılma olacaktır.
Çok değil, on sene kadar geriye gidelim yavaş yavaş. Günter Grass'ın deyimi ile soğanı soyalım. Kendisinin anılarını yazdığı kitabın adı Soğanı Soyarken. Anıları tazelemek soğanı soymak gibi katlara inmek gibidir de ve daha alt katlara gittikçe insanı ağlatır.
Bu dönemde iki şeyin yalanları ortaya çıktı, serbest piyasa ekonomisinin ve siyasal islam.
Hani özelleştirilen fabrikalar daha da verimli çalışacaktı. Çoğunun yerinde koca koca apartman var. Fiyatlar düşmedi. Elektrik dağıtımı özelleşti ama biz Ankara'da oturup, Batman'da kaçak elektrik kullananların Dicle elektrik dağıtım şirketine zararını ödüyoruz.
Sonra Cemil İpekçi veya Madam Marika gibiler bile AKP'li iken çabucak bu homofobik ortam kuruldu.
Oysa reis hazretleri belediye başkanıyken gay partilere çelen gönderiyordu. Reis Kürtçe Kuran'ı meydanlarda elinde sallıyordu. Şimdi o kitabın yeni baskısı yok.
Aslına bu yazıda hükumetle uğraşmaktan daha önemli konulardan bahsedeceğim, bu sadece başlangıçtı çünkü politikacılar dürüstlükleri ile bilinen kimseler değil. Hatta ikiyi bırakın iki bin yüzlülükte politika için normal.
Asıl değinmek istediğim dinlerin de politika yapması, gücü ele geçirmek için yalan söylemesi.
Bunu benim gibi artık yaşlanmaya başlayanlar (ya da yaşlanmış olanlar) daha iyi anlarlar.
Ben de o kadar yıl zorunlu din dersi gördüm. Orta birden, lise sona kadar haftada bir saat din dersi gördüm. O zamanlar Müslümanlar olarak Allah ile kul arasına girilmeyeceği ile övünür, günah çıkaran, endülüjans satan papazlarla alay ederdik. İslamda Allah ile kul arasına kimse giremez sözünün söylenmediği din dersi olmazdı.
Şimdi ise birileri tövbe tutmak için otobüsle saatlerce ülkenin öbür ucunda bir köye, şeyhine gidiyor, tövbesinin kabul olması için. Cübbeli şeyhler aracı olacak, olmazsa sapıtırsın diyorlar.
Sonra uzun yıllar kızlar türbanı ile okula gitsin diye  mücadele verenler, kızlar okula gitmesin demeye başladı. Türbanlı caz piyanisti, muhafazakarlarca lince uğradı; kızcağıza destek çıkmak da, laiklik şövalyesi Fazıl Say'a düştü.
Doksanlara İslam ve eşitlik, emeğin karşının kurumadan verilmesi, hak yememe ne kadar çok konuşulurdu; şimdilerde Müslümanlar mültecileri ucuz ve sigortasız çalıştırma peşinde.
Dinin bu yapısı, dinin iktidarı ile daha net görünse de, çok yeni bir durum değil.
Gazali ve şimdi adını hatırlamadığım bir din adamı, Kuran ayetlerinin anlamını  barış zamanı ayrı, savaş zamanı ayrı olduğunu söylemişlerdi. Sonra bu görüşü, Zeki Velidi Togan'ın anılarında da okudum. (Kendisi bir ara Şamanist olmuş diyorlar ama anılarını yazdığı zamanlarda basbayağı Müslümanmış.)
Gene eskiden Müslümanlar yeşili sever, ağaç dikerdi; şimdilerde orman yakıp, bina yapıyorlar. Sokak hayvanlarını zehirliyorlar.
O zamanlar da çok da iyi değildiler. Sivas katliamı falan halen akıldaydı, üstelik bununla övünüyorlardı zira Aziz Nesin diye bahaneleri vardı.
Gene de Alevi ya da başka dinden olmayanlara gösterecek sempatik bir yüzleri bulunurdu. Şimdilerde sempatik yüzleri de kalmadı, sadece öfkeleri, hiddetleri ve para hırsları var.
Galata Kulesi'nde 'restorasyon' tahribatı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder